bugün

başrollerinde cate blanchett ve brad pitt'in oynadığı ,10 kasım 2006'da vizyona girmesi beklenen film.
alejandro gonzalez inarrıtu'nun son filmidir. cannes 2006 altın palmiye en iyi yonetmen odulunu almıs filmdir. fas, tunus, meksika ve japonya'da gecen yine uc hikaye ekseninde donen bir filmmis, merakla bekliyoruz.
http://www.imdb.com/title/tt0449467/
fragmanının sonunda ' eğer anlamak istiyorsanız dinlemelisiniz. ' yazan ,merakla beklenen film.
dünyanın bambaşka bölgelerindeki bambaşka yaşamların birbirini etkilemesi ve her biri apayrı bir trajedi yaşamakta olan bu hayatlara odaklanan bir hikaye. insanı kesinlikle düşünmeye sevk eden çok iyi bir film. ayrıca cannes'dan en iyi yönetmen ödülü ile dönmüş bir film.
abartıldığı kadar muhteşem olmayan film. verdiğiniz paraya ve harcadığınız zamana değmez.
insanı derinden etkileyen roman okumayı sevenler için ideal başrollerde sadece brad pitt ve cate blanchett olduğu ancak diğer oyuncularında ( özellikle faslı cocukların oyunculuğu)cok iyi performans gösterdiği bir başyapıt.
yönetmenınde hakkını yememek lazım tabi girişten devamını bildiğiniz basit filmlerden hoşlanıyorsanız tavsiye etmeyecegim bir film.
tek kelimeyle inarritu kokan,aynı anda dört faklı açıdan merak uyandırıp olayları süper bir biçimde birbirine bağlayıp bitiren,sanatsal filmlere yatkınlığı olmayıp film dağarcığı o şimdi asker,sınav ve hababam sınıfı üç buçuk gibi filmlerle sınırlı olanların tabii ki beğenmeyeceği güzel film.

edit:brad pitt'i o kadar yaşlı Gael García Bernal'i ise film boyunca toplam 4 dakika kadar görmek biraz hayal kırıklığı yaratıyor.
son ana kadar bir süpriz olucak diye beklenen, yönetmenin diğer filmleri olan 21 gram ve amaros perosla kıyaslanınca biraz daha sıradan kaçan, lakin tabiki piyasadaki diğer filmlere bin basan, izlenesi bir film.
çekilen en iyi ve en yorucu üçlemenin (amaros peros, 21 gram ve babel) son filmi.
üç farklı kıtada yaşayan insanların hayatlarını kesiştiren, hali hazırda gösterimde olan filmler içinde izlenebilitesi en yüksek film. yönetmenin zaman kavramıyla ileri geri oynaması, faslı çocuklar ve sağır dilsiz japon kızın oyunculukları şapka çıkartmıştır. yönetmen; alejandro gonzalez inarritu filmini şu şekilde özetliyor; " babel'de, üçüncü dünya ülkelerinde farklı pozisyonlardaki dil engel ve sınırlarını aşarak iletişim kurmaya çalışan insanların çabası anlatılır. beş yıldan beri kendi ülkemden uzakta sürgünde yaşayan bir yönetmen olmasaydım bu engeller konusunda herhangi bir kişisel fikrim olmayacaktı. bu filmde iletişim kurmanın ne kadar zor olduğu; fikirler ve önyargıların bizleri ülke sınırlarından daha fazla ayırıp böldüğü anlatılır. "
babel, bir inarritu filmi olduğunu ilk sahneden kapanışına kadar belli eden bir film. aynı amores perros ve 21 grams'da olduğu gibi meksikalı yönetmen filme imzasını atmış yine. her ne kadar, üçlemenin en zayıf filmi gibi görünmesine karşın, yine de kesin bir karşılaştırma yapmaktan alıkoymaya çalışıyorum kendimi. çünkü; bir üçleme olsa da, inarritu'nun her filmi apayrı bir büyü taşıyor kendi içinde. apayrı öyküler anlatıyor.

oyunculara bakarsak, gael garcia bernal bu sefer çok az bir süre karşımıza çıkıyor. keza, brad pitt ve cate blanchett da aynı şekilde çok kısıtlı sürelerle görünüyorlar ekranda. filmin asıl kahramanları ise, faslı çocuklar ve japon kız. tam anlamıyla muazzam birer oyunculuk örneği sergiliyorlar. inarritu yine isimsiz kahramanlar yaratıyor bu filmde de. filmin, anahtar noktalarında da hep bu isimler ön plana çıkıyor.

üç farklı kıta, dünyanın üç uzak noktası..birbirlerinden habersiz, farklı dillerle iletişim kuran ve ancak ortak kaderleri yaşayan insanların inarritu'nun kamerasından yansıması..hayatı öğrenmeye çalışan çocuklar, yabancı bir ülkede 16 yıldır tutunmaya çalışan bir kadın ve önündeki duvarları aşamayan, iletişim kurmaya çalışan japon kız.

babel..modern zamanların gerçeğe öykünen masallarını, paralel hayatlar kurgusuyla anlatıyor bizlere..
ajax' ın 1986 doğumlu golcüsü.
izledikten sonra içinde bulunduğum hale şükretmemi sağlayan film. vermek istediği mesajları son derece gizli tutarak ucundan göstersede, flimi izleyen herkesin bilinç altına yerleşip insanı bir anda hayatta ki herşeyden uzaklaştırıyor. hayat bu bir şekilde dönüyör bu umursuz dünya diyorsunuz ve en sonunda bu hayat harbi boş bea diyorsunuz.** eksi olarak göze çarpan fakat kanımca öyle olmayan bir diğer özelliğiyle cinselliğin iğrençliğini ortaya çıkarmasıdır. kimini izlerken rahatsız edebilir* ama inanın orda da bir mesaj gizli.
japonya baglantisi kesinlikle kasmis ve izleyiciyi cezbetmek icin sagir-dilsiz japon kizin orasini burasini gostermekten baska bir islevi olmayan, kendi hikayesinin babel'le baglantisini kurmak icin bin dereden su getirmenizin gerektigi, brad pitt'in yine rol yapmadigi zaman kaybi film.
sinemasal anlamda tam bir eleştirisinin yapılabilmesi için birden çok kereler izlenmesi gereken filmdir.

öncelikle, belirtilmelidir ki, babel önceki inarritu-arriaga filmlerinden daha farklı ve ayrı bir yerde incelenmesi gereken bir filmdir. şöyle ki; üçlemenin tüm filmlerinde ortak özellikler gözlemlenmekle birlikte, inarritu babel'de en basitinden kurgusal düzenlemede farklılığa gitmiştir. amores perros ve 21 grams'ın aksine, babel'de kurgu çok daha doğrusaldır ve yönetmen esasen izleyicinin kurguyla aklının karışmamasını ve anlatılmak istenen duyguyu, mesajı doğrudan algılamasını amaçlamıştır. bu nedenle, üçlemenin diğer filmlerinde sıkça başvurulan flashback'leri bu filmde görememekteyiz. hikaye bu sefer, eş zamanlı bir şekilde ilerlemektedir.

filmin esas temasına bakarsak, anlatılan temel kavramın iletişimsizlik olduğunu görürüz. gerçekten de, yönetmen filmin adına atıf da yaparak * insanlar arasında her geçen gün büyüyen uçurumları, iletişimsizlikleri, anlaşmazlıkları taşımak istemiştir beyazperdeye. ve bunda kısmen başarılı da olmuştur. öyle ki; sürekli gelişen, değişen dünya ve teknolojik sistem iletişim olgusunda ilerleme sağlarken, insanların birbirlerine yabancılaşmasını da beraberinde getirmektedir. başka bir deyişle, gelişen teknoloji insanları çok daha iletişimden yoksun, mutsuz ve en önemlisi yalnız hale getirmektedir. filmin temelinde anlatmak istediği budur. yönetmen bunun için de, teknolojinin hemen hemen hiç olmadığı tabir-i caizse gri renkteki fas'ı ve nerdeyse bir uzay şehrini andıracak derecede renkli ve teknoloji cenneti olan tokyo'yu mekan olarak bu nedenle seçmiştir. yine, karakterlerin farklı ırklardan ve farklı dillerden seçilmesi de elbette ki tesadüfi değildir. burada da amaç, aynı dili konuşmasalar aynı kültürel geçmişten gelmeseler dahi, günümüz insanının benzer iletişimsizlik sorunlarından muzdarip olduğunun vurgulanmasıdır.

esas temanın dışında, filmin yan unsurlarla desteklediği başka göndermeleri de mevcuttur. nitekim; iletişimsizlik ve uzaklaşma, beraberinde ayrımcılığı, yabancılaşmayı ve yabancılaştırmayı da getirmektedir. meksika sınırında, sınır polisinin meksikalı aileye zorluk çıkarması ve sadece "yabancı" oldukları için onlardan şüphelenmesi de bu ayrımcılık sorununa bir vurgu niteliğindedir. yine, fas'taki adam yaralama olayının ilk etapta terörist bir saldırı zannedilmesi, diplomatik krize yol açması, turist kafilesindeki bazılarının fas'ta can güvenliklerinin tehlikede olduklarından dem vurmaları da hep 11 eylül sonrası oluşan toplumsal paranoyanın beyazperdedeki eleştirisidir. bu bakımdan, hikayenin başlangıcı olarak bir islam ülkesi olan fas'ın seçilmesi de tesadüf sayılmamalıdır.

filmin tokyo ayağına baktığımızda da, esas temanın desteklendiği görülmektedir. değinildiği üzere, bir teknoloji cenneti sayılabilecek tokyo'nun cıvıltılı, rengarenk ve en önemlisi gürültülü dünyasındaki sağır ve dilsiz kız, bize teknolojinin getirdiği yabancılaşma duygusunu ve birbirinden soyutlanmaya yüz tutmuş hayatları anlatmaktadır. bu noktada, yine bir inarritu-arriaga klasiği olarak, ailevi sorunlar yaşayan sorunlu bir genç insan ve ebeveyni ile içinde bulunduğu uzaklık teması da karşımıza çıkmaktadır.

filmin anlatmak istediklerinden sonra, eleştirilerin yoğun olarak toplandığı noktalara da değinmek gerekmektedir. filmle ilgili en temel eleştiri; inarritu-arriaga ikilisinin üçlemenin her üç filminde de ailevi sorunlar yaşayan gençler ve ebeveynleri ile olan bozuk ilişkilerini konu olarak ele almasıdır. bu biraz işin kolaycılığına kaçmak gibi gösterilmektedir ki son derece doğrudur. bu olay örgüsü, izleyicinin her üç filmde de karşısına çıkmıştır ve orjinalliğini yitirmiştir. bunun dışında, temel olarak senaryonun da diğer filmlere göre daha eksik ve yer yer "zorlama" olduğu da bir gerçektir. arriaga bu sefer, paralel hayatların öyküsünü anlatırken, sade tarzını bir kenara bırakmış ve olaylar arasında izleyicinin zaman zaman kurmakta zorlandığı bağlar yaratmıştır. nitekim; filmden çıkan her izleyicinin temel eleştirisi, olay örgüsünün japonya'ya bağlanışının oldukça yapay duruşudur ki bu da haklı bir eleştiridir * *.

sonuç olarak; babel, alejandro gonzalez inarritu'nun diğer filmlerinden oldukça farklı bir film olmuştur. gerek oyuncu kadrosunun tanınımışlığı * gerekse senaryodaki eksiklikler ve yapaylıklar filmin, üçleme içinde ayrı bir yere konulmasını sağlamıştır. bunun yanında, diğer filmlerde müzik baskın bir öge değilken bu filmde oldukça ön plandadır. velhasıl, üçleme tamamlanmıştır ve nihai kararı her izleyici kendi yorumu ve düşünceleri dahilinde verecektir. *
birbirinden alakasız mekanların bir anda izleyiciye sunulduğu, izlendikçe aralarındaki bağlantların kurulduğu film. öyle ki disko ortamından sonraki sahnede bir anda keçilerin çölde koşuşturduğu bir kareyi hatırlıyorum filmde. yönetmenin başarısı, oyunculuklar üst düzeyde ama iç karartıcı filmleri sevmiyorsanız uzak durulması gereken bir film.
Dört ülkede geçen mükemmel sosyolojik bir filmdir. Babilde başlayan sorun bütün ülkeleri zincirleme etkisine almaktadır. Sonuç bölümünde izleyiciyinin kafasında soru işaretleri oluşuyor.
hakkında yazılanları okuduktan sonra ziyadesiyle yorulduğumdan üstüne bir şey yazmayacağım filmdir. biricik brad'imin göz altlarındaki torbaların makyaj hilesi olduğuna can-ı gönülden inandığımı, o gün arasız gösterim günü olduğundan, salı günü kanyon'da sinemaya gitmenin hıyarlık olduğunu, ayrıca filmi izleyenler arasında "aa bak ses gitti, şimdi kız sağır ya, onun açısından gösteriyorlar annadın mı aşkım" diyen dangalaklar varsa, yine bu dangalakların "bak, çıkıyor görüyor musun, anlamadı tabi filmden salak" deme ihtimaline aldırmayıp salondan koşarak uzaklaşılması gerektiği söylemekten başka bir diyeceğim yok.
yönetmenin olayları birbirine bağlamak için kasım kasım kasıldığını düşünmeme sebep olan filmdir... bana sanki bir amores perroshavası yakalamaya çalışmışlar gibi geldi ama uzun ve boğucu sahnelerle boğmuşlar filmi son derece sıkıcıydı... filmin sonuna doğru japon kızın faslı ufak kardeşe verip rahatlayacağını düşündüm ama o da tutmadı...
film boyunca beraretini vermeye çalışan japon kızın dramı filmi sürükleyici hale getirmiş,filmde eksik olan merak unsurunu oluşturmuştur. Filmin bu konu aydınlatılmadan bitirilmesi kafalarda soru işareti bırakmakla beraber filmin sonlarına doğru gördügümüz beyaz kedinin suratındaki mutlu ifade ve ugradığı denge kayıpları şüphelerimizin onun üzerine yoğunlaşmasına sebep olmuştur. acaba verdi mi? Olmasa da olur bir yapım.
evlenen meksikalı çiftin düğününden gözlemlediğim unsurlarla bi türk düğünü izliyormuş hissine kapılmamı sağlayan yapım..

+ damadın ceketine yapıştırılan para
+ plastik beyaz masa üzerine üzerine gelişi güzle bırakılmış kolalar ve plastik bardaklar
+ havaya ateş açılması
+ bıyıklı, esmer, parlak kıyafetler içindeki hafif tambul yapıdaki amcaların izleyicileri coşturma, düğünü hareketlendirme çabası
+ ortada koşuşturan kan ter içindeki sıpacıklar
film şablonu amores perros ile birebir örtüşen film. * *
akp'li kartal belediyesinin kültür etkinlikleri çerçevesinde gösterdiği, fakat zihniyeti bozuk makinistin; cinsel içerikli sahneleri eliyle kapatma yöntemiyle sansürlediği film. zihniyet bellidir, farklı bir davranış da beklenemez. ilgili haber için;

http://www.haberturk.com/...cat=110&dt=2006/12/16
babel.. aynı anda dunyanın farklı yerlerındeki insanların halet-i ruhiyesi, yasadıgı sartları gozler onune seren bır fılm. aynı anda bır ambulansın bıle bulunmasının zor oldugu fastaki kucuk bır cobanla, teknolojıden her turlu nımetı edınmıs tokyadakı genc bır kızın aynı duyguyu paylasabılmesı.. fasta oglunun olmesıyle yıkılan bır babayla, tokyoda sagır dılsız kızı ıcın aglayan bır baba, ya da fastan amerıkada bıraktıgı cocuguyla konusurken goz yaslarını tutamayan bir baba. sartlar, kosullar ne kadar degısırse degıssın, hıcbırzaman degısmeyecek duygular. bunları anlatmayı basarabılmesı bakımından cok basarılı bir fılm. muzıklerını de cok etkıleyıcı buludugumu belırtmelıyım babelin.
dikkat spoiler icerebilir!

iletisim sorununu cok guzel yansitan ve kor goze parmak sokarcasina bagiran bir film. hayatin onemini bir amerikalinin bir de faslinin gozunden gostererek bize bir seyler anlatmaya calisiyor galiba(!) bu yonetmen. cunku, bir amerikali irak'taki bir askerinin hayatini bin iraklinin hayatindan evla gormesinin sebebi nedir diye dusunen arkadaslara da yardim etmistir. ben sahsen beyaz amerikali kadinin yasami icin endiselendim fakat yusuf'un abisi oldugunde cok da icim burkulmadi. veya fas polisi yasli amcayi sorgularken hissetigim caresizlik, cate blanchett'in vurulduktan sonraki caresizligine duydugum sempatiyi yakalayamadi. film sektoru diyelim, basin diyelim...
herkes farkli bakis acilarindan bakiyor, kimse kimseyi dinlemek istemiyor filmde. meksikali teyzemin acisini biliyoruz, cunku onunla birlikte yasadik o ani. ama gumrukteki amcamin cok umrunda degil. meksikadan amerikaya gecen bir insana guvenmesi olanaksizdir. modern cag bizi buna itmistir. iletisim imkanlarimiz gelistikce iletisim zorlasmistir. japon kiz her ne kadar cabalasa da iletisim konusunda basarisizdir. digerleriyle ayni olmadigi icin, digerlerini dinleyemedigi icin farklidir ve herseyi farkli algilamaktadir. mutlulugu cinsellikle bagdastirmaktan baska secenegi yoktur.
tamam, farkliyiz. 2 tur insan var karsimizda. kolanin icine konulan buzun hangi sudan geldiginden suphelenerek atan bir insan. digeri de yemegi eliyle yiyen bir insan. birisi tavugun bogazini eliyle koparirken digeri saskin saskin neden oyle yaptigina bakabilir. birisi ablasini soyunurken izlemesi karsisinda babasindan dayagi yerken digeri ciplak kizina cekincesiz sarilabilir. farkliliklar hakim dunyalarimiza... onemli olan ise bunlari anlayabilmek, dinleyebilmek.
turist kafilesindeki bencil tipler onyargilariyla bulunduklari yerden kacmaya calisirken, yardim eden fasli elemana brad pitt'in uzattigi parayi almamasi ile cevap vermistir yonetmen. egri oturup dogru konusalim, hangi dogulu bir koylu oyle bir olay sonrasi yasadigi mahcubiyet sebebiyle o parayi alabilir... iste bununla birlikte onyargi ile ortak ozelliklerin farkini vermistir yonetmen. onyargi, medya yardimiyla gozumuze sokulan ve bilincaltimiza cikarlar dogrultusunda yerlestirilen bir metadir. gorulmek istenmeyen iyilikler ise gizlenir. cunku kimsenin bekleyip dinleyip anlayacak kadar zamani yoktur.

kisacasi carpan, darmadagin eden ve kimsenin gormek istemediklerini gosteren bir film babel. insanin canini sikan, bogazinda yumru birakan ve yutkunmayi engelleyen bir yumru...
izlenmeli.

serbest cagrisim
(bkz: zaman gazetesi reklami)