bugün

(bkz: george wilhelm friedrich hegel)
nejat bozkurt tarafından, say yayınları adına çevirilen bir kitap. hegel'in bazı yazıtlarını ve bunların yorumlarını içerir. doğu akdeniz üniversitesi'nin kütüphanesinde mevcuttur.
geç saatlerde bile tartışmaya değer şahıs.
geist konusu bayagı yormustu.
kitaplarının hangi sırayla okunması gerektiğini merak ettiğim şahıstır. hem herkes için güzel kaynak olur.

edit: hegel'de buraya kadarmış demek ki, bir Allah'ın kulu çıkmadı.
Gerizekalının tekidir.
(Celal Şengör'e karşı Hegel'in haklı kılınması)
Celal Şengör gibi bir akl-ı evvelin "Popper Diyalektik Mantığı çürüttü, Hegel salaktır, zırvadır" vs gibi aklı güvenli moda almış seviyede bazı söylemleri var bildiğiniz gibi. Şengör'ün, Enver Ayseverin programına katılıp "aha bu p, bu da p' ise diyalektik mantığa göre buradan istediğim sonucu çekebilirim, olur mu yav böyle şey" diyerek saçma salak bir temellendirme yaptığını bilirsiniz. Mesele gerçekten böyle mi? Hegel ne yaptı, neyi öngördü, kendisinden öncekilere dair ne gibi kritikler yapıp diyalektik mantığa vardı. Kullandığı argümanlar (Zenon paradoksu, Sonlu elemanların sınıflandırılması, Limit, Diferansiyel'in harekete ait uygulamaları, Mobius çemberi vs) ne derece doğrudur? Aristoteles'in ontolojisini kullanarak nasıl diyalektiğe varmıştır vs gibi sorulara az çok cevap verilmeye çalışılacaktır. Biraz sabır ile okursanız çok faydalı olacağına inanıyorum. Celal Şengör'ün sembolik mantık ile diyalektiğin yanlışlamasının temelsiz olduğunu göreceksiniz:
En başta Hegel, mantığın üzerine çok eğilmiş, mantığa, yapısına, söylediklerine emin olun Şengör'den çok daha fazla kafa yormuştur. fark, Hegel'in felsefesine temel aldığı yerde yatmaktadır. burada üç beş satırda Hegel'i anlatmam imkansız takdir edersiniz fakat çok kısa özetlersem söylediği şey şudur;
Kant'ın kategorileri sadece zihnin deneyimi şekillendirmesini sağlayan unsurlar değil gerçekte varolan ve bireyden bağımsız olarak kendini gösteren entitelerdir. peki, kategoriler nedir?
Locke-Berkeley-Hume'un felsefelerini bir süreç olarak düşünürsek eğer Locke'tan Hume'a geçiş içselleştirmesi bazen biraz zor olabilen şu sonucu verdi; deneyim bize bilişsel ögelerimizin tamamını veremez. nedensellik algımızı veremez, sonsuzluk, sınırsızlık gibi kavramlarımızın kaynağı olamaz. eğer saf deneyim bizim bilişsel yetimizin sebebi olsa bu gibi kavramlara asla sahip olamazdık. doğada nedensellik dediğimiz şeyi algılayabiliyor muyuz? hayır. peki teklik-çokluk diye bir şeyi? hayır. Limit diye bir şeyi algılama gibi bir durum yaşayan oldu mu aramızda? hayır. bu anlamda özellikle nedensellik temelinde, hiçbir zorunluluktan bahsedemeyiz. hiçbir zorunluluktan bahsedemememiz dünya ve gerçeklik hakkında konuştuklarımızın sadece "alışkanlık" doğrultusunda şekillendiğini gösterir.
Kant'ı dogmatik uykusundan uyandıran da budur. Bunun Şengör'le ve Hegel'le ilgisi de Kant'ın kategoriler dediği bir takım nosyonlarda yatmakta. Kant, Hume'a cevaben bu deneyimle gelmeyen konseptlerin kafamızda olmasının bir nedeni olmak zorunda olduğunu söyler. bunun kaynağı doğadan deneyimlediğimiz şeyler değilse, kafamızın, zihnimizin içinde olmalıdır. bir tabula rasa(boş levha) isek bile, bir tabelayız, tabela dahi belli bir şekilde vardır ve beyaz bir tabelayı beyaz bir kalemle doldurmaya kalkarsanız dolduramazsınız, beyazla yazdığınız bilgileri kaçırır, yalnızca renklileri alır. işte sırf bu tabelanın özellikleri gibi zihnin de kendine özgü özellikleri vardır, bu özelliklerin bir kısmını kategoriler oluşturur. bu yüzden biz doğada nedensellik, teklik, çokluk, limit, varlık, yokluk gibi nosyonları görürüz bunların izin verdiği ölçüde düşünürüz.
işte Hegel bu kategorileri zihinden alıp doğanın kendisine taşımıştır, bunlar doğada hakikaten vardır, Kant'ın nümena'sı anlamlı bir konsept değildir, bizim bu kategorilerle düşünmemizi sağlayan doğanın kendisidir. çok uzatmamak için argümanlara girmeden sonuca bağlıyorum, varolan bilinmek zorunda olduğundan ve bilinen var olacağından, idealist bir dünyanın temeli olan Absolute Mind'da (mutlak zihin) varlıklarını taşırlar.
Neyse konu burada bunu anlamaya çalışmak değil, Hegel'in önkabullerinin farklarını idrak edebilmek. Bu önkabuller ışığında Hegel'in mantık hakkında nasıl düşündüğünü anlayabilmek.
Bunu anlamaya çalışmadan önce son söylenmesi gereken, sanırım, Hegel'in epistemolojik açıdan karmaşık çeşitte bir realizmi savunduğu. Hegel, var olmanın bilinmekle ya da düşünülmekle ilgili olduğunu söylerken var olan Absolute Mind'ın, doğanın ve insan zihninin arasında bir bağ olduğunu, bu bağın idea bazında olduğunu düşünüyordu. bu eninde sonunda şu demek, doğayı bilebiliriz çünkü zaten bizim zihnimizin çalışma prensiplerini bize doğa, gerçekte var olduğu şeklinin sonucunda verdi. Şahsen , ben burayı hep Aristo'nun daha Common-Sense (sağ duyu) Realism'ine benzetirim.
Her neyse, buradan hareketle mantık, Hegel için direkt olarak bir metafiziktir. Düşünme şeklimiz gerçeklikten aldığı şekliyle gerçekliği yansıttığına göre mantık da ontolojik olarak bize doğru bilgiyi veren olgudur.
ingilizcesinden çevirdiğim haliyle Hegel şunu söylüyor;
"yanlış anlaşılmaların sebebi* felsefe ile aktüelite* arasındaki ilişkidir, ve daha önceki anlattıklarımdan anlaşılacağı üzere, felsefe rasyonel* olanın araştırılması olduğundan şimdinin ve aktüel olanın kavranmasıdır. yalnızca Tanrı'nın bilebileceği zihinden öte dünyayı belirleme çabası değildir. bu öte dünya ve onun yeri hakkındaki konuşmalarımız tek taraflı, hatalı boş bir usavurum olmaya bağımlıdır."
Kısaca felsefe saf teori oluşturma çabası değildir. Bugün şengör'ün bahsettiği sembolik mantığın aktüel ve şimdi'den bağımsız olması Hegel'in zaten kabul edebileceği bir şey değildir. gene konuyla çok ilgili olmamasına rağmen politik meselelerin felsefede ve genel olarak her türlü entelektüel aktivitede kaçınılmaz olması fikrinin temelleri buralarda atılmaya başlamıştır. gerçi Nietzsche ve Schopenhauer gibiler de değinmiştir.
Her neyse konudan kopmadan Hegel'in mantık tanımı, gene kendi kelimelerinin ingilizcesinden yaptığım çeviriyle şudur;
"o zaman mantık, bizim aktüeli deneyimlememizden, absolute'u tanımlayan kategorilerden yaptığımız çıkarımlardan(deduction) oluşan bir süreçtir."
bu aktüel deneyimler de, der Hegel, diyalektik bir biçimde ilerler. kimi kategorilerin hep karşıtlık olarak varolması bu fikrinde önemli pay sahibidir. varlık-yokluk, tabi ki, temeldedir. eğer bizde karşıtlık olarak varolan kategoriler gerçekliğin olduğu şekilse, o zaman aktüel de varlık-yokluk zemininde sürekli bir kendini değilleme üzerinden devam eder. aktüellik, bu noktada çok az felsefi arkaplana ihtiyacınız var, hep bir oluş durmudur. Parmenides'in reddettiği bir oluş durumu. fakat Hegel, hayır, der, bu oluş durumu vardır ve varlık ve yokluk arasındaki sürekli varolan kendini değilleme ilişkisi bu oluş durumunu sağlar. being-nothing(varlık-yokluk)ve aralarındaki self-negation*(tek taraflı olumsuzlama) becoming dediğimiz oluş durumuna varır. kısacası Hegel'in diyalektiği karşıtlıkların üstesinden gelme fikri üzerine kuruludur.
Aktüel'i incelerken karşımıza çıkan mantık Hegel'in saf usavurum olarak nitelediği sembolik mantık'tan çok uzaktır. Aktüel'i incelerken, der Hegel , karşında p'le ve not p'ler değil, mesela, zamansallık vardır. zamansallığı incelediğimizde karşımıza çıkan şöyle bir deneyimdir.*
"Şimdi var.", derken dahi şimdi geçmiş oldu. Bu bizi nasıl bir önermeye itti? Şuna; "şimdi yok." Bir kez daha değillersek, "şimdi yok, yok." yok yok ise, var vardır. Ve bu yüzden "şimdi var."
Bu anlamda şeyler kendi başlarına anlaşılmaktan ziyade karşıtlıklarıyla anlaşılırlar, Kategorileri kullanarak gerçeklik hakkında bize bilgi veren aklımızın deneyimlerle bize söylediği şey budur. Gerçeklik , aktüelite diyalektik çalışır. diyalektik olmadan, anlamlandırmak mümkün değildir.
Sanırım bu kadarı Şengör'ün kendisine yakışmayacak bir cehaletle atıp tuttuğunu görmek için yeterli. Sembolik mantık, içerikten tamamen ayıklanmış bir disiplin olarak, Hegel'in mantık ve diyalektik derken kastettiği şeyden çok uzaktır. Kısaca eğer bir zırva varsa, bu Şengör'ün anlamadığı ve muhtemelen okumadığı Hegel hakkındaki yorumlarının bizzat kendisidir.