bugün

entry'ler (166)

ben bu yazıyı sana yazdım

Uzun zaman sonra ilk kez kimselere,kendime bile söyleyemediklerimi yazmak için girdim sözlüğe. Çünkü artık ne birilerine anlatıp aynı şeyleri duymak istiyorum ne de kendi kendime düşünüp hayatımı dibe batırmak istiyorum. Söyleyecek çok şeyim var ama kelimelerim yetmiyor. Duygularımı,''hala'' hissettiğim şeyleri tanımlayacak kelimeler bulamıyorum. Ne yalan söyleyeyim 14 ay öncesine kadar aklıma geldiğinde canımı acıtmıyordun,devam edebiliyordum hayatıma kaldığım yerden. Ta ki metroya giderken çarpıp beni farketmeden yanımdan geçip gidene kadar. Hayatımız hep böyle ''farketmeden'' geçip gitmelerle mi doluydu ? Daha önce kaç kere öylece yanından geçip gitmiştim ? Ya da sen daha önce yanımdan öylece geçip gitmiştin. Ama bunları düşünmeye başladığım günden beri beynimin bir köşesini kemiriyor bu ihtimaller. Ne yalan söyleyeyim sen koluma çarpıp gidene kadar unuttuğumu en azından hayatıma devam edebildiğimi sanıyordum. Ama o an öyle geçip gidince yanımdan 3,5 yıl film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden. Gözlerimizi bir sn birbirinden ayırmadığımız zamanlardan geldiğimiz yere baktım. Yabancı bile değildik birbirimize,direkt yoktuk o an birbirimiz için. Sonra bu yok saymadan 6 ay sonra tekrar karşılaştık yine sen beni yoksayacaktın belki ama bu sefer buna izin veremezdim. Gözlerinin içine bakmam gerekiyordu,kendimi görmek istiyordum orada. Rüyamda o anı gördüğüm bir gecenin sabahıydı zaten. Her şey hazırdı o an için ama yine de ilk şoku atlatıp titrememi durdurmam 1 saat sürdü. Aynanın karşısında defalarca yüzüne,gözlerine nasıl bakacağımı, neler söyleyeceğimin provasını yaptıktan sonra karşına çıkmaya hazırdım. 1 saattir kendimi sakinleştirmeye çalışan,ellerinin titremesini yumruğunu sıkarak engellemeye çalışan bana nazaran yıllar sonra karşısında ''büyük aşkını'' gören birine göre çok çok sakindin. Şaşırmadın bile... Sıradan bir tanıdık gibi konuştuk. Gerçekten birbirimiz için o kadar sıradan mıydık ? Yoksa o kadar mı iyi rol yapıyorduk ikimizde,hele sen hiç çalışmamış olmana rağmen gerçekten hep söylediğin gibi o kadar iyi bir oyuncu muydun ? Sarıldık sonra. Bu kadar basit miydi yani ? Önceden ağlayarak sarıldığım omuza şimdi sıradan bir tanışık gibi mi sarılacaktım ? Ya da ''mış'' gibi mi yapacaktım ? Yıllar sonra kokun aynıydı,hala ''hayatımın aşkı'' gibi kokuyordun.

O günden,o kokudan sonra toparlanamadım. Hala her gece sana iyi geceler dileyip her sabah sana günaydın diyerek uyuyorum. Sabahları gözüm telefona takılıyor,olmayacağını bile bile belki diyorum,bir umut. Hala her ''bir günah gibi'' dinlediğimde gözlerim dolar hatta hıçkırıklarım düğümlenir boğazımda. Ya da en küçük hareketi sana benzeyen insanın gözlerinde seni ararım. Hiçbir şekilde senden haber alabileceğim bir yer olmadığı için whatsapp fotoğrafına bakıp gözlerimde kendimi görmeye çalışıyorum. Bu kadar mı çaresizim ? Bu sorunun cevabını vermeye cesaret edemiyorum bir türlü.

Bazı şeyleri bilemezsin sadece hissedersin ama onlar tamamen doğrudur ya senin için. Sen de öylesin benim için. insan bir kere aşık olur ve hayatı boyunca bunun izlerini taşır. Evet biz birbirimizi çok erken bulduk hatta çok çok erkendi. Şimdi bir yanım hep eksik kalacak bu yüzden. Asla birinin gözlerine bakarken gözlerim dolmayacak,asla birinin elini tutarken içim titremeyecek,asla birini öperken ayaklarım yerden kesilmeyecek. Bir daha kimseyle o kadar huzurlu uyuyamayacağım ya da hiçkimse yağmurda sırılsıklam olmaya değmeyecek. Senden sonra kimse aşık olmaya değmeyecek,kimse gerçek beni görmeyi haketmeyecek. Arada hep sen kaplı duvarlar olacak. Hep senin kokunu senin sesini arayacağım,unutmamaya çalışacağım en azından kalbimde seninle birlikte olabilmek için.

Bazı zamanlar oluyor bi anda gözlerin canlanıyor gözümün önünde o an gözlerinin içinde kaybolduğumu hayal ediyorum. içinde kendimi bulduğum ışıl ışıl gözlerinde. Zamanı,mekanı,kim olduğumuzu unuttuğumuz zamanları hatırlıyorum

''Ellerimde bir göztaşı, gözlerim boş gidiyordum
Ne bileyim, bir damlanın böyle deniz olduğunu
Şaştım, mavi bir fal gibi açılınca önümde''

londra

Ah Londra ah. Nereden başlasam acaba anlatmaya ki böyle birden düşününce gelmiyor aklına insanın. Heh sanırım buldum önce bir (bkz: kibarlık)geliyor insanın aklına. istanbul'da,hatta Türkiye'de görüp görebileceğiniz maximum kibarlığı 10'la çarpın,çarptınız mı yetmez 100'le hatta 1000le çarpın çünkü o zaman gerçek Londra insanının kibarlığını anlayabilirsiniz.Dikkat ederseniz ingiliz insanı demedim arada genelde pek bir fark olmuyor tabi ama Londra nüfusunun büyük bir kısmı göçmen bildiğiniz üzere. Zaten fiziksel yapı ve aksanlarından fazla bir farkları yok,hepsi geldikleri ilk günden itibaren benimsemişler 'British' olmayı *
Uçağınız alçalmaya başlar başlamaz o heyecanı ya da Londra'da olmanın ne demek olduğunu hissediyorsunuz tepeden görünen bir (bkz: London Eye) bu heyecanı iyice arttırıyor. Eğer (bkz: Heathrow)a indiyseniz hemencecik valizinize kavuşup koştura koştura Londra'da olmanın ne demek olduğunu anlatan metroya iniyorsunuz tabi ki cebinizde (bkz: oyster)ınız ve 'london tube map'inizle birlikte. Muhtemelen valizinizi taşımanıza yardım etmeyi teklif eden bir ingiliz centilmeniyle henüz alışamadığınız (bkz: ingiliz aksanı)yla sohbet ederken diğer yandan bizim hiç alışık olmadığımız o mimari ve havayı gözlemleyerek ilginç bir metro yolculuğuna başlıyorsunuz. Metrodan indikten sonra gideceğiniz yeri bulmak ise tamamen sizin harita kullanma bilginize kalmış,eğer benim gibi harita kullanmaya alışkın bir insan değilseniz yine yardımınıza 'ultra kibar londra insanı' yetişiyor. Ama size tavsiyem kesinlikle harita kullanmayı öğrenin. Özellikle telefonunuza indireceğiniz (bkz: London city mapper)applicationu en büyük yardımcınız olacak Londra sokaklarında. Gerek gideceğiniz yere hangi metro ya da otobüs hattını kullanacağınızı söyleyerek gerekse yürürken size yardımcı olarak.Turistik yerleri söylememe gerek bile yok zaten,gerek parklar gerek müzeler gerekse de diğer tarihi ve turistik yerleri zaten gitmeden önce sonsuz kere duyacağınız için bir esprisi yok. Ama size naçizane tavsiyem var tabiki. Mesela (bkz: House of parliament)in yanında diğer parklara nazaran küçük sayılabilecek o parktaki birkaç banktan birine oturup bir elinizde (bkz: costa) kahveniz diğer elinizde (bkz: WHSmith)den aldığınız ingilizce kitabınızla oturun bir kitap okuyun derim size (bkz: Big Ben)den gelen çan sesleriyle ve pek temiz ve benim bir türlü beğenemediğim (bkz: river thames)manzarasıyla birlikte. Ama nedense bu parkta otururken bir başka seviyorum bu nehri. Ben kitap okumayı sevmem derseniz de o efsane grup (bkz: The Beatles)ın bir iki şarkısını dinleyin de huzur ne demekmiş görün. Aslında Londra'nın her yeri huzur doludur bana göre ama buranın farklı bir havası var nedense. Tavsiye isteyen diğer yazar dostlara diğer bir tavsiyem de kaybolun. Evet yanlış duymadınız boş vaktiniz varsa eğer kaybolun. Ne harita kullanın ne internet. Gördüğünüz insanlara sorun hem dilinizi denemiş olursunuz hem de güzel arkadaşlıklar kurabilirsiniz emin olun. Kendinize olan güveninizi de tazelersiniz böylece. Bir de (bkz: gece hayatı)var. Bir kere gece hayatının en büyük artılarından biri (bkz: night bus) olayı. 24 saatte max 15 dakikada bir otobüs hatlarını gördükçe istanbula bir kere daha lanet edeceksiniz. Gece dışarı çıkarken taksiye bir ton para ödeme olayı yok. Hem Heathrow'dan metroya binerken aldığınız oysterı bu efsanevi otobüslerde de kullanabilirsiniz. Bir taşla bir sürü kuş hesabı * Hem o Londra'nın simgesi çift katlı otobüs deneyimini trafiğe takılmadan yaşıyorsunuz hem de ek olarak biletti bilmem neydi derdi yok. Zaten duraklarda hangi otobüsün nereye gittiğine dair kocaman bir harita var. Gideceğiniz mahalleye kadar nasıl gideceğinizi kolayca bulabiliyorsunuz. Aman dikkat ! Gece,otobüslerin kodları değişiyor. Yani kısaca gece otobüs kullanacağınız zaman bir kontrol edin derim hangi otobüse bineceğinizi,sarhoş sarhoş kaybolmak istemeyebilirsiniz. En kötü şoföre sorarsınız zaten. Açıkcası mekan olarak öyle çok fazla önerim yok genelde aynı yerlerde takıldığım için bu konuda pek bir bilgim yok ama (bkz: fabric)e (bkz: tiger tiger)a ya da en önemlisi (bkz: soho)ya bir gidin derim. Beğenmeseniz de gidin. Diğer mekanların yerini tam hatırlamasam da fabric yanılmıyorsam Farrigdon istasyonunda Diğerleri de muhtemelen (bkz: piccadilly circus)da. Metrodan çıktıktan sonra kalabalığı takip ederek kolayca ulaşabilirsiniz popüler gece mekanlarına. Gideceğiniz yeri bulamazsanız girecek bir sürü gece klübü var. Bir de (bkz: leicester square)var tabi. Nedendir bilmem bana Taksim'i hatırlatır. Gidin derim,hediye almak için de güzel mekanlar vardır eğlenmek,yemek yemek için de. Sokak sanatçılarını da unutmayalım. :) Londra deyince akla gelen diğer şeylerden biri tabiki pub kültürü. Publarda kendi isteğimle gece klüplerine nazaran daha fazla zaman geçirdim ve kesinlikle şunu söyleyebilirim ki pubları tek geçerim. Gerek insanlarla tanışmak gerek sohbet etmek gerek kafa dinlemek olsun cafelere bile bin basarlar. Kimseye ihtiyaç duymadan gidip biranızı alıp bir köşede tek başınıza takılabilirsiniz,sıkıldığınız an sohbet edecek birilerini bulmak kaydıyla. Geleli tam 46 gün oldu ve her geçen gün biraz daha fazla sevdiğim,kıymetini anladığım burnumun direğini sızlatan bir şehirdir Londra. Oradayken evimi bu kadar özlemedim ben. Kötü yanları yok mudur,tabiki var mesela metrodaki havalandırma sorunu ya da yürüyen merdiven olmaması vs vs ama bütün kötü yanlarına rağman dönünce ilk 1 ay istanbul'a alışamamama sebep olan,hayatım boyunca unutamayacağım anılara sahiplik eden biraz gri biraz kırmızı bol aksanlı ve bana harika arkadaşlıklar miras bir şehir. Gitme konusunda ikna edilmeye ya da nasıl yaşayacağım orada diye tereddütleri olan varsa yardıma açığım. En yakın zamanda görüşmek üzere Londra,gri kalman dileğiyle *

kung fu panda 2

ilkinin yanından bile geçemeyen film. Hayallerimi yıktı. Po'ya laf yok tabiki

sözlük yazarlarının bugün aldığı kararlar

Çikolatayı azaltacağım,yok yok tamamen bırakacağım. Bu son nutella.

uzak mesafe ilişkisi

Bir zamanlar burda yazılanları okuyup "yok canım bize birşey" olmaz denilen ilişki türü.
Çok can sıkar,gereğinden fazla. Bitse de kurtulsam dersin,bitince nefes alamazsın. Arada kalmışlığın daniskasıdır. Sevdiğin insan yoktur artık karşında,kim olduğu belli olmayan bir insandır telefonun diğer ucundaki. Hayatını değiştirir,seni de bir güzel kapının dışında bırakır. Söylemek istediğin onca şey varken hepsi boğazında tıkılır kalır. Kim için ne için bu acı bilemezsin. Geriye özlemin en tatlı acısını , uzaklaşmadan öncesine ait tebessüm ettirirken acı acı ağlatan iki yıl ve kocaman bir " neden ? " bırakır. Başlarda güzel gelse de sonu b*ktur uzak durmak gerekir kısaca

özledim diyememek

insanı yer bitirir. Ağlamaktan öldürür,ama özledim desen bu sefer daha çok acı çekersin. Arada kalmışlık kahreder.

aşk ı memnu

Her perşembe akşamı izlemeyi izledikten sonra sözlükte takip edilmesi özlenen dizi.

küçük sırlar

Su topuklu ayakkabıyla yürüme konusunda kanımca 2. büyük Bihter vakası *

doctor who

11 temmuzda yine yeni yeniden cnbc-e de göreceğiz inşallah. iki sezon peşpeşe verirlerse iyi olur aslında .

lady gaga

Söylenenlere göre alkol tedavisine başlamış şarkıcı.

kızların bir erkeğe aşık olma nedenleri

(bkz: )

gossip girl

Jenny o suikastçi oyununu nasıl aldın yavrum öyle. Gerçi oyunun amacı farklıydı ya neyse. Anladın sen onu. Blair'ı tahtından indirdin valla. Waldorf'tan sonra yeni idolüm sensin adamım. Bu şekilde devam et entrikalarına.

He bu arada unutmadan Chuck bi daha bağırma gözünü sevdiğim bütün karizman gidiyor.

seneye olacak dizi için yazar adına bahse girmek

ilk psikolojik eser olmasının yanında içinde barındırdığı yasak aşktan ötürü (bkz: mehmet rauf eylül)

sözlük yazarlarının kalan tl leri

-5.90
benim hayatım boyunca kimseye bu kadar borcum olmamıştı be sözlük :(

yeşil çay

ginkgolusu favorimdir. tadıda kokusuda gayet yerindedir. benim gibi anti siyah çaycıların yoldaşıdır. severiz kendilerini.

aşk ı memnu

dün akşamki tango sahnesi gerçekten müthişti. çalan şarkı, behlülle bihterin uyumu, bihterin söyledikleri.. bütün bölümde iple çekilen sahne belkide oydu. ama bihter behlülü dansa kaldırırken aralarında geçen diyalog beni ölüme sevketti resmen. ulan behlül o ne hödüklüktü öyle. dizi boyunca büründüğün en hödük karekterdi yemin ediyorum.

bihter: ayakta kaldım ama..
behlül: otur o zaman.

e yuh be kardeşim hiç yakışmadı bu sana behlül haberin ola.

not:bu arada o tango sahnesinde çalan şarkının ismini cismini bilen verse bi zahmet hepimizi bilgilendirsin de sevinelim.

kadının eline en çok yakışan müzik aleti

kesinlikle yan flüttür.gerek sesi gerekse duruşuyla.

laf sokmayı adet edinmiş sözüm ona kanka

birde bunun sürekli sevgiliye,ilişkinize laf sokup sonradan sevgiliye aşık oldugunu anladıgınız versiyonu vardır ki allah kimseye göstermesin.

ilk buluşmada başa gelmesi muhtemel aksilikler

cafede otururken heycanını yenip yavaş yavaş konuşmaya başladıgın anlarının birinde yanda oturan kibar(!) bayanın içtiğiniz kahveyi üstünüze dökmesi

thug life nigga

hani derler ya adam gibi seven adam diye.entrylerinde ben bunu gördüm işte. sevmiş,çok sevmiş kendinden, herşeyden çok sevmiş.peki ya karşılığı? tabikide acı, gözyaşı,gerçekleşmeyecek umutları barındıran kırık bir kalp...
ne denirki bu entryleri yazan yüreğe,ne yorum yapılır ki? yürekten seven herkes gibi acı çekmiş işte. acısını,sevgisini yazılarına dökmüş.yüreğine saglık demekten başka hiçbişey düşmez bize.