bugün

entry'ler (148)

sevgiliye mektup

adının her hecesi amansız bir kor olana, dudaklarımda:

''umut, beslenmeyecek kadar fazlaydı''

hani sana hiç bahsetmediğim için bana sitem ettiğin bir kitap vardı, binlerce sayfası olan. o kitabın en karanlık anlarından birinde geçiyor bu cümle. yoksun ya, gözlerin de yok, en karanlığımdayım. bu cümle daha ağır artık.
peki neden umut? başka nice şey var söylenebilecek en sevgiliye, umutla başlamak neden?
çünkü gözlerimin sana ilk değdiği andan beri tutunabildiğim tek daldı o. devasa bir hasretle, ''amin'' diyerek başladık olmayacak (bizden başka herkese göre olmayacak) duamıza, biliyorsun. olmadı da. öğrenmiş olmalısın artık insanların ''ben zaten böyle olacağını biliyordum'' demeyi ne de çok sevdiğini. canları sağolsun. işte o tarifsiz hasretle başlayan ve yine hep o hasretle devam eden (kimliğimiz oldu o hasret be güzeller güzeli) yolculuğumuzda ben hep umudu aldım yanıma, sana verilmek üzre, o hep yanan serçe misali yüreğine bir katre esenlik olsun diye. çıkınıma koyduğum her şey, en çok da umut, hep senin içindi adı güzel. şimdi ise ağırlığı altında ezildiğim cümle ise bu.

öfkeliyim. ama yalnız sahibini yakan bir öfke benimki. herkesin sahip olduğunu iddia ettiğim boşluk var ya, duyabiliyorum, büyüyor git gide içimde. ne tuhaf, insanlar o boşluğu doldurabilmek için neler yaptılar zamanın başlangıcından beri. ben seni diledim sadece. o boşluk dolsun diye değil, o boşluk anlamını yitirsin diye. ama yoksun şimdi.

evimin anahtarı hala kapımda duruyor. eve her geldiğimde adını fısıldıyorum, belki gelmişsindir diye. yoksun. gündüzleri, geceleri adını fısıldıyorum içimden. ve hep -im takısıyla birlikte. başka türlüsü imkansız.

gittiğini duyanlar ''hayırlısı'' diyorlar, kahkaha atasım geliyor. biliyorsun, seni yakarırken bile tanrıdan, dileyememiştim hayırı. seni dilemiştim sadece. yapamamıştım, dökülmemişti dilimden, geçmemişti hiç içimden ''hayırlısı'' sözü, durmadan seni dilemiştim adı güzel. şimdi ne hayır var, ne allah, ne de sen.

ama ölümler var. aysel ablayı tanıyorsun, kanserdi. umarım inandığı yerdedir şimdi. ankara'da patlayan bombada ölenlerin sayısı ise istatistik değilmiş. iş arkadaşımın kuzeni öldü orada, onun gözlerinden biliyorum.

o meşhur rüzgarlar başladı. yine ıssız buralar. rüzgarlar daha bir kötü sanki. ekmeğin tadı, sigara da öyle. ben zeytin yiyorum devamlı. saçma biliyorum bunu söylemek. bugün düşünmüştüm neden hep zeytin yiyorum diye. tabi seni düşündükten sonra. ve seni düşünmeden önce. ve seni düşünürken düşünmüştüm bunu. iyi misin can? onlar gibi öylesine sormuyorum. ben ne olursam olayım, neyi eksik, fazla, yanlış, doğru yapmış olursam olayım, günahlarım, sevaplarım ne olursa olsun, onlar'dan olmadım hiç. sen'den oldum ben, sen artık olmasan bile. seni sevdim ben tek. hayırsızım, allahsızım, sensizim belki ama seni sevdim sadece. ve hep. son nefesim adın olsun adı güzel.

bazen hiç var olmamış olmayı düşünürken buluyorum kendimi. ama sen bakma kelimenin alay eden oyununa. kendimi bulmak söz konusu değil. zaten bu saçmasapanlığın ortasında bulunacak yer, gidilecek ev, ''taşınacak su'' nasıl bulunsun? ne anlamım ne pusulam var. çünkü anlam da, pusula da sensin.

''ok değerse bir kuşun ancak kalbine değer''

şimdi her adımda özlüyorum seni. acı çekiyorum. o romanlarda sayfalarca anlatılan asil acılardan değil, bayağı bir acı bu.

ama bin dermana değişmem.

ünal aysal

yıldırım Demirören denen biyolojik oluşumun kucağına oturup galatasarayımı bir kez daha satan fatih terim'i gönderdiği için salya sümük ağlayan, salyalar akıtan, akılsız, izansız, omurgasız, aptal tek hücreliler artık rahat bir nefes alsınlar.

başkanlığı bırakıyor.

her türlü bokun birinin bin para olduğu, ciğeri beş para etmezlerin her köşe başını tuttuğu (yurdumun aynası) futbol alemi, alın sizin olsun. tüpçü, aziz, medya.. hepsi sizin olsun.

ben artık galatasarayımı gizli seveceğim.

tanım: insan.

the left hand of darkness

ursula k. le guin'in bir başka şaheseri.

oldum olası kitaplar hakkında yazılan yazıları ego tatmin aracı olarak görmüşümdür. hangi kitaptan neyi anlayacağınız kimsenin tekelinde değildir. neyi, ne kadar anlayacağınız, sizin ne kadar hazır olduğunuzla ilgilidir. ki bu durum insan ilişkileri için de geçerlidir.

böyle bir giriş yapmamın sebebi, bu kitap hakkında söylenecek çok şeyimin olması. kuşkusuz bir paradoks bu.

şu kadarını söyleyebilme cüreti alayım kendimden: bir çok başka şey dışında, 'düşünme üstüne düşünme' var bu kitapta. farkında olmadan, kalıplarla düşünüyoruz. kitaptan gelen örneği düşünürsek, cinsiyet kalıbı mesela.

ayrıca yerdeniz dışında bir başka şaheser için;

(bkz: mülksüzler)

felipe melo de carvalho

tweeter'da bir başkasının yazdığı metni tekrar yayınladığı için 2 maç ceza alan Galatasaray futbolcusu.

önümüzdeki günlerde sosyal medyada düşüncelerini paylaşanlar birer birer göz altına alındığında, hatta hapse atıldığında, (hani olmaz böyle şeyler yeni Türkiye'de, zaten hiç de olmadı. biz 'olur da' diyelim) bu aslan parçası gelir akıllara, belki.

hatta bunların bazıları tüpçüyü destekleyen fenerlilerden olur. belki.

hayat böyle ironileri sever.

bu arada; aziz senin taşşaklarına kurban olsun.

felipe melo de carvalho

yıldırım Demirören denen oluşumun elini sıkmaz, götüyle top kurtaran kaleciye sikiyle gol atar.

kısacası aslan parçasıdır. kelimenin tam anlamıyla.

cenk akyol

güzel insan. çok güzel insan.

mehmet demirkol

tatlı su demokratıdır.

sistemsel sorunları güzel güzel anlatır, kişileri, kurumları eleştirir. iki kelimeyi bir araya getirip konuşamayan, dünyadan bihaber spor medyasında nadir bulunan bir üslup ve birikim sahibidir. bu sebeple, çok fazla kişi için hayranlık uyandırıcıdır. ama;

aması cenk akyol. (bkz: cenk akyol)

yıllardır sporcularımızın entelektüel seviyelerinin yetersizliğinden dem vuran, tepkisizliklerine tepki koyan, sporcuların sendikası olması gerektiğini savunan, oyuncu-yönetim ya da oyuncu-medya anlaşmazlıklarında genellikle oyuncudan yana taraf olan (bu yüzden bendenizin takdirini kazanan) Demirkol, cenk Akyol'un gezi olayları sırasında muhteşem, tarafsız, efsanevi(!) bir habercilik anlayışı gösteren ntv oluşumuna gösterdiği insani ve zarif tepkisi karşısında suspus olarak, tatlı su bilmemnesi olduğunu çok iyi kanıtlamıştır.

hatırlatmakta fayda var: (zira sazan-türkiye kombinasyonu)
2013 yılı şampiyonu Galatasaray basketbol takımı oyuncularından güzel insan cenk akyol, şampiyonluk maçı sonrası açıklamalarda bulunurken, ntv mikrofonunu yere atıp, tepkisini (katılın ya da katılmayın) ortaya koyar. Demirkol'un sabah programı ekürisi ve aynı zamanda ntvspor müdürü fuat Akdağ cenk Akyol'a ateş püskürür. hatta müthiş bir mallık örneği olarak, Galatasaray kulübüne cenk Akyol için şikayet mektubu yazar. (pek tabi Galatasaray kulübü Akdağ'ı sallamaz) uzun süredir istikrarlı bir şekilde milli takımda yer alan cenk akyol, garanti Bankası'nın ana sponsoru olduğu milli takıma çağrılmaz. (garanti bankası ve ntv doğuş grubuna aittir) kaderin garip ve (bence) çok güzel bir cilvesi olarak cenk Akyol'un çağrılmadığı milli takım 2013 yılında dibe vurur. (cenk 2014 kadrosunda bulunmaktadır)

fuat Akdağ ve Mehmet Demirkol'un sabah programlarını yıllarca düzenli bir şekilde takip ettim. zannımca fuat Akdağ omurgasız, bilgi fakiri, orta yolcu, yalaka, en ufak bir tehlike belirtisinde ''amaaan Mehmet, ne alakası var'' deyip konuyu değiştirmeye çalışan birisi. yani insanlara makam sahibi olmak ve o makamda kalabilmek için hangi vasıflara ihtiyaç olduğunu göstermesi bakımından mükemmel bir örnek. (zaten Demirkol'un Akdağ'a nasıl dayanabildiğine hep şaşmışımdır) artık programlarını takip etmiyorum. belki hala güzel güzel bir şeylere saydırıyordur Demirkol, izleyenler ''vay be, ne kadar doğru, ne kadar farklı, falan filan'' diyorlardır, bilmiyorum.

bir iki soru var aklımda ama: Cenk'in attığı ntv mikrofonu değil de, başka bir kanalın mikrofonu olsaydı, yine üç maymunculuğu oynar mıydı Demirkol? ya da basketbol milli takımının ana sponsoru garanti değil de başka bir şey olsa? Cenk'i süpperrrr şekilde savunup, hayran hayran dinletir miydi bizlere kendisini?

gözümde adnan Aybaba kadar değeri yoktur, Mehmet Demirkol'un.

iyi uykular türkiye..

bireysel emeklilik

kısa ve net: yapmayın.

(bkz: halk emeklilik kazığı)

halk emeklilik kazığı

tanım: üpper, süpper, ultra kazıktır.

her şeyden önce, eğer içinizde bireysel emeklilik yaptırmak isteyen varsa yap-ma-sın. (hele ki bunu ayakkabıkutusunuenenenenensevenkamubankası'ndan yapacak olan, asla)

maaşımı halk Bankası'ndan almaktayım. bu bireysel emeklilik denen şeyi asla düşünmezken, kişisel bir hatır için sisteme kaydımı yaptırdım. nedeni, en ufak bir birikim bile yapamamam, sistemden çıkmak istediğim an, yatırdığım ana paranın tarafıma iade edileceği garantisi ve yukarıda dediğim gibi kişisel hatırdı. sözleşmeyi okumadım. okuma gereği duymadım çünkü sözleşmeyi imzalamamı isteyen halk bankası çalışanının bana yalan söyleyeceğini tahmin etmezdim.

10 ay boyunca 923 TL birikmiş. sistemden çıkmak istediğimi söylediğimde (bugün), 733 TL kesinti yapılacağı söylendi. düşünün; ana paradan 733 TL kesinti. telefonun ucundaki kadının şaka yapma olasılığına karşı, kesintiyi başka bir telefondan teyit ettirdim. yanlış değildi, 733 TL kesinti yapılacaktı.

bana yalan söylendiğini, sözleşmeyi okumadığımı söylediğimde, haklı olduğumu, bana eksik bilgi verilmiş olabileceğini vs. gevelediler. (çok sinirlenip sayıp döktüklerimi, inanılmaz bir soylulukla dinleyerek yaptılar bunu hem de.) sanırım benzer durumları çok yaşıyorlar.

demem o ki, bireysel emekliliğe girmeyin. zaten bu sistemde bir girme fiili olacaksa eğer, bunu yapacak taraf bireysel emeklilik olacaktır, siz değil.

ayakkabı kutusuna bağış yaptık iyi mi hacı.

halk emeklilik

halk Bankası'nın bireysel emeklilik sisteminin kısa adı.

(bkz: halk emeklilik kazığı)

hatırladıkça iç burkan garibanlık anıları

derme çatma bir ev yapmıştık.

harç olarak samanlı çamur kullanılmış, sadece beş kişi yaşadığımız odanın tavanı kalaslardan yapılmıştı. diğer odalarda tavan yoktu, kiremitleri görebiliyordunuz.

ilkokul 1. sınıftaydım. 88 olmalı. annemle eve dönüyorduk yağmurlu bir gün. eve varınca benden iki yaş küçük kardeşimi masanın altında dururken bulduk. kalaslar suyu engelleyememiş, o da korunmak için masanın altına saklanmıştı. kendimin ve kardeşimin gülümsediğini hatırlıyorum. annem ağlamıştı.

kısa bir süre sonra sadece o odanın tavanı kaplanmıştı. yine samanlı çamurla. kar yağdığı gecelerin sabahına uyanmak ise çok garip bir histi çünkü evin diğer tüm yerleri karla kaplı oluyordu. hatırlıyorum da toz gibiydi o kar. kiremitlerin arasından geçerken inceliyordu iyice sanırım. aslında sadece ilk zamanlar garip bir his veriyordu. sonra sıradanlaşmış, hepimiz alışmıştık.

bazı anlar (delice öfke anları) hariç sevgiyle anıyorum o zamanları. ama o yaşta anlamını bile bilmediğimiz hüznü tattık kardeşlerimle doya doya. sindi üstümüze kokusu; çıkmaz artık sanırım.

''kapanmaz yağmurun açtığı yaralar çocuklarda''

(bkz: çözülmüş bir sırrın üzüntüsü)

cumhuriyet in riya albümünden

dibine kadar riyadır, olması gereken değil.

hem de öyle bir riyadır ki, en tehlikelisindendir. göz yaşartıcı, dramatik, manşetlik...

çevrenize iyi bakın! daha nice riya göreceksiniz.

emperyalizm

cetvel demektir.

afrika ve ortadoğudaki çoğu ülke sınırlarının cetvelle çizilmesidir emperyalizm. bu talihsiz ülkeler kendi sınırlarını bile belirleyememiştir ki, temel politikalarını belirlesinler. ekonomi, eğitim, askeri sistemlerini, sınırlarını cetvelle çizen modern, demokratik, hümanist, muhteşem! batı avrupa ve abd seçer. siyasi sistemlerini bile. (emperyalizmin en ölümcül yöntemlerinde biridir, kendi işbirlikçilerini kanlı yöntemlerle bu talihsiz ülkelerde iktidara çıkartmak. tüm dünyaya demokrasi dersi veren batı avrupa ve abd gerektiğinde kendi elleriyle besler 'apoleti büyük beyni küçük' darbeci generalleri.)

tabi ki sadece sınırları pürüzsüz ülkeler değildir emperyalizmin hışmından nasibini alanlar. aslında dünyanın çok büyük bir kısmı sahnedir bu zulüm oyununa. yer altı ve üstündeki tüm kaynaklar sömürülür. beyinler sömürülür. yürekler sömürülür. vicdanlar artık yalama vidalar gibidir, hiç bir tornavida işe yaramaz. akla gelebilecek her şey bir araçtır emperyalizm için; medya, din, okul..

satılık kalemler gazetelerinde yazar bu talihsiz ülkelerin. omurgasız, vatansever! liderler nutuklar atar meydanlarında. karşı çıkan onurlu sesler aşağılanır, değersizleştirilmeye çalışılır, coplanır ya da görmezden gelinir.

falan filan işte.

alex vs hagi

(bkz: yoga hocası vs nirvana)

sonradan ekleme: ayrıca bu dansöz şikebahçeliler, konu burak yılmaz olunca istatistiğe burun kıvırır, konu alex vs hagi olunca istatistiğe dem vururlar. başka türlü savunma olanakları olmadığından.

ruh nedir bilmezler.

battlestar galactica

bir şarkıyla bir dizi ancak bu kadar birbirine aşık olabilirdi. (bkz: all along the watchtower)

kusursuz senaryosuyla, sağlam oyunculuğuyla, sistem eleştirileriyle, büyüleyici atmosferiyle muhteşem bir dizidir.

eğer bu diziyi henüz izlememiş olup, izlemeye karar verdiyseniz (sizi deli gibi kıskanıyorum) alt metinlere çok dikkat etmenizi öneririm. asker-polis ayrımı, klasik anlamda olmayan bir ırkçılık, kast sistemi, demokrasi, proletarya, inanç ve daha niceleri. nefes nefese takip edilen bir hikaye içinde tüm bunlar sorgulanıyor. yani uzay gemilerini görüp burun kıvıran trt 2 gibi kadın triplerinde olanlardansanız bile, (bkz: trt 2 gibi kadın) yine de beğenerek, ailece izleyebilirsiniz.

ben bu gece tekrar tekrar izlediğim bu seriye yeniden başlayacağım.

--spoiler--

tüm bunlar daha önce yaşandı. tekrar tekrar tekrar..

--spoiler--

ve tabi söylemeden olmaz:

so say we all.

aynı adam

sosyalizm daha iyi anlatılamazdı. ve bunu şiirle yapmak, hem de muhteşem bir şiirle yapmak, gerçek şair olmak demek.

her şiir kendinin açıklamasıdır, kendinde açığa çıkar:

gözlerim nemli değil
gözlerim namlu.

oy hakkı eşitliğinin kaldırılması

ciddi ciddi savunanları var. sosyokültürel seviyeleri, maddi durumları eşit olmadıkça, oylar eşit olmamalıymış, eğitim düzeyi falan filana göre katsayı sistemine geçilmeliymiş, okuduğunu anlama seviyesine göre oy oranı olmalıymış. mal beyanatları. ne boktan bir ülke olduk böyle.

oy kaygılarıyla açılan 16464646743254525971311 üniversiteden birine gidip, fotokopi ile dersleri geçen, toplumun asalak sınıfına girmeyi amaçlayan sizlerin mi sosyokültürel seviyeniz yüksek? sizler mi okuduğunuzu anlıyorsunuz? zahmet olmazsa az açın da, siyasi tarih, sosyoloji okuyun. okuduğunuzu anlarsanız, belki biraz yüzünüz kızarır bu yazdıklarınızdan.

ey amabenüniokudumhemsonrabisürüholivudfilmibiliyorumtiyatroizliyorumnasılkültürsüzokuduğunuanlamayanlarlaoyumeşitolurgiller!

okuduğunu anlamayan, sosyokültürel seviyesi düşük, eğitim düzeyi aşağılarda dediğiniz kesim, sizlerin topunuzdan daha fazla değer üretiyor bu dünya ve hayat için. hepiniz elele verseniz, tek bir işçi kadar değerli olamazsınız.

punisher vs batman superman spiderman vs

punisher'ın doğaüstü güçleri olmaması, onu kurgu olmaktan kurtarmaz. cahil cesareti ile açılan bir başlıktır çünkü spiderman'in olduğu evrende yer alır punisher.

dark knight ise batman'i meşrulaştırma ya da batman'in prim yapmasını sağlama çabası değildir. alt metinleri ile, suça ve suçluya bakış açısıyla ve en önemlisi ahlak ve kahraman sorgulamaları ile alelade bir süper kahraman filmi değildir.

kapitalizm

her sistem doğası gereği kendi varlığını korumak ve devam ettirmek için alt sistemler geliştirir. kapitalizm illüzyonlar sistemidir. her türlü kanalla tüm insanlığa veri pompalar. bu bitmez tükenmez veriler sonucu bir 'sanrılar dünyası' oluşur ve bu sanrılar dünyası içinde devamlı konfor talep eder, uyuşur ve tüketiriz.

örneğin medyada sıklıkla spor, sinema-dizi oyunculuğu vb. alanlarında başarı öyküleri anlatılır. ve hatta kumar.. mutlaka okumuşsunuzdur, toplumun en en en alt tabakasından gelip milyonlar kazanan sporcuları, oyuncuları. ya da lotoda büyük ikramiye kazananları. bu 'muhteşem' hikayeler sadece haber değeri taşımaz, insanlara alt metin olarak şunu verir: sizler de bir gün bunu başarabilirsiniz! umut edin ve bekleyin.

umut kötülüklerin en kötüsü müdür başka bir tartışma konusu ama, kapitalizmin insanlığa sunduğu umut, kötülüklerin en kötüsü. bu umut sayesinde sistem devam edebiliyor. insanlar farkında olmadan kendilerine 'belki bir gün' diyor. yoksa hemen herkesin küfürler savurduğu, 'katliamlar ne kötü be birader' dediği bu sistem ayakta kalmaya devam edemezdi.

size neyi yiyeceğinizi, neyi giyineceğinizi, nasıl görüneceğinizi, neyi izleyip dinleyeceğinizi, neyi okuyacağınızı, nerede tatil yapacağınızı, nasıl sevişeceğinizi söyler kapitalizm. yetinmemeyi öğütler. ve bizler o kadar uyuşmuş, o kadar umutsuz bir hale bürünmüşüzdür ki, çaresizce tüketiriz.

kelimenin tam anlamıyla tüketiriz ve tükettiğimiz sadece madde değildir. vicdanımızı tüketiriz mesela. filistin'de savaş nedeniyle ya da kara kıtada açlıktan ölen çocukları gösterir bize son model televizyonumuz. ağlarız, gerçekten ağlarız. dalga geçmiyorum, samimi olarak üzülürüz, yüreğimiz acır. ama unuturuz. 1 ya da 2 dakikadır ahlarımız, vahlarımız. sonra sıradaki habere geçer son model televizyonumuz: bayram tatilinde nereye gitmeli. hmmm deyip kulak kesiliriz. gösterilen güzel yerlere gitmeye yetecek paramız olmadığı için hayıflanırız. bir dahaki sefere deriz. vicdan yalaması olmuşuzdur artık insan ırkı olarak. sonra aşkları tüketiriz mesela. insan ilişkilerini tüketiriz. artık her şey formsaldır. konuşmalarımız formsal. içi boştur artık.

okunmamış kitaplardan oluşan bir kitaplıktır kapitalizm. önemli olan satın almaktır, sahip olmaktır çünkü, okumak değil. son model telefondur. bilmem kaç tane muhteşem özelliği vardır ama, bizim sadece bir kaç özelliğini kullandığımız bir telefon. ama satın almak zorundayızdır yeni modeli. çünkü eski kötüdür, anlamsızdır, gereksizdir. yeni olan yücedir, gizemli, kışkırtıcı.. uçsuz bucaksız, bilinmez denizlere yelken açan kaptanlarız çünkü biz, maceraperest, cesur... böyle olduğumuzu ispat etmenin tek yoludur satın almak. ve biz de satın alırız.

mitolojideki ne kadar yerse yesin devamlı aç olan, doyumsuz yaratık gibiyiz her birimiz. 'dünyanın şarkı söyleyip, dans eden pislikleriyiz'

iyi tüketmeler.

adana demirspor

artık sportif direktörü samet aybaba, teknik direktörü ise ünal karaman'dır. lazio ile hazırlık maçı yapılır diye korkuyorum.

kader utansın be güzel demirspor.