bugün

Herkes parçalamaya çalışsa da biz yapıcı olmaya çalışmalıyız. Edebiyat Can damarıdır, ifadedir, benliktir, diğergamlıktır, hayattır.
Hukukun altyapısı olarak gördüğüm sanat dalı. Bana göre bir toplum edebiyatla kendini tanımalı ve yanlış olan şeyleri de yasa koyucularımız düzeltmeli. Bir toplum gerçek bir hukuka sahip olacak hukuk kuralları bana göre o toplumun edebiyatından izler taşımalı.
bazen bir kaçıştan ve kendini bulma çabasından ziyade, sığınma ve tutsaklık da olabilir. kelimeler kelepçe, cümleler zincire dönüşebilir. satır aralarına hapsolmuş bilincin dış dünyadan koparak eserin enjekte ettiği dozajla kendine 2. bir benlik kazandırmasından öte yeni benliğin içine sıkışmakla da sonuçlanabilir.
Hayattır.
En büyük sığınak.
Ezber olan derstir, oku babam oku kazı beynine 8 yılın sonunda kalıcı olarak silinecek nasılsa.
Bugun sınavına gırecegım derstır.
Edebiyat hayatım. bir bütün. Standartım, bir organım, üzüntüm, sevincim. Edebiyat şu an ve gelecekte benim her bokum.
edebiyat, kalbinizin ve ruhunuzun akıttığı yazılarla karşı tarafın ruhunu okşama sanatıdır. edebiyat o kadar yüce bir şeydir ki, insanların tüylerini diken, kalplerini yumuşatan, kaşlarını çatan, yüzüne gülümseler katabilen bir büyüye sahiptir.

edebiyat, insanalra farklı görüş açıları kazandırır. hakkıyla bu edebiyat sanatını icra edebilen büyücülerin bir cümlesini okumanız, hayatınızı değiştirecektir. o cümle okundukuktan sonra olaylara farklı bakarsınız, hayatınız eskisi gibi olmaz. edebiyat bir bakış açısının kendisi olmasının yanı sıra, diğer bakış açılarının kapılarını açan bir anahtardır. edebiyatı öğrenmek için edebiyat gereklidir, edebiyatı anlatmak için edebiyat gereklidir.

buradan anlayacağımız üzere, edebiyat insanın doğasında vardır. nice taş kalpliyi, nice umursamazı değiştirecek güce sahiptir. bunun yegane nedeni ise, edebiyatın, insanın içinde bulunması. edebiyat insanın kalbinden, ruhundan, egosundan, kendinden, üzüntüsünden, sevincinden fışkıran bir sanattır, hayat da bir edebiyattır.

insanlar yemek içmek gibi edebiyata ihtiyaç duyar. ruhun asıl gıdası müzik değil, edebiyattır. çünkü edebiyat o müziği kendi içinde yaşayabilecek gücü verir sana. dediğim gibi, ruhu okşar. tüm sanatların da kaynağıdır aynı zamanda.

yazma, konuşma kabiliyetine sahip insanlar, hayatta hep bir adım öndedir. çünkü hayatın temel olgularından biri iletişimdir ve edebiyatı farklı ve olağanüstü kullanma yetisine sahip insanlar istediklerini elde etme gücünü kendi içlerinde saklı tutarlar.

edebiyat, hayatta vardır. konuşmak, okumak insanları etkileyen nadir kavramlardır. her insanın içinde vardır, çeşitli olaylar da onun dışarı çıkmasını etkiler. haydi şerefe, ebedi edebiyata, edebi ebediyete...
Anasının 21. Yuzyilda sikilecegini kim bilebilirdi ki..
"Belki de bu yüzden teselli ediyordu bizi edebiyat,
başka hayatları hiç değilse hayalimizde, dolaylı yaşayabildiğimiz için."

Sözüyle çok güzel anlatılmış sözlü veya yazılı sanat.
Ilerde iş hayatınızda işe yaramayacak saçma ders. Bize ne kim ne yazmış allah allah.
(bkz: edebi yatma)
insanı ayakta tutan, yaşamasına bir anlam kazandıran son derece gerekli bir şeydir. içinde 'edep' kelimesinin geçmesi de son derece manidardır. edepsiz söze başlanmaz anlamı çıkabilir buradan. roman gibi şiir gibi değerli ürünlerin insanın kişiliğini oluşturduğuna inanıyorum ve bu yüzden bir insan yetiştirirken ona edebiyatı en başta aşılamak gerektiğini düşünüyorum.
Edebiyat karın doyurmaz ama çay içirir.
(bkz: önlük dergisi)
iç dökme ve yorumlama sanatıdır.
Klavyesi olanın at koşturmaya çalışması nedeni ile bir hayli kirlenen saha...
edebiyatla ilgilenen insanlar çok fazla şey değiştirememişlerdir.

ancak tarihte çok şey değiştiren ve sık sık adını duyduğumuz şahısların çok okuyan insanlar olduğunu biliyoruz. generaller falan işte.

onlar da çok okumayan, belki de hiç okumayan insanlarla savaşa gitmişlerdir.

çok okumanın pek bir faydası yoktur. çok fazla kişinin zihnini yaşamak, zaman içinde kendi zihninizi unutmanızı sağlar.

ne istediğinizi bilin.

zihninizden ne istediğinizi de bilin.

çünkü zihin kararsızlığı sevmez.
kökü edeb sanıyorum, kendini bilmeyenlerin asla bulaşmaması bulaşıp kirletmemesi gereken sanat dalıdır, edeb ya hu!
Edebiyatın edebiyatçılar tarafından ortak bir kanıya varılmış bir tanımı bulunmamaktadır. Edebiyat tanımlanması Platon'un Devlet eserinden günümüze kadar sürmektedir.[4] Platon, edebiyatın genel anlamı ile hayatı yansıması olarak tanımlamış ve bu betim günümüze kadar yaşarlığını korumuştur. Fransız roman yazarı Stendhal "Bir roman yol boyunca gezdirilen ayna demektir.", Georgi Plehanov ise "Edebiyat ve sanat, hayatın aynasıdır" demiştir. Bu tanımlamaları M. Parkhomenko ve A. Myasnikov "Sanat çoğu kez aynaya benzetilir. Bu benzetmenin yanlışlığı, on dokuzuncu yüzyıl klasiklerinin bile gözünden kaçmamıştır. Ayna, karşısında duran nesneleri donuk biçimde yansıtmaktan öte bir şey yapmaz, oysa sanat gerçeğin özüne doğru çok inebilmek için gerçeği seçer, çözümler ve yeniden biçimlendirir." şeklinde eleştirmişlerdir.

Boris Suchkov ise iki fikrin sentezi "Sanat ve edebiyat yapıtlarının çizdiği dünya, gerçekliğin körü körüne bir kopyası değildir, ama, dünyanın rengini ve kokusunu kendinde muhafaza eder, şu basit nedenle ki, sanat her zaman için doğanın ve insan hayatının en özlü yanlarını ele almıştır. Her hakiki sanat yapıtının bir bildirisi olması gerekir; bu bir sanat yapıtının varolabilmesinin temel koşulu ve hayatî öğesidir. Sanat, gerçekliğin büyük disiplinine ancak boyun eğebilir, ona yardım edemez..." tanımını oluşturmuştur.

ingiliz edebiyat eleştirmeni Terry Eagleton "Sağlam ve değişmez değerleri olan ve birtakım ortak özellikleri paylaşan eserler anlamında bir edebiyat tanımı olamaz" demişti...
Edebiyatın edebiyatçılar tarafından ortak bir kanıya varılmış bir tanımı bulunmamaktadır. Edebiyat tanımlanması Platon'un Devlet eserinden günümüze kadar sürmektedir.[4] Platon, edebiyatın genel anlamı ile hayatı yansıması olarak tanımlamış ve bu betim günümüze kadar yaşarlığını korumuştur. Fransız roman yazarı Stendhal "Bir roman yol boyunca gezdirilen ayna demektir.", Georgi Plehanov ise "Edebiyat ve sanat, hayatın aynasıdır" demiştir. Bu tanımlamaları M. Parkhomenko ve A. Myasnikov "Sanat çoğu kez aynaya benzetilir. Bu benzetmenin yanlışlığı, on dokuzuncu yüzyıl klasiklerinin bile gözünden kaçmamıştır. Ayna, karşısında duran nesneleri donuk biçimde yansıtmaktan öte bir şey yapmaz, oysa sanat gerçeğin özüne doğru çok inebilmek için gerçeği seçer, çözümler ve yeniden biçimlendirir." şeklinde eleştirmişlerdir.

Boris Suchkov ise iki fikrin sentezi "Sanat ve edebiyat yapıtlarının çizdiği dünya, gerçekliğin körü körüne bir kopyası değildir, ama, dünyanın rengini ve kokusunu kendinde muhafaza eder, şu basit nedenle ki, sanat her zaman için doğanın ve insan hayatının en özlü yanlarını ele almıştır. Her hakiki sanat yapıtının bir bildirisi olması gerekir; bu bir sanat yapıtının varolabilmesinin temel koşulu ve hayatî öğesidir. Sanat, gerçekliğin büyük disiplinine ancak boyun eğebilir, ona yardım edemez..." tanımını oluşturmuştur.

ingiliz edebiyat eleştirmeni Terry Eagleton "Sağlam ve değişmez değerleri olan ve birtakım ortak özellikleri paylaşan eserler anlamında bir edebiyat tanımı olamaz" demişti...
Bazı edebiyat eserlerinde gerçeklik, kurmaca gerçeklik şeklindedir. Eseri ortaya koyan sanatçı gerçek hayattan esinlendiği olaylar ya da fikirler ile kendi kafasındakileri harmanlar. Bunun sonucunda eserler hem gerçek hayattan, hem de sanatçının duygu, düşünce ve hayallerinden izler taşır.
Türk edebiyatı, Türk dilinin sanatlı söyleyişlerinden oluşmuştur. Tanrı Dağlarından Adriyatik kıyılarına kadar uzanır.

Türk dili. Bugün dahi başka herhangi bir dil bilmeden Çin’e kadar sizi götürecek tek dildir Türkçe.

Bu bakımdan bu kadar güzel ve etkili dilin oluşturduğu edebiyatımız da oldukça dikkat çekici olacaktır. Sonuçta edebiyat, dilin gücü kadar güçlüdür. Oysa yaşam tarzı da en az dil kadar etkili edebiyat gelişimi için.

Türk edebiyatının bilinen en eski eserleri Orhun Anıtlarıdır. Türkçe nutuk ifadesiyle adete kusursuzca işlenen bu kaya yazıları, Türkçeyi daha da geri zamanlara götürmüş ve kökeni hakkında bitmek bilmeyen bir tartışmaya neden olmuştur. Biz ise bu dönemin ve tartışmanın ileri zamanları ile ilgileneceğiz.

Türkler, özellikle Oğuz boyu Anadolu’ya geldikleri zaman yanlarında dillerini getirdiler mi getirmediler mi? Asıl meselemiz bu olacak bugün…

Türklerin Anadolu’ya gelişi..

Türkler Anadolu’ya akınlar yaparken elbette dillerini de getirdiler ama Türklerin göçebe bir hayat tarzı yaşadıklarını unutmadan bu dil yadigarlarını değerlendirmeliyiz. “Türkler, buraya geldiklerinde herhangi bir yazı dili getirmeselerdi” konusu üzerine kafa yorarak başlayalım:

Türkler, buraya geldiklerinde herhangi bir yazı dili getirmeselerdi Doğu edebiyatı ürünlerini aynen alırdı der kimi araştırmacılar. Ayrıca göçebe hayat tarzı bakımında yanlarında sanat eseri getirmeleri de beklenemez Türklerin. Bu bakımdan Türkler sadece dilleriyle gelmişlerdir Anadolu’ya ve burayı yurt edinmişlerdir. Türklerde otağ kültürü olduğunu biliyoruz, ev yapmadıklarını da biliyoruz. O halde Anadolu’ya gelen küçük bir kafilenin buraya yerleşmesi onları doğal bir asimilasyona maruz bırakacak zaten.
Türkler Doğu Edebiyatı ile Tanışıyor…

Birçok kaynakta şu yazar : “Türkler, islam dinini benimsedikten sonra Arap – Fars kültürünün etkisi altına girdiler.”

Ayrıca biz şuan Batı Türklerini konuşuyoruz ama Doğu’da kalan Türkler de bir Çağatay Hanlığı kuracak ve onlar da Doğu edebiyatından etkilenerek gazeller yazacak, murabbalar döktürecek.

O zaman ortak bir soru çıkıyor karşımıza: Türkleri doğuda da batıda da kendine çeken Divan edebiyatının çekim sırrı ne?

Cevap basit: Din.

islamiyet ve Doğu Edebiyatı…

Dinler sadece insanların maneviyatını doyurmazlar. Bazı dinler vardır ki insanların nasıl yaşayacaklarını nasıl giyineceklerini ve nasıl yemek yiyeceklerini yani toplumsal olarak ne yapmaları gerektiğini düzenler. islamiyet de bu dinlerden birisidir. Kuran sadece insanlara ibadet etmeyi ya da Allah’a tapmayı öğütlemez; mirastan kadın haklarına evliliğe hukuka kısaca her şeye değinir. Türklerin islamiyet ile tanışıp bu dini benimseyip onun gereklerini yerine getirmemesi düşünülemezdi.

“Tarihsel gelişim sürecinde Türklerin islamlığı benimsemeleri, büyük ölçüde hayvancılıktan tarıma, göçebelikten de yerleşik bir düzene geçme sonucu olmuş, göçebe kültür yerleşik kültüre yenik düşmüştür. Çünkü islam yalnız gönüllere egemen olan bir din değil, toplumsal yaşamı da düzenleyen, yönetimi etkileyen, tarımsal ekonominin hukuksal sistemini oluşturan bir dindir.” der Atilla Özkırımlı. islamiyet’in Türklerin hayat biçimini değiştirdikten sonra onlar tarafından benimsediğini öne sürerek islam dinini kabul eden Türklerin islam dinine en yakın medeniyete örnek alacağını da ima eder Özkırımlı.

“Bizim hocamız Farslılardır.”

Türkler, Arapları örnek almamıştır. Bugün sözlükleri açtığınızda ya da Osmanlı sözlüklerine göz gezdirdiğinizde birçok alıntı kelimenin Farsça olduğunu görürsünüz. Bu bakımdan ilber Ortaylı der ki “Bizim hocamız Farslılardır.”

Dinî terimler de bize Farslılardan kalmıştır. Namaz, oruç, Huda bunlar hep Farsça terimlerdir. Bu bakımdan da aslında Türkiye’de bir kafa karışıklığına yol açmıştır.

Dini terimler gibi edebiyat da bize Farslardan geçmiştir. Bize dini öğreten iran bir zahmet edebiyatlarını da öğretmiş ve ortaya 600 yıllık bir gelenek çıkmıştır. Örneğin gazel… Gazel aslında Arap asıllı bir türken biz onu ancak Fars edebiyatına geçince tanımışız. Oysaki gazel, kaside arasındaki bir tür hatta şiir parçası ve Araplar kaside ile gazeli ayırmıyor. Bunu ayıran Farslar ve bizim edebiyatımızda da ayrılmış.