bugün

her yıl yüz binlerce insanın gitmek için bir dünya parayı hiç çekinmeden gözden çıkarttığı şey. halbuki milyonlar açlıktan kıvranırken ne luzumu var? ya da boş verin cennetten tapu garantilemek daha karlı, kim s.kler milyonlarca açı değil mi ama?
fethullah gülen'in hiç gitmediği kutsal topraklar.
altmışbeş yaşımdan sonraki yıllarımda gidebileceğim yer.
islamın beş farz ibadetinden biri.

mal ile yapılan ibadetlerdendir. maddi olarak imkanı olmayana farz olmaz.

tabi bu maddi imkanı siz "hilton ya da zemzem'den aşağı olmaz hacım" der ve kişi başı 15.000 euro seviyesine çekerseniz size muhtemelen hiç farz olmayacaktır. daha doğrusu siz kendinizi öyle kandıracaksınızdır yıllarca. bugün 2.000 eur civarına da insanlar hacı olunabilmektedir.

"maddi olarak gücüm yok" demeden önce bu faktörün de göz önünde bulundurulması gerekir.

bu laflara "sen 2.000 yüüüroyu beğen miyomusun ulan kerkenez??" diye cevap döneceklerin de benim küfür dağarcığımı göz önünde bulundurmaları gerekir.

"ulan epey sapıttık bu sıra bir hac yapalım da kilometreyi sıfırlayalım bari" diye düşüneceklerinde her haccın değil "kabul olan haccın" kilometreyi sıfırladığnı göz önünde bulundurmaları gerekir. sonra öte tarafta zebani tavaftan anlamaz, müzdelife'nin de yolunu bilmez çünkü.

şöyle arkadaşlar varmış : "islam puta karşı değil mi? o zaman şeytan taşlamak nedir a kafasız?"

bir kere o elini indir.

sonra şeytan taşlamaya kadar gitme...kabe nedir ulan peki? şeytan taşlamayı "puta taş atmak" olarak yorumluyorsan ondan önce millet yaldır yaldır taştan bir küpün etrafında dönüyor o hiç batmadı mı gözüne? ve hatta milyonlarca insan o küpe doğru dönüp secde ediyor. küp tanrı mı oldu şimdi? iman meselesini halletmeden böyle detaylara gark olursan seni ben bile kurtaramam ordan bilesin. döne döne saçmalar, taş ata ata dönersin...

bir de "ulan afrikada millet aç siz beeeyle binlerce yuro araba yidirin iyi mi pis münafıklar" diyenlere iki kelam edip tavafıma devam edeceğim müsadenizle.

öncelikle grönland'da kabe var da biz mi gitmedik? eskimolara bir gıcığımız mı var?

ikincisi ibadetlerin hangilerinin birbirine üstün olup olmadığı ve dünya konjonktürü ya da bireysel vaziyetin etkisiyle birbirini ikame edip edemeyeceği müslümanın işi değildir. müslüman kelime manası itibariyle de "teslim olmuş" olduğundan kendine farz addedileni yapmakla yükümlüdür. hac da farzdır, zekatta...müslüman afrikadaki açlara yardım da etmelidir, maddi durumu müsaitse hacca da gitmelidir. birini yapmak için öbürünü terketmek büyük otoritenin (bkz: allah) verdiği emri sorgulayıp değiştirmek yine öte tarafta zebani arkadaşla hoşbeşe sebebiyet verebilir. adama öte tarafta otorite "sen müslümanım demiyor musun? bana ve peygamberime biat etmedin mi? ulan o zaman ben sana bunu bunu yap dediğimde nasıl -yok bunu yapmam daha iyi bence- dersin? kimsin aslanım sen?" dediğinde verilecek cevabı olmaz çünkü.
ali şeriatinin 3 bölümden oluşan kitabının ismi.**
katolik ram tarikati'nde ustalık mertebesine doğru yol alan coelho'nun, rehberi petrus eşliğinde kutsal santiago yolunda yaptığı yolculuğun hikayesi. bu kitabında paulo coelho'nun castaneda hayranlığı, artık iyice belirginleşmiş, bazı ufak alıntılar yapmayı da yine ihmal etmemiş. hatta rehberi petrus'dan öğrendiği kimi egzersizler de castaneda uygulamalarını çağrıştırıyor...
kuran'ın döndürülmemiş, döneme uydurulmamış halinde ya yürüyerek ya da deve ile idilmesini yazıyor. Tabi şimdi diyeceksiniz ki o zaman otobüs vs mi vardı? Evet yoktu ama koskoca allah uçağın vs üretileceğini bilmiyor muydu da direk deve ve yürüyerek yazdı?! Biliyorsa ki biliyor dine göre, özellikle binek veya bir araç gibi bir şey demedi de direk deve ve yürüyerek dedi? Bu ibadetin ancak böyle kabul edileceğinden olabilir mi? Tabi şimdi o zamanlar deniz aşırı ülkeler bilinmiyordu, kuran'da böyle kıta ve ülkelerdende nedense hiç bahsedilmez bu da ayrı konu tabi, böyle çok ufak görünen ama dinin gerçekliği hakkında bize önemli bilgi veriyor. Kuran'ın ya da muhammed'in deniz aşırı yerleri bilememesi ya da bahsetmemesi ve kuran'ı buna göre düzenlemesi garip çok garip...ama kalp gözüyle bakmak lazım tabi, akılla olunca böyle oluyor.
(bkz: ali şeriati-hacc)
islam'dan önceki dinlerde hac

http://www.genchacilar.or...amp;id=201&grup_id=12
ayette ifade edildiği gibi "oraya gidenler, güven içerisinde oluyorlar".

allah tekrar nasip etsin inşallah.
hac ile ilgili her tür bilgiye ulaşabileceğiniz bir site:

http://www.genchacilar.org/
(#15005522)
insanların anladığının aksine gençken yapılması gereken kutsal ziyaret.
mutluluğun doruğuna ulaşılan, gerçekten mutluluktan hüngür hüngür ağlanan kutsal topraklarda yapılan ibadettir. allah her müslümana nasip etsin. gidenlerin ibadetlerini kabul etsin inşallah.
ibadet olmakla beraber parası olanın yapabileceği bir ibadettir.
beni de çark ettiren nokta işte tam burasıdır.
paran yoksa gidemezsin. allah a olan ibadet maddiyatla desteklenmemeli veya sınırlanmamalı.
tipik hristiyanlar gibi para verdikçe günah çıkarılması. paran yoksa işlediğin günahlar götüne kaçtı. ama paran varsa kiliseye bağış yap, götünü sağlama al.
kaderinde fakir doğup fakir ölmek olan bir müslümanın bu ibadeti yapamayacak olması, ondan zengin olan ve aynı derecede allah a itaat eden bir müslümana göre dezavantaj sağlamaz mı?
ibadet buysa adalet nerede?
Arabistan'ın en büyük para kaynağıdır, durum rakkamlarla ispatlanmaktadır. Desteklenmesi de bu gerçekle ilintili olan pahalı ibadettir.
görsel
adil olmayan bir ibadettir, türkiye'deki müslüman çok büyük zaman ve para kaybını göze alarak gider, mekke'deki müslüman ise evinden çıkıp bakkala gider gibi gider.

tüm ibadetler gibi bu da saçmadır.

edit: ohh hadi bakalım gelsin eksiler.
Yapilmasi gerekenlerin tamami sembollere dayali en ozel en buyuk ibadetlerden biri.
Kafileler tek tek gidiyor, selamlarimizi gonderiyoruz...
muhammet peygamber bakmış ki bu çölde millet açlıktan fakirlikten kırılacak, demişki hac farzdır. sonrası malum gelsin turizm gelsin paralar.
ali şeriati'nin hac ibadetini anlattığı eseri.

"ters giyilmiş kürk" başlıklı bölümle başlıyor:

*"ters giyilmiş kürk

bir "din bilimci", özellikle de "dinler tarihçisi" olarak, francis bacon'un ifadesiyle "dini duygu ve fırka taassubu karışmış" bir bakış açısı ile değil, saf bilimsel bir bakış açısıyla tarhin dini misyonlarını, her dinin (bu noktada şu izahı yapmakta yarar görmekteyim: burada dinler terimini tarihi ve sosyal bir tabir olarak ve "dinler bilimi"nin diliyle kullanıyorum. bu kullanımda, felsefi, bilimsel, edebi, sanatsal vb. ekol ve çağrılara mukabil dini yönü olan her ekol ve çağrı, metafiziksel kökeni olsun veya olmasın din olarak isimlendirilir. zira dinlerin hak olup olmadığı konusu, her dinde, ilahi hikmet ve kelam ilminin işidir. ben ise böyle bir konumda değilim.) tarihi değişim sürecini incelediğim, önceden özde var olanla sonradan var olmuş olanı ve ondan sonra da bu "fasıla"ları, yani dinlerin "hakikat"i ile "realite"si arasındaki mesafeleri, birbirleriyle karşılaştırdığım zaman şu sonuca ulaştım:

her dini, insanın kurtuluşu uhdesine alan misyon açısından değerlendirdiğimde, sosyal gelişim -bilinç, hareket, sorumluluk, insani idealizm, sosyal bakış açısı, adaletçilik ruhu, onurunu muhafaza etme ruhu ve nihayet gerçekçilik, tabiatçılık, maddi güçle uyum, bilimsel ilerleme, yaratıcılık, medeniyet, fikri mücadele ruhu ve halkçılık vs. - bakımından hz. muhammed'in (s.a.v.) risaletinde var olan ibrahimi tevhid mektebinden yani islam'dan daha ileri ve aynı zamanda daha bilinçli ve güçlü bir risalet göremiyorum.

fakat aynı zamanda islam kadar çöküş doğrultusunda ilerlemiş olan ve önceden özde var olanla sonradan olmuş olan arasında tenakuz derecesinde bir mesafe açmış olan risalet de tanımıyorum!

eğer siz, günümüz islam'ını çöküntüye uğramış diğer dünya dinleriyle mukayese ederseniz, benim bu yargımı doğru bulmayabilirsiniz. fakat böyle bir mukayese doğru değildir. her hakikatin sapma derecesini, o hakikatin kendi serüveni içinde değerlendirmek, ilk seyir çizgisi ve ilk hareket noktasıyla ölçmek gerek.

ve yine biz, aynı yöntemle, islam mezhepleri arasında bir mukayese yapsak, islam dahilinde bulunan bir şia'yı, dinler arasında islam'ı nasıl görüyorsak öyle görürüz.

hayret!

diğer dinlerin "hakikat"i ile "realite"si arasında karşılaştırma yapıldığında ihtilaf kelimesi kullanılabilir. halbuki islam ve şia'nın tarihi yazgısıyla islam ve şia'nın "tabiat"ı mukayese edildiğinde, böyle bir kelime tam olarak uygun düşmez. onun yerine "tezat" veya "tenakuz" sözcüğünü kullanmak daha uygun olur.

(islam'ı her islambilimciden daha iyi bilen, islam'ın tarih yazgısını her sosyologtan daha büyük bir vükufiyetle öngören, her edipten daha iyi yorum gücü ve marifeti olan tarihi bir şahsiyetin, yani ali'nin ifadesi bundan da uygundur. ali ki islambilim ve sosyoloji uzmanlarının, bilimsel islam tarihi tahliliyle, kitaplarla ve yaygın konferanslarla söylemek istediklerini, islam'ın ilk hakikatı ile şimdiki gerçekliğini mukayese ederken ifade etmek istediklerini, islam'ın yapıcı misyonu ile yıkıcı rolünü izah ederken vurgulamak istedikleri ni, hatta geçmişte ve şimdi vukufiyet sahibi halkla sorumlu aydınların duygu ve düşüncelerini islam'a mal edip islam'la özdeş görürken söylediklerini, islam'ın ilk hakikatini güzelliğini ve cazibesini, islam'ın bugünkü gerçekliğini açıklarken söylediklerini , önce islam'ın, onunla aynı çerçevede görülen bütün dinlerden ayrı olarak istisnai bir din olduğunu, ilk islam'ın, mektep ve çeğrıların en güzeli, en cazibi iken değişim ve çöküş sürecinde en çirkin ve en nefret edileni olduğunu ifade ederken söylediklerini ve benim en yüce düşünce okulu, en ileri insani misyonun, dünyanın en çökmüş mekteb ve en menfi misyonu haline geldiğini ifade ederken söylemek istediğimi... evet, bütün bunları ali, halk kitlesinin hayatından üç kelimelik tabii basit bir istiareyle dakik, güzel ve eksiksiz bir şekilde beyan etmiştir:

"islam, ters dönmüş post elbise gibi giyildi." -nehcu'l belaga, 107. hutbe'nin son cümlesi-
post elbis, hem cins, hem şekil, hem de masraf yönünden diğer elbiselerden farklıdır. deri -post- elbise, yüzü en güzel, en sanatkarane, en çekici, ama arkası en çirkin, en kara ve en nefret verici olan elbisedir. güzel işlemeli ve en gösterişli deri elbise, ters giyildiğinde "öcü" olur. çocukları onunla korkuturlar. -yoksa çocuklar şimdi bu islam'dan korkmuyorlar mı? şimdi insan, deri elbiseyi -postu- u yüzünden -tersinde- giyiyor, koyun ise bu yüzünden -doğru yüzünden-!)

daha da şaşılacak olan şudur:

bütün maddi, manevi, açık, gizli amil ve imkanlardan oluşmuş bir güç, en güçlü ve en seçkin tarih felsefecileri, sosyologlar, antropologlar, filozoflar, beşeri bilim uzmanları, din bilimciler, sosyal psikologlar, siyasetçiler, doğubilimciler, islambilimciler, kuran alimleri, fakihler, hikmet, irfan ve islami edebiyat uzmanlarından ve orta doğu'daki halkların sosyal geleneklerini, ruhi ve fikri özelliklerini, toplumsal ve sınıfsal zaaf noktalarını, duyarlılıklarını, sosyal ve sınıfsal davranışa özgü eğilimlerini iyi bilen kimseden ibaret bir heyet görevlendirilmiş sanki. hangi amaçla? elbette halkın ve çevrenin tam ve bilimsel bir incelemesini yapıp islam'ı derin bir şekilde tanıyarak, islam'ı kelimenin tam anlamıyla ters döndürmek amacıyla... zira apaçık ortadadır ki sözkonusu olan, bir dinin tabii değişimi ve yıkılışı değildir. bilakis islam'da ortaya çıkan şey "ters dönmüşlük"tür. bu öyle bir ters dönmüşlük ki tesadüfle izah edilemez. bu, tarihteki tabii bilinçsiz faktörlerden, yabancı kültürlerle karşılaşmadan doğmuş veya islam'a girmiş milletlere özgü kavmi, sınıfsal ve geleneksel görüşlerin tesiri altında ortaya çıkmış ya da genellikle fikri bir ekole veya dini bir imana etkide bulunan, onu değiştirip saptıran başka bir tarihi, sosyal ve kültürel zorunluluk, şart ve sebeplerin tesiriyle kendini göstermi değildir. aksine öyle görünüyor ki islam'da bu ters dönmüşlük, çok bilinçlice ve ustalıkla ortaya çıkarılmıştır. öyle ki islam'ın en ileri itikadi ve ameli boyutları, en geriletici antisosyal etkenler haline gelmiştir.

ilginç olan şu ki burada özellikle şia, böyle bir yazgıya sahiptir. birbirine benzeyen iki tabiatın, benzer iki yazgıya sahip olması, anlaşılır bir durumdur. daha doğru bir ifadeyle şia'nın, islam misyonunun en ileri tecellisi olduğu gibi, bu ters döndürmede islam misyonunun fiilen çökmüş görüntüleri haline gelmesi de tabiidir.

anladığım kadarıyla takipçilerinin bilgi, bilinç, özgürlük, hareket ve onurlarını garanti altına alan, hepsinden de öte, sosyal güç ve sorumluluk oluşturan islam'ın en ileri itikadi ve ameli boyutları, şu üç kavramdan ibarettir:

tevhid, cihad ve hac.

tevhid öğretiminin, okullarda son bulduğunu görüyoruz. gündeme gelse bile sadece hikmetli alimlerin ve rabbani ariflerintoplantılarında gündeme geliyor. o da kelami ve felsefi tartışmalar, hayattan kopuk ve halka yabancı zihniyetler ve daha çok da allah'ın varlığının ispatı biçiminde söz konusu ediliyor. yani tevhid değil gündeme getirilen. pratikte tevhid hiç demek! yani hallolmuş bir mesele! bu ise, daha ziyade düşmanının buyruğuyla oluyor ve en azından düşmanının çıkarına uygun olarak yapılıyor!

ve cihad! tarihte bırakılmış, unutulmuş bir sözcük; cihadın felsefesi olan "emr bi'l-maruf ve nehy ani'l-münker" ise tekfir topuzu: düşmanın başına değil, dostun başına inen topuz!

ve müslümanlar arasında her yıl tekrar edilen en çirkin, en mantıksız eylem olarak görülen hac!
ve işte insani kılavuzluğu, özgürlükçü ruhu ve devrimci sorumluluğu, ali'yi seven müslümanlar ilham eden, şia'nın kendine özgü en ileri itikadi ve ameli boyutları:

imamet, aşura ve bekleyiş (intizar).

bunlardan birincisinin, teklif karşısında tevessül aracı olduğunu, ikincisinin "musibet" mektebi, üçüncüsünün ise teslimiyet, zulmü ve fesat zorbalığını te'vil felsefesi, ıslah yolunda atılan her adımın ve adalet yolunda yapılan her kıyamın peşinen mahkumiyeti felsefesi olduğunu görüyoruz!

bütün bunları bir siyasetle elde ettiler: "dua kitabı"nı kabristandan alıp şehre getirirken kuran'ı hayat şehrinin içinden kabristana götüren ve ölülerin ruhlarına gönderen bir siyasetle.

bu siaset, dini ders havzalarında "usul"ü, islami ilimler öğrencilerinin önüne koymuş ve kuran'ı ellerinden alarak öğrencinin odasının rafına koymuştur. açıktır ki kuran hem müslüman toplumun hayatını, hem de islam'ı terketmiştir! onun yokluğunda her iş yapılabilir; nitekim her işi de yapmışlardır!

bir aydın, kendi halkına karşı; bir müslüman, imanına karşı sorumluluk duygusu taşır. bir müslüman aydın ise iki yönlü bir sorumluluğa sahiptir. o, hem imanının, aşkın değerlerinin başkalaşımından, hem de halkının çöküşünden ızdırap duyar. onun gördüğü en büyük ızdırap ise toplumunun, ölü bedene hayat veren, kör gözü görür yapan mesihi ruhlarla birlikte olduğu halde ölüp gitmesi ve görmez olmasıdır! bu müslüman aydın, islam ve şia'ya -müslüman topluma ve şii halka- karşı, özellikle islam ve şia'nın bu en yapıcı üç boyutuna karşı nasıl bir duyguya ve ne gibi bir sorumluluğa sahip?

acaba sessiz kalabilir mi? acaba batılı bir ideolojiye tutunmak, derde derman, halk için kurtuluş yolu mudur? islam ve şia'nın yazgısına karşı ruhani ulemanın sorumluluğu bulunduğunu bahane ederek kendi sorumluluğundan soyutlanabilir, sonuçsuz beklemelerle asırlarca oturabilir ve entelce laflar ederek varlık gösterebilir mi? eğer islam - özellikle islam'ın şii telakkisi- bilim ya da felsefede bir uzmanlık dalı değil de bir "misyon" ise, o halde insanlık onun direk muhatabıdır, bilinçli aydın da ona karşı doğrudan sorumludur.
ve sen benim dert ortağım aydın, dindaşım müslüman, sen ister kendini halk karşısında, ister allah karşısında sorumlu bil, pratikte seninle bizim işimiz bir, sorumluluğumuz aynı!

zillete düşmemiz için düşmanın seçtiği yol, izzetimiz için seçebileceğimiz en iyi kılavuzdur.
tam da düşmanın bizi götürdüğü yoldan tekrar dönmek.

kuran'ı kabristandan şehre getirmek ve sonra dirilere okumak, raflar üzerinden indirmek ve derste açıp okumak.
kuran'ı yok edememiş, fakat kapatmışlardır. "kitab"ı bir bereket ve uğur kitabına dönüştürmüşlerdir. o'nu tekrar "kitap" yapalım, okuma kitabı! nitekim kuran, "okuma" kitabı" demektir.

acaba okullarımızdaki islamı derslerin müfredatında kuran'ın da bir ders kitabı olarak kabul edildiğini görebileceğimiz bir gün gelecek mi?
acaba içtihad derecesine kavuşmak içinkuran'ın da dini bir kitap olark zorunlu bir biçimde öğrenileceği bir gün gelir de biz bunu görür müyüz?
eğer kuran'ı dinimize, hayatımıza ve mezhebimize yeniden döndürürsek, o, "dünya görüşü" olarak tevhidi bize yeniden kazandıracaktır. hac, cihad, imamet, şehadet ve bekleyiş(intizar) ise tevhide hayat veren ruhlarına kavuşacaklardır. biz de kendi hayat ve ruhumuza! işte şimdi hacc'a yani tevhidi dünya görüşünde yer alan hacc'a geçebiliriz:

üç hac ve bir umre'de edindiğim tecrübelerle sahip olduğum düşüncelerin özü ve hac konusunda söyleyeceklerimin tamamı üç bölümden oluşmaktadır."

kitaptan birkaç alıntı daha;

* "müslümanların işlerine önem vermeden sabahlayan müslüman değildir.", hz. muhammed.

* bizzat halkın oluşturduğu bir kongre!
"insanlar içinde hacc'ı ilan et, gerek yaya, gerek uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana gelsinler." (22/ hac suresi 27), evet bizzat "insanlar"!
aime cesaire'in ifadesiyle: "hiç kimse halkın mütevellisi olma ve halk adına konuşma hakkına sahip değildir."
shandel'in deyişiyle: "halkın bizzat bulunmadığı yerde halktan söz etmek, halk adına konuşmak, ancak hayasızlığın getirebileceği koskoca bir yalandır. zira halk adına konuşmaya, halkın yerine karar vermeye sadece ve sadece allah'ın hakkı vardır. yeryüzünde allah'ın halifesi olmaya da sadece halkın hakkı vardır."

* shandel'in ifadesiyle:
"günümüz insanı için büyük tehlike atom bombasının patlaması değil, insan mahiyetinin başkalaşması, beşer türünün "insansızlaştırılması"; süratle artık insan denilemeyecek yeni bir tür meydana getirilmesidir. bu yeni tür, ne allah'ın ne de tabiatın insan suretinde yarattığı bir makine; efendisini tanımayan, görmeyen bir köledir. hürdür, ama sadece köle olmak için didinen bir hür. parayla satın alınıyor, fakat fiyatı neyse kendisi ödüyor. hırsızın evinin yanıbaşında uzun bir kuyrukta soyulma sırasının kendisine gelmesini bekliyor. halbuki bu kuyrukta yer edinebilmek için çok karmaşık uğraşlar içierisine girmişti; o artık gelişmiyor, tersine küçük bir kalıba giriyor. şimdi her şeyi elde edebilir; ama her şeyini, her şeyini kaybeder.
o sadece "tüccar dini"ne iman eder ve bu ticarette her zaman ve her yerde ödediği, karşılığında aldığından daha fazladır. onun her şeyi doğumundan önce tayin edilmiştir. yaşamıyor, belki dikiliyor, nasbediliyor. dünyanın öbür ucuna gitme şansını yakalamıştır, ancak artık ebediyen insan ve allah'ı kaybediyor..."

* toynbee, beşeri uygarlığın, "iç düşmanlar"ın tehdidi altında olduğu görüşünde. delice ve sersemleştirici tüketim hücumu. evet, tüketim, tüketim, tüketim!
marcuse, insanın bir alet gibi tek boyutlu hale getirilme tehlikesini bildirmiştir.
erich fromm, diyojen gibi, ama "sönmüş lamba" ile şehri gezip umutsuzca "kendinde olan, kendi olan insan" arıyor. camus feryat ediyor: bu çağın uygarlık kenti oran'da "veba" baş göstermiş; şehrin "tapınağı"nda masum çocuklar, sebebini bilmedikleri gizemli ve korkunç bir hastalıktan ölüyorlar. john ısolet, silah ve altının içinde boğulan fakat derman bulamayan can yakıcı bilinmez bir dertten acılarla kıvranan "silahlı bir prens"ten söz ediyor.
hollanda'nın bilgili heykeltraşları, modern şehir rotterdam meydanında, kaya gibi sağlam bir insan heykeli yapmış, ama mafsalları daha şimdiden adeta parçalanıp düşecekmiş gibi birbirinden ayrılmış.
eliot ve joyce, mitolojiden ne erkek ne de kadın olan yunanlı tanrıça trezi'yi alıp günümüz insanının ilahı yaptılar.
eugene ıonesco, bir insani faciaya işaret ediyor: hannas, insanın içine girmiş ve insan "gergedan" haline gelmiştir.
kafka, tabiatta allah'ın halifesi olması gereken, allah'ın kendi suretinde yarattığı insanın korkunç ve acıklı çehresini tasvir etmiş ve nasıl değişip aslının bozulduğunu göstermiştir.
evet, "dorian gray"in portresi, oscar wilde'ın portresi değil, günümüz cin çarpmış insanının portresidir.
felakta kaç, ey facianın bilinçli kurbanı!
islamın şartlarından biridir. maddiyata bağlı olduğundan pek çok müslüman bu şartı yerine getiremeden öbür dünyaya göçüp gitmektedir.
her müslümana nasip olmayan kutsal görev. maddi de olsa son yıllarda kura katılımında ki yoğunluktan 7-8 yıl sürmektedir bundan 10 yıl sonra hac kurasına göre gitme sırası 10-12 yılı bulacaktır.
islam'ın itikadi esaslarını açıklamasının ardından en belirgen umdelerinden biridir. bilindiği şekli ile islam'ın beş şartından biridir. elbette bu şart, kesin bir emir kipi içermemektedir. ibadetler, yükümlülükler konusunda herkes gücü oranında mes'uldür. bu bakımdan afrika'nın bir köşesinde açlıktan sefaletten bitap düşmüş bir müslümana kesinen emir olunmuş değildir. buradan çıkan sonuç hac zengin ibadetidir, islam ise kimi yerde zengine hitap eder demek kolaycılık olacaktır. hac zengin değil, ihtiyacından arta kalanı infak edip de ömrünün bir devrinde hacc'ı kendine bir seferliğine ''infak'' eden kişinin ibadetidir. bu zekatın gücü olana kesin emir olması gibi bir şeydir. elbetteki şartlar değişti, artık 7. yüzyılda yaşamıyoruz; dolayısı ile yemen'den, iran'dan ırak'Tan kalkıp deve ile 3 ay sürecek bir yolculukla oralar ulaşacak değiliz.

bu bir umde ve bunu yerine getirme imkanı ve gücü olan yerine getirmelidir. maddi manevi durumu olmadığı için hac farizasını yerine getiremeyenlerden dolayı islam'ın onları sorumlu tuttuğunu ve dolayısı ''bu nasıl din?'' diye soranlar eleştirdikleri dinden tamamen habersizdirler.

peki hac nedir?
bana göre hacc'ın iki yönü vardır tüm islami unsurlarda olduğu gibi. birincisi bireysel yönü diğeri ise toplumsal yönü. buna bir yön daha eklersek ''mistik'' yönü diyebiliriz. yani hac ibadetinin manevi boyutu.

bireysel yönü klasik olarak allah'ın hac ibadetini yerine getirme yetisi olanlara emrinden dolayı olması, kur'an'ın insanlığa tebliğe başladığı toprakların bir birleşme gecesi, bir arınma gecesi olması ve insanların oradaki atmosferde manevi olarak etkilenmeleri, soyutlanmaları diyebiliriz. bu sevdiğiniz insanların yanında kendinizi mutlu hissetmeniz gibi bir şey. yani manevi haz, yani işin bireysel yönü.

peki toplumsal yönü nedir? esasen en mühimi de budur.
hayatta her insanın bir misyonu vardır, hayatı kendi varlık sebebi ve kabiliyeti etrafında şekillenir, öyle yaşar öyle ölür.
mesela yönetsel becerisi olan birini düşünün. kitleleri ardından sürükleyebilen, onların hayatlarını değiştirebilen, karizmatik güçlü sevilen sayılan saygı duyulan, korkulan hürmet gören insanların karşısında önünü iliklediği biri...

bir diğeri de çok zengindir. dünyalık namına ney varsa kolayca sahip olabilen.
bir diğeri belki de medine'nin arka sokaklarında gariban bir mümindir. (aç müminin hac'da işi yoktur esasen)
bir diğeri orta karar hayat yaşayan sıradan biridir. hani şu çok saygı görene önünü ilikleyen.
bir diğeri zor günler için ayırdığı paranın yanında hac parasını da biriktiren muhterem bir ihtiyardır.(türkiye'de bunlar çoğunlukta malum)

biri araptır diğeri iranlı,
biri afrikalı diğeri hintli,
biri endonezyalı diğeri tanzanyalı,
biri beyaz diğeri siyah...
biri fakir diğer zengin,
biri dertli diğeri mutlu...

alabildiğini ''biri ve diğeri'' olan hayatlar, sosyal zıtlıklar, makamlar şan şeref para ün saygınlık, yoksunluk, acı keder hastalık hüzün... dünyada insanın zaaf noktası olan ne varsa hepsi bir arada.

işte var olana dair ne varsa kendi içinde bunları kaynaştıran ve sınıflar yaratma konusunda ''yaratma'' açısından tanrı ile yarışan aciz ama mağrur insanları sıfırlayan bir birlikteliktir hac.

ceo iseniz takım elbisenizi üzerinden çıkarırsınız ya da büyük bir general iseniz üniformanızı. bir madende eli yüzü kir pas içindeki işçi iseniz de üzerinizden tulumunuz çıkar, hamal iseniz de semeriniz sırtınızdan düşer.
insanlık adeta mahşer gününde olacağı gibi anadan doğma bir hal alır ve tek bir şey kalı geriye. ihramları...
o sıradan beyaz peştemal herkesi sıfırlar hac'da. saçlar tıraş edilir temizlenilir. bir hazırlık gerektirir. bakacak olursanız askerlik gibidir. bir emri yerine getirmeye hazırlıktır bu.

hayatları, var olma biçimleri biribirinden tamamen farklı her insanı tek tip yapan ve bizlerin ''üstünlük'' ya da ''düşkünlük'' olarak algıladıklarımız arasında kıl kadar fark bırakmayan bir düğündür hac.
sanki bir tiyatro oyununun provası gibi. önce teoride nasıl olman gerektiğini öğrenirsin, pratikte ise olmaya çalışırsın, bazen öyle olursun bazen de olamazsın, olmak istemediğin de olur.

hayatın provasıdır hac, pratik ise evinde, işinde ticaretinde evliliğinde takındığın tavırdır.
üzerinde sadece beyaz paçavraları olan insan soyutlanabilmeyi de öğrenir bana göre. yoksulluktan da soyutlanır, makamdan şandan şereften paradan da.
herkes aynı çünkü, sağında sıradan bir afrikalı işçi, solunda ise amerikalı bir iş adamı. ama herkes aynı safta aynı yerde.
normal yaşantılarında bir araya gelme imkanı olmayanları birleştiren bir olgu aslında hac.
işte islam'ın da en temel kavgası bu. neye sahip isen neyde ''üstün'' olduğunu düşünüyor isen seni tutup olman gereken yere, yani herkesin seviyesine indiren/çıkarandır hac.

iyi şiir yazabiliyor olabilirsin, ticarete kafan basıyor da olabilir, para kazanmayı biliyorsundur. sen ise alet edevatı kullanıp tornavidadan kuleler bile inşa edebilen birisin, öbürü ise ders anlatma kabiliyeti olan biri. bir diğeri yönetme kabiliyeti, bir diğeri yönetilme kabiliyeti...
birden fazla çelişik kabiliyeti, fıtratı bir araya getirip sanki bir gönye ile çizgi çekerek hepsini aynı hat üzerinde birleştiren yoldur hac.

sanıyorum hacc'ı en iyi malcolm x'in şu sözleri daha iyi açıklıyor satırlarla açıklamaya çalıştığım şeyi,

--spoiler--
hacc'ın bana öğrettiği tek şey hepimizin esasen bir diğerinden hiç de farklı olmadığı idi. beyaz, siyah, zengin fakir, doğulu batılı; bin bir kültürden olan birbirinden farklı dilleri konuşan insanların mescid-i nebi avlusunda uyurken aynı dilde horladıklarını duyduğumda hacc'ın mahiyetini daha iyi anlamış oldum. biz aynıyız, hem de hepimiz...
--spoiler--

biz müslümanların gözden kaçırdığı ve alimlerin çoğu zaman anlatmadığı ya da işine gelmediği ana konu islam'daki tüm umdelerin bir bireysel bir de toplumsal yönü olduğudur. işte anlamsız gibi görünen bu birleşmenin ve ritüellerin teoride insana kattıkları bunlardır.

bireysel ve mistik yönü ise tüm kimliklerinden arınmış insanın bir olan allah'a kendi beytinden yakarışı ve samimi bir biçimde ellerini semaya kaldırarak diğer müslüman kardeşleri ile o'nu zikretmesidir.

ve bu oyunun bitişi; samimi bir yakarış...

http://www.youtube.com/watch?v=9QHhVz4q-xQ
rusçada aitlik eklerinden biri. edit: nas diye okunur.