bugün

eleştirel kuramı geliştirip klasik marksizm'e eleştiri yönelten, 20. yüzyılın ihtiyaçlarına göre yeniden yorumlamayı tercih eden okul. özellikle popüler kültüre yönelik ağır eleştiriler yönelten okul "kültür endüstrisi" adını verdikleri tanımla "kapitalizmin yayılmacılık anlayışında kültürün yerini" tartışmışlardır.
ankara üniversitesi sanki. tam da bu.
iyi bir yerse yazalım lgs tercihlerine? ne dersiniz beyler?
iletşim fakültesi'nde okuyanların bile adına aşina olduğu okul. neden bile ? onu da sen anlarsın zaten.

not:iletişim fakültesi öğrencisiyim.
erich fromm bence içlerinde en iyilerindendir.
-yeni-marksist grubu olarak adlandırılır.
-marx'ın fikirlerinden ve destekçilerinden oluşur.
-anti-pozitivist sosyolojiyi, psikoanalizmi, varoluş felsefesini kullanır.
-amacı marksizm ilkelerini geliştirmektir.
aydınlanmanın diyalektiği (2 cilt), akıl tutulması, otoriter kişilik, minima moralia, tek boyutlu insan gibi türkçede temel eserleri olan okul. okul hegel ve freud'dan yararlansa da özde marksisttir. işçi sınıfının niçin bilinçlenmediğinin açıklamasını yapmıştır.

almanya'da faşitlerin yönetime gelmesiyle birlikte amerika'ya kaçmışlar, eserlerini orada yazmaya devam etmişlerdir. bu okula göre faşizmin almanya'da çıkması tesadüf değildir. liberal kapitalist toplum insanları başkalarına hükmedecek birtakım kişilik özelliklerine sürüklemektedir. o nedenle sadece almanya'da değil diğer modern toplumlarda da benzer eğilimler vardır. o nedenle en önemli ilgileri, modern toplumların ayrılmaz bir parçası olan hükmedici aklı araştırmak ve eleştirmek olmuştur.

okulun eserlerinin çoğu türkçeye çevrilmişse de fikirlerinin hakkı verilerek değerlendirilmemiştir. bunun nedeni okulun düşüncelerini benimseyen değil de başka görüşleri benimseyip de okulu araçsallaştıranlardır. okulun yaptığı engin analiz, türkiye'de baskın olan entelektüel ve ideolojik oluşumların ilgi alanlarının çok da merkezine oturmamaktadır.
sosyoloji alanında en sıradışı akımlardan biri. sosyoloji öğrenciliğim sırasında bütün düşüncemi altüst eden okul. 1930'larda almanya'da nazizimin nasıl güç kazandığını açıklamaya çalışmışlardır. o dönemde kendileri de almanya'da yaşayamamışlar amerika'da yaşamak zorunda kalmışlardır. t. w. adorno, m. horkheimer, h. marcuse, w. benjamin en önemli kurucuları arasındadır. bu çekirdek kadronun yanında j. habermas ve e. fromm gibi düşünürlerin de frankfurt okuluyla ilişkileri olmuştur.

frankfurt okulu, bildiğimiz konulara çok farklı açılardan yaklaşırlar. akıl, özgürlük, modernleşme, ilerleme konularını eleştirel açıdan incelerler. bu nedenle marx'ın diyalektiğinden farklı olarak olumsuzlayıcı diyalektik diye bir yaklaşımı benimsemişlerdir. genel olarak kapitalist sistemin insanı ezen bir sistem olduğunu ileri sürmüşler daha özel olarak da yahudilere yönelik dışlayıcı tutumları eleştirmişlerdir.
neomarksizmin hakim olduğu, buradan da anlaşılabileceği gibi temel karakteri eleştirel felsefe olan düşünürler topluluğunun oluşturduğu bir akım.

özellikle kapitalizm eleştirisi ve ortodoks marksizmin eleştirisi, eleştirel toplum teorisinin temel niteliğidir. üyelerin farklılığı ve konu çeşitliliği itibariyle bu eleştirel teori homojen bir şey değildir. ancak eleştirel tavır hepsinin ortak niteliği olarak gözümüze çarpıyor. marks'ın felsefesi bu eleştirel tavrın perspektifini oluşturmaktadır. bu sayede hem ortodoks marksizmine hem de pozitivizme eşit mesafede dururlar.

marksizm ideolojiden arındırılarak temel kaynaklarına dönmeli. hegel'e, marks'a ve özellikle bu kaynak diye bahsettiğim -yani felsefeye bir dönüş vardır. marks'a dönüş felsefeye geri dönmek anlamı taşıyor olacak ki izlerini her yerde görebiliyoruz. neyse. burada şu bilgiyi de vermek gerektiğini düşünüyorum: ortodoks marksizmi, bilimi ve devrimci pragsisi merkeze alır.

kant'tan itibaren başlayan rasyonel soyutlamalara kuşkuyla yaklaşıyorlar. felsefi anlamda temel amaçları, marksçı söylemlere bağlı kalarak marks'ın teorisinde ön göremediği yeni fenomenleri marksçı açıdan ele almaktır. tekelci kapitalizm olgusu, işçi sınıfının devrim yapmaktaki yetersizliği okulun konuları arasında. asıl çalışma alanı, toplumsal fenomenlerin işleyişini ortaya çıkarmak ve onları açıklamaktır.

eleştirel yöntemde kullanılan marksizmin eleştiriciliği değildir. özellikle "das kapital"deki analiz değerlendirme metodu okul için örnek teşkil ediyor. buna göre bir kapitalizm eleştirisinde bulunurlar. klasik ekonomi kapitalizmi doğal bir süreç olarak kabul eder. oysa bu yaklaşım burjuva sınıfının lehinedir. kapitalizm, batı toplumunun rastlantıyla bulduğu bir sistemden öteye gitmemektedir.

- okul kapitalizmi negatif algılıyor

bilimselci bakışın mutlaklaştırılması da nasibini almış. burada en sert eleştiri doğa bilimlerinin yasalarının sosyal bilimlere aktarılmaya çalışılmasına gelmiştir. bu tarz bir tutum insan için olumsuz sonuçlar doğuracaktır. -ki doğurdu.(pozitivizm geçtiğimiz yüzyıla 2 tane dünya savaşı sığdırdı) doğa bilimleri insanı açıklamakta yetersiz kalacaktır. yani burada insanın işte karaciğerinden filan bahsetmiyoruz tabi; yaratıcı doğa.

marksçı felsefenin pozitivizmle ilişkisi marks'tan sonraki marksistlere aittir. marks'ın böyle bir düşüncesi de yoktu zahir. neyse. determinist bilim anlayışına bağlı kalarak tarihin yasalarını keşfetme iddiası aynı zamanda onu yıkabilme iddiasına dönüşmüştür. burada ruslara giydiriyorlar kısacası. sovyet marksizmi bu yönde gelişti ne yazık ki. toplumu bilimsel öngörülere göre dönüştürme iddiası parti merkeziyetçiliğini geliştirdi. insanlar yabancılaştı. parti, her şeyin üstünde oldu. ortodoks marksizminin bu denli determinist olma isteği, insanın özgürlüğüne duyarsız kalmıştır.

kısaca böyle.
Frankfurt okulu çeşitli disiplinlerden gelen bilim adamların ve filozofların Hegel, Marx ve Freud'un teorileri arasında çeşitli bağlantılar kuran grubu olarak tanımlanır; Frankfurt Okulunun Merkezi 1924'de Frankfurt am Main'de açılan Institut für Sozialforschung idi. Bu kurum orada kurulan eleştirel Kuram'ın temsilcisi olaak kabul edilmiştir.

eleştirel Kuram'ın tanımı Marx Horkheimer'in 1937' yılında Traditionelle und kritische Theorie isimli programatik makalesinin başlığına kadar gider. Bu okulun şaheseri Horkheimer ve Adorno tarafından 1944-1947 yılları arasında birlikte yazdıkları Dialektik der Aufklärung kitap kabul edilir. Frankfurt Okulu Frankfurt'daki Johann Wolfgang Goethe-Universitesi Institut für Sozialforschung'nden ortaya çıkmış, 1924'de Mäzens Felix Weil'in emekleri ile üniversite enstitüsü kurulmuş ve ilk yılında Carl Grünberg tarafından yönetilmiştir.

Max Horkheimer'in yönetiminde 1932 yılında Zeitschrift für Sozialforschung enstitünün temel kuramsal organı olarak ortaya çıkmıştır. Bu dergide, Enstitü üyeleri ve bu harekete sempati duyan entelektüeller ve batı marksizminin ortodoks olmayan biçimi altında, dünya çapında bir önem kazanan toplumsal eleştirel bir kurama ilişkin bir temeli formüle etmiş ve tartışmışlardır; Enstitü üyeleri arasında Theodor W. Adorno, Herbert Marcuse, Erich Fromm, Leo Löwenthal, Franz Neumann, Otto Kirchheimer ve Friedrich Pollock bulunmaktadır. Ayrıca Walter Benjamin, emigrasyon yılları zamanında, enstitü tarafından finansal olarak desteklenmiş ve önemli bir katkı sağlamıştır.

Enstitü 1933 yılında Nasyonal sosyalistler tarafından zorla kapatılmıştır ve üyeler ise Almanya'yı terk etmeye karar vermiştir. Nasyonal sosyalistler tarafından tehdit edilenler daha önceden de bilindiğinden, daha 1931 yılında vakfın tüm varlığını Hollanda'ya transfer etmiş ve Cenevre'de iki şube kurmuştur. Horkheimer toplumsal Araştırmalar enstitüsünü New York'da Columbia Üniversitesinde yeniden kurdu. Sürgünde Adorno ve Horkheimer Otoriter Karakter Üzerine şümüllü bir araştırma üzerine çalıştı.

1950 yılında sürgünden sonra Adorno ve Horkheimer'in Goethe-Universität'e dönmesinden sonra, Frankfurt okulu 65'ler hareketi için büyük bir önem kazandı ve Alman akademik sosyolojisini Eleştirel kuramın doğrultusunda güçlü bir biçimde etkiledi. Frankfurt Toplumsal Araştırma enstitüsü Horkheimer'in yönetimi altında, disiplinler arası çalışan bir enstitü oldu, Kuramsal temel bir eleştiride emprik araştırmalar ile bağlantılar kuruldu. Eleştirel kuramın temsilcisi, herşeyin ötesinde Adorno, böyle bir katastrofinin felsefi düşünce, toplumsal eleştiri ve aklın rolü üzerinde etkisini inceleyen soruların peşindeydi. Horkheimer ve Adorno'nun ölümünden sonra, Jürgen Habermas ve Oskar Negt Frankfurt Okulu'nu temsil ediyordu. Onun eleştirel kuramı Adorno'nun ve horkheimer'in Älteren Kritischen Theorie'sine sınır koyarak daha yeni eleştirel kuramları ortaya koydu ve kendilerinden farkını gösterdi.

Frankfurt Okulu'nda dogmatik olmayan marksistler, Değer-eleştirisi yapan Kapitalizm eleştirmenleri toplanmışlardı, bunlardan ortaya çıkan ise, Marksist Ortodoks Komünist Partilerde sıklıkla Karl Marx'ın fikirlerinin sadece sınırlı bir seçkisi gözden geçirilmesi ve özellikle Felsefi imalar ve implikasyonlar gözardı edilmiştir. Birinci Dünya savaşı ve Uygar bir ulusta Nasyonel sosyalizmin yükselişinden sonra işçi Hareketinin devriminin başarısızlığının tarihsel arkaplanına karşı, Horkheimer ve Adorno Markx'ın düşüncelerini bu bağlamda incelemeye başladı, Sosyal ilişkilerin analizinin uygun olduğu bir kapsam ve dereceye kadar, Marx hayattayken üstesinden gelemediği sorunları incelediler.

Bununla birlikte, onlar diğer çağdaş bilimsel disiplinlerin ortaya koyduklarına geri dönmüşlerdir. Onlar için önemli olan Weber'in sosyolojisi ve Freud Psikanaliziydi ki, onlar Psikanalizi altyapı ve üstyapı [Basis und Überbau] arasındaki bir aracı olarak ele almışlardır. Kuramın eleştirel bileşenlerinin vurgulanması Pozitivizm, diyalektik materyalizm ve Fenomenoloji arasındaki sınırın aşılma çabasını ortaya koydu. Frankfurt Okulu bunun için Kant'ın eleştirel felsefesine ve onu devam ettiren Alman idealizmine geri döndü. Özellikle gerçekliğin içkin bir özelliği olarak Hegel'in değilleme ve çelişki vurgusu içeren Diyalektik Felsefesi önemliydi, Özellikle Marx'ın 1930'lu yıllarda ökonomisch-philosophischen Manuskripte ve onun Deutschen Ideologie isimli eserleri yayınlandığından beri, onun düşüncesinin Hegel ile olan devamlılığı ortaya kondu. Frankfurt Okulundan olan düşünürler Georg Lukács ile bağlantı kurmuştur.

Enstitü, insan öznesinin rasyonel eylemin olanağı ile ilişkisini kuran araştırma alanlarına temel bir katkıda bulundu, örneğin rasyonel eylem aracılığı ile toplum ve tarih üzerindeki kontrolü yeniden elde etmek için bunu yaptılar. Araştırmaların en temel ve ilk çekim merkezi Klasik Marksistler tarafından bir üstyapı unsuru ya da ideoloji olarak ele alınan sosyal fenomenlerin araştırmasını içeriyordu; bunlar Kişilik, Aile, Otorite yapıları (enstitünün ilk yayını otorite ve aile üzerine çalışmalar adını almıştır) ve Estetik ve Kitle iletişimiydi.

Çalışmalar Devrimci bilinçleri ortadan kaldıracak bir eleştrinin önkoşullarına, Kapitalizmin olanaklılığına kaygı ile bakmışlardır. Bununla ideoloji eleştirisi toplumsal iktidarın idamesine ya da sağlanmasına hizmet eden mekanizmalara yöneltilmiştir. Eleştirel Kuramın çekirdeği şöyle formüle edilir; ideoloji toplumsal yapıların temellerinden biridir.

Enstitü ve enstitünün autoritäre Persönlichkeit yazısının Sosyal bilimlere dikkate değer etkisi olmuştur (özellikle Amerikan sosyal bilimlerine). Bu yazıda, sosyolojik ve psikanalitik kategorilerin yardımıyla detaylı deneysel araştırmalar bireylerin kendilerin faşist hareketler ya da faşist partiler ile ilişkilendirmesini ya da bunları desteklemesine neden olan güçleri karakterize etmek için yürütmüşlerdir. Marksizmin kendisinin doğası yani temel özünün çözümlenmesi enstütünün ikinci bakış açısını belirlemiştir. Bu bağlam eleştirel teorinin kavrayışının kaynağıdır. Bu ifade onlara başka amaçlar da sağlamıştır.

ilkin kuram ya da teorinin geleneksel anlayışında bir gerilim yaşanmıştır, bu teori ki geniş ölçüde pozitivistik ya da bilimseldi. ikinci olarak, kısmi olarak politik kavramlar ile yüklü konotasyonlardan Marksizm'i yoksun bırakacak ifadelerin kullanımına izin vermişlerdir. Üçüncü olarak eleştirel kuram Kant'ın eleştirel felsefesi ile birleştirilmiş ve böylece "eleştirel" ifadesi bilimin belli bir tipince kullanılan ve bu eleştiri ile moral otonomi vurgusu arasındaki doğrudan ilişkiyi kuran ölçüt ya da standartların üzerine felsefi bir düşünüşe göndermede bulunuyordu.

Bir yandan dogmatik pozitivizm ve scientisizm ve öte yandan da dogmatik, bilimsel sosyalizm tarafından belirlenen Entellektüel bir bağlamda, eleştirel teori en azından felsefi eleştirel bir yaklaşım ile devrimci özneyi rehabilite etme olanağına ilişkin düşüşte olan bir eğilime göndermede bulunur. Kuram, devrimi yönetenlerin rolunü değerlendirmiş ve işçi sınıfının devrimci eylemine ilişkin umudu inşa etmiş görünmektedir. Hem Marksist-Leninist hem de Sosyal demokratik ortodoksi arkaplanına karşı, Marksizm'de yeni bir pozitif bilim tipi gördüler ve Frankfurtlular Marx tarafından ima edilen ve kendisini eleştiri olarak anlayan bilgi teorisine [Marx'ın Kritik der politischen Ökonomie altbaşlığı altında kullandığı anlamda] geri döndüler. Onlar şunu vurgulamışlardır; Marx'ın istediği, eleştirel bir analizin yeni bir tipinin yaratılmasıydı, ki kuram ve devrimci praksis'in birliğini yeni tip bir pozitif bilim kavramındadaki gibi benimseyen bir analiz tipiydi bu.

1960'lı yıllarda Jurgen Habermas bilgi teorisi tartışmasını Erkenntnis und Interesse isimli yazısında yeni bir düzleme yükseltti. Habermas kendi-üzerine-düşünme ve özgürleşmeye yönelim aracılığı ile klasik filolojiyi doğa bilimlerinin ilkelerinden ayıran ilke üzerine dayanan eleştirel bilgiyi tanımladı. Böylece Habermas daha önceki Frankfurt Okulu'nun arayışından vazgeçti. Frankfurt Okulu'nun eleştirel teorisinin ikinci aşaması iki eserde kristalize edilmiştir, 20. yüzyılın klasiklerinden olan; Horkheimer ve Adorno'nun Dialektik der Aufklärung ve Adorno'nun Minima Moralia'sıdır. Her iki eser Nasyonal sosyalizm zamanında Amerika'da yazarların sürgünleri esnasında ortaya çıkmıştır. Her iki eser Marxist analize sıkıcı sarılsa da, bu eserlerde eleştirel teorinin vurgusunun değiştiği göze çarpıyordu.

Kapitalizmin eleştirisinde, Marx'ın yaptığı gibi, doğaya hakim olunması [Naturbeherrschung] ve onun felsefi öncü düşünürlerinin bir eleştirisi gitgide artıyordu. Bu düşünme-biçimi sermaye ilişkileri ile çakışıyordu. Aydınlanmanın Diyalektiğinde Homeros'un Odyysseus'u burjuva bilincinin çözümlemesi için bir paradigmaydı. Horkheimer ve Adorno bu eserlerde son zamanlara kadar düşünceye hakim olan daha önce değinilmiş temaları çıkarmıştır. Böylece onlar doğaya hakim olunmasını, ekolojinin bir slogana dönüşmeden çok çok önce, kapitalist biçimde düzenlenmiş bilimlerin en temel özelliği olarak görmüştür. Aklın çözümlemesi bir adım daha ileriye taşınmış. Batı Uygarlığının akıl kavramı [Vernunftbegriff] içsel ve dışsal doğal güçleri insan öznelerin kontrolü altına almak isteyen teknik bir akılla iktidarın birleşip kaynaşması olarak görülmüştür. Bu süreçte özne kendi kendisini ortadan kaldırır [aufhebung], hiçbir toplumsal güç (Proleterya gibi) özneye özgürlüğü konusunda yardım edemez.

Ortaya çıktığı zamanda, gerçekliğin kendisi bir ideolojiye dönüşmüştür, bir yandan bireysel öznel deneyimin diyalektik antagonizmi [dialektischen Widersprüche] araştırılacak ve öte yandan da teorinin hakikati korunup desteklenecektir. Fakat Diyalektik iktidarın bir aracına dönüşecektir, çünkü o hakikatini teorinin kendisinden elde etmez, tarihsel süreçteki görevinden elde eder. Diyalektik kadirimutlak bir mutluluk ve özgürlüğe yönelmiş olarak kalmalıdır.

Bu görüşler temelinde, savaş sonrası periyotta Frankfurt okulunun pozisyonuna ilişkin sadece küçük bir adımdı, özellikle 1950'li yılların öncesinde 1960'lı yılların ortasında kadar bu geçerliydi. Soğuk savaş yıllarının koşulları altında gelişmiş endüstriyel bir toplumun yükselişiyle, Frankfurt Okulu'nun kuramcıları ekonomik ve tarihsel koşulların dikkate değer biçimde değişmiş olduğu, bastırma-mekanizmalarının [Unterdrückungsmechanismen] başka bir biçimde çalıştığı ve endüstriyel işçi hareketinin artık kapitalizmin aşılmasına ilişkin özne rolünü benimseyemeyeceğini ya da benimseyemediği sonucuna ulaşmışlardır. Bu ise Adorno'nun "Negativen Dialektik"inde yaptığı gibi Diyalektiğin bir değilleme yöntemi olarak kullanma girişimini beraberinde getirmiştir. Bu dönemde, Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü Frankfurt'a -her ne kadar bir çok enstitüye yakın entelektüeller (Neumann ve Marcuse gibi Enstitü üyeleri) Amerika'da kalsalar da- sadece araştırmaları devam ettirmek için değil, aynı zamanda dikkate değer bir gücü toplumsal eğitim ve Almanya'nın demokratikleştirilmesi çabalarına dönüştürmek amacıyla geri dönmüşlerdir. Bu ise Enstitünün Kuramsal analizlerinin ve empirik araştırmalarının toplamının bilinçli bir sistematizasyonunu beraberinde getirmiştir. Fakat daha önemlisi ise Frankfurt okulu o zamandan itibaren aklın kaderinin yeni tarihsel periyotta kavranabileceği arayışındaydı.

Marcuse bunu kapitalizmde bilimsel methodun süregelen olanaklarıyla, çalışma sürecinin yapısal değişimlerinin analizi aracılığı ile yapar, Horkheimer ve Adorno ise Eleştirel Kuramın temellerinin yenilenmiş düşünüşü üzerine yoğunlaşırlar. Bu çabalar Adorno'nun Negatif Diyalektik'inde, bir çağ için yeniden tanımlanan bir diyalektik, sistematize edilmiş olarak yayınlanmışlardır. Negatif diyalektik eleştirel düşünce fikrini iktidar aygıtının ifade edemediği bir biçimde dile getirdi.

Bu özneye ilişkin nesnenin tüketilme/yiyip bitirilme girişimi yani bir "Identität" mücadelesi olacaktır, Böylece Düşünce iktidarın bir suç ortaklığına dönüşür.Negatif Diyalektik eleştirinin merkezi olarak bireysel özneler geleneğinin sonunun ifadesidir. Özerk bir birey kavramının liberal&kapitalist ve toplumsal temelinin çöküşü ile, bu kavram üzerine dayanan Negatif Diyalektik, belirsiz hale gelmiştir. Böylece, Frankfurt OkuluInun bir sonraki, yani şuan mevcut olan aşamasını hazırlanmıştır. Bu aşama Habermas'ın iletişim kuramı ile karakterize edilir ve Enstitünün dönüm noktası olarak kabul edilmektedir.
allah bu okulun belasini versin. orgut sosyolojisi dersinden kaldim. yakicam lan bu okulu.
almanca okunması gereken kitap. ben emre bağce çevirisiyle okuyordum vazgeçip almancasını buldum. odisseıa bölümündeyim.
emre bağce nin editörlüğünü yaptığı o kırmızı kitap, insanı felsefeden soğutur.
frankfurt okulu, katı pozitivizme ve aydınlanmanın birçok temel ilkesinin görünümüne karşı sıkı bir eleştiri getirmektedir. frankfurt okulu’ndan çıkan en meşhur kitap aydınlanma’nın diyalektiği’ndeki “aydınlanmanın tekrardan mite dönüşmesi” tezi okulun düşüncesini net bir şekilde ortaya koymaktadır. pozitivizmin ortaya çıkışının ardından sosyal bilim tarihi çoğunlukla pozitivizm eleştirisi üzerinden gelişmiştir. ancak frankfurt okulu, pozitivizm ile ilgili olan derdini net bir şekilde ortaya koymuştur. modernliğin getirdiği metalaşma, rasyonel aklın sebep olduğu yabancılaşma gibi olumsuz toplumsal etkiler pozitivizmin hakim paradigma olması ile açıklanmıştır. şüphesiz ki aydınlanmanın etkilerinden çoğu politik, ahlaki ve bilimsel alanlara yansımıştır. politik olarak laik ve liberal ulus-devletleri, ahlaki olarak evrensel salt aklı ve bilimsel olarak tümel gerçeklikleri ön plana çıkaran pozitivist bilim anlayışını öne çıkarmıştır. modern dünya da bu etkilerden yola çıkılarak tasarlanmıştır.
yıllarca bir binası olduğunu zannettiğim, gerçeği öğrendiğimde hayal kırıklığına uğratan bir okuldur.

(bkz: eleştirel kuram) bu güzide okulun velinimetidir...
marxism le weber i buluşturduğuna kesinlikle katılmadığım akımdır. ki akımın kendisi ortodoks marxism in yerine neomarxism in zeminini oluşturmuştur. bu yeni sentezin ise rasyonel ve bürokratik bir weberle sentezlendiği düşüncesi bence ekolün fıtratında yok. * * *
Kültür endüstrisini eleştiriyorlar sitem ediyorlar üreten yahudiler, çözümlemeye çalışanda yahudiler peh peh neomarksistlermiş boş beş eleştiri bir sürü egoist insan topluluğu
Türkiye üniversitelerinde harcanıyorum beni de alın bu okula. Ben de gitmek istiyorum :(
gece gece iki satir siyaset felsefesi karistirip gelip burda kac tane başligi sabote ederek gereksiz alan kaplayan bir yazarimsinin yakınından dahi geçemeyeceği bir ekoldur aslen.

bahsi gecen diger sabotajlar icin (bkz: chicago okulu), (bkz: yapisalcilik)

edit: birde post olani daha guzel diye buyurmuş yuce zat. constructivsm senin neyine! peh!
1. dünya savaşı bittiğinde marksist 'bilim adamları' savaşın yıkımına bakıp şok oldular. çünkü materyalist diyalektik ve karl marx tarafından öngörülen hiçbir şey gerçekleşmemişti.

onlar için bu kabul edilemez bir durumdu. çünkü marksizm bir teori, veya bir fikir değil kesin hakikati birebir yansıtan bir bilimdi. ve bilim, endüstri devriminden sonra dünyada kapitalizmin krize gireceğini, çıkan savaşın neticesinde işçilerin ayaklanmasıyla sosyalizmin, yani dünya yüzündeki cennetin kurulacağını öngörüyordu.

sonuç olarak işlerin yolunda gitmediğini anlayıp frankfurt üniversitesinde bir think tank kurdular. adını da institute for marxism koydular. bugün bu kişilere frankfurt school deniyor.

bu 'filozoflar' hemen işe koyulup öngörülen devasa işçi devriminin neden gerçekleşmediğini anlamaya çalıştılar. gerçi devrim olmuştu, ama marx tarafından öngörülen endüstrileşmiş toplumlarda değil, feodalizmin dibini yaşayan rusya'da.

vardıkları sonuç da şuydu: "nalet olası kapitalistler o kadar çok refah yarattılar ki işçiler artık devrim yapma gereği bile duymuyor. elektriği olan işçiler bile var! amerika'da işçiler araba alabiliyor!" (mantıklı bir insan burada bırakır)(e iyi madem kapitalizm çözmüş diye)(ama marksistlerden bahsediyouz) "hem işçiler aile, millet, ahlak gibi kapitalist kavramların peşine takılıp ütopyamızı oluşturmaya yardım etmiyorlar."

"demek ki, işçilerin öncülüğünde sınıf mücadelesiyle ütopyamızı yaratamayacağız. o zaman fikirlerimizi ekonomiyle ilgili değil de kültürle ilgili hale getirmeliyiz. öncülerimiz de işçiler değil, ezilmişler olmalı."

bu noktalarda sıkıntılar ortaya çıkmaya başladı. çünkü adolf hitler iktidarı yavaş yavaş ele geçirirken almanya'nın göbeğinde, "institute for marxism" isimli bir think tank'e iş yaptırmazlar. hem de bu think tank'e mensup 'bilim adamlarının' çoğunluğu yahudiyken. (juden) doğal olarak bu bilim adamları almanya'yı terkettiler. amerika'daki columbia üniversitesi'ne yerleşip kaldıkları yerden teoriler üretmeye devam ettiler. ama isimleri frankfurt school olarak kaldı.
heidi'nin gittiği bir şehirde olan okuldur.
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar