bugün

entry'ler (179)

lost

bir de onu bunu bıraktık da sanırım bu kadar şey yazınca senaristleri anlatmaya çalıştığını sanırım anladım. esas karakterlerimizin adları genelde ünlü düşünürlerin, filozofların falan adları oluyordu. mesela john locke, mesela d. hume, mesela jack shepard (shepard hz isanın lakaplarındandır), rousseau, hatta linus, daha çoğaltabiliriz de... fakat 19. yüzyılın en önemli düşünürlerinden nietzschenin adı yada öğretileri bir kere bile geçmedi. senaristler dizinin sonunda nietzscheyi anmamızı sağladılar. evrende hiçbir şey yoktur her şey yalan her şey dolan.

lost

aslında senaristler böyle olacağını bize söylediler nasıl mı?
-dizinin başında bu bıçağı olan adamda birşeyler var dedik hatta onun flashbacklerinde anladık ki aslında felçi bu adam fakat adada ayağa kalkıyor. daha sonra öğrendik ki bu adam herşeyin bir nedeni vardır diyen böbreğini babasına kaptıran bir loserdan başka bir şey değil(belki de kelime oyunu yaparak lost dediğimiz şey john locketır aslında)
-sonra swan çıktı desmond çıktı vidyolar çıktı ve dedik ki bu koreli bilim adamında var bişeyler 70lerdeki dehşet çalışmaları merak eder olduk. her vidyo daha da içine çekiyordu bizi
-derken the others çıktı yerliler dedik ajanlar bunlar dedik hatta bunların başı benjamin linus bütün sorulara cevap verecek dedik o da fos çıktı.
-ve richard alpertla tanıştık daha önceden de bu yaşlanmayan adamı görmüştük ama pek münasebetimiz olmamıştı. adam cool her yerden bitiyor yaşlanmıyor derken bu herif de hiçbir halt bilmiyor çıktı fakat bizim hala joker hakkımız jacob vardı
-daha yüzünü bile göremediğimiz jacob hakkında sürekli teoriler ürettik yok jackin babası yok sawyer yok hugo derken sarışın bi eleman çıktı ve en sonunda öğrendik ki o da birşey bilmiyor sadece annesinin yap dediği şeyi yapıyor nedenini bilmeden
-mibe de güvendik aynı zamanda belki içine duman kaçınca cevapları görmüştür biliyordur birşeyler son bölüme sakladık umudumuzu o da olmadı.
-en sonda son bir umutla bütün sorularımızı cevaplamak için christian sheparda güvendik hem adamın isim de tutuyor tamam abi işte budur dedik. o da yalnızca kimse bunu tek başına yapamaz dedi. nasıl yani kimse tek başına ölemiyor mu kardeşim yada kimse tek başına adaya uçakla düşüp birsürü badireler atlattıktan sonra black smokeu öldürüp cennete mi gidemiyor?aslında evet kisme bunu tek başına yapamaz ve tek başına yapsa da sevdicekleriyle yapsa da anladık ki hiçbir bok olmuyor... belki de dizinin verdiği en kesin cevap buydu...

lost

3-4 yıldır lostu takip eden, yeni çıkan her bölümden sonra usanmadan teoriler üreten ve son bölüme kadar asla umudunu kaybetmemiş biri olarak şunu söyleyeyim hiçbir teoriyi falan hak etmiyordu bu dizi. şimdi kimse de kalkıp "ne bekliyordun ki zaten lost bir drama dizisi daha ne olsun, diziyi son derece iyi bitirdiler" gibi masturbatif laflarla gelmesin. kendinizi tatmin etmeyi bırakın yada lostu korumaya da... son bölüm iyiydi duygusaldı, sayidle shannonı bir arada görmek güzeldi, sawyer ve juliette daha güzeldi hatta benjaminle hugonun batman robincilik oynaması harikaydı ama senaristler de bunu dememizi istiyorlardı kesinlikle. diziye belli bir gazla başlamışlar sonunu nasıl olsa getiririz daha 6 sene var mantığıyla hareket edip black smoke tan manyetik alana sihirli numaralardan zamanda yolculuğa hatta yunan mitolojisine kadar her şeye bulaştılar. ve her yeni hamlede biz büyüleniyorduk sonu ne olacak diye. fakat o kadar ellerini "kirlettiler" ki bir daha temizleyemeyeceklerini anladılar ve son bölümü de olası tepkiyi belli oranda azaltmak için bütün karakterleri laylaylom modunda bir araya toplayıp hüzünlü duygusal bir son getirmeye çalıştılar. başardılar da fakat onca kafa yorduğumuz teoriler, inandığımız bilimsel açıklama sözü, hatta jacob ve mib... hepsi boşa çıktı yani dizinin sonunda mib in ölmesiyle bizim lostielerin cennete veya her ne boyutsa oraya giriş bileti kazanmaları arasında bir bağ kuramadım.

özet olarak şunu söyleyeyim dizi sonu olmayan bir şekilde bitti. yapmak istedikleri bu mudur bilemiycem ama bizi hiç tatmin etmedi doğrusu...

not: eğer senaristler kalkıp bizi yeniden ters köşeye yatırıp diziyi bitirmemişler ve yarattıkları bütün bu sorulara cevap vereceklerse çok pis kapak olucak bana fakat zerre kadar üzülmem hatta kapak olduğu için sevinirim

how i met your mother

bu dizide anlamadığım bir şey var. şimdi ted stella ile çıkarken çocuklarına "eğer anneniz stella olsaydı böyle olurdunuz" deyip aynı koltukta oturan iki sapsarışın çocuk gelmişti sahneye arkadan da anneleri gülümsüyordu. e şimdi son sezonda öğrendiğimiz kadarıyla tedin müstakbel eşi de sarışın fakat çocukları esmer kumral bile değil. ha eğer tedin müstakbel eşinin saçları boya olabilir diyecek olursanız vallahi onu da ileriki bölümlerde görücez

ronnie james dio

umarız ki o yukarılardan bizi izleyecek ve young jbye yaptığı gibi hepimize yol gösterecek hayatımıza yön verecek...

cehennemin girişindeki olası yazılar

aşırı yoğunluk sebebiyle girişler bir süreliğine durdurulmuştur bilginize...

ygs 2010

470 puan alan bir öğrencinin ilk 5bini zorlayacağı bir sınav. valla bana göre değil de söylentiler öyle diyor tabi ne kadar inandırıcı olur orasını bilemeceğim bana kalırsa 470 puan alan bir öğrenci rahat ilk 2bine girebilmeli.

tabi burda şunu da söylemek gerektiğine inanıyorum. ösym başkanı sınava kolay diyecek eminim bunu da türkiye geneli mat ortalamalarını göstererek kanıtlayacak fakat matematik 15 20 net yapmak isteyen bir öğrenci için ciddi anlamda kolaydı çerezdi vs. bu aynı şekilde türkçe fen ve sos için de geçerli tabi 15 sayısı biraz oynayabilir. fakat tam yapmak isteyen arkadaşlar için hiç de öyle kolay değildi keza yanlış sorular vardı bunlarda kaybedilen moral ve zaman faktörü vardı vs. bu sınavın amacı evet lys için para kazanmak ve evet yeni sınav sistemin iyidir öğrencilerin ortalaması yükselmiştir, milli eğitim bakanlığı işini iyi yapmaktadır hatta bunun ucu iktidara kadar bile gidebilir sonuç olarak halkın gözünü boyamak için ilk sorular ciddi anlamda beleşti fakat o sorulardan sonra iş değişiyor zor soruyu geçtim yanlış sorular gelmeye başlıyordu. bütün sene ders çalışmış üniversite adına göbek yapmış bütün sosyalliğinde vazgeçmiş bir öğrenci bu sorularla karşılaşınca ne düşünür siz hesaba katın artık

ygs 2010

mattaki yanlış soruyla 7-8 dakikamı yemiş sınavdır. eh teşekkür ediyorum aslında adamların da ölçmek istediği herhalde takıldığın soruyu geç boş bırak mantığı olmalı. e azından ösym mantığından 30 senedir çıkmayan bir konudan soru soran mantığa ne denir ki

bir de burdan sınava kolay diyen sevgili troll arkadaşlarıma selam çakarım...

clash of the titans

bu film için fail diyorum nedenini de belirteyim hemen:

-spoiler-

bir kere eğer daha önce olmuş veya kurgulanmış olayları konu alan filmlerdeki saçmalıkları ve hataları hatta değişiklikleri biliyoruz yüzüklerin efendisindeki gibi. ha adamlar yine çok kalite film yapmışlardı göze çok batmamıştı bu. fakat clash of the titans bu saçmalığı olymposa kadar taşıyor neredeyse.

pegasustan başlayalım. pegasus bildiğiniz gibi kanatlı attır. hatta at-tanrıdır. genelde beyaz tasvir edilir filmde siyah, ha dicek olursak o zamanlar bütühn heykeller beyazmış pekala adamlar değişik bir tasvir yapmışlar diyebiliriz buraya kadar pek bir sorun yok. fakat herkes mitolojiyle ilgilenmiyor diye cümlealemi salak yerine koymaya da gerek yok. filmin ana kahramanı perseus gerçekten medusa ile savaşmıştır fakat medusa öldükten sonra kafasından akan kanlarla iki mitolojik karakter doğmuştur. biri kötülüğün temsilcisi ve antalyadaki olympos dağında yaşadığı sanılan chimeria diğeri ise pegasustur. filmde ise daha perseus medusa ile savaşmadan pegasus beliriyor. ayrıca pegasusu kullanan da bellarophontes adlı mitolojik bir kahramandır(şu an bütün efsaneyi yazmama gerek yok sanırım).

gelelim titan olayına: filmin başında anlatılan hikaye doğru yalnız adamlar kendi anlattıkları hikayelere de inanmıyorlar herhalde ki medusa ve krakene titan diyorlar ve sanırım filmin adı da buradan geliyor. titanlar şimdiki olympos tanrılarının bir önceki jenarasyonu gibi bir şeydir kısaca ve bunların en bilindikleri kronos, prometeus(ki buna değineceğim), atlas diyebiliriz. dünyanın hakimiyetini tanrılar, titanlardan almışlardır çünkü kronos oğullarının kendisini kehanetteki gibi öldürmesinden korkuyordur bu yüzden de hepsini yemiştir zeus dışında. bunun da efsanesi uzun sürer burada anlatmaya gerek yok. yalnız kesinlikle şunu belirtmeliyim eğer başlıkta titan kelimesi aklınızı çeliyorsa sakın gitmeyin değil titanlar yada kronos, bir tane titan bile geçmiyor filmde hatta tartarustan bile söz edilmiyor.

hadesi de hemen belirteyim. yer altı tanrısıdr ve zeusun onu kandırdığı bir gerçektir fakat asla kötü karakterli olarak tasvir edilmez. evet gizemli içine kapalı bir tanrıdır belki korkunçtur ama her yerde baş kötü karakter olarak gösterilmesi tamamen çocukçadır. örnek: SELENA

insanları yaratma olayı başka bir saçmalıktır. insanları zeus değil prometeus yaratmıştır.hatta filmle paralel olarak prometeus tanrıların egemenliğine başkaldıran bir titandır. zeusa karşı beslediğin kinin sonucunda balçıktan insanı yaratmıştır(bu balçık olayı başka bir kitapta daha geçiyordu galiba). hatta bununla da yetinmeyip olympos ateşini insanlara getirerek ateşi kullanmalarını sağlamıştır. bazı yorumlar bu ateşin bilgi ve ilim olduğu yönünde bu yüzden prometeus ilmin ve bilginin tanrısı olarak da kabul edilir. her neyse bu ateşi insanlara öğrettiği için zeus onu cezalandrırır daha sonra herkül onu kurtarır vesaire vesaire... fakat asla zeus insanı yaratmamıştır.
-spoiler-

şimdilik aklıma gelen çelişkiler ve saçmalıklar bunlar. ha ben de fragmanları izleyince heyecanlamıyor muydum? hem de nasıl ama filme gidince bu filmin gerçekten fail olduğunu anladım. siz hala hadesi kötü pis kaka olarak gösteriyorsanız, hala pegasus disneyin herküle yaptığı gibi ana kahramana bahşediyorsanız hala klişe diyaloglardan iyinin kötüyü yenmesine hatta hiç kasmadan yenmesine yer veriyorsanız ne farkınız kaldı çizgi filmden selenadan. bir de 3D olayı var ki ağlarım... hiç girmeyeyim en iyisi. son olarak o kadar güzel anlatılmış güzel ve devasa dizayn edilmiş hatta tanrıların bile korktuğu krakeni 5dklık bir sahneye sıkıştırabiliyorsanız yazıklar olsun size. inşallah bu sesimi holywooddaki yapımcılar duyar da biri krakene hakkını verir. yazık oldu valla garibime.*

lost

en sonunda jacob ın hades black smoke un kronos adanın da tartarus çıkacağı dizidir. hatta jack hercules bile olabilir. ama mitolojiye bağlayacaklar orası kesin. heykelden belli bir kere

ömer çelakıl

bir programında kutuplar ve ekvator arasındaki uzaklıktan bahsetmişti. 6bin küsür(tam hatırlayamadım) km olduğunu ve bilmem kaçıncı cüzün bilmem kaçıncı ayetine baktığımızda rakamların örtüştüğünü söylemişti. şimdi birkaç soru sormak istiyorum ben buradan:

1)kuranı kerim eğer gerçekten ekvatorla kutup arasındaki uzaklığı km cinsinden vermişse günlük hayatta metre km cm kullanmak caiz hatta sevapmıdır?
2)eğer böyle bir birim söz konusuysa kuranı kerim başka birimlerden de söz ediyor mudur, ediyorsa onları bulup kullanmalı mıyız?
3)eğer kuranı kerim bilimsel olarak 1000 yıl öncesinden bilinmeyen bir şeyi aydınlatabiliyorsa bundan 1000 yıl sonra aydınlatılacak bilgileri de şifrelenmiş olarak içerir mi? içerirse bunları bugünün imkanıyla bulursak Allah'ın işine karışmış olmaz mıyız 1000 yıl öncesinden? Allah bizim onun işine karışmamıza izin verir miydi?
4)eğer kuranı kerim bilimsel olarak bir şeyleri kanıtlıyorsa ve yoruma yer bırakmıyorsa inanç nerede kaldı imtihan edilmek nerede kaldı seçimimiz nerede kaldı?

türk olmanın avantajları

dünyanın heryerinde kendini savunmak için ortamın bulunması.

jordan rudess

tamamen bir virtüöz olsa da, teknik olarak kevin mooreu 2ye 3e katlasa da bazen şarkılarda gerektiğinden fazla karmaşık çalar. ama bu onu kötü klavyeci yapmaz. yine de dream theatera farklı ve gerçekten de iyi bir kimlik kazandırmıştır. yalnız jordan rudess geldikten sonra grubun metali değil de zaten ağır basan progressiveliği daha bi ağır basmaya başlamıştır.

the final cut

kim ne derse desin bu albümün a momentary lapse of reason ve the divison bellden daha çok pink floyd olduğunu inkar edemez. *

roger waters

müzik tarihinde şarkı sözlerinde en çok and* sözcüğünü kullananan aşmış kişilik

some other time

alan parsons projectin i robot albümünde yer alan bütün şarkıları dahil en aşmış en güzel şarkısı. kesinlikle dinlenmelidir. dinlendikten sonra da unutulmamalıdır ki zaten unutulamaz bir şarkıdır some other time. hele vokalin some other place somewhere some other time dediği kısım ağlatır.

burak kut

aslında sesini freddie mercuryye benzediği ama ya talihinin yada zekasının bu sesi kullanmasına olanak vermediği şarkıcıdır

the piper at the gates of dawn

syd barrett.

pigs on the wing

roger watersın burnu tıkanıkmış gibi söylediği şarkı belki gerçekten öyledir hatta belki bilerek öyle söylemiş de olabilir gönderme amaçlı ama gerçeğini bilemeyiz tabi.

pink floyd

pink floydun bütün albümleri şaheserdir ve genelde hepsi birbirleri arasında eşleri vardır ki bunlar grubun dönemlerini yansıtır:

grubun ilk albümü olan piper at the gates of dawn grubun 60larda çıkarmış olduğu singlelarle eşleşir ve birbirlerine benzer. grubun psychedelic dönemlerine tekabül eder ve şarkıların melodileri biraz daha çocukçadır ki bu da syd barretin kişiliğini gösterir -çünkü o dönem lider ve söz yazarı odur- ve onun efsane olmasındaki başlıca nedenler arasındadır.

2.albümleri a saucerful of secrets ve 3. albümleri ummagumma benzerlik gösterir. 2. albümde syd barret olsa da lider değildir bu sefer çünkü asid yüzünden hastalığı şiddetlenmiştir ve roger waters sözyazarlığına başlamıştır. gruba yeni katılan ve en genç eleman olan david gilmour ise syd barretten çok iş yapıyormuş gibi görünmek istememekte ve bizi o sololarından az da olsa mahrum bıraksa da albüm çok dinlendirici ve huzur vericidir. bu son iki özellik ummagummada da vardır. fakat syd barret ve çocuksuluk artık belirgin değildir. grup psychdelic alanında aşmışlığını gösterir bu albümde ve kendi şarkılarını da coverlamışlardır yine bu albümde. ve albüm grubun en deli en çılgın en baş döndürücü albümüdür. bu 2 albümde de richard wright klavyeyi konuşturmakta ve ana soloları genelde o atmaktadır. gruba o dönem psychdelic özelliğini katan ana unsurdur wright. roger waters da bass gitarı lead instrument gibi çalmaktadır.

1969 yılındaki more adlı soundtrack albümü eşleşmeyen tek albüm denebilir. ama atom heart motherın sinyallerini verir çünkü grup artık psychedelic olmaktan çıkıyordur. ama yinede ummagumma soundunu veren şarkılar mevcuttur. ayrıca 2 tane erken metal dönemlerinde sayılabilecek şarkısı mevcuttur. bunlar büyük ihtimalle grubun en sert şarkılarıdır.

ardından gelen atom heart mother ve meddle albümleri genel olarak benzerler. ikisinde de 20 küsür dakikalık senfonik rock şarkılar vardır ve son derece başarılıdır ve 2sinde de genel olarak bilinen pink floyd soundundan uzak şarkılar vardır. grup artık daha çok progressive müzik yapmakta ve şarkılara değişik efektler katmaya başlamıştır. ama tamamen psychdelic öğeleri bırakmıştır diyemeyiz. david gilmour gruba ısınmış ve gitarını gerçekten konuşturmaya başlamıştır. meddle albümü pink floydun en iyi olduğu döneme sinyaller vermektedir. ayrıca waters beyninde kurduğu empatiyi sözlerine yansıtmaktadır ilk defa ve grupla bütünleşecek olan sen bensin ben de senim sloganı söz olarak geçmektedir echoes başyapıtında.

meddledan sonra çok da bilinmeyen ama grubun en güzide dönemlerine denk gelen dark side of the moonla benzerlik gösteren albümü vardır sırada. obscured by clouds. grubun zaten beyni olmuş olan roger waters bestekarlığını konuşturmaktadır ve grubun müzikalite açısından en başarılı dönemidir bu dönem. obscured by clouds waters tarafından konsept albümü olarak tasarlanmış ama soundtrack olduğu için gerçekleşememiştir ve yine aynı nedenden çok duyulmayan hakkı en yenen albümüdür. dark side of the moon ise grubun, bütün dünyada dönemin en iyi grupları arasında sayılmasına neden olmuştur ve herkes tanımaya başlamıştır grubu. albümün başarısı şarkıların herkese hitap etmesi melodi bakımından çok geniş ve zengin olmasından kaynaklanmaktadır. bu başarının arkasındaki en büyük mimarlardan birisi de alan parsondır.

wish you were here ve animals müzik olarak çok benzemese de birbirlerine, eşleştirmek gerekirse birbirleriyle eşleşirler ve 2side pink floydun aynı dönemindedir. çünkü 2sinde de grubun söz yazarı roger waters birilerine veya bir şeylere mesaj vermek amaçlı yazmıştır sözleri. ve albümler işledikleri tema açısından kendi içinde bütünlüğe sahiptirler. wish you were here da grup en çok bilinen wish you were here ve shine on you crazy diamond şarkılarını yapmışlardır. özellikle animals albümünde talk box denilen icat kullanılmıştır dünyada ilk defa pink floyd tarafından. bu da grubun progressiveliğini bir kez daha kanıtlamaktadır bize. wish you were here tamamen syd barrettı anlatmasına karşılık animals tamamen politiktir ve roger waters artık iç çatışmalarını daha çok dökmeye başlamıştır.

70lerde grubun başarısı ne kadar arttıysa içindeki tartışmalar da o kadar artmıştır. waters artık tek söz yazarı konumunda görmektedir kendisini ve grubun diğer elemanları da bundan memnun değildirler. roger watersın içindeki çatışmalar çok artmış ve sözlerinde de artık bunu yansıtmaya başlamıştır. işte the wall bunun ürünüdür. albümde ve filminde geçen pink floyd roger waterstır aslında. albüm çok başarılı olmuştur ve yine eğitim sistemine veya 2. dünya savaşına gibi konulara göndermeler vardır albümde. roger waters tamamen içini dökmüş ve bunalımlı dönemlerinin ürününü ortaya koymuştur. grup roger watersın şahsi menfaatlerini gözetmesinden hoşnutsuzdur ve çok başarılı olsa da kavgaların da çok olduğu bir albüm olmuştur the wall. waters grup elemanlarına pek kulak asmamış kendi isteğini yapmaya devam etmiştir çünkü barrett sonrası pink floyd ruhunu kendisinin oluşturduğunun farkındadır ama bu ruhu o kadar çok ön plana çıkarmıştır ki müzikaliteyi arka plana atmaya başlamıştır. diğer grup üyeleri bunu dile getirdiklerinde ise onu kıskandıklarını düşünmüştür. albümden sonra rick wright dayanamayıp gruptan ayrılmıştır. çünkü waters sonraki the final cut albümünde the wall mantığını devam ettirmiştir. gruptaki tek sözsahibi odur. pink floyd ruhu artık ön planda olan tek şeydir ve bu ruh artık roger waters ruhuna dönüşmüştür. sözün müzikten önemli olduğunu düşünen waters müzikaliteyi iyice arka plana atmıştır. albüm ne kadar beğenilmese de çok başarılı bir albümdür normalde. birçok özellik bakımından bu 2 albüm birbirine çok benzemektedir. hatta the final cut, the wallun devamı niteliğindedir.

pink floydun roger watersın kendi projesi olmaya başladığını fark eden gilmour ve nick mason gruptan ayrılarak dağıtmışlardır grubu. fakat richard wrightı da çağırarak albüm yapma kararı almışlardır. watersla kavgalı olan grup elemanları onu almayarak pink floyd adı altında yeni ve gayet başarılı bir albüm yaratmışlardır. albümün piyasadaki başarısı çok iyidir ve müzikalitesi de oldukça yüksektir. a momentary of lapse of reason albümünü yaparken david gilmour, waters olmadan pink floyd ruhunun kaybolacağını fark etmiş bu yüzden o ruhu yakalamaya çalışmıştır. bunu son albümünde de deneyen gilmour o ruhu tam olarak sağlayamamıştır. grup sözlerle değil de etkileyici melodilerle yakalamaya çalışmıştır o ruhu. melodilerle bazı şarkılarında yakalamış olsalar da söz ve genelde besteler de roger waters eksikliği fark edilmektedir.bu eksiklik watersın bass çalışından da kaynaklanıyor olabilir çünkü o zamanki pink floydla çalan bassçının stiliyle watersınki çok farklıdır. yine de gayet başarılı bir albümdür bu albüm ve tabi ki dönem de öyle. çünkü gilmour ne kadar pink floyd ruhunu gitarıyla yakalasada sözlerle tamamen yakalayamamıştır. ardından gelen the division bell bu ruha daha yakındır ve müzikalitesi daha yüksektir. yine de high hopes şarkısı grubun en etkileyici şarkıları arasında sayılmaktadır.

live 8 konserinde tekrar bir araya gelen bu 4 insanüstü varlık ilerleyen yaşlarına rağmen birleşirler mi bilemeyiz ki çok zor bir ihtimal gibi gözüküyor fakat hepimiz dileriz ki birleşsinler...