bugün

necip fazıl kısakürek şiiri...

ne hasta bekler sabahi,
ne taze oluyu mezar,
ne de seytan bir gunahi,
seni bekledigim kadar.

gecti istemem gelmeni,
yoklugunda buldum seni;
birak vehmimde golgeni,
gelme, artik neye yarar?
(bkz: bekleyen)
özlemek güzel şeydir,

özlüyorsa özlenen.

beklemek güzel şeydir,

geliyorsa beklenen..
fatih erkoç'un 2005 yazında çıkarttığı albümünün adı.
bir türlü gelmeyen kişidir.geldiğinde de iş işten geçmiş olur.
Aylak ve dahi çaylak halde entry giren şahısların dilindeki şiirdir.
(bkz: beklenen şarkı)
ortaokuldan beri ezbere okuduğum güçlü şairin güçlü şiiri. fakat üniversite edebiyattan bir bok anlamayan edebiyat öğrencisi arkadaşım ezbere söylerken görülmüştür. heyecanla,nasıl olur sen.. şiir,deyip omuzlarından tutmuş ve şöyle cevap almıştım:abi hiç sorma polat abimiz söyledi içim eridi yaw.sen bilirsin kimin bu şiir?
allah belanı versin!!!
özlenendir aynı zamanda. ayrı kalınmıştır,bir umut vardır ki bekleniyordur.
kısa zamanda bu özlemi bitirmelidir.
"beklerim su bahtim gulecek diye
beklerim sevgilim birgun donecek diye,
su yorgun gozlerim seni gormeden
korkarim kalbimden sanki duracak diye..."

bu da orhan gencebay in bir sarkisindan alinti...duygu, uyak ve anlatim olarak yukaridaki siirden pek farki yok. demek bazilarina ustat derken fazla bol keseden atmisiz.bazilarina da arabeskci deyip kucumserken.
şahane bir necip fazıl şiiridir.
hiç gelmeyecek olandır belki de...
feridun düz ağacın şarkısındaki hiç gelmeyendir..
"söyle nerdesin hiç gelmeyen?"*
necip fazil kisakurek'in ne kadar guclu bir kalem oldugunu, ne kadar derin bir insan oldugunu anlamamiza yetecek olan siirdir.

"yoklugunda buldum seni" misrasinda aslinda tasavvufa bir vurgu yapar, kalp gozunden bahsettigini dusunuyorum.
necip fazıl kısakürek başyapıtı. üstadın en harika şiiridir kanımca.
üniversiteli delikanlı kolejli kıza bir voleybol maçında rastladı. okul salonundaydı maç. tribünsüz, minik bir salon. seyircilerle, oyuncular arasında, sahanın çizgisi vardı sadece. o kadar yakındılar.

delikanlı, bu tatlı, bu güzel, bu dünyalar şirini kızı ilk defa görüyordu takımda. hoşlandığını, fena halde hoşlandığını hissetti. az sonra bir şeyi daha hissetti. uzun zamandan beri maçı değil, o güzel kızı izlediğini. kız servis atarken hemen önünden geçti. göz göze geldiler. kız gülümsedi. delikanlı, çok popülerdi o yıllarda. kız onu tanımış olmalıydı. kim bilir, belki kız da ondan hoşlanmıştı. belki de delikanlı öyle olmasını istediği için ona öyle gelmişti. set değişip, takım karşıya gidince, delikanlıda yerini değiştirdi, o da karşıya gitti. üçüncü sette tekrar eski yerine döndü. kızda gidiş gelişleri fark etmişti galiba. bir defa daha gülümsedi. manidar.. "anladım" der gibi bir gülümseyişti bu. delikanlı o hafta boyu hep bu dünyalar şirini kızı düşündü. pazar günü, sabahın köründe kalktı, erkenden oynanacak maçı, ne maçı canım, o dünyalar şirini kızı görmek için. delikanlı artık kızın hiçbir maçını kaçırmıyordu. dahası;

ankara koleji'nin her dağılış saatinde, okul civarında oluyordu, onu bir kez daha görmek için.. karşılaştıklarında, hafif çok hafif bir gülümseme, çok minik bir baş eğmesi ile selamlaşır olmuşlardı.

bir defasında, yaptığına sonra kendisi de günlerce güldü. o gün gene tesadüfmüş gibi, okul dağılımı kızın karşısına çıkmış, gülümseyerek selamlamış, sonra arka sokaklara dalıp, yıldırım gibi koşarak, bir blok ötede gene karşısına çıkmıştı. kız bu defa, iyice gülmüştü. karşısında, sözüm ona ağır ağır yürüyen, ama nefes nefese delikanlıyı görünce.
delikanlı, voleybol takımının kaptanını iyi tanıyordu. arkadaştılar. sonunda bütün cesaretini topladı, kaptana açıldı. o kızdan fena halde hoşlanıyordu. galiba kız da ona karşı boş değildi. bir yerde, bir şekilde tanışmaları gerekiyordu. o zamanlar, bu işler böyle oluyordu çünkü. kaptan: "tabii" dedi. "bu hafta sonu güzel bir konser var. biz onunla gitmeye karar vermiştik zaten. sen de gel. hem konseri birlikte izleriz, hem de tanışırsınız."

"mutluluk işte bu olmalı" diye düşündü delikanlı. "mutluluk işte bu.." ve konser gününe kadar geceleri hiç uyuyamadı. konser gününü de hiç ama hiç unutmadı.

o ne heyecandı öyle. konserin verildiği sinemanın kapısında tanıştılar. el sıkıştılar. o güzel ele dokunduğu anı da hiç unutmadı delikanlı. kaptan, salona girdiklerinde, ustaca bir manevra daha yaptı. delikanlı ile dünyalar şirini kız yan yana düştüler. inanamıyordu delikanlı. onunla nihayet yan yana oturduğuna, onun sıcaklığını hissettiğine, onun nefesini duyduğuna inanamıyordu. biraz önce tanışırken tuttuğu el, bir karış ötesinde öylesine duruyor, delikanlı, sahnede dünyanın en romantik şarkısı söylenirken ki, o an dünyanın bütün şarkıları dünyanın en romantik şarkısıydı ya, o eli tutmak için öylesine büyük bir arzu duyuyordu ki içinde. ama uzatamıyordu işte elini. her şey böyle iyi giderken, yanlış bir hareketle, onu ürkütebileceğinden, incitebileceğinden öylesine korkuyordu ki. sonunda dayanamadı, sanki kolu uyuşmuş gibi, uzandı.. kolunu kızın koltuğunun arkasına koydu. kızın omzuna değil. koltuğun üzerine. sonra kız arkaya yaslandı. birkaç saç teli, delikanlının elinin üzerine dokundu. kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu artık genç adamın. dünyalar şirini kızın saçları eline dokunuyordu çünkü.

konserden çıkarken, kız, şakalaştı. "sizi her maçımızda görüyoruz. alıştık nerdeyse.. yarın adana'da maçımız var. gözlerimiz sizi arayacak.." hayır, aramayacaktı. delikanlı o anda kararını vermişti çünkü. cebinde onu otobüsle adana'ya götürüp getirecek, hatta öğle yemeğinde bir de adana kebap yedirecek kadar para vardı. gece yarısı kalkan otobüse bindi.

sabah erkenden adana'ya indi. maç saatine kadar başı boş dolaştı. salona erkenden girdi, en ön sıraya tam servis köşesine en yakın yere oturdu. takımlar sahaya çıkarken, salondaki en heyecanlı seyirci oydu. maç falan değildi sebep tabii. ilk sette kız farkında bile değildi onun. nerden olsundu ki. ikinci sette öbür tarafa gittiler. döndüklerinde, üçüncü sette kız fark etti delikanlıyı. yüzünde çok ama çok şaşkın bir ifade, biraz mutluluk, birazda gurur vardı sanki. ankara'nın hele kolej'de çok popüler bu delikanlısının onun için ta oralara geldiğini bilmenin gururu.
maç bitti. kız soyunma odasına, delikanlı garajlara gitti. tek kelime konuşmadan. konuşmaya gelmemişti ki. kız "keşke orada olsaydın" demişti. o da olmuştu işte. hepsi o. ona o kadar çok şey söylemek istiyordu ki aslında.

bir gün üniversite kantininde gazete okurken, iç sayfalarda bir şiire rastladı. daha doğrusu bir şiirden alınmış bir dörtlüğe.
söylemek istediği her şey bu dört satırda vardı sanki.
bembeyaz bir karta yazdı o dört satırı.. öğleden sonrayı zor etti, kolejin önüne gitmek için. kızın karşıdan geldiğini gördü. koşarak yanına gitti. "bu sana" diye kartı eline tutuşturdu ve kayboldu ortadan, kız, dizeleri okurken.

"ne hasta beklerdi sabahı
ne taze ölüyü mezar
ne de şeytan bir günahı
seni beklediğim kadar!.."

ertesi gün öğleden sonra, tarif edilemez heyecanlar içinde kolej'in önündeydi gene. kız karşıdan geliyordu. bu defa yanında arkadaşları yoktu. yalnızdı..yaklaştığında işaret etti delikanlıya. gözlerine inanamadı genç adam. onu yanına mı çağırıyordu yoksa. evet, çağırıyordu işte. kalbinin duracağını sandı yaklaşırken. "sana bir şeyler söylemek istiyorum" dedi kız. o da heyecanlıydı, belli. "bak iyi dinle.. dünkü satırlar için çok teşekkürler. herhalde hissettin, ben de senden hoşlanıyorum. ama senden evvel tanıdığım birisi daha var. ondan da hoşlanıyorum ve henüz karar veremedim, hanginizden daha çok hoşlandığıma.. ve de şu anda, onu terk etmem için bir sebep yok."
"o zaman karar verdiğinde ve de eğer seçtiğin ben olursam, hayatında başka kimse olmazsa, ara beni" dedi delikanlı ikiletmeden. ayrıldı kızın yanından. bir daha voleybol maçına gitmeden, bir daha okul yolunda önüne çıkmadan. bir daha onu hiç görmeden.
yıllarca sonra levent'in söyleyeceği şarkıdaki sezen'in sözlerini o, o zaman biliyordu sanki. aşk onurlu olmalıydı. günlerce, haftalarca, aylarca bekledi. tıpkı, kıza verdiği o dörtlükteki gibi bekledi. hastanın sabahı, seytanın günahı beklediği gibi bekledi. heyecanla bekledi. hırsla, arzuyla bekledi. umutla, umutsuzlukla bekledi. bazen öfkeyle bekledi. ama bekledi. başka hiç kimseye bakmadan, başka hiç kimseyi bulmadan bekledi.
bir gün bir şiir antolojisinde şiirin tamamını buldu. iki dörtlüktü şiir aslında. ilki kıza verdiği. bir ikinci dörtlük daha vardı o kadar. o dörtlüğü de bir kartın arkasına dikkatle yazdı. cebine koydu.

bekleyiş sürüyor, sürüyordu. okullar kapandı, açıldı. aylar, aylar geçti. bir gün delikanlı kızı aniden karşısında gördü. "günlerdir seni arıyorum" dedi kız. "günlerdir seni arıyorum. işte sana haber. artık hayatımda hiç kimse yok!". "yaa" dedi delikanlı. "yaa" dedi sadece. kalbi heyecandan ölesiye çarparken, aylardır ölesiye beklediği an gelip çatmışken, ağzından sadece bu ses çıkmıştı. "yaaa!.." cebinde artık iyice eskimiş kartı uzattı kıza. "sana bir şiirin ilk dörtlüğünü vermiştim ya bir gün" dedi. "bu da ikinci ve son dörtlüğü onun". sonra yürüdü gitti, arkasına bile bakmadan. kız dizelere bakarken.

"geçti istemem gelmeni
yokluğunda buldum seni.
bırak vehmimde gölgeni
gelme artık neye yarar!.."

aradan yıllar, çok ama çok uzun yıllar geçti. delikanlı bugün hâlâ düşünüyor. o uzun, çok uzun bekleyiş aşkını öldürmüş müydü, acaba?. ya da beklerken, ölesiye beklerken hayalinde öylesine bir sevgili yaratmıştı ki, artık yaşayan hiç kimse bu hayali dolduramazdı. o sevgilinin kendisi bile. hayalindekini yaşatmak için mi, yaşayanı silmişti yani?. yokluğunda bulmak bu mu demek oluyordu?.

ya da.. ya da..

bir şiirin romantizmine mi kapılmış, bir delikanlılık jesti uğruna, mutluluğunun üzerinden öylece yürüyüp gitmişti, acaba? delikanlı bu soruların yanıtını bugün hâlâ bilmiyor. bilmediğini de en iyi ben biliyorum. çünkü, delikanlı..

bendim!

hıncal uluç
acı da olsa asla dönmeyecek olandır... ama siz kendinize bunu yediremeyip,
(bkz: bekleyen)
olursunuz.
necip fazıl'ın en'i. iyi şiir. sevilen şiir. acı şiir. sövülen şiir.

"gelme, artık neye yarar!"

ölememiş şairlerin kemikleri sızlar.
bir yerde okuduğuma göre aslında "bir günah" yerine "bigünah" -yani günahsız kişi- kelimesi olan şiir. efsane midir bilemedim.
her seferinde yeniden okumak istediğim harika şairin harika şiiri.
baba gibi erkek, anne gibi kadın..
bekleme eylemi daha nasıl anlatılabilir ki dedirten necip fazıl kısakürek şiiri. iki dörtlüğünü farklı şekilde incelediğimizde, sanki iki farklı şiir okumuş gibi hissettirir insana.
Bir ortaokul öğrencisi. Yaşı 12 ya da 13. Son 10 dakikadır bisikletiyle takip ettiği yol
4 blokluk bir sitenin çevresi. Bu 4 blokluk sitenin bir tarafında başka bir siteye
ait apartmanlar ve ardında mezarlık var. Diğer tarafında ise bir sıra müstakil
çoğunluğu tek katlı bahçeli evler. Çocuk bisikletinin üzerinde sitenin mezarlık tarafına
bakan bölümünü hızla geçerken turun diğer yarısında, yaklaşık 2. bloğun önünde durmadan
sadece yavaşlayarak etrafa dikkatlice bakıyordu. Baktığı yön ise site değil 2. bloğun
tam karşısında bulunan tek katlı bir ev, daha doğrusu evin bahçesi. Çocuk site etrafında
turlarına devam ederken bahçeli evin sahibi kadın evinden çıkıp kapısını kilitliyor.
Bunu gören çocuk yolun başında durmuş ve ev sahibinin gözden kaybolmasını bekliyordu. Uygun
zamanın geldiğini düşündüğünden olsa gerek mezarlık tarafını bu kez her seferinden daha da
hızlı geçti. Önünden geçerken yavaşladığı bahçenin bu kez yarım duvarının önünde durup
bisikletini dayadı. Bahçe yoğunlukla gül fidanlarıyla bezenmişti. Arada mevsim çiçekleri
bir de limon ağacı. Akşam üzeri olmasına rağmen Mayıs ayının sonunda olmasından dolayı
şehir zorunlu olmadıkça sokaklarında sakinlerini barındırmayacak kadar sıcaktı.
Renk renk güllerden sarı ve pembe-beyaz olanları yarım duvarın üzerindeki 50-60 santimlik
tel örgünün üzerinden yola taşmış durumdaydı. Her turda üç beş saniye görebildiği
pespembe bir gül tel örgünün üzerinden sarkmış onu bekliyordu.
Uzanıp dalından yavaşça ayırdı pembe gülü.
Yüzünde bildiğiniz tüm duyguları aynı anda barındıran bir ifade. Heyecan, korku, sevinç...
Duvardan inmeden doğrudan bisikletine bindi. Pembe gül sol elinde. Gözü de sürekli
pembe gülde. Artık kimsenin görüp görmediği umrunda değil, sitenin etrafında son turunu tamamlayıp
evine gitmeye hazırlanıyorken 3. bloğu henüz geçmişken bir anda kendini yerde buldu.
Bisiklet ve kendisi soluna devrilmişti. Dönüp arkasına baktığında bir sıra gül yaprağı
birkaç metre ilerisinde de muhtemelen bir mahalle maçından geriye kalmış bir taş gördü.
Taşı farketmemiş üzerinden geçip dengesini kaybederek düşmüştü. Bir süre yerde öylece kaldı.
Düşerken yere sürtülen sol dizi ve elinin acısıyla biraz kendine geldi. Bisikletini biraz
doğrultarak sol elini fren kolunun arasından kurtardı. Birkaç yaprağı üzerinde kalmış ve ortadan
kırılmış pembe gülü hala tutuyordu. Bisikletiyle birlikte yerden kalktı kırık gül sol elinden düştü.
Birden sol elini tam kapatamadığını gördü. Başparmağı tamamen yerinden çıkmış eklem yeri
yavaş yavaş morarmaya başlamıştı. Arkasına istemsizce baktı. Savrulan gül yapraklarını, rengarenk
gül bahçesini ve sokağın başında evin sahibi kadının kocasını gördü. Gün sona yaklaşırken yarın
için kurduğu tüm planları ve konuşmaları unutmaya çalışarak eve dönmek zorundaydı. Zaten geçen
hafta doğum gününde istediği gibi bir hediye verememiş ve mahcubiyetinden erkenden ayrılmıştı
kızın evinden, "Doğum günün kutlu olsun"dan başka tek kelime söz söylemeden. Bari şu gülü yarın
sabah erkenden, kimseler yokken, onun sırasının altına koyup ilk teneffüste de cesaretini toplayıp
anlatabilseydi derdini. Çok şey değişir miydi bugün?...

"Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar."

Unutkanlığım had safhada. Aradan geçen sürenin önemi yok. 8-10 Sene önceki çok da samimi olmadığım
bir sınıf arkadaşımın o günkü telefon numarasını dahi hatırlayabilirken o dönemki sıra arkadaşımın
adını günlerce düşünsem bulamayabiliyorum. Ya da az önce aklıma gelen bir şeyi on saniye sonrasında
tamamiyle unutmuş olabiliyorum. Ona da bunları söyledim. En son 7 yıl önce gördüğüm arkadaşımla
yazıştığımız sırada eskilerden akla gelenleri sordukça çoğunu hatırlamamıştım. Kendisi ile ilgili
şeyleri sorduğundaysa ona hatırlamadığımı söyledim. insan aradan zaman geçtikçe ve özellikle araya fiziki
mesafeler girdikçe çoğu şeyi aklından çıkarabiliyor. En derin hisleri bile güncelliğini kaybettikçe
törpülenebiliyor. Kalbî acı da buna dahil. Araya başka insanlar, meşgaleler girdikçe kişi ya da olayı
daha az düşünüp sonucunda acı hissettirmeyecek kadar anımsayabiliyor veya tamamen unutabiliyoruz.
Bunun bir yolu da fiziki etmenleri, hatırlatacak şeyleri ortadan kaldırmak doğal olarak.
Peki ya bu vücudunuzda, hele ki "acı" gibi güçlü bir duyguyu size tattıran bir etmense?

Aradan neredeyse 10 yıl geçmiş olsa bile sol elim en ufak zorlamada kendini hatırlatırcasına
başparmağından başlayıp kalbime doğru yol alan bir acıyı ve bu acının müsebbibinin beynimdeki hatıralarını
tetiklemeye devam ediyor. Bu arkadaşımla site üzerinden yazıştıktan bir süre sonra buluştuk.
Çokça eski okulumuzdan, eski arkadaşlardan konuştuk. Anlattığı çoğu şeyi ilk anda hatırlamayabiliyordum.
Elbette kendisini de sordu. Yıllar önce son olarak bir araya geldiğimiz doğum gününü de.
Tam hatırlamıyorum dedim. Söz açılmışken yakın zamanda olduğu için "geçmiş doğum günün kutlu olsun"
diyerek aldığım hediyeyi kendisine sundum. O bu hediyenin son doğum günü için olduğunu düşünüp
unutmadığım için teşekkür etti. Bense bugün gibi hatırladığım o doğum gününde kendisine veremediğim hediyemi
yıllar sonrasında da olsa verebildiğim, geç de olsa eskiden beri içimde kalmış bir ukteyi
yerine getirdiğim için mutluydum. Tabii ki bunları ona söylemedim.

Bugün görebiliyorum ki konuşamadığınız sürece aranızda aynı sınıf içerisinde 4 metre ya da şu anki gibi
1300 kilometre olmasının hiçbir farkı yok. Yıllar sonra olsa da içimde kalan ikinci ukteyi gerçekleştirip
o gülü de vermeli miydim acaba? Onu görünce tek hissettiğim içimde açtığı boşluğun bugün kendisinin bile
dolduramayacağı kadar büyük olduğuydu. Şu an için tamamiyle ayrı iki yolda ilerlediğimizden bu sorunun
cevabı benim için hayır. O beni verdiğim hediye dışında kısa zamanda unutacaktır. Ya ben?

"Geçti istemem gelmeni
Yokluğunda buldum seni
Bırak vehmimde gölgeni
Gelme, artık neye yarar?"

Necip Fazıl Kısakürek (1937) / Beklenen
**
beklenen olmaz çoğu zaman..
kimileri bir çağrı bekler kimileri bi mesaj kimileri ufakta olsa bir tebessüm kimileri karışılıklı bir sevgi...
bu sürer gider aslında..herkes bazı şeyler bekler..ama çoğu zaman beklenen şey olmaz...
insanlar üzülür kahrolur ama ellerinden bişey gelmez..beklersin hemde çok büyük bir ümitle ama her geçen dakika ümidin biraz daha azalır acaba diye düşünürsün ama ümidini kaybetmemeyi göze alamazsın..beklediğin bir sevgiliyse daha da büyük bir ümitle beklersin..bilirsin bir zamanlar o da seni seviyordu ama ne oldu da böyle olduğunu kabul edemezsin..ama her zaman o keskin şey olur yine de beklersin..sonuna kadar beklersin ama en sonunda gardını alamaz hale gelirsin gücün kalmaz..sadece onu düşünür ve sadece beklersin..hep o kritik olay gerçekleşir herşeyin bir şaka olduğunu düşünüp beklersin...beklersin...beklersin...umarım tekrar döner diye beklersin...
samuel beckett godot'u ile benzerlikler gösteren şiirdir. godot kimdir olmayan asla olmayacak gelmeyecek olandır. beklemek değil midir yaşamak.