bugün

beklenen

Bir ortaokul öğrencisi. Yaşı 12 ya da 13. Son 10 dakikadır bisikletiyle takip ettiği yol
4 blokluk bir sitenin çevresi. Bu 4 blokluk sitenin bir tarafında başka bir siteye
ait apartmanlar ve ardında mezarlık var. Diğer tarafında ise bir sıra müstakil
çoğunluğu tek katlı bahçeli evler. Çocuk bisikletinin üzerinde sitenin mezarlık tarafına
bakan bölümünü hızla geçerken turun diğer yarısında, yaklaşık 2. bloğun önünde durmadan
sadece yavaşlayarak etrafa dikkatlice bakıyordu. Baktığı yön ise site değil 2. bloğun
tam karşısında bulunan tek katlı bir ev, daha doğrusu evin bahçesi. Çocuk site etrafında
turlarına devam ederken bahçeli evin sahibi kadın evinden çıkıp kapısını kilitliyor.
Bunu gören çocuk yolun başında durmuş ve ev sahibinin gözden kaybolmasını bekliyordu. Uygun
zamanın geldiğini düşündüğünden olsa gerek mezarlık tarafını bu kez her seferinden daha da
hızlı geçti. Önünden geçerken yavaşladığı bahçenin bu kez yarım duvarının önünde durup
bisikletini dayadı. Bahçe yoğunlukla gül fidanlarıyla bezenmişti. Arada mevsim çiçekleri
bir de limon ağacı. Akşam üzeri olmasına rağmen Mayıs ayının sonunda olmasından dolayı
şehir zorunlu olmadıkça sokaklarında sakinlerini barındırmayacak kadar sıcaktı.
Renk renk güllerden sarı ve pembe-beyaz olanları yarım duvarın üzerindeki 50-60 santimlik
tel örgünün üzerinden yola taşmış durumdaydı. Her turda üç beş saniye görebildiği
pespembe bir gül tel örgünün üzerinden sarkmış onu bekliyordu.
Uzanıp dalından yavaşça ayırdı pembe gülü.
Yüzünde bildiğiniz tüm duyguları aynı anda barındıran bir ifade. Heyecan, korku, sevinç...
Duvardan inmeden doğrudan bisikletine bindi. Pembe gül sol elinde. Gözü de sürekli
pembe gülde. Artık kimsenin görüp görmediği umrunda değil, sitenin etrafında son turunu tamamlayıp
evine gitmeye hazırlanıyorken 3. bloğu henüz geçmişken bir anda kendini yerde buldu.
Bisiklet ve kendisi soluna devrilmişti. Dönüp arkasına baktığında bir sıra gül yaprağı
birkaç metre ilerisinde de muhtemelen bir mahalle maçından geriye kalmış bir taş gördü.
Taşı farketmemiş üzerinden geçip dengesini kaybederek düşmüştü. Bir süre yerde öylece kaldı.
Düşerken yere sürtülen sol dizi ve elinin acısıyla biraz kendine geldi. Bisikletini biraz
doğrultarak sol elini fren kolunun arasından kurtardı. Birkaç yaprağı üzerinde kalmış ve ortadan
kırılmış pembe gülü hala tutuyordu. Bisikletiyle birlikte yerden kalktı kırık gül sol elinden düştü.
Birden sol elini tam kapatamadığını gördü. Başparmağı tamamen yerinden çıkmış eklem yeri
yavaş yavaş morarmaya başlamıştı. Arkasına istemsizce baktı. Savrulan gül yapraklarını, rengarenk
gül bahçesini ve sokağın başında evin sahibi kadının kocasını gördü. Gün sona yaklaşırken yarın
için kurduğu tüm planları ve konuşmaları unutmaya çalışarak eve dönmek zorundaydı. Zaten geçen
hafta doğum gününde istediği gibi bir hediye verememiş ve mahcubiyetinden erkenden ayrılmıştı
kızın evinden, "Doğum günün kutlu olsun"dan başka tek kelime söz söylemeden. Bari şu gülü yarın
sabah erkenden, kimseler yokken, onun sırasının altına koyup ilk teneffüste de cesaretini toplayıp
anlatabilseydi derdini. Çok şey değişir miydi bugün?...

"Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar."

Unutkanlığım had safhada. Aradan geçen sürenin önemi yok. 8-10 Sene önceki çok da samimi olmadığım
bir sınıf arkadaşımın o günkü telefon numarasını dahi hatırlayabilirken o dönemki sıra arkadaşımın
adını günlerce düşünsem bulamayabiliyorum. Ya da az önce aklıma gelen bir şeyi on saniye sonrasında
tamamiyle unutmuş olabiliyorum. Ona da bunları söyledim. En son 7 yıl önce gördüğüm arkadaşımla
yazıştığımız sırada eskilerden akla gelenleri sordukça çoğunu hatırlamamıştım. Kendisi ile ilgili
şeyleri sorduğundaysa ona hatırlamadığımı söyledim. insan aradan zaman geçtikçe ve özellikle araya fiziki
mesafeler girdikçe çoğu şeyi aklından çıkarabiliyor. En derin hisleri bile güncelliğini kaybettikçe
törpülenebiliyor. Kalbî acı da buna dahil. Araya başka insanlar, meşgaleler girdikçe kişi ya da olayı
daha az düşünüp sonucunda acı hissettirmeyecek kadar anımsayabiliyor veya tamamen unutabiliyoruz.
Bunun bir yolu da fiziki etmenleri, hatırlatacak şeyleri ortadan kaldırmak doğal olarak.
Peki ya bu vücudunuzda, hele ki "acı" gibi güçlü bir duyguyu size tattıran bir etmense?

Aradan neredeyse 10 yıl geçmiş olsa bile sol elim en ufak zorlamada kendini hatırlatırcasına
başparmağından başlayıp kalbime doğru yol alan bir acıyı ve bu acının müsebbibinin beynimdeki hatıralarını
tetiklemeye devam ediyor. Bu arkadaşımla site üzerinden yazıştıktan bir süre sonra buluştuk.
Çokça eski okulumuzdan, eski arkadaşlardan konuştuk. Anlattığı çoğu şeyi ilk anda hatırlamayabiliyordum.
Elbette kendisini de sordu. Yıllar önce son olarak bir araya geldiğimiz doğum gününü de.
Tam hatırlamıyorum dedim. Söz açılmışken yakın zamanda olduğu için "geçmiş doğum günün kutlu olsun"
diyerek aldığım hediyeyi kendisine sundum. O bu hediyenin son doğum günü için olduğunu düşünüp
unutmadığım için teşekkür etti. Bense bugün gibi hatırladığım o doğum gününde kendisine veremediğim hediyemi
yıllar sonrasında da olsa verebildiğim, geç de olsa eskiden beri içimde kalmış bir ukteyi
yerine getirdiğim için mutluydum. Tabii ki bunları ona söylemedim.

Bugün görebiliyorum ki konuşamadığınız sürece aranızda aynı sınıf içerisinde 4 metre ya da şu anki gibi
1300 kilometre olmasının hiçbir farkı yok. Yıllar sonra olsa da içimde kalan ikinci ukteyi gerçekleştirip
o gülü de vermeli miydim acaba? Onu görünce tek hissettiğim içimde açtığı boşluğun bugün kendisinin bile
dolduramayacağı kadar büyük olduğuydu. Şu an için tamamiyle ayrı iki yolda ilerlediğimizden bu sorunun
cevabı benim için hayır. O beni verdiğim hediye dışında kısa zamanda unutacaktır. Ya ben?

"Geçti istemem gelmeni
Yokluğunda buldum seni
Bırak vehmimde gölgeni
Gelme, artık neye yarar?"

Necip Fazıl Kısakürek (1937) / Beklenen
**