Bir kelimenin yanına bir kelime gelince,
Bir sesin yanına bir ses gelince,
Bir insanın yanına bir insan gelince..
Büyürler, büyürler, büyürler ölümden önce.

Özdemir Asaf, lavinia, 38. Sayfa
Ne yapıp ettiğin bilmez divane. Vardığın el bağrına mı basacak? Kim olursun ki BEN denen biçare. Sanma harlı ateş BENsiz yanacak. Ettiğin kemlik hep, sığmaz mizane. Onca kurt kuş gelip hakkın soracak. Varıp o mihnetle, yıkık virane. Bir ettiğin son kelam SEN olacak. Kendin bilene bu zindan harabe. SEN yarattın, BEN cehennemden sıcak.

Cedidacer
Hiçlik Zirvesi'ne erdik çok şükür. Aca bir lokma verdik çok şükür. Kul olan BEN canımı, SEN yoluna serdik çok şükür. Yanlışı doğruyu gördük çok şükür. Güzeli övüp çirkine sövdük çok şükür. iyi 'kim' kötü 'ne' bildik, ak gülleri çıkına derdik çok şükür. Gönül Aynası pasın aldık çok şükür. Acz özüme 'Gül Mayası' kardık çok şükür. El 'yalan' ardı koptu da, BEN SEN'de yolda kaldık çok şükür. SEN zehri verdin, şerbet saydık çok şükür. BEN kendimi sevdim, adın SEN saydık çok şükür. Had bilmez zirveler aştık da, SEN'inle ekmekte tuz yağda baldık çok şükür.

Cedidacer
...Bir tane de ben gördüm: Yüzünü boyamış, kırkına merdiven dayamış... Gülen bakışına inat, ağlayan siması... Derdi; renkli kostümüne tezat, kara duvarlı oda kirası... Sordum: Kimsin, nesin? Dedi: Sus! Allah'ın belası... Belli; avuntuya kapılar kapanmış. Fani dünya gülüşünden bile yalanmış. Meğer gerçek adam, boyalı yüzden arta kalanmış. Adını ardından demişler; o bir şaklabanmış. Soytarı dünyanın, ağlarken güldüren şaklabanı... Sahnesi hayal, adı yalan; it köpek olur, çok tapınan. Bizler de birer palyaçoyuz belkide. Görmeyen kör kalabalıkta, bilinmeyen; adıyla tanınan.

Cedidacer
nasıl da yorgunum..
yaşamı hep dev aynalarından izlediğimi gittikçe daha iyi anlıyorum..
yitirdim bütün avuntularımı..
keşke bir taş kadar suskun olabilseydim, tohumlarını dökmüş bir çiçek kadar dingin..

Ahmet Erhan
Atilla ilhan-ben sana mecburum.
görsel
12 eylül darbesiyle tutuklanıp işkencede boğazına kaynar su dökülerek sesini kaybetmiş olan enver karagöz, erdal eren için yazmıştır.

Ben hep onyedi yaşındayım.
Her ayak sesinde ürperirim.
Demirkapının her açılışında,
Göğsümün kafesine sığmaz yüreğim.
Her türlüsünü tattım, acıların ayrılıkların.
Herseye biraz alıştım.
Bir seni beklerken kendimi yenemedim…..

Şu metris’in önü bir uzun alan
Bir tek seni sevdim gerisi yalan
Senin hasretindir hücreme dolan
Bir tek seni sevdim gerisi yalan
gerisi yalan

Hücremdeyim hasretinle yanarım
Senin ıçin her gün her gün ağlarım
Kanım hep ıçime akar kanarım
Beni anlamadın ona yanarım
ona yanarım

Şu metrisin önü bir uzun alan
Bir tek seni sevdim gerisi yalan.
görsel

Çaresiz çıkılacaktır o yolculuklara
Ki bir ömrün karşılığıdır serüvenler

Biraz da serüvendi yaşamak
Belki yatkındı büyük yolculuklara
Ki serüvenler daima büyük aşklar
Ve büyük yolculuklarla başlar

Ahmet Telli, kalbim unut bu şiiri, 123. Sayfa
Eylüldür. Suda, toprakta cemreler ölür
Yurdumdan haber götürür dünyaya kuşlar
Acıdır bize kalan, mutluluk değil
O son insan da bir gün gülünceye kadar...

-ahmet erhan
Bitsin bu esaret, bu zillet
Hadi ayağa kalk
Bitsin artık bu hasret.
Surda bir gedik açtık
Mukaddes mi mukaddes
Ey kahpe rüzgar
Artık ne yandan esersen es…

-Necip Fazıl Kısakürek.
türklükle lanetlenmiş yüce barbar üstad şerif faysal yıldırıma sevgilerle.

havada ağır bir sıklat vardı,
ben idealar aleminde yüzerken
yorgun bir kürdün bakışları
yerle yeksan etti totaliter asaletimi
gerçeklere uyandığımda sen vardın
ve yavaşça hatırlamaya başladım,
yüzünü, tenini, avuçlarını, amını.
bir jinekolog koltuğu kadar soğuktun,
bir ölü balığın gözleri gibi dalgın…
oral dönem, anal dönem, fallik dönem,
ilk nefesimle başlayan ölümüm,
ve olmayan amaçlarıma vermediğim önem
sen kışım, sen yazım, sen gündönümüm
şimdi sırtında derin bir bıçak yarası
kan, irin, döl, am suyu ve rakı
tasvip etmediğim bir düğün,
kesede birkaç takı…
narin bileklerindeki jilet izleri,
yaşadığın o leş gibi hayatı
ve bana yaşattığın iğrenç hisleri
alıp götürmeyecek tarihimizden…
bir piç daha ilk nefesini alacak bugün,
ve sen tüm piçlerin gönüllü anası,
kan, irin, döl, am suyu ve rakı kanayacaksın.
Ucu bucağı olmayan bu çığlığın
Ortasında nasıl barışılabilir?
Anlamak isterim, hangi yasa
Bir beşikle bir darağacını
Aynı ağaçtan, ne adına varedebilir?

-Ahmet erhan
Pencereme dolanma ayışığı
Özlerim bir dostu kucaklama duygusunu
Onunla ağlaşmayı sessizce
Özlerim bir çiçeği öperken
Toprağı öpüyormuşçasına sevinmeyi
Pencereme dolanma ayışığı
Yorgunum.
Pencereme dolanma bu gece..

-Ahmet Erhan
Bir Süleyman gördüm hiçbir yanı kımıldamıyor
Oturmuş bir iskemleye
Pek de oturmuşluğu yok iskemle ayaksız
O nasıl şey, bu adam soyut mu ne
Baksan bir ilgisi var elleriyle
Uzamış uzamış uzamış doğrusu elleri
Sevmeye domuzlanıyor gittikçe
Konuştum konuşmuyor
Dürttüm dürtülmüyor
Kızdım, bir bıçak salladım karnına
Aaaa!
Yok yahu bana mısın demiyor.

Şaşırdım, yokladım kendimi iyice
Bir çağ mı değiştik sabah sabah ne
Artık ölüm insanlardan olmuyor.

Edip cansever.
Her şey bir acının bilincine
varmakla başladı.
Bir taşı kaldırıp bakmakla,
bir kapıyı açmakla...

-Ahmet Erhan
Sen ne getirdin bana çocukluğundan?
şen kahkahalar ulumalar dona kalmalar mı?
Üzüncün senin hangi çağrışımlara uzandı
benim eskil saatlerimde?
geçmişsiz ve geleceksiz suç sevinçleri,
deniz kıpırtılarınca yürek dalgalanmaları?
titreyerek uçurulan köpükten balonlar,
anlık aşkın tasarımlar mı?

-Nilgün Marmara
"kendi kendine çekilmez oluyor ömrüm."
Devamı falan da var ama beni sadece burası ilgilendiriyor.
Burada daha ne kadar öleceğim?
Yeryüzüyle gökyüzünün aracısı olarak bulutu haraca kestiğiniz yerde?
Ben size alışamam.

-Nilgün Marmara
8 sene önce 22 yaşında bir delikanlının yazdığı şiirdir. Kendisi yabancı değil, bazen aynada karşılaşıyoruz. *

senin bu şehri terkettiğin günün adı yalnızlık,
aşkın batalı gönül ufkumdan
gönlüm kendi boşluğuna zindan,
karanlık.
katran karası gecelerime doğmayalı,
ay ışığı,yakamoz ve yıldız parıltıları
yalancı bir tesellidir ancak,
gecedir sadece baki kalan sensizlikte
ve hiç bir ay ışığı,yakamoz ve yıldız parıltıları
tutamaz senin aydınlığını.

ayak basmadığın toprak çoraktır
gölgesinde dinlenmediğin ağaç,
kıyısına oturup seyretmediğin deniz,
bakarken gökyüzüne hayal kurmadığın bulut
tanrı'ya isyankardır. *
Ben dünyanın yitiği, yaşamın üvey oğluyum
Acıyım, acıdan da öte bir şeyim belki
Bir kız sevdim gülüşü düşlere akan
Benim dışımdaki her yerden gelirdi sesi

-Ahmet Erhan
Yüreğimde hiçbir şey yapmamanın boşluğu
ve çok şey yapmanın yorgunluğu var.
Günlerce hiç kımıldamadan oturmuş,
ya da kendimi duvarlara vurmuş gibiyim.

-Ahmet Erhan
Bakakalırım giden geminin ardından;
Atamam kendimi denize, dünya güzel;
Serde erkeklik var, ağlayamam.

Orhan Veli.
(bkz: emperyal oteli)
hasret bir şey değil, elagözlüm
ömrümüz böyle olmamalıydı
hep aşkta durmalıydı çağımız.
sevdayı mısra mısra değil
ömrümle yaşamalıydım.
sonra, sonra gene böyle olmalıydı
tadına varmadan çiçeklerin
şehirde bir sen, bir de ben, yalınız.
yeşil yaprak, alaca gölge, düşen yıldız
bir gün en büyüğü karşısında gerçeklerin
maceramız yarıda kalmalıydı…