bugün

kapı yayınlarından çıkmıs roman 15 ytldir. al benisi olan bir kapağa sahip.
istanbul ve lale'nin kitabın başından sonuna kadar tasvir edildiği eser.* *
yamulmuyorsam "yas gözyaşı" anlamına gelir.
edit: "matem damlası" daha uygun bir kullanım, avea11 e teşekkürler.
bir lale çeşidinin adıdır ve aynı zamanda iskender pala'nın son kitabıdır.
haftanın en çok satanları listesinde ikinci sıraya yerleşmiş, iskender pala kitabıdır.*
kitapta "derkenar" olarak anlatılan hikayeler iskender pala'nın babil'de ölüm istanbul'da aşk kitabında da anlatılmış kısa hikayeler olduğundan dolayı; katre-i matem'i okurken "ben bu hikayeleri nereden biliyorum?" sorusu akla gelir. alışılmış bir iskender pala anlatımı ile akıcı bir kitap. kalın olmasına aldırmamak gerek bir yudumluk su.
" Lahyarın çocukları!.. Burası baba yurdudur. burada senin benim yoktur. hepiniz kardeşsiniz bir anadan bir babadan olanlar birbirlerini boğazlarlar, oysa analarını babalarını bilmeyen lahyar'ın çocukları birbirini tek vücut bilirler. kardeşine iğne batırıldığında acısını kendi vücudunda duyacaksın. bu kefene sağlığında girenler ölünceye dek birbirini ayrı görmezler. bu ikilikte birliktir.Bu senin sağ elindir sende bunun sol elisin. biriniz sağınızı, diğeriniz solunuzu görürsünüz. vücudunuz bir, başlarınız ikidir. ömrünüzün sonuna kadar birbirinizi görür gözetirsiniz.burada bu senindir, bu benimdir yoktur. az, çoğu arttırır çok hepinizi besler. kazan birdir. hepinizi doyurur ..el-fatiha"..diye başlar katre-i matem..
akıcılığıyla dikkat çeken roman. okurken hem istanbul' un profilini tasvirleyebiliyor hem de olaylardan kopmamış oluyorsunuz. olayların soru cümleleriyle başlaması işe daha çok merak katmakta. okunası, ilgilenilesi kitap.
güzel bir kitaptır.ama öylesi bir aşk tamamen kurgusaldır.gerçekte olmaz böyle bir şey.katre-i matem bir çeşit laledir.ve lale tohumundan üç tane vardır.bir tanesi hariç hepsi çalınıp hollandaya götürülmüştür.rengi koyu lacivert veya gece rengi olarak betimlenebilir.
iskender palanın oğlu olan arkadaşımızın "ben bu kitabı verirsem babam neyden para kazanıcak" diyerek bizden esirgediği kitaptır.
olaylar lale devrinde geçer, patrona halil isyanını bir tarihçiden ziyade etraftan birinin bakışıyla anlatır. o günün şartlarını ve yaşam biçimini oldukça güzel betimler. sonu pek de önceden tahmin edilesi değildir. ara ara ağdalı dil sebebiyle konudan kopuşlar yaşansa da genel olarak sürükleyicidir.
--spoiler--
AŞK, asla paylaşılmayan bir sır. AŞK ki ancak sır olarak kalırsa kalpte çoğalır.
--spoiler--
kurgusu iyidir, öyleki kimileri bunu iskender pala yazmadı diye iddia ederler. *
--spoiler--
insanın üç ömrü varsa bunun ikisini istanbul'da yaşamalı. insanın iki ömrü varsa bunun birini mutlaka istanbul'da yaşamalı.
--spoiler--

istanbul hasretimi deşmiştir katre-i matem.

--spoiler--
bahtiyar bir zevk gecesi 30 inciye değer mi?
--spoiler--
iskender Palanın açık arttırmada aldığı, yazarı olmayan bu kitabı türkçeye çevirmesiyle(kitabın orjinali Osmanlıcadır)ortaya çıkan okumakta olduğum okunası kitap.
ihsan oktay anar ın puslu kıtalar atlası kitabını çok beğendiğini ve ondan esinlenip bu kitabı yazmış olduğu hissine kapıldım.
Hafız Çelebi'nin üzerinde saatlerce düşünülebilecek sözlerini barındıran roman. Aslında hepsi bilindik ama hatırlanmaya ihtiyaç olan sözler. Okurken bir ara Osmanlı Sarayı'na gittiğimi sanmıştım.
alıntı:
sayfa 35:
"aslında akıl insana bahşedilmiş en muhteşem ama o derecede de yalın bir melekedir. insanlar aklın bizi yönlendirdiğini zanneder. hakikatte ise aklı yönlendiren bir olumlu, bir de olumsuz müteharrik vardır: gönül ve nefs. aklımız gönlümüzün önüne düşünce insan kendi yaratılışına uygun şeyler üretir; nefsin önüne düşünce sapkınlık başlar. bu dengeyi kurma noktasında insana irade gücü verilmiştir."

bu bakış açısıyla baktığında akıllı dediğimiz kişiler gönlüne uyarak hareket eden kişilerdir.
osmanlı külhan hayatını da anlatan keyifli kitap.
alıntı, sayfa 69:
"külhanda konuşulan lehçe-i külhaniyi dinleyerek yavaş yavaş anlamaya ve öğrenmeye başlamışlardı. külhana "ana", külhancıya "baba", çarşı pazara "çiftlik", peştemala "edeplik", natıra "giyinik", hamama "gülüstan", yangına "kızıl bayram", zindana "mektep", padişaha "turalı", vezire "hatem", casusa "akrep", zengine "kaz", dendiğini artık biliyorlardı."
iskender pala romanlarının ortak özelliği osmanlı sosyal hayatını göstermek. bu kitapta da bu zevki fazlasıyla doyurmak mümkün.
sayfa 89'da başlayıp 90'da devam eden secili bir bölüm var. okuması keyifli ve 1700'lü yılların sonunun sosyal, ekonomik, siyasal durumunu hicveden cümlelerle dolu.
herşey iyi güzel de bir cümleye çok kafa patlatmama rağmen çözemedim. çözen beri gelsin.
sayfa 90:
karşılıklı konuşma içinde şu sözler peşpeşe geliyor.
-- hem de köşkler kuruyor şehre boyuna ve enine.
-- kuyu kazıyor kazık çakıyor.
-- suyolcu zahir keriz kakıyor.
bu son cümle işte.
keriz enayi demek.
zahir açık, belli / galiba demek.
keriz kakmak diye bir deyim var mı diye baktım. yok.
suyolcu'yu bulamadım.
olsa olsa anlamı şu olabilir: "vezir galiba halkı keriz yerine koyuyor".
son kararım cümle yanlış yazılmış olabilir.
alıntı, sayfa 116:
"balıkçılara mahsus şu turuncu potur ile başındaki zolatayı neden giyinmişti?"
anlaşılması güç bir cümle daha. zolata kelimesinin anlamı bir çeşit para, bu cümleyi okuyunca başa giyilen birşey olduğunu düşünüyorsun. iskender pala burada ne demek istemiş?
kitabın 125 ve 126. sayfalarında anlatılanlar çok etkileyici. yeye mezarlıkta şahinle sohbet ederken mezar ve mezarlıkla ilgili bilgilerini sayıp döker, neredeyse ölüme methiyedir söyledikleri ve şahin "yeter yeye!... bu kadar sevdiysen yatıver birinin içine!..." diye yüksek sesle yeye'nin sözünü keser.
bu durumdan sonraki paragraf önemli...
"kara şahin, topaç yeye'nin sustuğu sırada kendi sesinin tonundan dolayı mahçup olmuştu. gerçi "içine yatıver" cümlesini gülerek ve şaka yollu söylemişti ama bunun altında yeye'nin kendisinden çok şey biliyor olmasına karşı gizli bir tepkinin olduğunu ikisi de fark etmişti. kendisini rahatsız eden şey, istemeyerek de olsa bunu ses tonuna yansıtmış olmaktı. öte yandan yeye, dünyadaki birinci dostunu istemeyerek de olsa gücendirdiği için üzülmüştü. yaşça büyük olanın bilgide de büyük olma anlayışına aykırı düşmüştü."
işte düşüncelere dalmama sebep olan cümle sonuncu olan. 14 yaşında bir çocuk olan yeye gibi olabilmek mümkün mü? bu derece olgunlaşabilmek mümkün mü? bence değil insan sonradan bu kadar duyarlı, zeki, olgun olamaz bu ancak doğuştan gelen bir özellik olabilir.
ekleme:
aynı sayfanın ilerleyen kısmında şu cümle var:
"ve şahin'i gücendirmemek için bundan böyle on dört yaşında bir çocuk olmaya karar verdi."
katre-i matem (matem damlası) sözünün ilk olarak 163. sayfada geçtiği kitaptır.
şeyh efendi! müsaade ederseniz soyunacağım!.. başlıklı 29. sual'in ilk paragrafı sorgulatıcı.
"allah vardı, onunla beraber hiçbirşey yoktu. şimdi de öyle, önce olduğu gibidir. o halde varlığını yok et ve bilinmezlik toprağına göm; çünkü gömülmeyen şey bitmez. tefekkür kalbin kandilidir; o giderse kalp için ışık yok demektir. ariflerin kalpleri ve sırları, nurların doğduğu yerdir. seni birisi hakettiğin şekilde övdüğünde, sen de o hali sana veren allah'ı övmeye başla ki ariflerden olasın. her varlık'ta allah'ı gör, her varlığı allah suretinde gör. bir gülün kesretinde ve bir lalenin vahdetinde allah ile ol."
kafama takılan şeyse şu: gömülmeyen şey bitmez demek gömülen şey biter demekse ve varlığını göm tavsiyesi veriliyorsa varlığını bitirmekten bahsediliyor demektir. cümleyi anladığımı düşünüyorum ama ne işe yaradığını anlamadım. bu cümlenin önceki ve sonraki cümlelerle bağlantısı ne?
sayfa 198 ve 199'da bilindik ama önemli bir konuya temas edilmiş kitaptır.
"ne kadar çok şey biliyorsunuz efendim!.."
"bilmek mi oğulcuğum!.. hıh!.. bilmediklerimi ayağımın altına koysam başım göğe değerdi. unutma, cehaletten daha dermansız dert yoktur! gerçi bilgiye hakim olmak mutluluktan çok elem, sevinçten çok keder verir ama insan da öğrenerek çoğalır."
(bkz: insan öğrenerek çoğalır)