bugün

entry'ler (184)

mr monk

Entryleri bir it tarafından yazılıyor izlenimi veren it.

twittera kapandı diyebilmek

millete cahil diyip "youtube ye giremezsiniz" yazan yazar beyanı.

fitne fesat bakanlığı

çalışmlarını toplumun her kesimine indirgemiş, üyelerini her yerde bulabileceğimiz, toplumu ayrıştırarak otoriteyi elinde tutan bakanlık.

siyaset dünyasının meçhul ismi fırat avanak'tan bakanlığın işleyişi hakkında birkaç sızıntı aldım, bunları derleyip sizinle paylaşmak istiyorum.

bakanlığın görevi
insanların arasına nifak tohumları sokmak. bu yolla da otoriteyi güçlendirmek. insanların içindeki sağ duyuyu yok ederek toplumun kesin kutuplara çekilmesini sağlamak.

bakanlığın işleyişi
bakanlık daha çok piramit sistemiyle işliyor. üstteki yöneticiler ayrıştırıcı söylemlere bilinçli olarak yer verirken, piramtin çoğunluğunu oluşturan alt tabaka ise neye hizmet ettiğinden habersiz. günlük yaşantılarında her konuşmalarında nefret söylemlerini çekinmeden kullanıyorlar. bunu kendileri için bir hak olarak görüyorlar. örnek vermek gerekirse;

"bunları meydanda sallandıracaksın, cümle aleme ibret olsun."
"şerefsizler, itler, haysiyetsizler."
"bunlar hep böyle zaten."

günlük hayatta sıkça duyduğumuz bu serzenişvari hakaretler toplumu gün geçtikçe geriyor, ayrıştırıyor ve birlik olmasını engelliyor. daha sağduyulu yaklaşıp da empati yapmaya çalışanlar ise asıl olayın faillerinin gördüğü tepkiden daha az bir tepki görmüyor. birbiriyle her fırsatta tartışma içinde olan bir toplumun istenilen yöne yönlendirilmesi de haliyle çok zor olmuyor.

ayrıca bu tür söylemler o kadar içselleştirilmiş ki çocuklara dahi aşılanıyor.

"bak senin kitabını almış, yakala onu."
"senin topunu aldım vermicem. topun artık benim."
"aman evladım kimseye güvenme."

bu tür öğütlerle yetişmiş bir çocukta da güvensizlik oluşuyor. kimseye güvenmiyor. etrafındaki herkes onun için potansiyel bir düşman. ama o çocuk da insan sonuçta ve güvenmek istiyor. böyle bir durumda da ulaşılmaz olan ve hakkında en az şey bildiği devlete güveniyor, iktidarın her yaptığına bir bildikleri vardır yorumu getiriyor. tabi kendisine öğretilen söylemleri başka nesillere aktarark fsb'nin amacına hizmet etmeyi de ihmal etmiyor.

bakanlık hiyerarşisi
diğer bakanlıkların aksine, bu bakanlığa çok önem verildiğinden olacak, ülkenin en yetkili ismi bu bakanlığı kontrolünde tutar. bakanlık çalışanları ise bu kişinin danışmanları ve onların yetiştirdiği halktır.

ülkelere göre bakanlığın çalışma alanı
süper güç olarak tabir ettiğimiz ülklerede bakanlık, kendi ülkesinde faaliyet göstermez. daha çok dış ülkeleri ayrıştırmakla uğraşır.
gelişmiş ülkelerde ise bu bakanlık genellikle bulunmaz ya da gerektiğinde kullanılmak üzere pasif durumda bırakılır.
gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde ise bakanlık iktidarların emirleri doğrultusunda otorite için kendi toplumunu ayrıştırır.

işin en vahim durumu ise fsb'nin ortaya çıkardığı kutuplaşmanın nesiller boyu devam etmesi. ülkeyi kendi içinde bir çıkmaza sokan bu bakanlık, iktidar için sadece niteliksiz bir çoğunluk gerektikçe güç sahiplerlerinin en büyük kozu olmaya devam edecek.

democracy 3

“Abi bir gün şöyle bir oyun çıksa da bir ülkeyi yönetsek , ekonomiyi siyaseti ayarlasak, gerçekçi olsa, diktatör olsam, faşist olsam çok güzel olmaz mı?” Bu hayal, tek benim hayalim değil sanırım. Çoğu oyun sever, özellikle de strateji ve simülasyon oyunlarına ilgi duyanlar bu hayalin bir benzerini kurmuştur. işte Democracy 3 de bu hayalimizin vücut bulmuş hali!
Democracy 3, Positech Games'in başarılı serisinin en yeni oyunu olarak, neredeyse baştan yazılmış bir sistemle karşımıza çıkıyor. Democracy 3’ü, hem serinin üçüncü oyunu olmasından hem de diğer oyunlara göre çok daha gelişmiş bir sistemle gelmesinden “ustalık eseri” olarak da adlandırabiliriz.
Ülkelerin siyasi durumlarını son derece karmaşık ve gerçekçi bir yapıyla modelleyen oyun, aynı zamanda ekonomik faaliyetlerde de oldukça etkin. Oyunda, küresel ekonomik faaliyetlerin ülke ekonomisine yansımalarına gerçekçi bir şekilde yer verilmiş. Çok çeşitli olmamakla beraber ülkenizdeki ve dünyadaki sürpriz gelişmeler de işinizi zora sokabiliyor. Oyunun size sunduğu yetkiler ise oldukça fazla. Vergilerin her türlüsünü ayarlayabilme, iç güvenlik unsurlarını kontrol edebilme, ülkedeki eğitim politikasını ayrıntılı bir şekilde değiştirebilme gibi ülke yönetimindeki çok farklı değişkenleri sizin kontrolünüze sunan oyun bu özelliğinden kaynaklı olarak daha çok bir neden sonuç ilişkisinden ibaret. Yönetimdeyken yaptığınız tüm değişikliklerin geri dönütünü çok geçmeden alıyorsunuz. Örneğin vergileri azalttınız, yoksullara yardım kampanyaları başlattınız; kapitalistlerin başınıza bela açması çok muhtemel. Ya da okullardaki din dersini kaldırdınız, radikal dinci grupların size bir suikast düzenleyeceğini çıkan isyanlardan anlayabiliyorsunuz. Çok komplike bir oyun gibi görünen Democracy 3’ün de eksik olduğu konular da yok değil.
Democracy 3’ün sınıfta kaldığı en büyük eksikliği ise muhalefette tek parti bulunması. Yani siz kapitalistleri çok kızdırır, sosyalistleri de hoşnut etmezseniz, bu iki karşıt görüş aynı muhalif partiye oy veriyor. Ki bu da işinizi zorlaştıran en temel unsulardan. Normal şartlarda sosyalistlerin ve kapitalistlerin aynı partide buluşması mümkün olmadığından oylar bölünüyor ve sizin tekrar seçimi kazanmanız kolaylaşıyor. Ancak oyunda birkaç ideolojik görüşü de bir arada yürütmeniz gerekiyor. Yani her koşulda iktidarda kalabilmek için %50’yi geçmeniz gerekiyor. Democracy 3’ün diğer bir eksikliği ise, muhalefet partisinin çok etkin olmaması. Rakip partiyi genellikle seçimden seçime görüyoruz. Siz yasa değiştirirken dahi muhalefet partisinin bir etkisi olmuyor. Eğer yeterli güce sahipseniz, yasayı değiştiriyorsunuz. Yeterli güç diye bahsettiğim güç ise, ekranın sol üst köşesinde konuşlanmış yumruk işareti. Yumruk işareti, siyasi gücünüzü sembolize ediyor. Siyasi gücünüzü ise politikalarınız, kabinenizi oluştururken seçtiğiniz bakanların size olan bağlılığı gibi etmenler etkiliyor.

Oyunun oldukça başarılı olduğu bir diğer yanı ise, karmaşık yanını basit ve kullanışlı ara yüzüyle unutturması. Bu kadar değişkeni bir elden kontrol etmenin çok zor olduğunu bilen geliştirici, özel bir ara yüz hazırlamış. Seçmen gruplarının nelerden rahatsız oldukları, aralarında ilişki olan balonlarla gösteriliyor. Böylece ülkenin genel durumunu ve duruma etki eden değişkenleri aynı ekrandan görüp, müdahale edebiliyorsunuz.
Eğer iktidarda kaldığınız süre boyunca başınıza bir şeyler gelmeden kalabildiyseniz, bir sonraki seçimlere giriyorsunuz. Seçimler, bahsettiğim gibi siz ve muhalefet partisi arasında geçiyor. Seçimlerden önce, bir kamuoyu yoklaması yapmak istiyorsanız, bu da düşünülmüş. Ancak çok sağlıklı bilgiler vermeyen anketlerden %65 civarı bir oyla çıkmazsanız, seçimi kazanmanız garanti değil. Eğer gayet başarılı bir dönem geçirip seçimi kazandıysanız, bir dönem daha devam ediyorsunuz. Ama seçimi kaybederseniz, hükümetiniz düşüyor ve oyun sonlanıyor. Oyun bitiminin tek senaryosu bu değil tabi ki. Daha önce bahsettiğim gibi, bir kesimi çok kızdırırsanız suikaste uğrayabiliyorsunuz. Üstelik bu suikastler de tek tip değil. Size suikast uygulayan kesimin kültürel durumuna göre değişiyor. Örneğin radikal dinci grup, intihar saldırısıyla; kapitalistler ise bir seri katil tutarak sizi öldürebiliyorlar. Bu saldırılardan da güvenlik önlemlerini sıkı tutarak kurtulabilirsiniz. Tabi bunun zararlarını da başka yönlerden görebiliyorsunuz.
Oyuna başlarken yönetebileceğiniz 6 adet belli başlı ülke var. Bu ülkelerin sosyokültürel durumları, ekonomileri, siyasi yapıları bilgi olarak verilmiş. Ayrıca Steam Workshop üzerinden oyunun mod desteği de bulunuyor. Çok fazla olmasa da yeni ülkeler, yeni yasalar bulmanız mümkün. Steam’e değinmişken, oyun Steam’de 39 TL’lik fiyat etiketiyle hali hazırda satılıyor. Ancak oyunun sık sık %75 indirime girdiğini belirtmekte fayda var. Özel günlerdeki indirimleri takip ederseniz, oyunu oldukça ucuz bir ücrete kütüphanenize ekleyebilirsiniz.
Democracy 3, tam anlamıyla muhteşem bir simülasyon olmasa da oldukça başarılı bir oyun. Bu kadar özellik arasında hala eğlenceli olmayı ve kendine bağlamayı başarıyor. Acaba bu sefer ne olacak?” sorusu bile sizi oyunu oynamaya itiyor. Bu arada belirtmekte fayda var, oyunu oynamak için iyi derece ingilizce bilgisi gerekiyor. Az çok tahmin yürüterek ve sözlük kullanarak da bir şeyler yapmanız mümkün tabi. Eğer birazcık olsa da ilginizi çektiyse, Democracy 3’ü kesinlikle deneyin.

demokrasi

aklımı çokca kurcalayan halkın kendi kendini yönetmesi şeysi.

neden demokrasi?
her yerde bulabileceğiniz, tarihsel gelişimden çok olayın ortaya çıkış noktasını ve temelini irdelemeye çalışacağım.

dikta karşıtı yunanlar tarafından dünyaya kazandırılan yönetim biçimi, demokrasi. onlar kazandırmasa olmayacak mıydı? elbet olacaktı. insanın içindeki eşitlik güdüsünün demokrasi gibi bir kavram yaratması kadar doğal bir durum yok. peki bu eşitlik duygusu neyin nesi? herkesin eşit olması gibi bir durum söz konusu olabilir mi? herkesin eşit olması gerçekten doğru mu?

eşitliğin savunucularının hep güçsüzler olması çok da şaşırtıcı değil. güçsüzler, güçlülerle aralarındaki farkı kapatmak için çeşitli yollara başvurur. bunların en masumu ve iyi niyetlisi de eşitliktir. eşitlik güçsüzün eline güç verirken, güçlünün elinden de gücünü alır. çoğu insanın da eşitliği savunmasının nedeni budur. güçsüzdürler. güçlü olmak isterler. güçsüzlüğü kaldıramamalarının nedeni de egolarıdır. "bizim onlardan eksiğimiz ne? onlar da insan biz de insanız!" gibi sığ düşüncelerle beslenen eşitlik insanlar arasında olması gereken farkı kaldırır. insanların aynı olmadığı ayan beyan ortadayken onlar arasında eşitlik kurulmaya çalışılması da son derece vahimdir. peki vahim olan bu şey nasıl oluyor da kuruluyor?

çünkü güçsüzler fazla. eğer az olsalardı güçsüz değil güçlü olurlardı. farklılık güçtür. güçsüzlerin fazla olması da ortaya niteliksiz bir güç çıkarıyor ve demokrasi gibi saçma sapan görüşler ortaya çıkıyor. güçsüzlerin çoğunluk sayesinde yarattığı demokraside de bu çoğunluk en önemli aksaklıklardan biri olarak ortaya çıkıyor.

demokrasinin çoğulculuk ilkesi. doğru olanı değil fazla olanı seçer. ama dünyadaki herkes yanlışı savunuyorsa, bu onun yanlış olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir. demokraside doğru olan değil kitleleri peşinden sürükleyebilen seçilirken, nasıl oluyor da demokrasinin bu kadar savunucusu olabiliyor?

"en doğrusu demokrasi!"
nereye demokrasi? sen önce doğru olanı seçebil, yalan söyleyip milleti kandıranı değil. yüzyıllar öncesinden insan düşüncesinin kusuru olarak gelişen bu kavramın günümüzde hala kullanılmasının nedeni, birilerinin işine gelmesinden başka bir şey değil. her düşünen, demokrasideki derin aksaklıkları görebilecek kapasiteye sahip.

herkes eşit değil, olmamalı. ama egomuz gereği, kendimizi güçlü olana yaklaştırmak için demokrasiyi kullanmalıydık, kullandık, kullanacağız.

gürültü

Her zaman oturduğum yerde, tekli bej koltuğumda boş boş oturuyordum. Saat 3 civarıydı. Sırtım pencereye dönük olmasına rağmen havanın kapalı olduğunu anlayabiliyordum. Havanın kapalı olması odayı boğmuş, hafiften de canımı sıkmıştı.
içimdeki sıkıntıyı dağıtmak için bir şeyler yapmak istiyordum.

Karşımda eski beyaz bir dolap vardı.
Anlamsızca bakarken çocukluğumun bu dolapla geçtiğini fark ettim. Babam beni azarlarken, doğum günümü kutlarken hep bu dolap karşımdaydı. Eskileri düşündükçe sıkıntım git gide azaldı. Beynimde eski anılarım bir bir geçerken, aklıma eskiden yaptığım park gezintileri gelmiş olacak ki, içimde bir dışarı çıkma isteği oluştu.

Bej koltuğumdan doğrulurken, sol ayak bileğimde şiddetli bir ağrı hissettim. Çok dayanamadım ve koltuğa tekrar yığıldım.
Ağrının dinmesini bekledim. Bu sefer sağ ayağıma daha çok yük vererek doğruldum. Üstüme bir şey almadan, kapıyı yavaşça çektim ve asansörü beklemeye koyuldum. Üstümde bir ağırlık vardı. Belki ayağımdan, belki havadan belki de ruh halimden. Bunun bir sebebi olmalıydı. Ama bilmiyordum. Tek istediğim parkta biraz kafamı dinleyip rahatlamaktı.

Biraz yalpalayarak da olsa yürüyordum. Park, az ileride, griler arasından fışkırmaya çalışan yeşil gibiydi. Yeşile ulaşmak için adımlarımı sıklaştırdım. Hafif topuklu rugan ayakkabımın çıkardığı sesi gürültülü ve düzensiz nefes alışlarım izliyordu. Ayağımın ağrısını unutmak için, beynimi meşgul etmeliydim. Bu iki sesi bir ritme uydurmaya çalışmakla denedim bunu. Pek yetenekli olmadığımdan olacak ki, sürekli aynı ritmi oluşturmaktan öteye geçemedim. Yolumu kısaltmak için girdiğim bu maceradan nefes nefese ve bıkkın bir şekilde çıktım. Neyse ki parka ulaşmama bir iki adım kalmıştı. Adımlarımı sıklaştırdım ve nihayet o yeşile bastım.

Ayağımın ağrısı iyice atmıştı. Kendimi bir an önce bir banka atmak istedim. Karşıma çıkan ilk banka ellerimin de yardımıyla oturdum. Derin bir nefes aldım ve ayağımı hafifçe uzattım.

Hedefime ulaşmıştım. Zorlu bir yolculuk sonrası olmak istediğim yerdeydim. Biraz soluklandım. Ağaçlara göz gezdiriyordum. Bir tanesini gövdesinden itibaren süzmeye başladım. Yavaş yavaş yukarı çıktım. Ağacın yapraklarının arkasında bir inşaat görünüyordu. Bu beni rahatsız etti. Gözlerimi kaçırdım. Sadece yeşili görmek istiyordum. Yerdeki çimlere bakmaya başladım. Az ilerideki asfalt yolu görmemle biraz daha sıkıldım. Bu çarpık görüntüyü görmek istemiyordum. Tek çare, gözlerimi kapattım.

Hafif rüzgarda salınan yaprakların, kuşların sesini duymayı umarken, garip bir uğultu çalınıyordu kulağıma. Anlamlandıramadım. Dikkat kesildim. Bir süre sonra, bunun kuru bir şehir gürültüsü olduğunu fark ettim. Arka perdeden öyle sesler geliyordu ki... Siren sesleri, kamyonet, araba, otobüs sesleri kulağımı tırmalıyordu. Daha fazla dayanamadım. Sertçe yerimden kalktım. Ayağımın sızısına aldırış etmeden hızlı adımlarla eve doğru yürüdüm. istediği şey olmamış bir çocuk gibi sinirliydim. Gözlerim dolmuştu.

Eve gelir gelmez yaptığım ilk şey tüm pencereleri kapatmak oldu. Odama gelip bej koltuğuma oturdum. Gözlerimi kapattım. Eskiyi hayal ettim.

Sadece hayal edebildim...

adam

ikindi vakti, evinin yanındaki parkta, çimenlerin üstünde boş adımlarla yürüyordu. çok gelmezdi bu parka. belli ki sıkıntılıydı. iç geçirerek, rengini kaybetmiş bir banka oturdu.

neden burada olduğunu bilmiyordu. ne yapacağını da. sadece uzaklaşmak istemiş, bıkmıştı. çok geçmeden yanına mavi gömlekli, lekeli pantolonlu, başının tepesi açılmış, yaşlıca bir adam geldi. bir an bakıştılar. ikisinin suratında da anlamsız bir ifade vardı. ikisi de bu durumdan rahatsızdı. yalnız kalmak için bu parka gelmiş iki insan, harap halde olan parktaki tek bankta yan yana oturmuş, somurtuyorlardı.

yaşlı adam, bir şeyler homurdanıp kalktı. adımlarını, kelini okşadıktan sonra hızlandırdı. telaşlı bir şekilde, parkın kenarındaki yokuştan çıkıyordu.

bankta tek kalkmaktan hoşnut görünen adam, yaşlının bu davranışını anlamlandıramadı. gayet rahat bir şekilde yanına gelen birinin, koşarcasına yanından uzaklaşması. garip gelmişti, ki herkese böyle geleceğini düşünüyordu.

bu düşünceden sıyrılarak, parkı meraklı gözlerle süzmeye başladı. bir süre sonra
bu yaptığı işi nedensiz gördü ve vazgeçti.
parktaki güzel sayılabilecek tek şeye, çimenlerin arasından yükselen ağaca boş bir şekilde bakmaya başladı. bunun da nedensiz olduğunu biliyordu ama bakmak, kendini rahatlatıyordu. o sırada ağacın dibinde birden biten kuş, dikkatini onun üzerine yöneltmesini sağladı. kuş, oldukça rahat görünüyordu. ağacın dibindeki, nerden geldiği belli olmayan, ekmek parçalarını bulduğu için mutluydu ve onlarla meşguldü. daha çok ekmeği var, biraz daha buralarda bulunur diye düşündü adam. tam o sırada kuş, aniden, bir şeyden rahatsız olmuşçasına parkın kenarındaki yokuşa paralel, telaşla uçmaya başladı. kanat çırpışlarının sesi adamı rahatsız etmişti. ama bunu düşünmeye fırsatı olmadı. çünkü kuşun yaptığı bu anlamsız hareketi düşünmekle meşguldü.

yaşlı adamı düşündü. benzerlik kurmaya çalıştı. sonra bu düşüncesinin de nedensiz ve boş olduğunu düşündü. kendini düşünmekten alıkoydu.

hiçbir sorunu yok gibi görünüyordu.
ama rahat değildi. onu rahatsız eden bir şeyler vardı. başkalarının sorun saymayacağı bir şey olmalıydı. bu rahatsızlıktan kurtulmaya çalışırken, parkın karşısındaki yoldan geçen iyi giyimli bir genç gördü. hovarda adımlarına, ağzını hafif büzerek çaldığı rastgele ıslık eşlik ediyordu. islıklarını kesmeden, umarsızlıkla saatini kontrol etti.
yüzünde bir şaşkınlık ifadesi oluştu. adımları birden hızlandı ve telaşla yokuşa doğru yöneldi. parlak siyah ayakkabılarının çıkardığı ses, adamın kulaklarında yankılandı ve bir süre sonra kayboldu.

etrafında kimse kalmamıştı. sesini birine duyurmaya çalışır bir şekilde gürültülü bir nefes aldı. belki de içindeki sıkıntıyı bu nefesle uzaklaştırmak istiyordu. olmadı.

o da saatine bakıp yokuştan koşarak çıkmak istedi. yapamadı. çünkü bir acelesi yoktu. sorumluluğu yoktu. amacı yoktu. onu rahatsız eden şey, amacının olmaması değil, başkalarının amacı olmasıydı. azmi yoktu, duyguları yoktu. o yoktu ve olamayacaktı...

ağır ağır yerinden doğruldu. çimlerin üzerinde attığı birkaç adımdan sonra kaldırıma ulaştı. boş adımlarla kirli kaldırımda yürümeye başladı. hissetmek istediği tek şey gecenin kirli kokusuydu. gözlerini kapattı. bir şey duymak istemiyordu.

kimse onu fark etmeden saatlerce yürüdü. ve yoruldu.

kimse onu fark etmeden yıllarca yaşadı. ve...

yüreğin ağza geldiği anlar

(bkz: yürek dürüm)

entry numarası sallama

(#98563)

davranışlarımızın ego ile bağıntısı

oldukça güçlü ve ayrılmaz bir bağıntıdır. insan egosyula beraber yaşayan bir varlıktır. egosu onun için vazgeçilmez ve değiştiremediği bir parçadır. egomuz için yaşar, bencillikle hareket ederiz. bunlar ne kadar kötü şeyler olarak aksettirilse de insanın varoluşuyla beraber varolmuş kin, nefret, sinir minvalinde duygu ve davranışlardır.

belirli bir topluluk ve başkaları tarafından çizilmiş bir medeniyet sınırları içinde yaşaması zorunlu kılınan insan, gün geçtikçe egosunu törpülemeye çalışmıştır. alçokgönüllülük, mütevazilik gibi davranışlar hep iyi gösterilmiştir. bunun doğrultusunda da bu "medeni toplum"da bu davranışları sergileyen bireyler övülmüş, ön plana çıkarılmış, örnek gösterilmiştir.

ego insanın değişmez ve vazgeçilmez bir parçası olduğuna göre biz halen egomuza hizmet etmeye devam ediyoruz, daha açığı egomuz için bir şeyler yapıyoruz. pek belli olmasa da bu yaptıklarımız "medeni toplum"da, alçakgönüllülük başlığı altında toplanıyor. zıt kavramlar olsa da, ilk düşünüldüğünde mantıksız gelse de alçakgönüllü olmamızın nedeni de egomuz. iyi şeyler yapmamızın nedeni de egomuz.

alçakgönüllü olmak bizim dimağımıza iyi olarak yerleştirilimiş. biz mütevazi bir şekilde davrandığımızda başkalarına örnek gösteriliyor, hemen "ne iyi insan" diye damgalanıyoruz. sonucunda ne oluyor? iyi oluyoruz, ve egomuz tatmin oluyor. sonuçta alçakgönüllülüğün kime ne faydası var? kendi alemimizde, kendi ruhumuzda, kendi zihnimizde kendimizi iyi olarak bilmek; egomuzu tatmin etmek için en iyi yol.

kendi görüşüme verilecek en saçma ve açıklaması zor olan örneklerden biri de "iyilik yap denize at" düşüncesi. iyiliği, tam olarak olmasa da bir yerde kendi egomuzu tatmin etmek için yaptığımızı belirtmiştim. siz iyilik yapıp kimseye söylemezseniz eğer, bunun çok çok iyi bir davranış olduğunu düşünecek ve egonuzun tatminini katmerlendireceksiniz. sonuçta en tasvip edilen davranışı yaptınız, sizden iyisi yok!

tüm bu his, hırs, ego gibi kavramlardan arınmış zihniyetler olsa da, günümüz dünyasında yaşanan durum tamamıyla bu. benim görüşüme göre bu o kadar da yanlış bir davranış değil, sonuçta ego ile büyüyor, yetişiyoruz. hayatımız egomuz ekseninde dönüyor. aşkı bile egomuza alet ediyoruz. en güzel kızlara, en iyi giyinen kızlara aşık oluyoruz. egodan kurtulmak, günümüz dünyasında hayalleşiyor.

kendi iç dünyamızla, kendi benliğimizle yüzleştiğimizde; kendimize sorduğumuzda, hangimiz egomuz için yaşamıyoruz ki?

siz yazmadan ben yazayım;

(bkz: bir egoistin günlüğü)

balinaların 4 yılda bir çiftleşmesi

sonuçta düzenli bir hayatları var düşüncesini akla getirip imrendiren bilgi.

selam gençler

(bkz: sözlüğün toplu chat platformuna evrilişi)

microsoft

2 milyar dolar ödeyerek Minecraft'ı yapan Mojang firmasını satın alan dev şirket. Müjde, windows phone kullanıcılarına minecraft geliyor. *

09 eylül 2014 litvanya maçını kazanacak olmamız

Yaptığım totemler sonucunda vardığım kanı. Parka basketbol oynamaya gittiğimde ısınmadan üçlük denerim ve girmez. Bu sefer girerse kesin alırız bu maçı diye attım girdi. Allah Allah, bir yanlışlık olmasın diye bir daha attım, yine girdi. Bu maç bizim demedi demeyin.

idam geri gelsin diyen sözlük yazarları

benim de içinde olduğum sözlük yazarlarıdır. görüşlerimi şuradaki entry'mden okuyabilirsiniz; (#25030258)

idam cezası geri gelsin kampanyası

günümzde çoğu kitleler tarafından desteklenen kampanyadır.

idam gerekliliktir, çünkü işin ucunda ölüm yok ya psikolojisi adalet sistemindeki cezaların caydırıcılığını azaltmaktadır. Küçük çocuklara tecavüz, cinayet vb yüz kızartıcı suçları işleyenlerin ruh halleri göz önünde bulundurulduğunda hapis cezaları bu tür caniler için değil ceza ödül olacaktır. Korunaklı ve halkın tepkisinden uzak bir ortam. Hemn yemeği, suyu, yatağı var hem linç edilme tehlikesi vb şeyler yok. Dışarıya salsan daha çok acı çekecektir. Üstelik ara sıra çıkan genel aflar da cabası...

Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda, idaam karşı olmanın tek bir savunma noktası olabilir. O da eksik ve iyi işlemeyen bir adalet mekanizmasıdır. idam cezası bir güç gösterisi şeklinde kullanılmamalıdır, bilakis, suçlulara karşı devletin gücünü hisstermek için olmalıdır. Toplum huzurunu tehdit eden, yüz kızartıcı, vicdan sızlatıcı suçlara uygunlanmalıdır.

60 yaşında bir adammın 2 yaşındaki bir bebeğe tecavüz edip hapse girmesi ceza mıdır? Sizin vicdanınızı bu ceza rahatlatmakta mdır? Onu geçtim küçücük çocuk, tecavüze uğradığını nasıl anlatacak, derdini nasıl söylecek? Nasıl bu çocuğun psikolojisi bozulduysa, gelecek hayatı mahvedildiyse, suçu işleyene karşı yaptıklarının kat be kat fazlası ceza olarak verilmelidir, ki bu ceza da idamdır.

Artık 100 bin kişilik bir dünyada yaşamıyoruz. Milyarlarca insan var. Çevre etmenleriyle psikolojisi bozulmuş insanlar ortalıkta geziyor. Her gün ayrı ayrı, iğrenç suçlar işleniyor. idamın gerekliliği de işte bu noktada açığa çıkıyor.

Gelelim haksız idam cezası sorununa. Huku, olması gerektiği üzere, hükümet, siyaset, otorite ve kişiler üstü yüce bir kavramdır. Çeşitli anayasal düzenlemeler sonucunda çeşitli suçların cezasının, karışıklığa ve müphemliğe yer vermeden net bir şekilde belirtilmesi gereklidir. Bu netlik sağlandıktan sonra idam cezalarındaki haksızlık yok denecek kadar az bir düzeye indirginmektedir.

Onlarca, binlerce insanın birincil hakkı olan, yaşama hakkını elinden alan canilere gereken ceza verilmeilidir ki, onların aileleri rahat etsin, huzura ersin. Kalplerindeki, yüreklerinde sızı bir nebze de olsa hafifletilebilsin.

idam; kamu vicdanı için, hak edildiği ölçüde cezalandırma için, caydırıcılık için gerekli bir olgudur. Olması gereklidir ve gelişmiş ülkelerde halen devam etmektedir.

çay bella

bir farklı versiyonu da şöyledir;

--spoiler--

işte bir öğlen, gittim ocağa, ocağa ocağa ocağa çay çay çay
kafaya diktim, bakıştık ince belli bardakla
ben tiryaki beni de götür ocağa ocağa ocağa çay çay çay
beni de götür çaycıya, dayanamam çaysızlığa
--spoiler--

en güzel solcu marşları

(bkz: çay bella söylemesini bilmeyen solcu)
(bkz: çay bella)

çay bella söylemesini bilmeyen solcu

aşağıdaki sözleri bilmeyen tatlı su solcusudur.

işte bir öğlen, gittim ocağa, ocağa ocağa ocağa çay çay çay
kafaya diktim, bakıştık ince belli bardakla
ben tiryaki beni de götür ocağa ocağa ocağa çay çay çay
beni de götür çaycıya, dayanamam çaysızlığa

(bkz: çav bella mücahit versiyon)

sözlükteki nick değişimi kaldırılsın

kaldırılma değil de süreyle kısıtlansın. şu süre zarfından şu züre zarfına değiştiren değiştirdi yoksa işin cılkı çıkabilir.