bugün

ülkemizdeki ermeni vatandaşlarımızın sayısı 50-60 bin olarak tahmin edilmektedir.
sanatkar ruhlu, müzisyen, yazar, doktor ve aydın kişilerdir.
Türk tiyatrosunda önemli rolleri olmuştur.
dolmabahçe sarayı, ortaköy cami'i ünlü, ermeni mimar karabet balyan'ın eserleridir.
19 ocak'ta meydana dökülen, 25 şubat'ta enerjileri tükendiğinden iki laf edemeyen insanlar.

diğer bir manası da ermeni asıllı türkiye cumhuriyeti vatandaşlarıdır.
(bkz: balyan ailesi)
anadolu kültürüne yatsınamaz katkılar sağlayan, osmanlı'dan günümüze sanatçı kişilikleri, güçlü dostlukları ve zengin mutfakları ile benliğimizde yer etmişlerdir.

(bkz: levon dabagyan)
(bkz: agop ayvaz)
(bkz: karin karakaşlı)
(bkz: pars tuğlacı)
(bkz: nubar terziyan)
(bkz: onno tunç)
(bkz: garo mafyan)

edit: 6 yıl sonra gelen levon dabagyan.
her biri içimizden biri olmuştur. tabii ki buna tahammül edemeyenler de vardır.
(bkz: hrant dink)
çoğu beşiktaşlıdır. (bkz: arabacı)
her milleti kendinden gören, kendi ırkının en özel ırk olduğu gibi saçmalıklara bel bağlamayan, insanımızı tanımlar.
(bkz: ethembaki)
ermenilere soykırım yapmamış olsak da onlara karşı doğru bir şekilde yaklaşamadığımız kesinlikle ortada.
Demokrasinin kendi benliklerinden taviz vermek olduğunu zanneden gündem koyunları.
Benlikle milliyetçiliği karistirmayan kişilerdir. benlik benim kendimden ben de var olan özelliklerimdir. millet bana dış unsurlarca empoze edilmiş bir kavramdır bunu kişiselleştirip katliam yapacak kadar kör etmemesi gereken bir kavramdır.
hepimiz ermeniyiz deyip, ermenilerin kaşığını sallayanlardır.
kesinlikle ve kesinlikle bdp grubunun içinde bol miktarda bulunan şerefsiz kökenli gruptur.
elinde hepimiz ermeniyiz pankartıyla gezen aptallar ordusu. siktrin gidin o zaman ermenistana türkiye nin ekmeğini yemeyin piç kuruları.

edit: ordu dediysem toplasam 1000-1500 kişi falan ermenistanın kendisi 2 milyon bir şey zaten. seferberlik durumunda 30,000,000 man power çıkaran ülkenin sikine takacağı bir miktar değil.
Tc vatandaşı olup, vergi veren, askerlik yapan kişilerdir. Ulusalcı, milliyetçi zirvalarla beyinleri yıkanan ergenlere dert olmuşlar belli ki.
Büyük büyük büyük ninelerimden biri ermeni asıllıymış.

Kötü söz söyleyince biraz moralim bozuluyor. Kan çekiyor sanırım.

Ama bu kadar lanet bir insanlık olunmaz be arkadaş.
09 Eki 2006 - 22:19- Gündem
AKP Kulislerinin hit dedikodusu..

Bu aralar Başkent kulisleri ilginç bir dedikodunun
peşine takılmış gidiyor. "AKP Hükümeti nin Ermeni Kökenli Bakanları!"

Başkent kulislerini heyecanlandıran ve bir o kadar meraklandıran
bu dedikoduyu başlatan isim Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen oldu.
Türkiye haftası dolayısıyla Fransa da bir konuşma yapan
Kürşat Tüzmen, sözde soykırım ile ilgili bir soruyu cevaplarken
"Bakanlar Kurulu na bakarsanız, Ermeni kökenli iki bakan olduğunu görürsünüz.

https://www.milligazete.c...lislerinin-hit-dedikodusu

******************************
Eğer gerçekten içimizdelerse Türkiye'nin en önemli dostu olan Azerbaycan'ı haklı davasında desteklemeye çağırıyorum.
1993 başıydı. Ermenistan bağımsızlığını ilan edeli 2 yıl olmuştu.
Erivan'a Rus yardımı kesilmiş, ülke kış ortasında buğdaysız kalmıştı.
Amerika'dan gönderilen yardım ulaşana kadar ekmek kıtlığı baş gösterecekti.

Samson Özararat, o dönem Fransa'da, Avrupa'dan Ermenistan'a
giden insani yardımları organize eden bir derneğin başkanıydı.
Bu krizden bir işbirliği fırsatı yaratmayı düşündü: "Acaba Ermenistan'a
gereken buğdayı Türkiye ödünç veremez miydi?"
Bu adım, Erivan'da bir sempati yaratırdı. Önerisini "en üst düzeyde"
Türk yetkililere aktardı: "100 bin ton buğdaya ihtiyaçları var.
Siz 200 bin ton yollayın, ilişkilerin önünü açın" dedi.
Türkiye kararsızlandı bir süre... "Milliyetçiler"in ve Azerilerin tepkisinden
Bakü'nün nabzı yoklandı. "Ekmek söz konusuyken düşmanlığın lafı olmaz"
cevabı geldi.

Bunun üzerine -biraz gecikmeyle- Erivan'a 41 bin ton buğday gönderildi.
işte o dönemde Özararat, iktidarı tedirgin eden "Milliyetçiler buna ne der?"
tepkisini bertaraf etmek niyetiyle bir temas arayışına girişti.
Madem ki engel olarak "milliyetçiler" görünüyordu, o halde önce onları
ikna etmeliydi. Sorun ancak zıt kutupların birbirine yaklaşmasıyla çözülebilirdi.
Bir kutup, Alpaslan Türkeş'ti.

Önce Türkeş'in özel sekreteriyle tanıştı:
"Türkeş'le bu konuları konuşmayı arzu ediyorum" dedi.
Bunun üzerine onu Paris'te Türkeş'in yakını bir emekli generalle
tanıştırdılar. Derdini ona da anlattı. Birkaç gün sonra haber geldi:
"Türkeş sizi bekliyor!"

--------------

Paris'te bir otelde
Türkeş 12 Mart'ta geldi Paris'e...
Kendisini Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin'in talimatıyla de Gaulle
Havaalanı'nda Türkiye'nin Paris Büyükelçisi Tanşuğ Bleda ile birlikte
Samson Özararat karşıladı.
Büyükelçinin arabasıyla Ermenistan Devlet Başkanı Ter Petrosyan'ın
kaldığı Crillon Otele geldiler.
Samson Özararat, Türkeş'in arabasının kapısını açarken heyecan içindeydi.
1915'ten beri ilk kez Türkiye Cumhuriyeti, Ermenistan'la hem de en üst
düzeyde görüşecekti. Ve bu görüşme, onun girişimi sayesinde başarılmıştı.

http://www.habervitrini.c...r-gizlenen-gorusme/156165
birkaç tanesi ile yakinen tanıştığım, hatta 1 tanesi de akrabamız olan vatandaşlarımızdır...

şimdi ben size akrabamız olan azniv yengemden bahsedeceğim...mekanı cennet olsun...

80'li yıllar, henüz çocuktum azniv yenge ile tanıştığımda.

azniv yenge babamın dayısının eşiydi.
babamın dayısı asker emeklisiydi. ilk hanımını kaybetmişti, çocuğu yoktu, emekli olunca da azniv yengem ile evlenmişler.

işte azniv yenge ve büyük dayımız 80'li yıllarda bize gelmişlerdi.

azniv yenge ermeni olduğu için bir hayli ilgimi çekmişti...

sonuçta 80'li yıllar, henüz çocuğum...
ilk defa bir ermeni göreceğim, hatta tanışacağım...

her neyse...
evimize ilk geldiklerinde ellerini öptüm dayının ve yengenin.

azniv yenge tipik bir istanbul hanımefendisi.
son derece şık giyinmiş 70'li yaşlarında bir kadın.

ilk gördüğümde cidden şaşırmıştım.
zira o çocuk aklımla kafamda yarattığım ermeni tasfirine hiç uymuyordu azniv yenge.

sanırım ermeni olduğunu kafamda şekillendirmiş, cadıya benzeyen, kötü kalpli, çirkin bir kadın olarak hayal etmiştim onu...

ama azniv yenge böyle biri çıkmadı tabi ki...
dolayısıyla benim hayallerim ve kafamda canlandırdığım "ermeni yenge karakteri" bir an içinde yerle yeksan olmuştu.
onun şaşkınlığını yaşıyordum...

karşımda duran ermeni kadın bir cadı değildi, çirkin de değildi, gayet bakımlı şık bir cumhuriyet kadınıydı.

tıpkı öğretmen mualla teyze'ye, yahut komiser adil abinin hanımı fatma teyze'ye benziyordu...
tipik bir türk kadınından, anadolu kadınından bir farkı yoktu.

yani o gün kafamda canlandırdığım ermeni karakter tipi bozguna uğramıştı...

tıpkı bizim gibi türkçe konuşuyordu. hatta çevremdeki pek çok kimseden daha düzgün ve akıcı konuşuyordu türkçeyi.

ilerleyen yıllarda birkaç kez daha görüşmüştük.

1989 senesiydi...
babamın dayısı rahmetli olmuştu, cenaze-defin işleri için biz de istanbul'a gittik.
sarıyer'de bir köşkte oturuyorlardı. (köşk vallahi, bildiğin köşk. kocaman 3 katlı, bahçeli falan)

babam ve amcam rahmetli dayısının cenaze işleri ile uğraşırken, ben de azniv yenge ile köşkte kaldım.
konu komşu geliyordu sürekli, gelenlerin isimlerinden dolayı birkaçının ermeni olduğunu anladım. bizden bir farkları yoktu. yengeme "başın sağolsun, allah rahmet eylesin" diyorlardı. ben de her gördüğüm ermeni sonrası şaşırıyordum.

ertesi gün cenazeyi defnettik, babamlar yorgun olduklarından erkenden yattılar. ben de yattım ama uyku tutmamıştı. 3. kattaki misafir odalarından orta kata indim. köşkün orta katında kocaman bir sofa vardı, azniv yengeyi sofanın camının önünde oturur buldum gecenin bir yarısı. beni gördü, titrek bir sesle "gel çocuğum" dedi.
çekingen bir şekilde gittim yanına...

"korkma benden çocuğum" dedi, devam etti; "ben de türküm..."

ona adeta "sen ermenisin, ne alaka türklük" der gibi "nasıl yani" dedim.

o da bana ailesinin en az 300 senedir istanbul'da olduğunu, dedesinin sarayın boya işlerini yaptığını falan anlattı. bu köşk de ona dedesinden kalmış zaten.

"hiç akrabam yok benim" diye devam etti azniv yenge. "sizden başka kimsem kalmadı çocuğum" dedi...

ailesinden kimse yoktu gerçekten. ne kardeşleri, ne yeğenleri...hiç kimsesi yoktu. bir rahmetli kardeşi varmış, onun oğlu da fransa'ya yerleşmiş onu anlattı. ama araları bozukmuş.

"neden" diye sordum...

işte o sorduğum soru ile henüz 13 yaşındayken ilk defa "sözde ermeni soykırımı" terimi ile tanıştım...

yeğeni bu soykırım masalına inananlarla birlikte azniv yengeye geliyor, evlerinde kalıyor falan. bu arada rahmetli dayımın asker olduğunu öğreniyorlar, yengeye "sen nasıl pis bir türk subayı ile evlenirsin, onlar bizi kesti, soykırım yaptı" diye hakaret ediyorlar. azniv yenge de evden kovuyor onları.

"biz 300 yıldır istanbulluyuz, bu yeğenim de istanbullu, soykırım dediği büyük felaket, savaş zamanıdır. savaş zamanında ailemiz hep istanbul'daydı. tehcire hiçbirimiz tabi tutulmadık, tehcire zorlanmadık..."

tehcir, büyük felaket(metz yegern), soykırım...

bütün bunları ilk defa duyuyordum o gece.
ve azniv yengem bana her şeyi bilale anlatır gibi anlattı.

kafamda hala soru işaretleri kalmış olacağını farketmiş olmalı ki, gündüz komşu kadınlar geldi.
tina, anna, alis, flora ve lusin hanımlar ile sohbet ettik.
bu teyzelerin anlattıkları da yengemin anlattıklarının aynıydı. onlar da kendilerini türk olarak tanımlıyor, soykırım diye bir şey olmadığını söylüyorlardı...

neyse, artık bursa'ya dönme vakti gelmişti.
azniv yenge ardımızdan gözyaşları döktü. babam "yengecim gel bir süre bizde kal" diye ısrar etmesine rağmen, "burayı bırakamam" diyerek gözyaşları içinden arkamızdan baktı azniv yengem...

malesef bu onu son görüşümdü...
yalnızlık ve kimsesizliğe dayanamamış dayımın ölümünün üzerinden 1 sene geçmemiş olmasına rağmen azniv yengem de vefat etmişti...

geçtiğimiz sene büyük dayımın cenazesi için geldiğimiz köşke bu kez büyük yengemizi son yolculuğuna uğurlamak için geldik.

sarıyer'deki meryem ana kilisesinde son yolculuğuna uğurladık yengemizi.
babam, annem, amcalarım, yengelerim, babaannem, izmir'den gelen akrabalarımız...
azniv yengemizin sahipsiz, kimsesiz olmadığını gösterdik herkese.

o bizden biriydi, ailemizin bir ferdiydi. ne mutlu türküm diyene diyen bir cumhuriyet kadınıydı...

o gün meryem ana kilisesinde hiç olmadığı kadar müslüman cemaat vardı. kilisede bulunanların şaşkınlıklarından bunu anlıyordum.
komşu ermeni kadınlardan biri babama sarıldı, "siz sağolun evladım, çok duygulandık, azniv hanım sizinle her zaman gurur duyuyordu, gözünü arkada bırakmadınız" diye teşekkür etti.

işte benim hayatıma giren, içimizdeki ermeniler ile ilgili hikayem böyle...
ama bitmedi...

ertesi gece köşkte oturuyorduk, birkaç gün daha kalıp dönecektik. babam amcamla yarın kaymakamlığa gidelim diye konuştu. "neden" diye sorduk...
babam hepimizi salonda topladı.

geçen sene dayımın cenazesine geldiğimizde, azniv yenge babamla birlikte kızılay ve mehmetçik vakfına gitmişler. köşkün yarısını kızılay'a, yarısını da mehmetçik vakfına bağışlamış azniv yenge...

artık kafamda tek soru işareti bile kalmamıştı...

biz türkler, ermenilere soykırım yapmakla suçlanıyorduk.
ama bir ermeni malını mülkünü kızılay ve mehmetçik vakfına bağışlıyordu...

şayet biz ermenilere soykırım yapmış olsaydık, böyle bir şey olabilir miydi???

bizler asil bir milletiz.
tarihin hiçbir döneminde, hiçbir millete soykırım yapmadık, katliamlara girişmedik.
her zaman mazlumun, yoksulun, güçsüzün yanında olduk.
her zaman "beklenen" olduk...

bizim nasıl bir millet olduğumuzu en iyi bizimle birlikte yüzlerce yıl yaşayan ermeniler, rumlar ve yahudiler bilir...

elbette iftiralar olacak. iftira atanlar kansızdır.

ama benim azniv yengem, ne mutlu türküm diyene diyerek yaşamış bir gerçektir.

bu vesileyle bir kez daha allah rahmet eylesin, ruhu şad olsun...