bugün

mutasavvuflarda ve sufilerde yerleşmiş felsefedir. hırslardan arınmış ve fiziki ihtiyaçlarını giderip maneviyata yönelmeyi isteyen insanların hayat görüşüdür.
bu söz çoğunlukla dervişe bir lokma, bir hırka yeter şeklinde kullanılır ve yeter bulmayı öğütler. bu sözle, fazla çalışmamak, yiyeceği, giyeceği olunca bunu yeterli bulup oturmak öğütlenmiyor. islamın şartlarından birisi olan zekat ancak varlıkla olur. bu söz çalışmayı değil, hırsı, bencilliği sınırlamak için söylenmiştir.
mutlu olmanın anahtarıdır.
modern hayattaki tezahürü "büyükçe bir lokma yeni bir hırka" olan tasavvuf düsturu.
bu görüşle yaşayan insanın gözü yükseklerde değildir, kanaat etmeyi bilir. ona göre hırs para mal mülk fasafisodur.
bir diğeri için (bkz: azıcık aşım ağrısız başım). osmanlı nın son zamanlarında bazı kişilerin milleti kandırdıkları en iyi yol. gerçi hala kandırıyorlar ya bu lafı bilenin bunu da bilmesi gerekir. (bkz: haksızlığa karşı susan dilsiz şeytandır)
bir insanin hayat felsefesi olmasi gereken dusuncedir. asil zengillige insanin cuzdaninda tadisigiyla degil kalbinde ve beyninde tasidigiyla ulasilabiliecegi anllamina gelir.
TDK sözlüğünde gereksinim olarak anlamlandırılan ihtiyaç kelimesi, yaşamamızın sürekliliğini sağlamamız için gereksinim duyduğumuz şeyleri ifade için kullanılır. Hava, su, yiyecek, giyecek en başta akla gelen ihtiyaçlar. Aslında hayatımızı idame ettirebilmemiz için nelere ihtiyaç duyduğumuzdan çok nelere ihtiyacımızın olmadığıdır asıl mesele. ihtiyaç kılığına girmiş şeylerin tespiti ihtiyaçların belirlenebilmesi açısından çok önemli. “Buna ihtiyacım var” cümlesinin ne kadar gerçeklerle uyumlu olduğunu tespit etme süreci her zaman en başta “ihtiyaçlar bellidir bu sebeple bunu tespit etmek zor olmasa gerek” yargısını da beraberinde taşımakla birlikte sürecin akamete uğratılmasının, yanlış yollara kanalize edilmesinin en önemli aracı olarak bu ifadenin kullanıldığını mevzuya daha derinlemesine, samimi, yansız ve gerçeklere ulaşma tek-gayesi ile baktığımızda çok açık bir şekilde görürüz.

Sahip olduğumuz –ki çoğu zaman bu ifade tam tersi bir manaya gelmektedir, biz kabul etmesek bile- şeylerin envanterini çıkarıp bir tür ihtiyaç muhasebesi veya moda tabirle ihtiyaç analizi yaptığımızda ne kadar çok şeye ihtiyacımız olduğunu(!) görürüz. Aslında öyle olduğunu zannettiğimiz demek isterdim ama çoğu zaman bu zan öyle keskin bir yakinlik ifade ediyor ki insan için, bunu değiştirecek gücü, eğer içten gelmezse dıştan bulmak neredeyse imkansız. Her ne kadar iç devrimi genellikle dış faktörler tetiklese bile safi bir ifade ile “Allah’ın bazı kullarına bahşettiği lütfu” genelde içe zuhur etmektedir. Ama yine de ve hemen hemen her zaman ve herkes için bu bir zandır.

Bu envanteri daraltıp birkaç eşya üzerinden yapalım isterseniz. Zira bu daraltılmış çalışmanın sonuçları mutlaka bize genel hakkında da ayniyete yakın bir bilgi sağlayacaktır. Analize katacağımız bu üç ürün, araba, cep telefonu ve market alışverişi. Burada vereceğim örneklerin ortalama gelire sahip bir kişi/aile üzerinden olacağını da ve yine ortalama ve hatta belki biraz üstü bir dini hassasiyeti taşıyanlar için bir modelleme yaptığımı en başta belirmek isterim.

Araba evvela “ayağımızı yerden kessin” ifadesinde anlam bulduğu üzere nakil aracı olarak arzu edilir. Özellikle yaşamın yoğun olduğu, toplu taşıma araçlarının tıka basa dolduğu, hastane, okul gibi gerekli mekânlara ulaşımın daha zorlaştığı yerlerde sürekli bir şekilde arabaya olan ihtiyaç vurgulanır. Bir miktar para biriktirmeye güç yetiren hemen herkes öncelikle araba almaya yönelir. Yani araba alma duygusu fıtri bir hal almış gibi desek abartmış olmayız. Bu araba sahipliğinin bir diğer aşaması da genellikle araba modelini yükseltme isteği olarak tezahür eder. ilk dürtüdeki ihtiyaç hissiyatı artık yerini rahatlık ve konfora bırakmıştır. Genellikle ikinci el olarak alınan ilk otomobil çoğu zaman ikinci tercihte yerini sıfıra bırakır. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’de araba satışı yapan web sitelerinin ve tabi ki bayilerin web sayfalarının en çok tıklanan sitelerden olması hiç de şaşılacak bir durum değil. Arabanın özellikleri arttıkça kişinin tatmin düzeyi de artmaktadır. Ve araba modeli belirlemede konfor sonrası en belirleyici özellik tabi ki çevredir. Malından dolayı övünme, başkasına hava atma veya en azından arkadaşının hatta kardeşinin arabasından altta kalmama duygusu en önemli itici unsurlardandır.

En düşük sıfır model arabanın 30 bin lira civarında ortalama asgari ücretin de 800-900 lira olduğunu göz önüne aldığımızda insanların ne kadar çarpık bir ihtiyaç algısı taşıdığını çok daha net olarak anlayabiliriz. “Bu devirde araba gerçekten bir ihtiyaç” sözünü duymamış yoktur muhtemelen. Asgari ücretle hayatını sürdüren insanların olduğu bir diyarda bir kalemde bu ücretin 35 katı parayı konfor tatminine vermenin ve buna ihtiyaç demenin, durduğumuz yerin tehlike boyutları hakkında açık mesajlar verdiğini anlayabilmemiz için 30 bin lirayı harcayanın değil de 800 lira alanın yerinden olaya bakmamız gerekir. Aldığı arabanın bakımına en az evladının ki kadar değer veren, sanki o arabaya değil de araba ona biniyormuş gibi her an, arabanın başına bir şey gelecekmiş tedirginliğinde gerilimler yaşayan ciddi manda patolojik vak'alar sergileyen ve ivedi tedaviye ihtiyaç duyan insanlar ise bu yazının kapsamı dışındadırlar. Zira bu durumda artık malik ve mülk yer değiştirmiş durumdadır. Bu vesileyle burada belirtmem gereken önemli bir durum var: Ev, araba gibi mülkiyet konusu olan metalar bir yerden sonra canlı bir organizma hüviyetine bürünüp zincirlerini kırmakta ve sahiplerinin yerine göz dikmektedirler. Zira “her şeye hak ettiği değeri verme gerekliliği” fıtri yasasına aykırı adımlar attığınızda bulacağınız karşılık da aynı şekilde gayr-ı fıtri olacaktır. Eviniz ve arabanız sizin en önemli meşguliyetleriniz arasına girdiğinde evim, arabam ifadelerini kullandığınız cümleler açık anlatım bozukluğu ile malul cümleler olacaktır.

Gelelim ikinci eşyamıza: Cep telefonu. Kullanım amacından bu kadar saptırılmış bir eşya bulmak gerçekten zor. Kitap kadar hacimli akıllı telefonlar çıktığından beri aklımızı yitirmiş gibi akıllı telefon alma telaşına düşmüşüz. Teknolojinin hızla geliştiği bir zamanda, kesinlikle bilerek ve isteyerek her bir yeni üründe yeni bir özelliğin derç edilerek arzı endam edildiği akıllı telefonlar için ortalama 1.000 lira ödüyoruz. Ve çoğu zaman ikinci senesinde modelini değiştirdiğimiz, akıllılık özelliği kazanabilmesi için internete bağlı olmak zorunda olan ki bunun için de aylık belli bir miktar internet paketi almak zorundayız, önümüzde bilgisayarlar varken onların asli görevlerini de üstlenen ama aslında sadece konuşmamız için kullanılması gereken cep telefonlarına, konuşmayı bir ihtiyaç olarak algıladığınızda bu ihtiyacın ne kadar fevkinde bir misyon yüklenildiğini hayretler içirisinde müşahede ediyoruz. Artık cep telefonu olmayana değil akıllı cep telefonu olmayana yabani gözüyle bakılan bu zamanda, facebook ve twitter adresi almak ve bunları sürekli takip etmek dini bir ritüel ve bu telefonlar da bu ritüelin aksatılmadan yerine getirildiği mabetler halini almış durumda maalesef.

Mevzu bahis edeceğim son şey market alışverişimiz. Televizyonda bir reklam filmi dönüyor. Tüketim çılgınlığını bu kadar güzel temsil eden başka bir şeye şimdilik rastlamadım açıkçası. Bir çikolata markası var ve bu çikolatayı yiyen çılgın bir gorile dönüşüyor. Gorilleşmiş tüketici, çikolatanın tadına varır varmaz bir vecd duygusu ile kendinden geçiyor ve ortalığı darma dağın ediyor. Market alışverişine giden kişi de eline alışveriş sepetini geçirir geçirmez değişime uğruyor. Ne bulursa sepetine atıyor. Cancanlı ambalajları ile her şey onu çağırıyor ve o da kimseyi kırmak istemiyor. Zaten modern tüketicinin tek şefkat gösterdiği şey tükettiği şeyler. Keşke mümkün olsa da alışverişe giden insanların sepetini ortaya bir döksek ve bunları bir analize tabi tutabilsek. Kolanın, cipslerin, sodaların, türlü etlerin, çeşit çeşit çikolataların, renkli pastaların ve daha neler nelerin cümbüş ettiği sepetin ihtiyaç oranı genellikle yüzde 10’ları geçmez.

“insanoğluna belini doğrultması için birkaç lokma kâfidir” anlayışından “her çeşit gıdadan almamız gerek, nihayetinde hepsinin insana sağladığı fayda başka” yanılgısına çoktandır geçtiğimizden beri goril iştahımızı doyurmak için AVM’ler yetişmiyor. Suriyeli mazlumlar Esed’in elinden çekmedi tıka basa doldurduğumuz midelerimizin elimizden çektiğini. Doyuramadığımız gözlerimizin ceremesini sadece midemiz değil diğer bütün organlarımız çekiyor. Kıtlıktan çıkmışız veya kıtlığa gireceğiz gibi doldurduğumuz alışveriş arabalarındaki mallara ödediğimiz paranın yarısı ile aylık gıda tüketimini karşılamak zorunda kalan insanların varlığından, siteler yapıldığından beri artık pek haberdar da değiliz. Duvarlarla çevirili sitelerimizde aynı ortalama gelire sahip kişilerle birlikte yaşarken sepetimizdeki her şeyin asli ihtiyacımız olduğuna kendimizi inandırmamız çok zor olmuyor.

yazının devamı: http://www.genchacilar.or...ageID=KoseDetay&id=60
(bkz: tasavvufun bir lokma bir hırka yalanı)
malta cumhurbaşkanı Marie Louise Coleiro Preca'nin özlü bir sözü, tabi anlayanı.
(bkz: rıza lokması)
(bkz: melamet hırkası)
"Bir lokma bir hırka" mülkün Allah'a ait olduğunu bilmek, ona tamah etmemektir.
Çalışmayı bırakıp üretimden kaçmak değil, insanın çalışıp kazandığı Allah'ın vermiş olduğu rızkını, gereksiz nefsi tüketimden kaçarak, ihtiyaç içindeki kardeşini de gözeterek onunla paylaşmasıdır.
içinde mücadele barındırmyorsa içi boş felsefedir.

Tasavvufa baktığımızda da barındırmıyor.

Allah resulü saray dikmedi. Şahsi serveti yoktu. Biriktirmedi. Barış yurdu/islam devleti feraha, refaha da kavuşsa o sadeliğini korudu. Çünkü bunda hem huzur hem de allahın rızası vardır.

Ama postuna oturup-haşa- zikir çekip, ben bir şeye karışmam demedi. Refahı yaydı, barışı yaydı. Devrimci önderdi.

Zaten bugün, bir davası olmayanların bu sözlerinin içi boş olduğunu görürsünüz. Kanaat, sadelik, basitlik derler mercedesle tribleks evlerine dönerler.