bugün

entry'ler (217)

ruhi mücerret

Kendine has üslubu olan, afili abilerimizden Murat Menteş'in yeni kitabı.Ve hatta kendisine imzalattığımız kitap.Murat Menteş'le iki kelam da olsa sohbet etmemize vesile kitap.
Dublörün Dilemması ve Korka ben varımla zekasına hayran olduğumuz Menteş yine her cümlesi ve iç içe geçen hikayeleriyle bu kitapta da döktürmüştür. Kapağıyla film çeviren cüneyt arkına ve şarkı söyleyen gencebaya selam çakılmıştır.kitabın adından olsa gerek ruhi mücerrete odaklanmışken sayfalar çevrildikçe civan kazanova almış başını gitmiştir. Tabi giderken bizi de bırakmamıştır. Arada özlü sözleriyle avni vav ben de burdayım demiştir.


--spoiler--
ölüm karşısında herkes acemidir;ben de öyleyim.
bastonunuzu şöyle alayım efendim.lüzum yok.bastonum beni seksi gösteriyor.
evlilik dediğin, kadına dırdır etme yetkisi,erkeğe de somurtma imtiyazı veren kutsal bağdır.
mevta mıntıkasında;striptiz kulübünde heyecan arayan jinekolog kadar umutsuzum.
sömürgeleştirilmiş bir ülkenin siyasi haritasını andıran ağlamaklı yüzü köşeli ve çizgilerle doluydu.
makyajını melekler yapmıştı besbelli.gözleri,deniz facialarına yol açabilecek mavilikteydi.ağzı,pırıl pırıl bir öpücük atölyesi.bu kadın şişelenmiş yıldırıma benziyordu.kainat güzeli seçilmediyse,adaylığını koymadığındandır.cazibe ve masumiyet onun bedeninde mükemmel bir kombinasyon oluşturuyordu.
dünya cennete çok benziyor,aksi takdirde sen burada olmazdın.
koluma gir,benimleyken müzeleri ücretsiz gezebilirsin mi diyeceğim.umut, gerçeklerle;umutsuzluk ise hayatla bağını gevşetiyor insanın.
suç,çoğu zaman duygularımızın en samimi ifadesidir.
bir insan acıdan delirdiğinde,diğerleri onun acısını değil,deliliğini görürler.
şimdi de duygularım göğsümün kemikten ızgarasında bayat bir karışık pizza gibi ısınıyordu.
bu dünyanın kuralları güzel kadınları bağlamaz.
sana aşık olmaya çalışıyorum.yardımcı olursan sevinirim.
istisnasız,tüm kadınlar müstesnalığı arzuluyor galiba.bu gidişle Fujer beni duygusal haraca bağlayacak.
kadın karar verene,erkek anlayana dek ömür bitiyor.
aşk,uyumlu çiftlere özgü bir şey değil.nefretle bu yüzden kolayca yer değiştirebiliyor zaten.
iki kişinin birbirini aynı yoğunlukta sevmesi imkansız.dolayısıyla aşkta acılar ve sevinçler hakkaniyetli paylaşılmaz.aşk adil değildi.
kentte meydan yoksa,demokrasi gelişmez.Kaldırımlar darsa,bireye saygı kıttır.Yapılar çok katlıysa,kanser yaygındır.Çünkü komşuluk ölmüştür.mimari bilmeden şehirli olunmaz.
eğer beni vaktiyle neden sevdiğini anlamaya çalışıyorsan,gerekçeleri bulduğunda sevgini kaybedebilirsin.niye?çünkü duygular izahlarla paketlenip etiketlendiklerinde ölürler.
--spoiler--

ben bu yazıyı sana yazdım

Sana çiçek falan alsam romantik olur diye düşünüyorum.Ama sonra da çiçeğin fotosentez olayı aklıma geliyor.Ya seni gördüğümdeki nefes alışverişime benzerse bu fotosentez.Çiçeğin hali nice olmaz mı?Belki kabayım,romantik değilim ama; sanki düşünceli biriyim.

la vie devant soi

Sevdiğimiz bir abimizin tavsiyesi üzerine okuduğumuz kitap.Bu abimiz iyi bir abidir.

--spoiler--
Yaşam dediğin sürekli bir paniktir.
Bence,en iyi uyuyanlar dürüst olmayanlardır.Çünkü hiçbir şeyi takmazlar,oysa dürüst insanlar gözlerini kırpamazlar,her şeyi dert edinirler.Yoksa dürüst olmazlardı.
insanların hüznü her zaman,en çok gözlerinin içindedir.
insanların kendi söylediklerine inanmaya başardıklarını sık sık fark ettim,yaşamak için gereksinirler buna.
insanlar yaşama her şeyden daha çok önem verirler.Dünyadaki bütün öbür güzel şeyleri düşündüğümüzde,bu bayağı garip bile gelebilir.
Ne kadar az şey bilseniz o kadar iyidir.
Bir insanın en önemli parçaları kalple kafadır,en pahalıya patlayanlar da onlardır.Kalp durursa artık işinizi eskisi gibi yürütemezsiniz,kafa her şeyden kopup doğru dürüst işlememeye başlarsa da kişi niteliklerini yitirir,artık yaşamdan hiçbir yarar göremez.Sanıyorum yaşamaya çok gençken girişmek gerekir,çünkü sonradan bütün değerinizi yitiriyorsunuz,kimse de size bağışta bulunacak değildir.
Öylesine mutluydum ki ölmek istiyordum,çünkü mutluluğu,yanıbaşınızdayken yakalamak gerekir.
Umut,Madam Rosa ya da Mösyö Hamil gibi yaşlılarda bile en baskın gelen şeydir her zaman.Çılgınca bir dalga.Ama sonra bir şey demedi,gönlümü aldı,tatlı tatlı güldü,sonra da göğüs geçirip gitti.N'olacak,orospunun teki.
insanlık bir virgül değildir,çünkü MadaM Rosa Yahudi gözleriyle bana baktığı zaman bir virgül değildi,kutsal kitabın tümüydü belki,ben de artık bu kitabı görmek istemiyordum.Madam Rosa için iki kez camiye gittim,hiçbir şey fark etmedi;Yahudiler için geçerli değildi çünkü.
Biliyorum,Madam Rosa,karı işidir bu.Bir erkek kendini saydırmasını bilmeli.
Yahudi olmadan ezilmiş biriyim ben.Tekelinizde olan bir şey değil bu.Yahudi tekeli bitti artık,Madam.Yahudilerin dışındakilerin de ezilmeye hakkı var.
Burnu benimkinden çok daha uzundu,ama burunlar yaşadıkça uzarlar hep.
Bence çok çirkin biriyle yaşadığınızda,sonunda onu çok çirkin olduğu için de seversiniz.Madam Rosa'nın çok daha az çirkin olduğunu fark ediyorum,ama onu bir kadın olarak düşünmemek gerekirdi;çünkü o zaman tabii hiçbir şansı olamazdı.
Kızın beni beklediğini söylesem bana inanmazsınız,biliyorum,beklenen heriflerden değilim ben.
Koştum,öptüm onu.Güzel kokmuyordu,çünkü sıçmış ve işemişti altına.Onu daha da çok öptüm,kendisinden tiksindiğimi sanmasını istemiyordum çünkü.
Korkuyorum...Biliyorum,Madam Rosa,ama yaşıyorsunuz demektir bu.
Şimdi düşünüyorum da,çok güzel buluyorum onu.Birini nasıl düşündüğünüze bağlıdır bu.
Bence her şeyi aynı bakışla yargılayamayız,örneğin herkes gibi olmayan su aygırlarıyla kaplumbağları.
Neden en güzel giysilerini giymek istediğini anlamıyordum,ama kadınlık tartışılacak şey değildir.
Madam Rosa'nın artık soluk almadığını görüyordum,ama umurumda değildi,soluk almadığında da seviyordum onu.
Madam Rosa'yı tek başına bırakmaktan korkuyordum,uyanıp da her yanı karanlık görürse öldüğünü sanabilirdi.
sevmek gerek.
--spoiler--

oğullar ve rencide ruhlar

"tatlı rüyalar"ı okurken zekasına hayran kaldığımız "afili" abimiz Alper Canıgüz'ün bir başka kitabıdır.

"Beş yaş insanın en olgun çağıdır;sonra çürüme başlar." absürtlüğünde bir cümleyle sahne açılır.
Kahramınız ise Alper Kamu'dur.5 yaşındadır,muhtemeldir ki istanbul doğumludur.Arkadaşları ve onun varlığından kitabı okuyarak haberdar olanlar ona "kısaca","vay amına koyayım" diyor.Ardından yapılan dedikoduların haddi hesabı yoktur.Fiskosun sonu ise hep aynı şekilde biter:"analar ne evlatlar doğuruyor."

Ortalama bir ailede büyüyüp ve özellikle çocukluğunu veya delikanlılığını milenyumdan önce yaşayanları mahallede yakalayıp,o hepsi tanıdık sümsük çocuklarıyla,bakkalıyla,delisiyle,güzel ablalarıyla,delikanlı uçarı abileriyle,hep piçlik peşinde olan ergenleriyle,komşularla bizi bir cinayetin peşinde soluk soluğa bırakır Alper Canıgüz.

Aralarda klişelerden beslenen inceden inceye göndermeler vardır.Kitabın sonralarına doğru ise Alper Canıgüz'ün psikoloji eğitimi alması,dostoyu okuyan her "adam" gibi ondan etkilen biri olması ve psikinalize merakı kendini fazlasıyla hissettirir.

Final de mutlu biter ama;ondan sonraki mektubu sormayın.Adamın içi biraz burkulur.

--spoiler--
Sonunda babam tartışmayı noktalayan ve kurtuluşumu müjdeleyen kararını açıkladı:"Ecdadını sikerm ben anaokulunun!"

Burhan hemen oyunu kesip eline aldı topu.Topun sahibi o idi ne olsa.

Okulda asıl öğrenmesi istenen,anlatılan dersler değil dersler anlatılırken susması gerektiğidir.

Mimiklerinden anlaşıldığı kadarıyla,kanunla işbirliği yapmaya can atan vatandaş tavrımın altındaki sahtekarlığı derhal fark etmişti.

Yoksa yatmış mıydınız? diye sordu bakışlarını evin içnde gezdirerek.Sanki holde yatıyormuşuz gibi.

Boktan bir şehir burası dedim.Bunu söylemek için ne kadar da yanlış bir yer seçmiştim.istanbul Boğazı altımızda bütün görkemiyle uzanıyordu ve iki yanda şehir ışıl ışıldı.Manzara insanı aldatıyor.Aslinda içi çürümüş.istanbul bizi hak etmiyor.

Ne var ne yok? Zor bir soru.Pek emin değilim ama tahminimce her şey var ve yokların içinde saklı.
--spoiler--

leyla ile mecnun

dizinin ilk bölümünden itibaren sağladığı kahkaha ve hüzünle karışık atmosferin zirve yaptığı 24.bölümünü an itibariyle izlemiş bulunmaktayım.Ayna ve yansımayla ilgili metafor öylesine kullanılmış ki etkilenmemek mümkün değil.Mecnunun ve aslında seyircinin gözünde karakterlerin nasıl algılandıkları çok güzel işlenmiş.içi ve dışı bir,neyse o olan,herkesin gönlünde taht kurmuş ismail Abi,harbi bir baba iskender,naif bir abimiz yavuz,melek gibi bir zeynep ve elbet mecnun,yani leyla.ve elbet leyla, yani mecnun.eyvallah...eyvallah...

voskreseniye

zenginliğiyle, gücüyle,sosyal statüsüyle bohem bir hayat süren adamın, seneler sonra karşı karşıya kaldığı bir olayın vicdanını yakalaması ve bu yakalanmayla birlikte aşkla,gerçek hayatla,hukukla karışık bir serüvenin içinde kala kaldığı bir tolstoy romanı.

hukukçuların özellikle de ceza hukuku ile yakından ilgilenen arkadaşların okuması gereken kitaptır. var olan yasalarla, hukuk sistemiyle adaletin sağlanıp sağlanamayacağı ciddi bir soru olarak kitapta yer almaktadır. elbette hakim kararını verirken yasaları göz önünde bulundurmanın dışında, kendisinin vicdanı ve kanaati de önem taşımaktadır. ama kim ne kadar şekli yargılamanın dışına çıkıyor, vicdanını sorguluyor, mahkum ve toplum verilen cezadan ne yarar sağlıyor? kim ne kadar masum ki bir başkasını yargılayabiliyor?

tüm bu kışkırtıcı ve yer yer anarşizme varan duygu ve düşüncelerin arasında yazarın güçlü tasvirleriyle kendinizi o dönemin rusyasında sürgüne gönderilen mahkumlar arasında bulabilir ve sürgün yolculuğunda yaşanan sıkıntıları hissedebilirsiniz.

velhasılı düşünmeye zorlayan, vicdana dokunan bir romandır.

üsküdar a giderken

yanlış görmediysem bir sahnede arka planda duvara yazılı olan " duvarım su alıyor yetiş yusuf usta" göndermesiyle bizleri o eski cerrahpaşa günlerimize geri götürmüştür.
vay seni cerrahpaşa
gitmem kütüphanene gitmem.*

bratya karamazovi

Dostoyevski'nin yazdığı,kanaatimce en iyi kitabı.Kendisinin ardı sıra kitaplarını okuyan biri olarak diyebilirim ki; bu tam anlamıyla bir zirve.

Üniversite zamanımda çok kötü bir çeviriden dolayı bitiremediğim ve aslında belli bir Dostoyevski okuması sonrasında ve elbette iyi bir yayın evinden çıkmış çevirisinin okunması gereken kitap.

Dostoyevski'nin diğer kitaplarına nazaran sürükleyicilik had safhadadır.Kendinizi defalarca hadi artık şu cinayet işlensin cümlelerini tekrarlarken bulabilirsiniz.Hatta bazen babayı,oğulları unutur,kendinizi Hıristiyanlığa ve ateizme ilişkin konuların ortasında bulursunuz.Büyük engizisyoncu bölümünde Roma'ya yani Katolikliğe,Papalığa dair öyle şeyler okursunuz ki, dünya tarihini,siyasetini tüm çıplaklığıyla tekrar görürsünüz.

--spoiler--
"Papa'ya her şeyi söyledin,öyleyse her şey Papa'nındır şimdi,artık gelme yeryüzüne,son ana kadar işlerimize karışma.
"özgürlükle ekmeğin ikisinin bol ölçüde bir insanda bulunmasının anlamsız olduğunu,çünkü bu iki şeyin hiçbir zaman uzlaşamayacaklarını sonunda kendiliklerinden anlayacaklardır!"
"özgürlük öylesine ağır gelmeye başlayacak onlara sonund!...ama biz,Senin yolunda olduğumuzu,Senin adına hüküm sürdüğümüzü söyleyeceğiz.Gene kandıracağız onları,çünkü bir daha yanımıza yaklaştırmayacağız Seni.
"ancak bizim için özgürlüklerini teptikleri,bize boyun eğdikleri zaman özgür olabileceklerine inandıracağız onları...
"ah.günah işlemelerine de izin vereceğiz.Zayıf,güçsüz yaratıklarıdır onlar,günah işlemelerine izin veriyoruz diye.çocuksu bir sevgiyle bağlanacaklar bize.Bizim iznimiz olursa her çeşit günahın bağışlanacağını söyleyeceğiz.Onları sevdiğimiz için izin vereceğiz günah işlemelerine,bu günahların cezasını da üzerimize alacağız.O zaman,günahların sorumluluğunu Tanrı önünde üzerine alan velinimetler diye aşırı saygı duyacaklar bize."
--spoiler--

Bir yerden sonra ise bu cinayet neden işlendiğe gelinir. Herkes içindekileri açığa vurur.Babalık,aşk,kardeşlik,delilik,inanç,inaçsızlık...Her bir kavram için söylenen sözler çarpma etkisi yaratır.

Sonunda ise ölümle bağlanan, tam anlamıyla huzur olmasa da garip bir dinginlik hali.

budala

Dostoyevsk'nin, Hans Holbein'in 1522'de yaptığı "Hz.isa'nın Cesedi" tablosundan etkilenerek ve tamamen iyiliklerle donattığı Prens Mişkin karakteri üzerinden iyilik-kötülük,sevmek-karşılık vurmak, toplumun genel olarak insana bakışı ve daha bunlar arasında detaylı bir çok şey anlattığı büyük romanlarından sadece biridir.

Her şeyde iyi niyetini esirgemeyen ve bunun riyakarca olmadığı bilinmesine rağmen,bu tarz bir adamın sadece "budala" olarak görüleceği ve aslında toplum tarafından kabul görmeyeceği gözler önüne serilmektedir.Zira her katmanda insanın,kendine göre olan sebepleri onu dürüst davranmaktan alı koymaktadır.Kimileri nasıl köşeyi dönerim,kimileri ise nasıl bir sınıf daha atlayabilirim,kimileri ise daha fazla nasıl caka satabilirimin peşinde olduğundan kimse dürüst değildir ve bu durum herkesçe bilinip,bu konuda üstü kapalı bir uzlaşı olduğundan, içten gelen bir "saflık,iyilikle" tüm bunlara meydan okuyan bir adam "budala" olarak görülür.Ne kadar sevilse de, o kadar ile kalınmalıdır.Yoksa topluma karışmamalı,uzak tutulmalıdır.Düzen bozulmamalıdır!

insanlık, her ne kadar nefsani şeyler taşıyıp, günahkar da olsa, masumiyeti,iyiliği,kötülüğü de gayet iyi bildiğinden, düzeni bozmaya aday gördüğü bir "budalayı" sevebilir ve hatta ona aşık dahi olabilir.Bundan sonrası ise bireyin duygularının,kendisinde de var olan toplumun kodlanmış refleksleriyle kavgasındadır."Çok iyisin ama..."

Tüm bunların dışında Dostoyevski'nin hayatını etkileyen çoğu şeyin romana yansıması;idam cezası,Avrupa'ya,Katolikliğe,Hristiyanlığa,Rusya'ya bakışı vs...

sözlük yazarlarının itirafları

aslında suskun olduğum vakitler daha çok konuşuyorum.ama benden başkası duymuyor.belki de bu yüzden sevmiyorum geceyi;her şey daha suskun,herkes daha kavgalı.kendimle barışamıyorum.

zapiski iz myörtvovo doma

Birinci Bölüm
1-ölüler evi
2-ilk izlenimler
3-ilk izlenimler
4-ilk izlenimler
5-birinci ay
6-birinci ay
7-yeni ahbaplıklar-petrov
8-azimli adamlar-luçka
9-isay fomiç hamam-bakluşin'in hikayesi
10-noel bayramı
11-müsamere
ikinci Bölüm
1-hastane
2-hastane
3-hastane
4-akulka'nın kocası-hikaye-
5-yaz mevsimi
6-hapishanenin hayvanları
7-şikayet
8-arkadaşlar
9-kaçış
10-hapisten çıkış

yukarıda da ayrıntılı bir şekilde başlıklar halinde dile getirilen ve hapishanenin ölüler evi olarak lanse edildiği,anılardan kastın ise dostoyevskinin sürgün hayatı boyunca hapishanede yaşadıklarına denk gelen anı-kitaptır.

soylu bir kimse olarak hapse giren dostoyevski'nin, çoğu kendisi gibi olmayan binbir çeşit yapıdaki halktan,sıradan adamların derinlemesine psikolojik-karakter analizlerini yaptığı,bununla beraber özgürlük,suç,ceza,mücadele,rusya,rus halkı,insan...a dair alttan alttan fazlasıyla tespitlerini dile getirdiği kitaptır.

anı şeklinde yazılmış bir roman olmanın ötesinde dostoyevski'yi tanıma anlamında kesinlikle okunması gereken kitaptır.
--spoiler--
ama insan yedi canlıdır!insan her şeye alışan bir yaratıktır.ve sanırım bu onun en iyi niteliğidir.

mesela,on yıllık sürgün hayatımda bir kerecik olsun yalnız kalamamanın ne korkunç,ne azaplı bir şey olduğunu anlayamazdım.

genel olarak geçmişlerinden az konuşurlar,anlatmayı sevmezlerdi;besbelli geçmişi düşünmemeye çalışırlardı.

hiçbir şeye şaşırmamak,aralarında en övülecek erdem sayılırdı.

bir insanı ezip mahvetmek,ona en korkunç bir katilin bile duyunca titreyeceği kadar ağır bir ceza vermek isteyenlerin,insana yaptığı işin tamamen anlamsız,faydasız olduğu duygusunu vermesi yeterlidir.

kim ne olursa olsun,ne kadar aşağı mevkide bulunursa bulunsun,her insan içgüdüsel olarak,hatta bilinçsizce,bir onuru olduğunun unutulmamasını ister.

ama ne vurulan damgalar,ne takılan prangalar ona bir insan olduğunu unutturamaz.yani sırf bir insan olduğu için,ona da insanca davranılması gerekir.

pranga sadece küçük düşürme aracı,bir ayıp,bedene de,ruha da bir ağırlıktır.

kısacası,bir insana kendi benzerine fiziksel ceza verme hakkının tanınması topluluğun yaralarından biridir;bu yara bir yandan o topluluktaki özü ve vatandaşlık duygusunu kemirirken,öte yandan da önüne geçilmez bir düzensizliğe de yol açar.

biz de yaşıyoruz işte...günahlarımızla tanrı'nın göğünü karartıp duruyoruz.
--spoiler--

tatlı rüyalar

"Zeki müren'in zeki müren olduğu filmlerde canlandırdığı karakterlerin gerçek zeki müren'le ilgisi ne kadarsa,bu kitapta sözü edilen kişi ve olayların gerçekle ilgisi o kadardır."' la başlayan bir kitaptan bekleyebileceğiniz her şeyi barındıran ve bu girizgahla kapak tasarımında yer alan psiko-absürd,romantik,komedi tanımlarına dahi ihtiyaç duymayan,"sanıldığı gibi sadece gerçekler rüyaları etkilemez,rüyalar da gerçekleri etkiler" cümlesi üzerine oturtularak hikayeleştirilen ve tahminimce psikoloji üzerine yapılan hemen hemen tüm geyiklerin yerli yerinde kullanıldığı güzel bir kitaptır.
--spoiler--
"Ne kazandım ki ben?"
"Bir düşle bir dünya yaratılabileceğini öğrendiniz,yetmez mi?"
"Anlaşılan o dünyayı yaratan benim değil sizin düşlerinizmiş,"dedi.Şevket adeta sitemkar bir tavırla.
"Bu doğru değil,"dedi Panş."Birisini düşlerinize kattığınız anda o kişi farkında olmasa bile ruhunun derinliklerinde bunu anında hisseder ve sizinle birlikte o düşü örmeye başlar.Yani olup bitenlerde benimkiler kadar sizin düşlerinizin de önemli bir rolü vardı.Hem kim bilir,belki farkında bile olmadan siz de bir dünya yaratmışsınızdır."
Profesör yıllar boyu düşlerine konu ettiği kadınların tüm rezil fantezilerinden haberdar olduğunu düşünerek titredi."Siz neler söylüyorsunuz! insan salt düşleriyle bir başkasının yaşamını nasıl etkileyebilir?"
Panş,Profesör'e döndü."Profesör,aslında bir diğerinin yaşamını etkileyebilmenin tek yolu budur.Dünyayı değiştiremezsiniz ama yeni bir dünya yaratabilirsiniz."
--spoiler--

benimle birlikte ıslanır mısın

Şimdi yağmur yağıyor ya...

Biliyorum kimilerinin dilinde "bu yağmurda da ne güzel uyulur" cümlesi.
Uyumalı mıydı peki?
Yağmurda da güzel uyulurdu dimi aslında? yok yok uyamamalıydı.bu güzel yağmurla birlikte dilek tutmalıydı. Acaba ne dileseydi?

ve diledi:"benimle birlikte ıslanır mısın?"
cevap mı?
yoktu.ama olsun.
O zaten "sırılsıklamdı"

Yağmur,"senle karışık yağmur"...

kıbrıs

çocukken anlatıldığı üzere,Türkiye'miz üç tarafı denizle çevrili bir yarımadaydı.Bunu harita da görmenin ötesinde bizzat yerinde görerek şahit olmuştum ki,gerçekten de ülkemiz bir yarımadaydı.Ama ne yazık ki neticede her şey yarımdı,tam değil,ada değildi.Belki bu yüzdendir ki hep o soruyla karşılaştık senelerdir:"ıssız bir adaya düşseniz,yanınıza alacağınız ÜÇ ŞEY nedir?"

soran kişiye göre değişmişti cevaplarımız.Üç şey çok,tek seni alırım dediğimiz hızlı zamanlarımızdan tut da,şimdi uçağıydı,gemisiydi,ne lüzümu var adanın,medeni medeni kalabalık kalabalık takılalım,neme lazım ıssız da ya bizi ıssıza çekerlerse dediğimiz bile olmuştu.

ama o malum soru hala aklımızdaydı.büyümemize rağmen aklımızdaydı.bir gün adaya gidersek...

daha gitmeden heyecanlanmıştım.hatta korkuyordum bile.seneler sonra bir kez daha uçağa binecektim ve korku anında elini tutup,manevi destek alacağım biri,ne renkli gözlü,ne de parmakları ince,hoş,tatlı bir hatundu.

ama yine de şükrediyordum,yanımda böyle biri olmasa bile,tek değildim.dost diyebileceğim adamlardan bir adam vardı yanımda.hem kendimi el tutma noktasında garantiye almıştım.uçakta korkup elini falan tutarsam beni hoş görecek bu namüsait hali kimseye anlatmayacaksın şeklinde söz almıştım.ahitti,vefa idi,ahde vefa...

rötar süresinin uzamasıyla paralel adrenalin seviyem had safhada idi.ama her şeye rağmen ben delikanlı biri idim.yeri geldiği zaman nasıl ki sevinçlerimizi,acılarımızı içimize gömüyoruz,nasıl ki kıyılarımızda yalnız dolaşıyoruz,heyecanımızı da bu noktada saklamalıydık.

adımlar adımlar...

güzel bir yüz,tebessüm...
hoşgeldiniz...
aman allah'ım...
hoş hoş..bu..şey...bulduk...

ben burda dursam,adaya gidiyorum.Üç şey...diyorum...efendim...three...efendim...tek seni diyorum,boşver üçü seni alsam...

hadi be kardeşim yürü,hostes herkese gülüyor,hoşgeldiniz diyor.hem ada ne ıssız ne de sen tek gidiyorsun.
şimdi hadi al voltanı...al hadi al...al da ense traşını görelim.nah görürsün,saçlarımı uzatıyorum ben,göremezsin.lan s.ktir git,deli manyak.küfür ayıp ama,sizi terbiyeye davet ediyorum.ben size küfrediyor muyum?hem ben zaman zaman da olsa küfretmemeliyim,bazen bu halimi sevsem de,çünkü yakıştıramıyorlar bana,biliyorsun.lan git manyak herif...tamam lan tamam...keşke sadece bunu yakıştırmasalar.

ne kadar acı,gerçekten hostes bana güldüğü kadar güzel gülüyor herkese."bence ben de şimdi herkes gibiyim"

kaptanınız konuşuyor:...

bu nasıl bir ses,kendine güven,vay anam vay.bırak kıbrısa gitmeyi,ben bu adamla savaşa bile giderim.ne de olsa bu kaptan beni getirir de götürür de.kaptan sen de şimdi götürür mötürür deyince olayı abartma,hem bak ne güzel hostesler var,kaptansın sen lan,ne o öyle safihane sana güvendik diye bu laflar,adamı...neyse sen anladın onu.akıllı ol lan...yoluna bak sen.

türbülans...
aslında çok şık bir söylenişi var.anlamını bilmeyen hatunlara bunu birkaç kez söylediğinizde fransız etkisi bile yaratabilir.etkiyi tam randımanlı aldığınız takdirde,belki bir buse dudaklarınızda.hem de en fransızından.

ama gerçekler...gerçekler işte.
ön koltuktaki adamın ne oluyor lan ne oluyor diye feryatları,yanındakine heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatması.yan tarafta oturan kadınınsa,hiç bir tepki vermemesi.aklım sıra kadına kızıyordum,kocasına niye destek olmuyor,en azından elini tutsa falan.nerden bilebilirdim ki,adamın korkudan ne yaptığını şaşırdığını...
hiç bir medeni hal durumu yokmuş meğer.
her şey korkudan.allah adamı korkutmasın.kim demişti türbülans şık bir kelime diye!

tam inmeye yakın,o çok korkan adamın sol çaprazındaki yolcunun telefonunun çalması ve adamın tepkisi.gerisini tahmin etmek zor olmasa gerek,o yüzden anlatmıyorum.

şükür allah ım,artık karadayız.
yine gülümsüyor hostesler,ama bu sefer aldırmıyorum.ne de olsa ben de şimdi herkes gibiyim.

ilk adım,adadayım.

ve yine yağmur.

kaç zamandır adaya yağmayan yağmur,bu gece benimle...

adasın biliyorum,kimseyi de almadım yanıma,yalnız geldim,hoş hep yalnızdım zaten.

bekle beni...kıbrıs... bekle...bugün 27 nisan 2010...kızmayın lan kıbrısı da anlatacağız.hele biraz soluklanalım.

toplu taşıma araçlarında kesişme sanatı

Tanım nerde diye sorma aga,sana sanat diyorum.Önce bir oku,göreceksin. sen sanatın ve sanatçının yanında olmanın çok daha ötesindesin.Aslında sen de sanatkarsın.Hepimiz hepimiz biraz öyle değil miyiz?Tamam aga kızma,bu lafa ben de çok küfrediyorum.Muhabbete geçiyorum.

Öncelikle <abi bu sanat işidir, çalışmanın dışında Allah vergisi yetenek de olmalı> triplerine girip korkmana gerek yok.Bu yetenek bizim genlerimizde var,merak etme.Atalarımız orta asyadan başlayıp üç kıtada sefer halindeyken at üstünde az manita tavlamadı.Kimler hayran olmadı ki bize,Çinliler,Ruslar,Avrupa...Polat abimizin dediği gibi biz racon kesmiyor,manita kesiyorduk,manita.O günlerden at üstünde öğrenmiştik biz manita kesmeyi,otobüs,metro,tramvay ne ki...ah ulan ah...

Olayın genetik özelliklerinin dışında geleneksel tarafı da var tabi.Amerikan filmlerindeki gibi küçücük piçlerin babaları yaşındaki adamlara hey mayk naber,şu iş nasıl oluyor bize de öğretsenle olmaz.Usta-çırak muhabbetiyle gözlemle,laf dinlemeyle,teknik,taktik,stratejiyle olur.Mahalledeki Osman abi'ye hey Osman de bakalım ne oluyor? Yeri gelmişken mahalledeki tüm abilerimize saygılar,onlardan neler öğrenmedik ki?

Küçükken annelerimizin yanında o gün senin bu gün benim dolaşırken ve zaman zaman çarşıya çıkıldıkça otobüs yolculuklarında denk gelirdik bu abilerimize.Taktik,strateji nedir?O günden kodlamaya başladık çoğu şeyi.Anneleri yanında takılan şirin çocuklara tüm şefkatiyle yaklaşan genç,bekar ablalarımızı tavlamak adına ne ayaklar yapmadılar ki.Biz masum şirin çocuklar üzerinden prim yapmak için az mı uğraştılar.

Ağızda çukulata,elimizden çekiştiren annemizle otobüse biner ve muhabbet başlar.

Aaaaaa Sevim abla,kim bu yakışıklı?
Oğlum oğlum...bak abla,sana ne diyor?
Ya anneeeeee!
Utandı utandı...ay ne kadar şeker.sevim abla gel sen böyle otur,ben kucağıma alırım çocuğu.
Oyyy oyyyyyyy (küfretmeyin lan o zamanlar sapık değildim,bu oyyyyylama geçmiş zaman için değildi)

Yolculuk devam ederken,klasik adın ne senin bakayımla başlayan muhabbetin devamıyla birlikte muhabbete ısınılır,sevimliliğimiz daha da artar,otobüste bulunduğumuz yer itibariyle ilgi odağı haline gelen ben ve kucağında oturduğum mahallenin güzel ablası,yine mahallenin abileri tarafından fırsat bu fırsat denilerek,kesilmeye başlanır. küçük sevimli çocukla yalandan ilgilenmeler,uzaktan uzağa ona göz kırpmalar falan.Götüm götüm olay mahalline yaklaşmalar ve asıl niyetin ortaya çıkması.Meğer bize plase pasların sebebi,golü bulmak için hazırlıkmış.

Osman abi yakıştı mı şimdi sana,bizim üzerimizden prim yapmak.

Tüm bunlar çok sonraları anlaşılır ve Osman abi'ye ilk kızgınlık bir yana şükran duyulur.ilk ders alınmıştır.Thanks Osman.Ne Osman'ı lan.Pardon abi,hep bu Amerikan filmlerinden oluyor.Ne? boşver abi boşver...

Zaman gelip geçer,çıraklık da devam eder.Otobüste hatun kesme olayında türlü türlü taktikler öğrenilir.Dersaneye giderken toplu bir grup ergenin otobüsün arka alanına istiflenip hatunları kesmesinden tut da, tek başına kulaklığıyla müzik dinleyen melankolik havalarında hatun kesmeler...türlü türlü kesişler.Sınır yok aga.

Ama en romantiği de akşam veya daha geç bir saatte yüzüne bakmaya doyamadığın manitayı otobüs camına yansıyan siluetinden kesmektir.O nasıl bir duygu arkadaş?Atmosfer tüm şartlarıyla uygun.Her şey film tadında.Her şey biraz fulu.Hayalle gerçek arasında gitmeler.Yol gidildikçe dışarıdan yansıyan ışığa göre onu biraz daha görebilmek ya da karanlığa biraz daha gömülmek.

Bir de camda ansısızın bir gülümseme olmaz mı?...
Aman...aman...

Dedim Allah'ım nerdeyim ben?Burası neresi?

Hooppppp Bekir ağır ol oğlum.

facebook

Herkeste yavaş yavaş bir furya başlar.

Feysbukun var mı?
O ne ki amına koyayım.
O ne mi?(erkek değil miyiz, sikicem bu bitmek bilmeyen soru faslını)Abi arkadaşlarını buluyorsun..
Oğlum bizim arkadaşlarımız kaybolmadı ki.
Abi öyle değil. senelerce görüşmediğin ilkokul arkadaşlarını bile buluyorsun.
Lan bizim mal hakanı bulsam ne?
Abi hakan ı siktiret zaten. zamanında yüzüne bıyıklarından dolayı bakmadığımız hatunlar öyle güzelleşmişler ki sorma.
Lan bir siktir git.
Sen yine protest takıl abi. ama bil ki hatunlar
Sus amına koyayım sus

Furya öylesinde devam eder ki uzun zaman feysbuku olmayanlar mahalle baskısına dayanamazlar.

Abi bak ilkokul arkadaşları buluşuyoruz feysten haberleştik hep beraber. Millet seni de merak ediyor sen de gel.
Tamam gelelim bakalım.
Aaaaaaa ne kadar değişmişsin.
Aaaaaaa ne kadar güzel olmuşsun.
Bu kim?sevgilimmm.....aaaaaaaa
Bu sözden sonra kimilerin yüzünde hassiktir ifadesiyle birlikye yine aaaaaaaaaaaa
A harfine hiç bu kadar küfretmemiştim.

Nabıyorsun?
Okuyorum
Nerde?
istanbul üniversitesinde...
Aaaaaaaaaa.....ne güzel
Hay ayı...
Neden feysbuk un yok....sen de açsana bir hesap.
Bilmem....bakarız ama....

Fotoğrafı bile olmayan profili düşük bir hesap açılır. Furya ya dahil olunur. Yolda sana selam vermemek için götünü çeviren adam bile sanal alemde seni eklemek ister feysbukuna. Tamam ulan buna da eyvallah.

ilkokul arkadaşını bulmadan olur mu?Olmaz tabi amınakoyayım.

Neden profil resmin yok?
Bilmem yok işte.
Ama olur mu?
Benim ki de böyle olsun.

Aleme yavaş yavaş ısınmaya başlar magazinel olayları buradan öğrenirsin.
Fotoğraflar, fotoğraf yorumları, duvar yazıları....ağız da hep aynı şaşkınlık ifadesi vay amınakoyayım...biz nerdeyiz...millet nerde?

Kimileri sürekli....biz mi? Yaşıyoruz baba ya, takılıyoruz modunda.
Kimileri aşık olmuş...şair pezevenk&#8230;hepimiz hepimiz biraz öyle değil miyiz modunda...ben öyle değilim lan. küçük iskender seni!
Kimileri ağır abi...ülkücüyüz biz...vatan, millet, Sakarya&#8230;
kimileri Gandici kimileri Tayyipçi...

ilişki durumları karışık olanından tut bugünden yarına manita değiştirip duygu yüklü şarkılar paylaşan altına da aldırma aga diyen yorumlar
Ertesi gün baba hayırlı olsun yaaaalar.
Ne oluyoruz amına koyayım

Ama düzeyli muhabbetler de olmuyor değildir hani. vuralım da öldürmeyelim di mi?
Öldürmeyelim öldürmeyelim.

Ne haber Ayşeyle başlayıp normal seyrinde nerde çalışıyorsun, abin ne yaptı falan filan türünden devam eden olağan muhabbetler. zaman zaman ilkokul geyikleri. sonra birden kesilen bir muhabbet.

Ne oldu lan şimdi.
Ne olucak abi. ayşe manita yapmış. tüm erkek arkadaşlarını çıkarmış listesinden.
Ne o lan biz sapık mıyız amına koyayım.
Abi bu feys aleminin rajonu bu. manitaysan, kontrol ben de olacak hesabı, erkeklerin gözünde hemen hemen manitasının tüm tanıdığı erkekler özellikle de bizim gibi ilkokul arkadaşları sapıktır.
Abin sapık mı oldu lan şimdi.
Evet aynen öyle abi.
Yoksa bizi niye silsin ki birden.
Hay...neyse amınakoyayım. böyle paranoyaklarla işim ne ki? Siktirsin gitsinler.

Aylarca ulan ben sapık mıyım sorusu sorulur? lan beni de manyak yaptınız.

Gel zaman git zaman...tam sapık olduğum kanaatine varmışken tak bir arkadaşlık isteği ve kabul sonrası bir mesaj.

Özür dilerim?
Ne oluyoruz lan....du....du
Özür dileyecek bir durum yok ki
Yok yok...anlamışsındır herhalde, aslında ben silmedim seni.
Neyse neyse...önemli değil.
Gülücük...

Ulan ne gülüyorsun. tam alışmıştım. ben sapıktım. niye benimle uğraşıyorsun.

Aradan yine biraz zaman geçer.

Mahalleden harbi iki arkadaşla bir araya gelip muhabbet ederken ilkokul maceraları döner her zaman ki gibi. derken ayşeye sıra gelir....
Oğlum ayşe nin ilkokul arkadaşlarından erkek bir sen varsın?ne iş?
Ne işi olacak oğlum, kız benden özür diledi. önceden beni de silmişti. ama geçen arkadaşlık isteği gönderdi. ardında özür mesajı. oğlum ben değilim ama siz sapıksınız lan kızın gözünde.
Siktir lan.

Yine kıllanılır ama. uzun zamandır bu hatun yine yok ortalıkta. eve gidince bir bakalım, ne oluyor.

Ne olucak amınakoyayım. hatuna bir bakılır. ortak arkadaşlarımızın hepsi hatun. ama biz yine arkadaş değiliz.
Ben yine sapığım.

Ulan nasıl söyleyeceğiz şimdi bunu millete.

Oğlum geçen bir baktım ayşe beni tekrar silmiş.

Gel lan gel...hepimiz sapığız...

Abi profil fotosu koysana.
Fotonu sikeyim.
Abi ilkokul arkadaşları buluşuyoruz.
Ulan keşke liseden başlasaydım.
Sen de katıl...bilmem kaç kişiyiz.
Grubunuza sokayım
Düzeyli muhabbet
Sus lan susssss....

14 eylül 2010 bursaspor valencia maçı

Skor ne olursa olsun rüyadan öte gerçek ama çok gerçek bir maçtı.

Aklımıza avrupa deyince seneler önce yaşadığımız intertoto mücadelesi gelirdi.Timsah yürüyüşleri,Baliçler,Ercümentler hala akıllarda...Çocuğuz daha...Renkler arasında bocalıyoruz.Ama yavaş yavaş gönlümüz ısınıyor en güzel renklere.Yeşil ve beyaza...

Mutluluklarımız uzun sürmüyor.Hep umudumuzun bir kenarına da endişelerimizi koyuyoruz.Hatta bazı pazartesileri okula gitmek istemesek de inadına daha da seviyoruz bu renkleri.Kim bilir aşık olmayı öğreniyoruz yeni yeni.Aşk biraz da acı çekmek galiba!

Biraz da hiçbir zaman ulaşamamak.Rüya ile gerçek arasında kalmak.Ne orda ne de burada olmak.Sahi hep şarkılarda mı kalacaktı şampiyonluk?Rüyalarda mı dokunacaktık kupalara?Uyandığımızda tekrar aynı rüyaya dalabilmek için gözlerimizi mi kapatacaktık?

Sahi neydi bu eziyetin adı.Kim bilir belki de aşktı bu.

Aşk için uyanmıştık bayramın üçüncü günü sabahına.Saatlerce beklemiştik sırada.Elimde bir bilet.Biri okusun lütfen.Biri bu rüya değil gerçek desin.

Gerçek ulan gerçek işte.Biz varız.Yeşilimiz ve beyazımızla.Elbet maç başında ivankov üçlü çektirecek tüm stata.Elbet gururlanacağız ve elbet çıldıracağız o şampiyonlar ligi müziği eşliğinde.

Ne olursa olsun.Orada biz vardık.Uyanın uyanın! Biz çok ama çok gerçeğiz artık.

10 eylül 2010 bursaspor eskişehirspor maçı

Bayram sevinç,mutluluk,birlik beraberlik demekti.En güzel bayramlardan birini biz Bursasporlular 2010'un mayısında yaşamıştık.Artık bundan sonraki tüm bayramlar bizim için daha da özeldi.Çünkü biz artık şampiyon bir takımdık.içinde şampiyonluk geçen tüm tezahüratlar öylesine söylenmekten öte artık bir anlam taşıyordu.Beraberliğimizin kenetlendiği bu bayram gününde biz yine şampiyonla birlikte stattaydık.

Kardeş bildiğimiz Eskişehirli taraftarların tüm taşkınlıklarına,yenilen koltukları biz Bursasporlulara atmaya çalışmalarına ve hatta ilk golü kalemizde görmemize rağmen bugün yine de bizim için bayramdı.Çünkü biz şampiyonduk,şampiyon takımın taraftarlarıydık.Coşkumuz inancımız tamdı.Maç sonunda her şey kaldığı yerden devam edecek,bayram bitmeyecekti.

Belki de akıllar Valencia maçında olacak ki kapalı kale arkası dahil biz maraton susmuşken,bir kıvılcım gerekliydi şampiyon için.Çok geçmeden açık kale arkası alev aldı.Alevler ansızın tüm stada yayıldı.Şampiyonnnnn...Şampiyonnnnn...

Ve ardından iki golle gelen galibiyet.

Teşekkürler Şampiyon,teşekkürler Şampiyon taraftar.Bayram devam ediyor..

16 ağustos 2010 bursaspor konyaspor maçı

senelerdir özellikle de geçen sene kapalı ve açık kale arkası tribünlerde destek verdiğim şampiyon bursasporumuzu ilk defa maratondan hem de yeni yapılan yerin son sırasında ve yine ilk kez futbolculara bu kadar yakın izlediğim maçtır.

tüm bu yeni duruma adapte olmaya çalışırken gözlerimin alışık olmadığı bir forma,ve yine anlam veremediğimiz bir olay;şampiyon takımın nerde sponsoru,reklamı...

her iki taraf için de durağan başlayan bir maçta tam zamanında gelen bir gol;
nunez'in bizi heyecanlandıran şutları ve ilk maçta taraftarın gönlünü kazanması;
ve nihayetinde lige güzel bir başlangıç.

hadi hayırlısı...

cokacayipsey

gençliğimize,toyluğumuza aldırmadan,"bizi arayan,halimizi hatrımızı soran" mahallenin delikanlı abilerindendir.
saygımız sonsuzdur vesselam...