#tarih

  • cumhuriyetimizin ilk yıllarında sağlıklı çocuklar, sağlıklı bir nesil, sağlıklı bir gelecek yetiştirmek için başlatılan, ulu önder atatürk'ün fevkalade önem verdiği projedir.

    şimdi günümüzde bazıları, (bkz: atatürk ün 5 yaşındaki manevi kızına bira içirmesi) diye karalama yapıyorlar ya hani, o dönem çocuklara bira içirildiği yalanını söylüyorlar ya, ben size şimdi "o dönem" i anlatacağım anlatabildiğim kadar...

    gürbüz türk çocuğu projesi daha kurtuluş savaşı yıllarımızda doğu cephesi komutanı kazım karabekir paşa tarafından başlatılmıştır.
    o yıllar, türk milleti topyekün bir kurtuluş mücadelesine girmiş, yokluk, fakirlik...
    üstüne üstlük bu yoksulluk ve fakirlikle birlikte bir de öksüz yetim pek çok çocuk. türk çocuğu...

    ama bütün bu olumsuz şartlara rağmen o yoksul, yetim, öksüz çocuklara kanat geren, sahip çıkan bir komutan, kazım karabekir paşa...
    (bkz: kazım karabekir in kurduğu gürbüzler ordusu)
    görsel

    işte karabekir paşa'nın bu çocuklardan oluşturduğu gürbüz çocuklar ordusu, cumhuriyetimizin ilk yıllarında başlatılan bu gürbüz türk çocuğu projesinin de ilham kaynağıydı.

    biz şimdi tekrar cumhuriyetin ilk yıllarına dönelim.

    ulusal kurtuluş savaşımızdan zaferle çıkıp cumhuriyetimizi ilan ettikten sonra devletin el atması gereken ilk temel sorunlardan biri sağlık sorunuydu.
    ülke sağlık sorununun en önemli konusu da şüphesiz ki çocuk sağlığıydı.
    cumhuriyetimizin ilk yıllarında malesef her canlı doğan 5 çocuktan 4'ü hayatını kaybetmekteydi.
    bu ölüm oranı, savaşlarda kaybedilen insan sayısından kat kat fazlaydı.

    çocuk ölümlerinin bu kadar yüksek olması, sağlıklı çocuklar yetiştirmenin bir milli mesele olarak görülmesine neden olmuştur.
    sağlam bir cumhuriyet için sağlam çocuklar şarttır.
    çocuk demek gelecek demektir. gelecek demek sağlam temeller üzerine oturtulmuş dinamik bir cumhuriyet demektir.

    işte bu şartlar altında, sağlıklı çocuklar, sağlıklı bir nesil yetiştirmek, çocuk ölümlerini en aza indirerek önlemek için başlatılan proje, gürbüz türk çocuğu projesi'dir.

    gürbüz türk çocuğu projesi kapsamında, himaye-i etfal cemiyeti desteklenmiş, bu cemiyetin çıkardığı "gürbüz türk çocuğu dergisi" ile proje halka anlatılmış, okullarda okutulmuştur.

    "Sakarya ne ise Türk çocuğu odur" parolasıyla yayın hayatına başlayan dergi, sağlıklı bir çocuğun yetişmesi için öncelikle eğitimli bir annenin olması gerektiği vurgulamıştır.

    dergide çocuk sağlığı konusunda bir çok doktor yazı kaleme almış, bu yazılarda çocukların fiziken ve ruhen sağlıklı yetişmesi için neler yapılması gerektiği ailelere anlatılmıştır.
    çocukların iyi gıda alabilmesi, giyimine ve temizliğine dikkat edilmesi, şımarık yetiştirilmemesi, sert davranışlardan kaçınılması, şefkatle yaklaşılması, anne babaların davranışlarının örnek olması gibi hususlar dergide yer alan konulardan bazılarıdır.

    gürbüz türk çocuğu projesi kapsamında yapılan etkinliklerden biri de, "gürbüz türk çocuğu yarışması"dır.
    bu yarışma ile halk, sağlıklı çocuklar yetiştirmeye teşvik edilmiştir.

    gürbüz türk çocuğu yarışmalarına ait bazı görseller;
    görsel
    görsel

    bakınız, anne sütünün önemine dikkat çeken dergide basılan bir fotoğraf;
    görsel

    şimdi, çocuklarına bu kadar kıymet veren, gelecek nesillerin sağlıklı yetişmesi için üzerine titreyen bir cumhuriyet ve o cumhuriyetin kurucusu, kalkacak ve çocuklara bira içirecek öyle mi?

    içirilen şeyin bira olmadığını, bira gibi malttan üretilen, lakin alkolsüz bir içecek olan "şark malt hülasası" olduğunu daha önce de yazdık.

    şark malt hülasası adı verilen bu içecek, osmanlı döneminde ve cumhuriyet'in ilk yıllarında bira fabrikalarında bebeklere ve çocuklara yönelik olarak imal edilmiş ve eczanelerin başköşelerinde yer almıştır.
    görsel

    malt hülasası, sadece türkiye’de değil dünyada da bebekler ve çocuklar için kullanılmış bir içecektir.
    ayrıca malt hülasası anneler için de faydalıdır, malt hülasası içen annelerin sütleri de bol olur.

    pek çok yararı olan bu içecek bizzat atatürk'ün direktifleri ile atatürk orman çiftliğinde üretilmiş ve çocuklara ve annelere içirilmiş, daha önceki yıllarda eczanelerde satılan bu içecek halkla buluşturulmuş, gürbüz türk çocuğu projesi kapsamında çokça kullanılmış ve pek çok faydası görülmüştür...

    işte böyle, sağlıklı nesiller yetiştirmek amacıyla uzun yıllar sürdürülen bu proje ile çocuk ölüm oranlarında ciddi bir düşüş olmuş, daha sağlıklı, hastalıklara dirençli çocuklar yetiştirilmiştir.

    lakin atatürk döneminde başlayan pek çok proje gibi, gürbüz türk çocuğu projesi de atatürk'ün ölümü ile birlikte rafa kaldırılmış, uygulamadan çıkarılmış, üzerinde çalışma yapılmamaya başlanmış ve nihayet marshall yardımlarının başlamasıyla topyekün unutulmuştur...

    #tarih
  • şikayet et
  • 38520786
  • eski türkiye de 1930 yılında asılan pankart

    1.
  • şu pankarttır;
    görsel

    evet, "önce buğdayı bile dışarıdan alırdık, şimdi ipekliyi bile memlekette yapıyoruz" yazıyor.

    ne kadar anlamlı.

    henüz 7 yıllık bir cumhuriyet, ama öyle bir kalkınma ve sanayi hamlesi başlatılmış ki, az zamanda çok işler başarılmış.
    ve o genç cumhuriyet kendi yerli ve milli uçağını bile üretir hale gelmiş.

    şimdi bu pankartın asılmasından 87 yıl sonrasındaki durumumuza bakıyoruz.

    -buğday ithal ediyoruz,
    -mısır ithal ediyoruz,
    -et ithal ediyoruz,
    -kuru fasulye, nohut, mercimek ithal ediyoruz,
    -hayvanlarımız için saman ithal ediyoruz.

    toplam 126 değişik ülkeden tarım ürünleri ithal ediyoruz.

    bize mi yazıklar olsun, yoksa bizi bu hale getirenlere mi?

    #tarih
  • şikayet et
  • 38195841
  • abdülhamid han döneminde açılan içki fabrikaları

    1.
  • abdülhamid han'ın kaybettiği topraklar dolayısıyla efkarlanan halkımızın kederini alabilmek adına açılan alkollü içecek fabrikalarıdır.
    abdülhamid han muzaffer daima döneminde yurdun dört bir yerinde pek çok alkollü içki fabrikası açılmış, halk teselliyi içkide bulmuştur.

    işte abdülhamid han döneminde açılan içki fabrikaları listesi;

    ♦bomonti bira fabrikası.

    ♦elif rakısı.

    ♦fertek rakı fabrikası, fertek şarap fabrikası.

    ♦erdek rakısı.

    ♦umurca rakı fabrikası.

    ♦olimpos bira ve şampanya fabrikası.

    ♦deniz kızı rakı fabrikası.

    ♦nektar bira ve şarap fabrikası.

    ♦üzüm kızı rakısı ve üzüm kızı şarapları.

    ♦dimitrakopulo şarap fabrikası.

    #tarih
  • şikayet et
  • 38176948
  • izmir e ilk girecek askere 500 altın veren yahudi

    1.
  • beyrut eşrafından yahudi bir esnaf olan misbah efendi'dir.

    9 eylül 1922'de izmir'in palikaryalardan temizlenmesi ile birlikte de sözünü tutmuş, vaad ettiği 500 altın lirayı tbmm'ne teslim etmiştir.

    bu 500 altın lira da izmir'e ilk giren kahramanlar olan yüzbaşı şerafettin bey ile yüzbaşı zeki bey arasında paylaştırılmıştır.

    ayrıca yüzbaşı şerafettin bey'e, buhara'dan gelen 3 değerli kılıçtan biri de verilmiştir.
    (bkz: buhara dan gelen 3 kılıç ve izmir in kurtuluşu)

    #tarih
  • şikayet et
  • 37712358
  • buhara dan gelen 3 kılıç ve izmir in kurtuluşu

    1.
  • Milli mücadele’nin dönüm noktası olan Sakarya Meydan Muharebesi kazanılmış, Türk Milleti’nin morali yerine gelmişti.
    Sadece Türk Milleti’nin mi?

    Tüm Türk ve islam Coğrafyası coşkuluydu bu zafer sonrasında.

    Artık Türklerin 1699’dan beri süregelen geri çekilmesi son bulmuş, düşman Polatlı’da durdurulmuş hatta fevkalade yıpratılmıştı. Artık herkes bir taarruz bekliyor ve istiyordu.

    işte Ocak 1922’de ta Buhara’dan bir heyet geldi Ankara’ya. Hem zaferin coşkusunu paylaştılar, hem de taarruz için moral ve destek verdiler.

    Heyet Buhara’dan boş gelmemişti. Yanlarında Buhara Halkı adına 3 değerli kılıç getirmişlerdi.

    Kılıçlardan biri Başkomutan Mustafa Kemal’e verildi, 2. Kılıç ismet Paşa’ya takdim edildi. Peki ya 3. Kılıç? 3. kılıç kimin içindi?

    Buhara Heyeti’nin temsilcisi bu 3. kılıcın izmir’e ilk girecek komutana verilmesini rica etti Mustafa Kemal’den.

    Evet bu da gösteriyor ki izmir ve izmir’in kurtarılması o dönem için hem Türk, hem islam dünyası için bir “Kızıl Elma” idi. Mustafa Kemal seve seve kabul etti bu teklifi.

    26 Ağustos Sabahı taarruza başlamak üzre olan her askerin, her komutanın rüyalarını süslüyordu bu kılıç.

    Ve işte 26 Ağustos sabahı Kocatepe’den Afyon’a, oradan Dumlupınar’a, Uşak’a ve nihayetinde izmir’e doğru başlayan bu Büyük Taarruz’un sonunda 9 Eylül 1922’de ilk Türk Süvarileri izmir’e girmeye başladı.
    Bu ilk süvari birliklerimizin başında da Fahrettin Altay Paşa’nın gözbebeği, akıncı Yüzbaşı Şerafettin Bey vardı.
    Daha sonra “izmir” soyismini alıp izmir Kızıl Elmasını ömrü ile bağdaştıran Şerafettin Bey, aynı zamanda izmir Hükümet Konağı’na çıkıp Yunan Bayrağını indirip yerine şanlı Al Bayrağımızı diken komutanımızdır.

    Ve savaşın bitimi, izmir’in kurtulması ile birlikte işte bu Buhara’dan gelen 3. Kılıç Yüzbaşı Şerafettin Bey’e verildi. Şerafettin Bey bir ömür boyu bu kutlu armağanı bir şeref göstergesi olarak yanından ayrılmadı, ona sahip çıktı son nefesini verene kadar.

    Ammavelakin Şerafettin Bey’in vefatından sonra kılıç eşi tarafından müzeye verilmek üzre istanbul Valiliğine teslim edildi, daha sonra da kayboldu.
    Kılıç hiçbir zaman müzeye verilmedi, müzeye konulmadı.

    Görsel-1)Yüzbaşı Şerafettin Bey ve izmir Hükümet Konağına Bayrağımızı diken silah arkadaşları.
    görsel

    Görsel-2)Yüzbaşı Şerafettin Bey ve Buhara'dan gelen Üçüncü Kılıç.
    görsel

    Görsel-3 ve 4)Üçüncü Kılıç'a dair resmi belgeler.
    görsel
    görsel

    9 eylül bayramı kutlu olsun...

    #tarih
  • şikayet et
  • 37709199
  • öğrenci patron gazeteci kaymakam ve asker

    1.
  • 6-7 eylül olayları ile alakalı 5 farklı kimlik, 5 farklı karakterdir.

    1-)öğrenci:
    adı; oktay engin.

    tarih 1955, 5 eylül'ü 6 eylül'e bağlayan o gece selanik'teki atatürk evinin olduğu yerde bir patlama duyuldu.
    patlamada atatürk'ün evinde hasar oluşmamıştı.
    zira atılan bomba bir ses bombasıydı.

    yunan hükümeti bir soruşturma başlattı.
    soruşturma sonucunda iki türk yakalandı. bunlardan biri konsolosluk görevlisi hasan uçar'dı.
    diğeri ise batı trakya türklerinden olup, selanik'te hukuk okuyan öğrenci oktay engin'di.
    bombayı temin eden hasan uçar, eylemi gerçekleştiren oktay engin'di.
    konsolosluk görevlisinin diplomatik dokunulmazlığı vardı, zaten oktay engin de suçu üstlenmişti. ceza almadı, tutuksuz yargılanmak üzre yunanistan dışına çıkış yasağı konarak serbest bırakıldı.
    serbest bırakılır bırakılmaz türkiye'ye kaçtı(kaçırıldı).
    yunanistan iadesini istedi, türkiye vermedi.
    üstelik istanbul üniversitesi hukuk fakültesinde öğrenimine devam etti.
    takılmadan okulu bitirdi.
    okurken de istanbul belediyesi tarafından maaşa bağlandı.
    mezun olur olmaz çankaya kaymakamı oldu.
    çankaya evet, türkiye'nin en büyük ilçelerinden biri, devletin kalbinin attığı yer.
    sonra emniyet genel müdürlüğü tarafından özel istekle istendi.
    siyasi işler müdürlüğüne atandı.
    en az 15 yıllık bir tecrübeye sahip olması gereken bu göreve genç yaşta atanmıştı oktay engin.
    son olarak vali oldu.
    atatürk'ün evini bombalayan adam türkiye cumhuriyetinde valilik yaptı...
    -----------------------------------------------

    2-)patron;
    (bkz: 6 7 eylül olaylarının gazcısı ekspres gazetesi)

    adı; mithat perin.

    6-7 eylül olaylarının gazcısı istanbul ekspres gazetesinin sahibi.
    gazeteyi 1951 yılında devraldı.
    daha doğrusu gazete ona demokrat parti iktidarı tarafından verildi.
    mithat perin'in gazetesi ortalama 20 bin tirajlı bir gazeteydi.
    olaylar sırasında 290 bin tiraj yaptı.
    6-7 eylül olaylarından önce seka'dan yüklü bir kağıt alımı yaptığı ve gazete kağıdı stokladığı ortaya çıktı.
    olaylardan sadece 1.5 sene sonra demokrat partiden milletvekili oldu.
    sonraki yıllarda Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu Başkanlığı, Türk Hava Yolları Yönetim Kurulu Üyeliği, istanbul ve izmir Gazeteciler Cemiyetlerinin başkanlığını yaptı...
    ---------------------------------------------------

    3-)gazeteci;

    adı; gökşin sipahioğlu.

    gökşin sipahioğlu 6-7 eylül olayları sırasında istanbul ekspres gazetesinin genel yayın yönetmeniydi.
    meşhur 2. baskıyı hazırlayan ta kendisiydi.
    daha sonraki yıllarda kriz olan her ülkede, her yerde en ön sırada yer aldı.
    dünya basınına fotoğraf-haberler geçti.
    sipa press ajansını kurdu.
    avrupa'da mit için çalıştığı söylendi.
    reddedildi.
    ama yıllar sonra eski patronu mithat perin onun mit için çalıştığını itiraf etti.
    -----------------------------------------------------

    4-)kaymakam;

    adı; hayrettin nakipoğlu.

    6-7 eylül olaylarının beyoğlu kaymakamı.
    polislere "duyarlı gençlere sert müdahale edilmesin" talimatını verdi.
    sonra emniyet genel müdürlüğüne terfi ettirildi.
    emniyet genel müdürlüğü sırasında atatürk'ün evini bombalayan "öğrenci" oktay engin'i siyasi şube'nin başına getiren kişi hayrettin nakipoğlu'ydu.
    nakipoğlu daha sonra vali oldu.
    ardından adalet partisinden milletvekili.
    1970 yılında da bayındırlık ve iskan bakanlığı yaptı.
    ----------------------------------------------------------

    5-)asker;

    adı; sabri yirmibeşoğlu.

    6-7 eylül olayları sırasında seferberlik tetkik kurulunda görevliydi.
    sonrasında özel harp dairesi başkanı oldu.
    "6-7 Eylül bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı." diyerek geç de olsa itirafta bulundu.
    bu 5 kişi içinde en samimi, en delikanlı olanıydı aslında.
    ----------------------------------------------------------

    bir devlet ne kadar derin olabilir?

    o günün olaylarını, bugünün şartlarıyla değerlendiriyoruz şu an.
    ama bu 5 kişiyi ortak paydada buluşturan neydi? kimdi? hangi organizasyondu?

    bakınız 27 mayıs'ta bunların tamamı cezaevinde yattı üstelik.
    tüm amerikan kuklaları gibi.
    lakin 27 mayıs süreci tamamlanıp demokrat parti zihniyeti adalet partisi olarak hortlayınca hepsi yeniden önemli görevlere getirildi.

    demokrat partiye yön verenler, adalet partisine yön verenler, anap'a yön verenler, akp'ye yön verenler kimdi ise, bu 5 kuklanın ipini tutan da onlardı.

    hani şu millet zeytinyağından vazgeçip margarin kullansın diye, zeytinyağlı yiyemem aman türküsünü besteleyenler işte.
    tanıyorsunuz onları...

    #tarih
  • şikayet et
  • 37690077
  • 26 ağustos 1922 sabahı askerlerin gördüğü bozkurt

    1.
  • 26 ağustos 1922 sabahı afyon ovasında meydana gelen bir olayda bahsedilen bozkurt'tur.

    aşağıda yazanlar konya, aksaray 1900 doğumlu. 57'nci tümen 33'üncü alay 2.tabur çavuşlarından hasan oğlu mehmet tarafından, 30 ağustos 1975'te anlatılmıştır.

    "26 ağustos 1922 sabahına kadar, günlerce gece yürüyüşü yaptık.
    bir önceki günde akşamdan sabaha kadar yürüdük.
    dağ, taş askerle dolu idi.
    şafak atmış ortalık yavaş yavaş ağarmaya başlamıştı.
    ben manga çavuşu olduğum için önde yürüyordum.

    derken 20-30 metre ilerimizde bir kurt belirdi.
    kurdu görenler heyecanla bağrışmaya başladılar.
    kurt önümüzde yürüyor, bazen dönüp bize bakıyordu.

    arkadaşlarla "uğur, uğur!... bu kurt uğurdur. zafer müjdecisidir. inşallah zafer bizimdir" diye konuşuyorduk.
    moralimiz birden bire düzeldi.
    o kalabalık asker arasında bu kurt nereden gelmişti, nereye gidiyordu bilmiyordum.
    ama biz "zafer bizimdir" diye sevindik.

    zira bizim memlekette "kurt görmek insanlara uğur getirir" derler.
    ama, diğer asker arkadaşlar da aynı inanca sahiplermiş, onların memleketlerinde de kurt görmek uğurmuş…

    kurt önümüzde 15-20 dakika yürüdü.
    sonra kaybettik.
    eminim ki öteki birliklerdeki askerler de bu kurdu gördüler."

    bozkurtlar ulusun, tanrı türkü korusun...
    görsel

    edit: 2 sene önce bunu yazdığımda beni hayal üretip yazmakla suçlamışlardı.

    ama bakın ismini bile vermişim gazimizin başlığın ilk entrysinde.
    kurtuluş savaşı gazimiz 15, fırka 38, alaydan mehmet ali soy, askerlerimizin önünden geçen ve zaferi müjdeleyen bozkurtu anlatıyor;
    https://streamable.com/tq5aa1

    videonun uzun hali için;
    https://www.trtarsiv.com/...azi-mehmet-ali-soy-124486

    #tarih
  • şikayet et
  • 37596549
  • kazım karabekir in kurduğu gürbüzler ordusu

    1.
  • hani derler ya, "her türk asker doğar" diye.
    bundan şüphesi olan varsa, şu görsele baksın;
    görsel

    doğu cephesi.
    silah altına alınacak yetişkin er yok.

    ama bir paşa var.
    kazım karabekir...

    elindeki kısıtlı imkanlara rağmen, erzurum ve havalisindeki öksüz, yetim çocuklara sahip çıkıyor, kol kanat geriyor.
    asker yok.
    ama vatanın öksüz ve yetim evlatları çok.

    çocuklar karabekir'e diyor ki;
    "paşam, babalarımız, abilerimiz, amcalarımız yoksa, biz ne güne duruyoruz?"

    paşa ağlıyor.
    hıçkıra hıçkıra ağlıyor.
    kol kanat gerdiği, üzerine titrediği evlatlarıyla gurur duyuyor.

    ve onları da askere alıyor, orduya kaydediyor.
    cephe gerisinde her an tetikte, ihtiyaç hasıl olması durumunda vatan savunmasına hazır onlarca aslan parçasından çakı gibi müfrezeler bina ediyor.

    işte onlar karabekir paşa'nın gürbüzler ordusu olarak anılıyor, nam salıyor.

    karabekir paşa'nın bu gürbüz evlatları, daha sonra türkiye cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra bir devlet politikası olarak uygulanan "gürbüz türk çocuğu projesi"ne de ilham kaynağı oluyor.

    #tarih
  • şikayet et
  • 37257449
  • atlas tarih

    6.
  • geç keşfettiğim, içeriği zengin ve kaliteli tarih dergisi. genellikle ilber ortaylı'nın yazması da almamda önemli bir etken. tarihe objektif şekilde bakabilen insanlar, gönül rahatlığıyla alabilir. yalnız özel sayılarını zamanında almadığım için çok pişmanım. şimdi bulamıyorum.
    hülasa piyasada #tarih'le birlikte okunası dergi.
  • şikayet et
  • 36906103
  • ikinci abdülhamid ve yahudiler

    1.
  • hayırlı abdülhamidler...
    şimdi sizlere bir görsel sunuyorum;
    görsel

    bu görsel 1901 yılına ait bir yahudi tebrik kartı.
    roş aşana bayramı münasebeti ile bastırılmış olan kartta iki silüet görüyoruz.
    bunlardan birisi nilhan osmanoğlu'nun dedesi ikinci abdülhamid...
    karttaki diğer kişi ise siyonizmin babası theodor herzl...

    bu "roş aşana" dediğimiz bayram yahudilerin yeni yılıdır.
    yahudi inancının yılbaşısıdır yani.
    karttaki ibranice yazıda da zaten "iyi yıllar - sultanın kalbi tanrı'nın elindedir - tanrı sizi siyon'dan (israil) kutsasın." yazmakta.

    şimdi ben bunları neden yazıyorum?
    biliyorsunuz ki osmanlı'yı çarpıtan, osmanlı ile alakası olmayan birtakım zevat, abdülhamid'i yahudiler ile, daha doğrusu siyonizmle mücadele eden bir kahraman olarak lanse ediyorlar son yıllarda.
    bu antisemitik yaygara ile abdülhamid'den kendilerine bir ata yaratmak niyetindeler.

    oysa ki ikinci abdülhamid siyonizmle savaşmak bir yana, osmanlı topraklarında siyonizmi kalıcılaştıran, siyonizme müsade eden hükümdardır.

    bu çok ciddi bir iddia belki, ama sunacağım doneler ile iddiamın haklılığını kanıtlamaya çalışacağım.

    1837'de yapılan nüfus sayımına göre filistin bölgesinde yaşayan yahudi sayısı sadece 9000 idi ve osmanlı filistininde yahudilerin mülk edinmesi yasaktı.
    filistinde 9000 yahudi yaşıyordu, ama bunların tapusu yoktu.

    bütün bunlara rağmen filistin'e yahudi göçü başladı ve filistin'deki ilk yahudi yerleşimi 1860 yılında kuruldu.
    yahudilerin ilk yerleşimi kurdukları tarihte de filistin'de yahudilere toprak satışı yasaktı.

    --------------------------
    bakın bu rakamları unutmayın, yazının ilerleyen safhalarında dönüp bakacaksınız sonra...
    --------------------------

    yahudiler 1882'de filistin'deki 2. yerleşimlerini kurduklarında filistin'de yaşayan yahudi nüfus 45.000 olmuştu, bunların çoğu da rusya'dan göçen yahudilerdi.
    bu yahudilere tam 30.000 dönüm toprak satıldı.(30 kilometre kare)

    peki 1882'de iktidarda kim vardı?
    siyonizme geçit vermeyen(!) abdülhamid han hazretleri muzaffer daima...(!)

    yahudiler bu toprakları yahudi kimlikleri ile değil, alman, ingiliz, avusturya macaristan vatandaşı kimlikleri ile aldılar.
    tıpkı kuzey ırak ve güneydoğu anadolu bölgesinde bugün yaptıkları gibi yahudiler satın aldıkları toprakları kendi adamları olan yerli halktan kimselerin üzerine tapu çıkararak alıyorlardı.

    yahudilere toprak satışı yasak olmasına rağmen bir şekilde toprak almaları, bu alımlarda rayiç bedelin çok üzerinde paralar ödemeleri filistinli arapları iştahlandırdı.
    öyle ki araziler ederinin 2-3 misline alıcı buluyordu.

    yüksek fiyatları gören arap toprak sahipleri ve şeyhleri hızla toprak satmaya başladılar.
    arap toprak sahipler aldıkları parayı yahudilerin açtıkları bar, pavyon gibi eğlence yerlerinde yahudi kızları ile yediler.
    yahudilerin parası böylece yeniden yahudilere dönüyordu.

    abdülhamit han bu geçen yıllar içinde her ne kadar yahudi yerleşimine izin vermiyor görünse de, "tavşana kaç tazıya tut" politikası izliyordu.

    zaten bugünkü israil'in kemik nüfusu ve israil ordusu'nun temelini oluşturan haganah birlikleri hep abdülhamid'in döneminde yeşerdi.
    1908'de abdülhamid'in son döneminde filistin'deki yahudi nüfus 100 bini aşmıştı.
    1. dünya savaşı'nın neticesinde filistin'i kaybettiğimizde ise yahudiler filistin'de 480.000 dönüm (480 kilometrekare) toprağa sahipti artık...bu satın alınan toprakların çoğu da filistinli arapların üzerine kayıtlıydı...

    peki bunlara dair bir belge var mı?
    var tabi.
    --------------------
    alın size belge: başbakanlık osmanlı arşivi, y.prk.azj. 27/39
    ----------------------

    bu belgenin içeriğine göz atalım...

    15 ağustos 1893′de üç filistinli yöneticinin gönderdiği bir rapor, filistin’de yaşananları, ihanet ve gafletleri bir bir ortaya koyuyordu.
    raporu, akka’nın eski umumi müdürü nabluslu muhammed tevfik, bihke’nin eski reji müdürü muhammed said ve bihke’ye bağlı bihar nahiye müdürü beyrutlu suphi efendiler hazırlamışlardı.
    bu iki sayfalık önemli raporu sadeleştirerek ve kısaltarak filistin’i kimlerin sattığını merak edenlerin dikkatlerine sunuyorum.

    romanya ve rusya göçmeni yahudilerin osmanlı ülkesinde, özellikle filistin’de iskanları, filistin’e girmeleri ve burada arazi satın almalarının padişahın yüce emri ile yasaklandığı herkesçe bilindiği halde, bazıları özel çıkar ve menfaatleri, bazıları da bozguncu, zararlı fikir ve düşüncelerinin etkisiyle bu emre uymamışlardır.

    1890 senesinde yafa ve hayfa kasabalarında baron hirsch'in adamları mösyö henger ve mayer zelyan aracılığı ile yahudiler için toprak satın alınmış, rus tebaası 140 aile hayfa havalisine yerleştirilmişti.
    bu işte onlara akka mutasarrıfı sadık paşa, eski hayfa kaymakamı mustafa efendi kanevetti, yeni hayfa kaymakamı ahmed şükrü, akka müftüsü ali, hayfa belediye reisi mustafa ve hayfa idare meclisi azasından necip efendi aracılık yapmışlardı.

    bu ekip, düzenledikleri sahte mukavele ve belgelerle eski adana mutasarrıfı şakir paşa ve cebel’i lübnan ahalisinden selim ve nasrullahi’l-havari’nin vaktiyle 800 liraya aldıkları hayfa yakınlarındaki mülkleri; hazire, dordore ve nefbate çiftliklerini 18.000 liraya satmış, ayrıca kendileri de 2.000 lira aracılık parası almışlardı.

    bu satış sonrası bir gece içinde hayfa polis memuru aziz ve zabıta memuru yüzbaşı ali ağaların marifetiyle rus göçmeni 140 aile hayfa sahillerindeki bu araziye yerleştirilmişlerdi.

    padişahın emri nedeniyle arazi satışının yasak olduğunu çok iyi bilen hayfa belediye başkanı mustafa efendi, selahiyetini kullanarak sahte ve kadim tarihli bir ruhsatname ile burada 140 haneli yeni bir yahudi köyü kurmuş, onlardan bir de vergi alarak yıllardır osmanlı vatandaşı olduklarını belgelemeye çalışmıştır.

    bununla da yetinmeyen mustafa efendi güya bunların yıllarca safed ve taberiyye kazaları arasında bulunan “mizrate’l-hafize” köyünde asırlardır yaşadıklarını, ama nüfuslarının unutularak kaydedilmediklerini ileri sürerek onları osmanlı nüfusuna kaydetmiş, 140 fakir yahudi ailesinin altısından, birer mecidiye, toplam altı mecidiye, “nüfusa geç kaydolma” cezası almıştı.

    böylece, bir gecede 140 yahudi aileye osmanlı vatandaşı olarak fakirlik ilmuhaberi verilip, birçok devlet hizmetinden bedava yararlanmaları sağlanmıştı.
    ----------------------
    bakınız bunlar hep ikinci abdülhamid döneminde oluyor...
    bir de yahudi yerleşimcilere devlet yardımı veriliyor.
    lakin burada bu sahtekarlığı yapanlar, yahudilerden rüşvet alıp toprak sahibi olmalarını sağlayanların tamamı arap.
    yani filistinli yerel yöneticiler.
    abdülhamid'in jurnal ekibi, yıldız teşkilatı malesef buralarda etkili değil.
    ----------------------

    şikayetçilere göre hayfa ve akka’da bu yolla, yahudilerin iskânı sürekli hale ettirilmiştir.
    bundan başka, baron bilavaroş'un vefatıyla sahipsiz kalan zemarin köyüne yahudi koloniciler el koymuş, baron roşeyle yönetimindeki 700 hane yahudi bu köye yerleştirilmişti.
    daha sonra da her ne yapılmışsa yapılmış bu arazi yahudilere padişahın emrine aykırı olarak satılmıştı.

    bu köyün çevresindeki eşfiya, emma’l-altun ve emma’l-cemal adlı üç köy de bu arazinin içinde gösterilmiştir. 2-3 bin kuruş kıymetinde harap bir arazi, akka mutasarrıfı sadık paşa tarafından 2.000 liraya yahudilere satılmıştır.

    hayfa ve yafa arasında bulunan hazine-i hassa ile bitişik, dönümü bir kuruştan alınan "haşmezrezzake" adlı 30 dönüm arazi, 30 bin liraya yahudilere satılmıştı.
    yine dönümü 3 kuruşa alınan beşbin dönümlük arazi de 15.000 liraya yahudilere satılmıştı. bu, şebekenin faaliyetlerini bütün bütün ortaya çıkarmıştı.

    yahudilerin maddi fedakarlıkları sonucu onlarla iyi geçinen yerel yöneticiler genelde onlara itibar etmiş, müslümanlara fazla yakınlık göstermemişlerdir.

    bunlardan biri olan maykeri nahiyesi müdürü çerkes ali ağa, yahudilerin kalp akça bastıkları ihbarı üzerine, yahudi köylerine gidip soruşturma yapmak isteyince tahkir ve saldırıya uğramış, daha sonra da onların girişimleriyle azledilmişti. onun gönderilmesinden cesaret alan yahudiler, bir takım silah ve mühimmat depolamaya, gizli eğitim kurumları açmaya ve kendilerini engelleyebilecek kişileri hapis ve işkence ile yıldırmaya başlamışlardı.

    işte sizlere ikinci abdülhamid ve yahudiler hakkında bazı gerçekler.
    yahudiler filistin'de en fazla toprağa ikinci abdülhamid döneminde sahip olmuştur.

    yazının başına döndüğümüzde, yahudiler için en önemli bayramlardan biri olan roş aşana için bastırılan kartvizite ikinci abdülhamid'in de fotoğrafının konması yadırganamaz.
    çünkü siyonizm için herzl ne kadar önemliyse, ikinci abdülhamid'de o kadar değerlidir...

    hayırlı payitahtlar...

    #tarih
  • şikayet et
  • 36280771
  • 18 mart çanakkale zaferi

    306.
  • şanlı zaferimizin 102. yılı kutlu, şehitlerimizin ruhları şad olsun...

    şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
    görsel
    o, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
    görsel
    vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
    görsel
    bir hilâl uğruna, yâ rab, ne güneşler batıyor!
    görsel
    ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
    görsel
    gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
    görsel
    ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
    görsel
    bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
    görsel
    sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
    görsel
    'gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.
    görsel
    herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
    görsel
    seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
    görsel
    'bu, taşındır' diyerek kâ'be'yi diksem başına;
    görsel
    ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
    görsel
    sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
    görsel
    kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
    görsel
    mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
    görsel
    yedi kandilli süreyyâ'yı uzatsam oradan;
    görsel
    sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
    görsel
    uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
    görsel
    türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
    görsel
    gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
    görsel
    tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
    görsel
    yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
    görsel

    #tarih
  • şikayet et
  • 36043532
  • alparslanın 50 bin askerle 250 bin askeri yenmesi

    38.
  • gayet mümkündür.
    türkler askeri anlamda son 300 yıla kadar tüm milletlerden donanım olarak da, teknoloji olarak da çok çok ilerdeydi.

    örneğin preveze'de barbaros hayrettin kendisinden 2 kat kalabalık olan düşman donanmasını kolay bir zaferle imha etmiştir.
    keza mohaç savaşı sadece 2 saat sürmüştür.

    antik dönemden örnek verecek olursak o öve öve bitirilemeyen yunan medeniyetinin yenilmez savaşçıları savaş meydanında at üzerinde savaşamıyor, savaş alanına atlar ile gelip, harp edecekleri zaman atlarından inip harp ediyorlardı, çünkü türklerin bin yıldır kullandıkları üzengi denilen ekipmandan haberleri yoktu...

    1071'de düşmanı perişan edecek top bataryalarımız yoktu belki ama, alparslan'ın bozkurtlarının romen diyojen'in kuvvetlerine karşı bazı teknolojik üstünlükleri vardı.
    bunlardan en bariz olanı da bizans okçularından 3 misli uzak mesafeye ok atabilen "m" şeklindeki türk yayının etkisidir.

    derler ki malazgirt ovasında işte bu "m" şeklindeki türk yaylarından çıkan onbinlerce ok romen diyojen'in muazzam ordusunu perişan etmiştir.

    #tarih
  • şikayet et
  • 35682781
  • nilhan osmanoğlu nun dedelerinin mirası

    1.
  • borç para ile saray yaptıran kişilerin mirasıdır...

    evet.
    sevgili nilhan osmanoğlu sultan, bu yazıyı bir şekilde sana ulaştıracağım. umarım "ıfff çık ızın lın bu ıkıyımım bin bını" demezsin.

    bakınız muhterem müminler, şu aşağıdaki sarayı biliyor musunuz?
    görsel

    işte nilhan osmanoğlu'nun büyük büyük büyük çok büyük dedesi yaptırdı bu sarayı.
    adı: dolmabahçe sarayı.

    bu dolmabahçe sarayı yapılırken hazine boşaldı, bunun üzerine kırım savaşı bahane gösterilerek bu savaştaki müttefiklerimiz olan fransa ve ingiltere'den borç aldık.
    bu aldığımız borç osmanlı tarihinde alınan ilk dış borçtu...

    nilhan osmanoğlu'nun çok daha büyük dedeleri de daha evvel borç almışlardı.
    ama bu aldıkları borçları kendi tebalarından alıyorlardı.

    örneğin ester kira adlı osmanlı yahudisi olan bir kadından alınan borç ile sefer-i hümayün yapılmıştı 16. yüzyılda.
    ama bu seferden de çok büyük ganimetlerle dönülmüş, hazine dolmuş taşmış ve ester hanım'dan alınan borç da faizi ile ödenmişti.

    devlet tabi ki borçlanabilirdi...

    ama devlet dış borç alıp saray yaptırıyorsa da yıkılmaya mahkumdu...

    işte nilhan hanım'ın dedeleri de ingiltere ve fransa'dan daha doğrusu rothschild'lerden aldıkları bu borç ile bu dolmabahçe sarayını yaptırdılar.

    sonra...
    sonra kırım'daki şehitlerimizin aziz hatırasından dahi utanmadan bu saraya taşındılar.

    dolmabahçe'ye taşındılar taşınmasına ama, iş bitmedi.
    buraya taşınır taşınmaz eski çırağan sarayını yıktırıp yerine yeni çırağan sarayını yaptırmaya başladılar.

    tam 2.5 milyon altın harcayarak yapılan yeni çırağan sarayı bugünkü halini aldı.
    görsel

    çırağan sarayı yapılırken nilhan sultan'ın dedeleri hiç zorlanmadı.
    çünkü istedikleri her an dış borç alabiliyorlardı.

    kasada para hiç bitmiyordu amk. istedikleri anda çil çil altınlar geliyordu yurt dışından.
    tabi bu altınların gelmesinde rol oynayan elçileri komisyoncular falan alayı ihya oluyordu.

    "eee, inşaat demek istihdam demek yüzlerce işçi falan ekmek yiyordu bu inşaatlarda" diye düşünenler olacaktır.
    bu inşaatları ermeni balyan ailesinden mimarlar yaptı, çalışan işçilerin alayı da bunların tayfasındandı zaten, bizim gariban türkler ancak yarım kuruş amele yevmiyesine karın tokluğuna çalışıyorlardı sabahtan akşama kadar...

    her neyse, nilhan sultan'ın dedelerinin yaptırdığı bu saraylar öyle görkemli, öyle muhteşemdi ki, alman imparatoru çırağan sarayını gezerken işlemeli bir kapının önünde durmuş ve kapıya dakikalarca hayranlıkla bakmış, abdülhamid reyiz de kayzer'in bu imrenmesine dayanamamış, kapıyı söktürüp paketletmiş ve kayzer wilhelm'e hediye etmiş.
    hediye kapıyı alan kayzer wilhelm öyle bir sevinmiş, öyle bir sevinmiş ki bu sevinç enstantanesinden sayfalar dolusu tefrika çıkar...

    bu arada kusura bakmazsanız yeniden dolmabahçe'ye döneceğim.
    abdülmecid han, dolmabahçe sarayına taşınınca kızları münire sultan ve cemile sultan için de birer saray yaptırmak istedi. "battı balık yan gider" düşüncesiyle ve bir kanun hükmünde kararname çıkararak kızları için çifte sarayların inşaasına başlandı.
    görsel

    yukarıda görselini paylaştığımız fındıklı'daki bu çifte sarayların mimarları kimdi dersiniz?
    tabi ki balyan ailesi...

    eh abdülmecid han kızlarına saray yaptırınca, kızkardeşi adile sultan yeğenlerini kıskanmış iyi mi?
    abdülmecid bakmış bacısı ona surat asıyor, trip yapıyor. "sen üzülme hemşire" demiş, hemen yanında bulunan sarkis balyan'a talimat vererek bacısı için kandilli'deki şu sarayı yaptırmış;
    görsel

    her neyse.
    tabi çırağan sarayı yapılırken anadolu yakasına bakan padişah efendimiz hazretleri devletlü efendimis "ulan hep bu tarafa saray yaptırıyoruz, biraz da karşı tarafa yaptırsak ya" düşüncesiyle anadolu yakasına da muhteşem bir saray yaptırmaya karar vermiş.
    başkanlık sisteminin de getirdiği kolaylıkla çabucak çıkarılan bir kararname ile de anadolu yakasında beylerbeyi sarayı'nın yapımına başlanmış, birazcık daha borç para alınarak şu muhteşem saray dikilmiş;
    görsel

    şimdi burada beylerbeyi sarayını yapan kişinin de balyan ailesinden sarkis balyan olduğunu söylesem "hasiktir lan" dersiniz, o yüzden söylemiyorum.
    anlaşılan balyan ailesi de o dönem "bu milletin amına koyacağız" demiş.

    bu balyan'lar abdülmecid ve abdülaziz'e çok fena gaz vermiş olacaklar ki, eş zamanlı bir saray inşaatına daha başlamışlar.
    bu sefer de padişah efendümüz hazretlerünü "ya padişahım sarayları hep deniz kenarında yapıyoruz, bir tane de dere kenarında yapalım" diyerekten mevcut sadabat sarayını yıkarak, kağıthane deresi kenarında yeni bir sadabat sarayı yapmışlar.
    "üçüncü sadabat sarayı" olarak da bilinen bu saray şöyle muazzam bir eserdi.
    görsel

    tabi bu balyan'larda proje bitmez, nilhan sultan'ın dedelerinde de iştah bitmez.
    koca koca saraylardan arada bir kaçıp küçük çılgınlıklar yapabilmek için ufak saraylar da yapmışlar borç paralar ile.
    işte bunlardan biri küçüksu kasrı;
    görsel

    işte böyle...
    sevgili nilhan sultan'ın dedeleri bugün yaptırmaya kalksan milyarlarca dolar tutacak bu sarayları yurtdışından aldıkları borç paralar ile bir güzel yaptırmışlar, yoksulun, tüyü bitmedik yetimin ve şehitlerimizin hakkının bulunduğu bu saraylarda senelerce müreffeh bir hayat sürmüşlerdir.

    tabi ki hırt hırt yemenin, zırt zırt da çıkarması olur kıymetli müminler.
    gün gelmiş bizim nilhan sultan'ın dedelerine bu borç paraları verenler temerrüt faizleri ile birlikte alacaklarını istemişler.
    lakin hazine tam takır, kuru bakır.
    para tinne...
    yok yani, "yok amına koyim canımı mı alıcan" diyememiş nilhan sultan'ın dedeleri.

    bunun üzerine yabancı elçiler himayesinde alacaklarını tahsile girişmiş borç verenler.
    duyunu umumiye adlı kan emici teşkilat kurulmuş.
    osmanlı'nın bütün gelirleri temlik altına alınmış.

    hazineye 3 kuruş giriyorsa bunun 2'sini almışlar, sonra 3 kuruş daha borç vermişler, sonra 4'ünü almışlar.
    böyle böyle gitmiş senelerce.
    ta 1923'e kadar.

    osmanlı mosmanlı kalmamış tabi ortada.
    "lan bunlar yeni devlet kuruyorlar, bizim alacaklar ne olacak" demiş alacaklılar.

    ve lozan'da önümüze ilk şart olarak bu konmuş. "osmanlı'nın dış borcunu kabul ediyorsanız masaya oturalım" denmiş bizimkilere, bizimkiler de çaresiz kabul etmiş.

    ve savaştan çıkan, ayağında çorap dahi olmayan bu millet, ta 1954 yılına kadar işte bu nilhan osmanoğlu'nun dedelerinin yaptırdığı sarayların parasını ödemiş...

    şimdi geldiğimiz noktada nilhan osmanoğlu adlı sözde sultan'a soruyorum.
    sen dedenin malı olan su adayı istiyorsun öyle mi?
    görsel

    #tarih
  • şikayet et
  • 35613379
  • fransız kızları ile kıyafet değiştiren askerler

    1.
  • nazi ordusu'nun askerleridir.

    adamlar nasıl bir fantazi dünyasına sahiplerse, savaşta bile fantazi yapmışlar amk.
    görsel

    görselde fransa'yı kolayca ele geçiren alman ordusuna mensup iki askerin, fransız sevgilileri ile kıyafet değiştirerek hatıra pozu verdiklerini görüyoruz.

    buradan da göreceğimiz üzre düşman askerleri ile sevişen fransızların ne kadar orospu bir millet olduğunu kolayca söyleyebiliriz.

    #tarih
  • şikayet et
  • 35502223
  • iranlı gazeteci bahman nirumand ın mektubu

    1.
  • günümüz türkiyesine 35 sene önceden ışık tutan mektuptur.
    anlayabilenler için ibretlik benzerlikler taşır.

    buyrun, işin işten geçtiğini geç farkeden yandaş bahman nirumand'ın mektubunu takdimimdir...

    Merhaba, Benim adım Bahman Nirumand.
    iranlı bir gazeteci-yazarım.
    Şah’ın devrilmesinde aktif rol oynayanlardanım.
    aynı zamanda mollaların, demokrasi ve özgürlük getireceğine inanan milyonlarca solcu, demokrat, liberal ve milliyetçi insandan biriyim.

    Evet, Humeyni yeryüzünde cenneti vaat etti bize.
    Demokrasi gelecek, kimse fikirleri ve siyasal görüşleri yüzünden tutuklanmayacak, işkence yapılmayacak, kadınlara eşit haklar verilecek, giyim serbest olacaktı.

    Şah’ı devirdikten sonra mollaların camiye geri döneceklerinden emindik.
    Devleti yönetecek durumda olduklarına inanmıyorduk.
    Yanıldık.
    Kitaplardan ezberlediğimiz cümleleri, içi boş kavramları birbirimize söyleyip duruyorduk.

    --Üzerinde Durmadık--
    Her şey 14 Ocak 1979 tarihinde değişti.
    Şah, iran’ı terk etti.
    Ardından iran tarihinin en büyük yürüyüşü Tahran’da yapıldı.
    Sansür, yasak yoktu, istediğimiz gibi bağırıyorduk.
    Fakat mitingde ilk dikkatimi çeken, kim liberal Musaddık ya da solcu şehitlerin resimlerini taşıyor ise mollalarca dövülüyordu.

    Pek üzerinde durmadık bu olayın, "Hele bir kurtlarını döksünler, sonra sakinleşirler" diye düşündük.

    Ertesi gün gazetede, bir hırsızın genç mollalar tarafından yakalanıp, adına "islam Mahkemesi" denilen bir mahalli heyet tarafından 35 kamçı cezasına çaptırıldığı haberini okuduk.
    Haberi ciddiye almadık; "Üç beş sapsızın işi" dedik.

    Bu arada bira-şarap fabrikalarının yakılması, sinemaların tahrip edilip filmlerin sokaklara atılması gibi olayların üzerinde hiç durmadık.
    "Ufak tefek şeylerin" toplumun demokrasi ve ulusal bağımsızlık yolundaki çabaları etkilemesini istemiyorduk.

    Biz bunları söylerken, mollalar tarafından, kadın ve erkeklerin yan yana yüzemeyecekleri, okullarda aynı sınıflarda olamayacakları, birlikte spor yapamayacakları gibi gerici kararlar ardı ardına alınmaya başlandı.

    "Müslüman kadınların yanında orospuların yeri yoktur" denilerek kadınlara örtünme zorunluluğu getirildi.
    Özellikle üniversitelerde bu yüzden çatışmalar çıktı.
    Bu çatışmalardan rahatsız olduk.
    kadın sorununun güncelleşip ön plana geçmesini istemiyorduk!
    "Asıl mücadele, emperyalizme ve kapitalizme karşı verilmelidir" diyorduk.
    Kadın sorunu bir yan çelişkiydi, ana çelişki sömürüydü.
    Kadının giyim sorunu, emperyalizme karşı verilen mücadeleyi baltalamamalıydı!

    Peçesiz, başörtüsüz sokağa çıkan kadınlar artık açıkça, gözümüzün önünde dövülüyordu.
    Bazı kadınların yüzüne kezzap atılıyordu.
    Biz ise hálá büyük laflar ediyorduk, bu tür olayları devrimin kaçınılmaz sancıları olarak görüp umursamıyorduk! "ittifak" "Eylem Birliği" gibi terimlerin peşinden koşup duruyorduk.

    --Geçiş Sancıları Sandık--
    Humeyni, "Bütün sorunlarımızın sebebi, cemiyetimizdeki ahlaksızlıklardır. Bunların kökünü kazımalıyız" diyor, genç mollalar terör estiriyordu.
    Kitabevleri yağmalanıyor; gazete bayileri ateşe veriliyordu.

    Şiraz’da "islam Mahkemesi" eşcinsel ve fahişe olduğu gerekçesiyle dört kişiyi idam ediyordu.
    Benzer olay Tahran’da da gerçekleşiyor, üç fahişe ve üç eşcinsel kurşuna diziliyordu.

    Sesleri ve görüntüleriyle erkekleri tahrik ettikleri için kadın spikerler televizyondan kovuluyor, uyuşturucu olarak görülen müzik yasaklanıyordu.
    Alkol içen, kırbaç cezasına çaptırılıyordu.

    Şimdi düşünüyorum da, insan zamanla her türlü aşağılanmaya alışıyor galiba.
    Hiçbirini görmüyorduk.
    basmakalıp analizlerimizin doğru olduğuna o kadar inanıyorduk ki!..

    Oysa toplum hızla dincileştiriliyordu.
    Alınan her kararda "Tamam bu sonuncusu" diyorduk. Ama arkası hep geliyordu.

    Kızların evlenme yaşı 18’den 13’e düşürüldü.
    Parfüm, ruj, saç boyası, mücevher gibi kadın malzemelerinin yurda girişi yasaklandı.
    Kadın çamaşırı satan mağazaların vitrinlerine sutyen, kombinezon vs. koymasına bile izin yoktu.
    Kamu dairelerinde kadın memurlara tesettüre girme emri çıkarıldı.
    Aslında birçok aydın kadının üye olduğu kadın dernekleri vardı. Onlar kendi küçük çevrelerinde "hamilelik tatilinin uzatılması", "eşit işe eşit ücret" gibi talepleri tartışıyorlardı.
    Biz aydınlar hep aynı düşüncedeydik: Demokrasi ve özgürlüğe geçiş sancılarıydı bu tür vakalar! Abartmaya gerek yoktu.
    Hepimiz "ana çelişki" üzerinde duruyorduk.
    öncelikle dışa bağımlılık ve ekonomik krizden kurtulmalıydık.

    --Referandum Oyunu--

    Üç ay önce Humeyni, Paris’te komünistler de dahil olmak üzere her görüşün rahatça örgütleneceği bir demokrasiden, özgürlükten bahsederken, şimdi tüm solcu, milliyetçi ve liberalleri islam düşmanı ilan etmişti.

    Bu sözler üzerine ilk protestomuzu yaptık.
    Mitingimize bir milyonu aşkın insan geldi.
    Mollaların en iyi siyasi stratejileriydi; işlerine gelmediği zaman hemen gündemi değiştiriyorlardı.
    Referandum meselesini gündeme getirdiler.
    Halka soracaklardı: "islam Cumhuriyeti’ni istiyor musunuz, istemiyor musunuz?"

    Kuşkusuz bu bir oyundu.
    halkın yüzde 65’inin okur-yazar olmadığı bir ülkede kim ne anlardı cumhuriyetten?

    Yapılan propaganda belliydi; dediler ki: "islam’a evet mi, hayır mı diyorsunuz?"

    Biz bu oyunu biliyorduk ama şöyle düşünüyorduk: "Önemli olan cumhuriyettir; serbest seçimlerdir; demokratik haklardır, özgürlüklerdir.
    islam Cumhuriyeti bunu sağlayacaksa neden karşı çıkalım?"

    Ancak bazı küçük kesimler bu oyuna gelmemek için referandumu boykot ettiler.
    Sonuçta, "evet" diyen 20 milyon, "hayır" diyen ise sadece 140 bindi.

    Mollalar bu referandum sonucunu çok iyi kullandılar.
    Güya tüm ülke yaptıklarını onaylıyordu.
    Artık televizyondan sonra basın da ellerine geçmişti.
    Sanki tüm muhaliflerin sayısı 140 bin kişi gibi gösterdiler.
    Halbuki 20 milyon içinde bizim oyumuz da vardı. Ama artık bizim sesimizin çıkmasına izin verilmiyordu.

    --Halkı Anlayamadık--

    Mollalar güçlendikçe saldırganlaştılar.
    Örneğin, tirajı bir milyon olan liberal "Ayendegan" Gazetesi’ni kapattırdılar.
    Sıra sonra "Keyhan" Gazetesi’ne geldi; muhalif yazarların işten çıkarılmasını sağladılar.

    Tüm bu olanları protesto etmek için mitingler düzenlemeye başladık.
    Ama iş işten geçmişti artık; insanlar yılmıştı, korkuyordu.

    Özgürlük, demokrasi ve bağımsızlık için ayaklanan halkın, bu kadar kısa sürede değişeceğini düşünememiştik.
    Sanmıştık ki, mollaların gerici yasalarına/kurallarına halk karşı çıkacak.
    Halbuki tersi oldu; mollalar yasak, sansür getirdikçe arkalarından gidenlerin sayısı arttı.

    Örtünmek moda oldu!
    Tüm bunlara "gelip geçici bir fırtına" diye bakmak ne büyük yanılgıydı.
    Komünistlerden, solculardan, demokratlardan, milliyetçilerden sonra liberal islamcılar da zamanla mollaların hedefi oldu.

    Şah döneminden daha çok insan cezaevlerine konuldu; idam edildi.
    Milyonlarca insan canını kurtarmak için yurtdışına kaçtı.
    Kaçanlardan biri de bendim.

    Umarım bizim hatalarımızdan birileri ders çıkarır.
    --------------------------

    bu yaşananlar tanıdık geliyor mu sizlere?
    "yok tanıdık gelmiyor" diyorsanız bu yazıyı boşuna okudunuz. kusura bakmayın.
    ama "bütün bunlar bana birşeyler anımsatıyor" diyenlerdenseniz o zaman umut var demektir.

    #tarih
  • şikayet et
  • 34696858
  • Gündemdeki Haberler
    güncel Önemli Başlıklar