bugün

entry'ler (23)

nesillerin gittikçe dinsizleşmesi

"hepiniz cehennemde yanacaksınız" amcalarını hatırlatan önerme.
güldüm.
şimdi burada bilim falan demişler, ki kaçı benim uğraştığım dal ile uğraşmıştır malum. bilimin gelişmesi ile ateizmin artmasını lineer bir grafik olarak görmüyorum. neyse devam edeyim.
(inşallah) müslüman olmama rağmen, şurada bir kaç eleştiriye katılacağım. olayı hükümete bağlayan veletleri sahneden alın da az ciddi konuşalım beyler.
müslüman örnek gösterilmesi gereken bir şahsiyet olması gerekirken, ooo allah peygamber diye gezip her yanlışına kılıf uydurursa, nesil niye atayiz oldu annem? diye dertlenmeye hakkı yok.

bakın samimiyetle şunu açıklayacağım, geçen annem ile telefonda konuşurken -babamın dedikodusunu yapıyoruz-
anne dedim, babama baksaydım eğer, dinden çıkabilirdim. bakın babam hırsızlık yapan ne bileyim öyle çok büyük kötülükleri olan bir adam değil. severim ballisini. ama bazı yaptıklarını islam ile bağdaştırması aramızda hep tartışma konusu olmuştur.

öğrendim ki insanlara bakarak gerçekten müslüman olmak çok zor. yeni nesilin bir kısmısı hava olsun, ortamlarda adım geçsin kankiiii minvalinde ateistim diyor, onları ciddiye almıyorum. ama benim gibi düşünen çok insan var.

inanın veya inanmayın ama bunu karşı taraftaki insanlara bağlamayın. deist bir arkadaşla bir gün 2 saate yakın sohbet etmiştik.
ona en son şunu dediğimi hatırlıyorum "yaklaşık 2 saattir, ben islamiyetten bahsediyorum sen ise müslümanlardan, biz aynı şeyden bahsetmiyoruz".

şahsen ben, yaratıcımı sevmeyi ve o'nunla konuşmayı, o'na sığınmayı çok kıymetli bir insandan öğrendim.

neyse sonuç olarak, yeni nesilin dinsizleşmesi de normal geliyor artık. onlara da söyleyecek bir şeyim yok.

dindar nesil

çekilin!!!
var olan bir nesildir.
ama var olan bu neslin her bireyini kalkıp yalancı, tecavüzcü gibi iğrenç, karaktersiz ve haysiyetsizce ithamlarla suçlamaya kalkarsan sana orada dur derler.

ya merak ediyorum, mesela gidin komşu teyzenin kapısını çalın, çocuğunu çağırın "tecavüzcüüü, yalancııııı" diye bağırın.
yemez dimi, yemez biliyorum. yüz yüze yemiyor çocuğum. klavyen anca bu kadarına yetiyor.
aklınızda kurduğunuz o minnacık dünyanızda nasıl bir dindar nesil var bilmiyorum ama, hakikatiyle dinine bağlı bir nesil bırakın tacizi, tecavüzü karşı cinse dokunmayı ar kabul eder.
bu kadar sığır ve ot kafalı olmayın bu yüzden.

adam müslümanım dedi diye ya da öyle gözüküyor diye, müslüman olmuyor.
zaten sizin bu söylemlerinizle avrupa ve amerika'nın yıllardır uğraştığı öğretmen tecavüzleri, kilisedeki binlerce çocuk istismarı suya düşmüş oluyor.
hep diyorum konuşurken azıcık beyninizi kullansanız, bu kadar lafı işitmeyeceksiniz.

eğer düşmanlığınız, aklınızın önüne geçiyorsa gerizekalısınız demektir. geçmiş olsun kaarşim, allah şifanı versin.
ne diyeceğim başka. bu kadar sığ şeyleri buraya yazmaya utanmıyor, fikirmiş gibi yazıyor bir de.

20 04 2016 nani nin konyaspor a attığı gol

fenerin en başta yenilmesini istediğim, ancak bu golden sonra "yok olm yenilmesin, anaaağğmm" dediğim goldür.

insanoğlunun dünyada bir virüs olması

aklıma yaratılışı getiren durum.
Bir zamanlar Rabbin meleklere: Bakın ben yeryüzünde benim hükümlerimi uygulayacak bir halife, bir temsilci yaratacağım demişti de, melekler: “Biz seni övgüyle yücelterek takdis edip sana saygı gösterip dururken, orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?” dediler. Ama Allah onlara: “sizin bilmediğiniz çok şey var onları ben bilirim” dedi.

bakara- 30

demek ki ezelden belli virüs olduğumuz. bize verilmiş doğayı hakikatiyle kullanmak yerine, zarar ziyan ile hep benim faydama olacak şekilde kullanmak da bunun göstergesi.
insan insanın da virüsü.
insanların aile hayatlarına bakıyorum, zengin koca isteyen kızlar geliyor aklıma. "koca parasını rahatlıkla harcayayım, alışveriş yapayım." kafa bu. aman dünyaya bir faydam olsun, aman işte bir iyilik yapayım, yok annem.
iş hayatında iş arkadaşlarının ayağını kaydıran mı ararsın, hırsından gözü hiçbir şey görmeyen mi ararsın.

hayvanları çanta olmaları uğruna harcayalım.
arada iyi hatta çok iyi insanlar var, allah'a şükürler olsun.
ama sonumuz ne olur, orası gerçekten meçhul.

yeni neslin atatürk düşmanı olması

bakış açısına göre değişen durumdur.
gerçekten insanları değerlendirmeyi bilmiyorsanız yazmayın arkadaşım. entry'nin ilk cümlesini okuyup geçtiğim birçok yazar var. ortada "şöyle şöyle oldu" diyebilen bir insan evladı da yok.
şahsım atatürk düşmanı değildir. atatürkçü de değilim. kendisine gereksiz kin de beslemem. kendi bildiği yolda vatanı müdafaa etmeye çalışmıştır, der geçerim.
ama yok efendim ak trollerin işidir, diye girersen seni ciddiye alacak insanlar anca burada senin kapasitendeki insanlar olur. onlar da ne olur bilemem.

hikayemi dinleyin;

benim yetiştiğim nesilde -ki burada bulunanlardan bir tık büyük bir tık küçük sayılırım- (ooo kelime oyunu) , yapılan her yasağın adını "atatürk" koydular. bu konuda tabi ki atatürk'ün suçu var demiyorum, ölmüş gitmiş adam. en basitinden bilinen örnekle başlayalım: başörtüsü yasağı. bu yasağın adı hep "laiklik-atatürkçülük" oldu. bu ülkede bu kadar yasak koyup adını feriha yerine atatürk koyarsanız, gelen nesil de atatürk'ten nefret eder. bunu yapan bizzat atatürkçülerin kendisidir.
ülke bir ara iran, bir ara malezya oluyordu. güldüm bebişi. olmaz olum, olmaz çoçuğum. senin ülkende dindarı dinsizi zaten gün içinde gayet güzel bir arada yaşıyor. geçenlerde bir video izledim, bulursam linkini atarım buraya. dünyada ayrılıklarıyla bu kadar birlikte yaşayan başka bir ülke yok.

neyse devam ediyorum. üniversite devrinde atatürk'ten nefret eder iken, tam olarak anti-kemalist bir adamın kitabını okuyarak atatürk'e olan öfkem geçmişti. insanlar bu duruma hayli şaşırmıştı ama galiba okurken iyi değerlendirmek lazım. siz kalkıp olan her doğruyu mustafa kemal'e bağlarsanız, ben böyle bir tanrıyı kabul etmiyorum gençler. benim gözümde "doğrusu ve yanlışıyla müdafaa etmiş bir yönetici"dir.
kemalist bunu kabullenmiyor. ve gördüğü -ona göre- olan her yanlışı atatürk'e uymamaya bağlıyor.
zaman ilerliyor. her şey değişiyor.
siz başkalarının yaşam tarzına, inancına saygı duymaz, onların hayatına "atatürk" adı altında müdahale ederseniz. insanlar nefret ederler ve birikmiş bir kin çıkar ortaya.
bu noktada her yanlışı da "atatürk yaptı, hep onun yüzünden" demek de diğer ucun da mantıksız olduğu gösterir.

yani yeni nesli eleştirmek yerine, bu hale gelmelerini sağlayan 80 yıllık nesli tartışsak daha mantıklı olur düşüncesindeyim.

anadolu çomarı

bunu söyleyenin yönelttiği kişilerden daha akıllı olmadığını gösteren tamlamadır.
yani sadece aşağılayarak hareket etmeye çalışan bir insanın mantıklı bir argümanla hareket edememesi acınası bir durumdur, diyorum canısı.. anladın?
üniversite zamanında her görüşten insan tanıdım. dini olarak da tamamen zıt olduğumuz ama çok yakın olduğumuz arkadaşlarımız oldu. gördüm ki gerçekten bir şeyleri kendilerine dava edinen adamlar karşı tarafı aşağılamak için kelimeler üretmeye çalışmıyorlar.
kendisi ateist ve sosyalist olan bir arkadaşın, hiçbir akp'liye böyle bir şey yönelttiğini görmedim. çünkü kendisi anadolu'dan gelmiş, ailesi müslüman ve akp idi. ucunun nereye gideceğini gören insan zaten bunu söyleyemez. ar varsa biraz utanır.

günlük hayatta insanların yüzüne gülüp de sözlük gibi platformlarda "aaaaöööö anadolu çomarı" diye bağırıyorsan, bu senin ergenliği henüz atlatamadığını gösteren bir durumdur çiko, geçmiş olsun. sonuçta seni de bir ana doğurmuş, allah yardımcısı olsun, derim.
ne diyeceğim başka?
kendinizin çok zeki olduğunu sanmaktan vazgeçin gençler. bu sizi sadece ispat kuyruğuna sokar. sinemada bilet alır gibi sırayla bilet alır ispat filmi izler, çıkarsınız.
eleştiriniz hala bu yönde ise biraz insan dönüp kendine bakmalı, o da gerçekten karakter varsa oluyor. olmayan da burda "uu çomar" diye geziniyor.
neyse canısı, sen düşün.. yapabilirsen.

peygamberden çok mevlanayı sevenler

Açılın sivibilirim!!!
3 dakka güldükten sonra kendime geldim.olay mevlana'yı sevmekten çıkmış cumhurbaşkanı'na gelmiş. Arkadaşlar hangi kolonidensiniz bilmiyorum ama buna muhalefet denmiyor çiçeeeemm.

Neyse ana mevzuya geliyorum. Mevlana, hz. Peygamber'in izinden giden ehil bir şahsiyettir. Mevlana'yı okuyan, kitapları üzerinde çalışan insanlar zaten peygamber s.a.v'in hayatı ve yaşantısı üzerine çalışmış oluyorlar. Bu noktada daha çok sevmek diye bir şey yok. Dışarıdan insanlar böyle algılamak istiyorlar.

Burada tekrar ciddiyetimi bozup"cumhurbaşkanıoooo" demek istiyorum. Subliminal mesaj ver desek "sub" yazıp verecek beyinde adamlar var lan. Allah'ım hikmetinden sual olunmuyor.

Tanım: Çok da şeetmek gerekmeyen insanlardır.

atv seyredip sabah gazetesi okuyan insan

Halk tv izleyip habersolu hatmeden gerzekleri rahatsız eden tiptir.

Radikal veya sözcü okuyan tipin zıttıdır. Biri akıllı da diğeri akılsızdır gibi genelleme yapacak bebeler yan dursun.
Tercih meselesi. iq'su 40 olan adamlar gelmiş burada "aqplidiiirrrr rororor" diyor ya. Ne kadar zekice bir çıkarım yapmışlar değil mi? Hep birlikte alkışlıyoruz 2-B den pelinsu ve berkecan'ları.

özgür basın

Özgür ihanetin hür medyası olmak gayretinde olan basın yayın organlarından birisinde görev yapan Yavuz Baydar, özgür medya için birlik çağrısı yapmış. Hatta çok manidir ki eski kavgaları bırakıp ortak bir cephede buluşmaya yönelik açık davette bulunuyor. Kiminle peki? Aslında düne kadar taban tabana zıt fikirleriyle karşı olduğu kurum, kuruluş ve şahıslarla… Ne adına? Tek bir şey. O da meşru iktidara ve milletin yarısından fazlasının oyuyla seçilen Cumhurbaşkanına mesnetli, mesnetsiz kıyasıya saldırı…

Bu uğurda sözüm ona 180 aydın(!) özgür basın için Hitler dönemine müsaade etmeyeceğiz kabilinden bir karalama ile yeni bir saldırı eylemi içinde oluyorlar. i. Kant kendi zamanında bu günler için bir tespitte bulunuyor. Diyor ki; “Bütün hak ve özgürlük eylemleri basın ile uyumlu değilse gerekli görülmez.”

Bu aydın olduklarını iddia eden insanlar bazı şeyler kendi istedikleri veya olmasını bekledikleri gibi olmadığı için isyan bayraklarını açıp olmadık işlere kalkışarak bizim de içinde bulunduğumuz tüm basın için söylenilen birçok kötü yakıştırmayı haklı çıkarmaya gayret edip bunu da başarıyorlar.

Minimum elfaz ile maksimum yalan söyleme sanatı diye tarif edilen medyada keçisi çalınan müftüyü “Keçi çalan müftü” ilan etmek gazeteciliğin maharetlerinden sayıldığı, masa başı haberlerin en kolay iş olduğu, en başarılı asparagasın en yüksek taltifi aldığı bu cenah şimdilerde tam da hiçbir şeyin istedikleri gibi gitmediği telaşındalar.

Özgürlükten anlayışları o kadar gariptir ki devletin sırlarını ifşa edeceksiniz, dış siyaset dengelerini değiştirecek operasyonlarla ilgili bilgileri aşikâre edeceksiniz, mahremi nâmahreme ihbar edecekler sonra da özgür basın olacaksınız…

Sınırda silah malzemesi görüntüleyip “IŞiD’e silah malzemeleri Akçakale’den” diye manşet atıp devleti ortaya çıktığı günden beri terörist ilan ettiği bir örgütle iş tutmakla suçlayacaksınız sonra da özgür basın olacaksınız.

Çıkıp medya organlarında aleni bir şekilde içinde yaşadığınız, üstünde beslenip barındığınız ülkenin halkın %52’sinin açık desteği ile Cumhurbaşkanı seçilmiş bir liderini aleni bir şekilde tehdit ve tahkir edeceksiniz sonra da özgür basın olacaksınız.

Özgür Gündem gibi bir gazete hala bu ülkede yayın yapabiliyorsa, insanları aleni bir şekilde meşru devlet ve iktidara isyana ve direnişe davet edebiliyorsa, özgürlük anlayışı şuanda birbiriyle birebir örtüşen diğer medya organları aynı daveti algı oluşturma gayretiyle yapabiliyorsa daha nasıl bir özgürlük istiyorlar acaba?

Hür olmaktan kastınız ihanetinize mani her şeyin önünüzden çekilmesi ise hiç kusura bakmayın bu ülkede bir devlet ve halkın desteğini almış bir siyasi irade var. Bu ülkede ülkesini seven, dinini seven, milletine aşık insanların bulunduğu daha özgür medya organları var. Çünkü özgürlük Hakk’tan ve halktan yana olmaktır. Özgür olmak doğrunun ve iyinin yanında olmaktır. Anlayacağınız meydan boş değil.

Orhan Pekçetin

tanım: yalancıların salyalarını akıtarak bağırdığı tamlamadır.

özgür basın

Özgür ihanetin hür medyası olmak gayretinde olan basın yayın organlarından birisinde görev yapan Yavuz Baydar, özgür medya için birlik çağrısı yapmış. Hatta çok manidir ki eski kavgaları bırakıp ortak bir cephede buluşmaya yönelik açık davette bulunuyor. Kiminle peki? Aslında düne kadar taban tabana zıt fikirleriyle karşı olduğu kurum, kuruluş ve şahıslarla… Ne adına? Tek bir şey. O da meşru iktidara ve milletin yarısından fazlasının oyuyla seçilen Cumhurbaşkanına mesnetli, mesnetsiz kıyasıya saldırı…

Bu uğurda sözüm ona 180 aydın(!) özgür basın için Hitler dönemine müsaade etmeyeceğiz kabilinden bir karalama ile yeni bir saldırı eylemi içinde oluyorlar. i. Kant kendi zamanında bu günler için bir tespitte bulunuyor. Diyor ki; “Bütün hak ve özgürlük eylemleri basın ile uyumlu değilse gerekli görülmez.”

Bu aydın olduklarını iddia eden insanlar bazı şeyler kendi istedikleri veya olmasını bekledikleri gibi olmadığı için isyan bayraklarını açıp olmadık işlere kalkışarak bizim de içinde bulunduğumuz tüm basın için söylenilen birçok kötü yakıştırmayı haklı çıkarmaya gayret edip bunu da başarıyorlar.

Minimum elfaz ile maksimum yalan söyleme sanatı diye tarif edilen medyada keçisi çalınan müftüyü “Keçi çalan müftü” ilan etmek gazeteciliğin maharetlerinden sayıldığı, masa başı haberlerin en kolay iş olduğu, en başarılı asparagasın en yüksek taltifi aldığı bu cenah şimdilerde tam da hiçbir şeyin istedikleri gibi gitmediği telaşındalar.

Özgürlükten anlayışları o kadar gariptir ki devletin sırlarını ifşa edeceksiniz, dış siyaset dengelerini değiştirecek operasyonlarla ilgili bilgileri aşikâre edeceksiniz, mahremi nâmahreme ihbar edecekler sonra da özgür basın olacaksınız…

Sınırda silah malzemesi görüntüleyip “IŞiD’e silah malzemeleri Akçakale’den” diye manşet atıp devleti ortaya çıktığı günden beri terörist ilan ettiği bir örgütle iş tutmakla suçlayacaksınız sonra da özgür basın olacaksınız.

Çıkıp medya organlarında aleni bir şekilde içinde yaşadığınız, üstünde beslenip barındığınız ülkenin halkın %52’sinin açık desteği ile Cumhurbaşkanı seçilmiş bir liderini aleni bir şekilde tehdit ve tahkir edeceksiniz sonra da özgür basın olacaksınız.

Özgür Gündem gibi bir gazete hala bu ülkede yayın yapabiliyorsa, insanları aleni bir şekilde meşru devlet ve iktidara isyana ve direnişe davet edebiliyorsa, özgürlük anlayışı şuanda birbiriyle birebir örtüşen diğer medya organları aynı daveti algı oluşturma gayretiyle yapabiliyorsa daha nasıl bir özgürlük istiyorlar acaba?

Hür olmaktan kastınız ihanetinize mani her şeyin önünüzden çekilmesi ise hiç kusura bakmayın bu ülkede bir devlet ve halkın desteğini almış bir siyasi irade var. Bu ülkede ülkesini seven, dinini seven, milletine aşık insanların bulunduğu daha özgür medya organları var. Çünkü özgürlük Hakk’tan ve halktan yana olmaktır. Özgür olmak doğrunun ve iyinin yanında olmaktır. Anlayacağınız meydan boş değil.

Orhan Pekçetin

tanım: yalancıların salyalarını akıtarak bağırdığı tamlamadır.

beyaz türkler

TSK göreve"noktasından"PKK göreve"noktasına evrilen, postal yalama seanslarını bırakıp Mekap yalamaya başlayan topluluktur.

recep tayyip erdoğan

olaylar şöyle gelişti: Türkiye Milli Futbol Takımı, gruptaki en önemli maçında Hollanda'yı 3-0 gibi net bir skorla mağlup etti. Tam o dakikalarda Dağlıca'dan gelen bir haber bu sevinci derhal üzüntüye çevirdi hepimiz için. Alçak terör örgütü, Dağlıca'da pek çok askerimizin şehit olmasıyla sonuçlanan bir saldırı düzenledi. Haberin yayılmasından kısa bir süre sonra o esnada bir televizyon kanalında canlı yayın konuğu olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a sunucu tarafından bu baskın soruldu. Cumhurbaşkanı da, bu meselenin nasıl bu hale geldiği ve nasıl çözüleceği konusunda fikir beyan etti. işte tam bu noktada Hürriyet ve Zaman gazeteleri devreye girip, tahminen milyonlarca insanın izlediği bir canlı yayında, üstelik Cumhurbaşkanı'nın asla söylemediği sözleri şöyle haber yaptılar: 'Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan Dağlıca yorumu: 400 milletvekili verselerdi böyle olmazdı.'
Doğrusu, Hürriyet'in algıyı oluşturup sonra derhal sildiği o manşeti görür görmez kendi kendime 'yuh artık, yok artık. Birinin etmediği bir sözü etmiş gibi haber yapmanın da bir şekli var. Hepimizi aptal yerine koymanın da bir sınırı var' dedim. Meğer yokmuş.
Yokmuş, çünkü bu habere derhal inanan binlerce, on binlerce sosyal medya hesabı gördüm dakikalar içerisinde.
Sonra olaylar şöyle devam etti:
Cumhurbaşkanı'nın etmediği sözler üzerinden yapılan haber, muazzam bir algı fırtınasına dönüştürüldü. Dağlıca'daki hain baskını PKK yapmamış da bizatihi Erdoğan yapmış gibi bir hava estirildi. Zaten 'bu olan bitenler hep AK Parti 400 vekil çıkaramadı diye oldu' cümlesine inandırılmış bir kitle, Dağlıca baskınının da 'normal' hatta 'AK Parti ve Erdoğan tarafından planlanmış bir eylem' olduğuna ikna edilmeye çalışıldı. Dağlıca'da, PKK denilen alçaklık organizasyonunun yaptığı baskın derhal ikinci plana itildi özenle ve toplumun önüne o dolma yeniden servis edildi: 'Bu Erdoğan diktatör.'
işte bu noktada, Hürriyet'in yaptığı algı operasyonunu içine sindiremeyen 200 kadar insan, gazete binasının önüne giderek protesto gösterisi düzenlediler. Yapmamaları gereken bir şey yapıp, gazetenin bir iki kapısını ve birkaç camını da kırdılar. Gerçi, adliyeye girip savcı şehit edenlere 'eylemci' diyebilen insanları bünyesinde barındıran Doğan Medya Grubu'nun böylesi basit bir olayı 'demokraside böyle şeyler olur. Eylemci arkadaşların camımızı kırmaları çok yanlıştı' türünden bir açıklama ile karşılamasını beklerdim, ama öyle olmadı. Hatta bir ara, 'belki buradan bir Gezi daha fışkırabilir' diyerek gaza gelen bir Doğan Medya insanı 'içeriye giriyorlar' falan bile yazdı sosyal medyada; ama meselenin öyle olmadığı çok kısa sürede anlaşıldı.
Diğer yandan, Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı ve AK Parti'nin iktidarı bitsin diye artık kimin kiminle ittifak ettiği belli olmayan güzel ülkemizde bir önemsiz gelişme daha yaşandı. Today's Zaman ve Meydan gazetesi yazarı ihsan Yılmaz sosyal medyada 'muhalif herkes; yazar, aydın, gazeteci, akademisyen, siyasetçi v.s Hürriyet'e destek ziyaretine gitmelidir. Bir an önce ve herkes! Lütfen!' yazdı. Valla ne yalan söyleyeyim. ilerleyen saatlerde bir takım ablaları ellerinde cevşenlerle Hürriyet gazetesinin önünde görmeyi umut ettim. 'Okçular tepesi' deyip bir bankanın, 'altın bilmem ne' deyip bir holdingin önünde cevşen okuyan bir gruptan '411 el kaosa kalktı', 'gerekirse silah bile kullanırız' ya da 'tank sesleri' manşetlerini atan Hürriyet'e de bir mazlumiyet, bir mağduriyet izafe etmelerini niçin beklemeyelim ki?
Ve olayların finali:
Kendiliğinden toplanan kalabalığı sakinleştirmek, herhangi bir taşkınlığa mahal vermemek için, sorumluluk alarak, derhal Hürriyet Gazetesi'nin önüne giden ve burada ortamın sükûnet bulmasını sağlayan AK Parti milletvekili ve AK Parti Gençlik Kolları Başkanı Abdurrahim Boynukalın, bizatihi Hürriyet tarafından hedef tahtasına konulmaya çalışıldı.
Ekranında saz çaldırdığı adamın ellerindeki kanı gizlemeye ant içmiş, söylenmeyen sözler üzerinden aşağılık bir algı oyunu oynamaktan çekinmeyen, Dağlıca'daki alçak pusuyu bile birilerinin lehine karartmaya çalışan o bulanık, o karanlık yapı, gözünü kolay lokma sandığı bir isme, Boynukalın'a dikti. Sanki o lokma boğazlarına yumruk olup takılmazmış, sanki Abdurrahim Boynukalın ve ona benzeyen milyonlarca insan dişlerini sıkmaktan başka bir şey yapamazmış gibi…
Tel dolapta peynir olacaktı. Yer misiniz?
Ne diyordu Nietzsche: 'işte ben tam bu noktada 'bu ülke giderek bir akıl hastanesine dönüşüyor' cümlesini kurdum. Sonrasını Elizabeth'e soruver de anlatsın yeğenim.'

ismail kılıçarslan

tanım: türkiye cumhuriyeti cumhurbaşkanıdır.

aşık olmak

inanması güç olan fiil.
Şimdi size "yeaa bu zamanda aşk kalmadı babolii" tatavası yapacağım dikkatli olun.
Bu akşam dostlarla muhabbet ettik. Yakın dostum aşk konusunda fazla hassas. Sevdi mi tam seven tiplerden. Ama gel gör ki insanların yaptıkları aşk olmaktan çıktı.
Çok aşığım ama sevgilim vermiyor diyen çiko sana sesleniyorum iyi dinle.

Aşk mefhumunda çok usta olduğumu söylemem. Karşımdakine bakıp mutlu oluyorsan aşığım herelde derim. Yani bu kadar düzüm. Yapacak bir şey yok. Geçenlerde bir derviş dedi ki: "evlilikte nefs araya girerse muhabbet kalmaz". Konuya direkt evlilikten gireceğim. insanlar aşık oluyor, anlaşıyor ooo biz evleniyoruz helele falan bir yuva kuruyor. Sonra kadın da erkek de beklenti üzerine bir ilişki kuruyor. Kadın erkeğe yaptığını hesapsız yapmıyor genelde hep bir karşılık var. Erkek desen o da aynı. Karısına ne yapsa bir beklenti var. Bu noktada yani beklentinin olduğu yerde sevgiden veya aşktan bahsedemiyoruz. O kadar fazla iç hesap var ki. Uuu aman Allah'ım!
Çizıs kırayst!

Evlilikten çıktık geldik ilişki kısmına..
Orada zaten ciddi bir maraz var. Helal olmayan bir durum var. Sevmek haram mı? Hayır elbette. Hududu aşmamak kaydıyla diyor ama.
Maalesef ki bizler hududu deleli çok olmuş. Hudud da arapça da üç anlam taşır; demir, emir, sınır.
Kuran-ı kerimde "hududu aşmayınız" buyurulur. Emri ve sınırı. Bu aşma insan ilişkilerinde sıkıntıya yol açıyor. Burada sadece cinsellikten bahsetmiyorum. Aslında cinsellikten bahsetmiyorum. Orayı zaten geçin. Fatal error.
Burada niyetlerden bahsediyorum. Hani şu bozulan. Hani ben doğum gününde şunu aldım o bana ne yapacak acaba? Düşüncesinin olduğu durum.
Yok deme canısı!
Yüzde veremem ama fazlasıyla var.
Yani sonuç ne? Küçük hesaplar..
Sonra o küçük hesaplar büyüyor büyüyor oluyor sana tsunami.
Noldu pınaaar? Hiç yha brak bniii oluyorsun.
Olma çocuğum, olma evladım, olmayalım.

Yaş ilerledikçe insan kendini daha iyi analiz ediyor. Ben bunu istiyorum ama altında ne var diye kurcalayınca çıkıyor gerçekler. insanlar kendileriyle yüzleşmeye o kadar kapalı ki.
Oysa "nefsini bilen rabb'i bilir" dendi insanoğluna.
insan ise kendi haricinde herkesi tanımayı seçti. Kendinden kaçtı. Kendinden geçti ve kendine gelemedi.
Harakani hz.'leri buyuruyor ya:"kendinden geçtin mi sıratı geçmiş bil". Kendini de bil geç diyor. Kafayı bul uu beybi ol demiyor. Kendini tanı ve Allah yolunda kendini geç diyor.
Kendini tanımayan insan nasıl sağlıklı ilişki kurabilsin ki?
Henüz kendinden haberdar değilsin başkasına ne verebilirsin? Egonu, kibrini, çıkarlarını, hesaplarını.
Olacağı o zaten.
Sonrasında evlisi için ev cehenneme dönüyor, bekarı için ilişki zillet oluyor.

Hasılı aşık olmak denilen kavram "ben şöyle acılar çektim", "şunları bunları yaptım ama beni terk etti" tipi, soner sarıkabadayı tarzında olmuyor. Hani bildireyim.
Zaten aşık ne yaşadığını hissediyor, ne üzüldüğünü ne sevindiğini hissediyor.
Hakikate aşık olan hisleri de öldürüyor ve iradeye teslim ediyor kendini. iradeye zaten herkes teslim ama aşık onun bilincinde olarak yapıyor bunu.
Bunlar başka durumlar, başka zaman değineceğim inşallah.

insan

Tuhaf varlık.
Açıklamak gerekirse çok derin manalar içeriyor. Aslında aklımda yazmak için bir kaç konu vardı. Bulabildiğim en iyi başlık bu oldu. insan..
Konuşmayı ve konuşulmayı çok seven. Egoist ve menfaatperest et.
insan olabilmek ciddi bir sınav istiyor. Öyle kolay değil. Kişi önce nefsi terbiyesini gerçekleştirmek zorunda.
"nefsini bilen rabbini bilir" ifadesi gereken her şeyi tek cümlede özetlemeye değiyor.
Kişi kendini tanımadan ilerleyemiyor. Nasıl ilerlesin ki?
Kendini tanımadığın müddetçe aynan bulanık ve pis.
"mümin müminin aynasıdır" derken hadisi şerifte kastedilen terbiye edilmiş nefslerin aynalarından bahseder.
O zaman ben sana baktığımda beni görürüm, sen bana baktığında seni.
O zaman aynalar temiz, pak ve berrak oluyor. Ki aleme bakarsan kendini okumaya başlıyorsun.
Sahi neden kimse kainata bakmayı söylemiyor insana? Kainata bakıp kendini okumak kolay iş değil ama öğretilmesi gereken temel şeylerden biridir.

Her insan üzerinde Allah'ın bir esmasını taşıyor. Bunu anlamak için ise ciddi bir tefekkür ve kendini analiz mekanizması gerekli. Kişi ona tecelli edip o ismin düsturuna göre hareket ettiğinde güzelleşiyor işler.

Yoksa insan nedir ki?
Bir avuç nefs.
Ego,
Kibir,
Menfaat,
Bencillik,
Ve
Çirkinlik.

insan bunlardan ibaret. Maalesef.. Terbiye edilecek hasletleri sıraladık pokemon gerisi artık düzeltme işi.

Neyse dün bir şey oldu; bir arkadaş vardı işte. Onun iki ayrı yerdeki yazılarına denk geldim. Vay anasını! Bu nasıl bir fark demekten kendimi alamadım. Allah muhafaza etsin..
Bir tarafta son derece dindar bir tarafta son derece açık bir şekilde aklındaki fantazileri dile getiren bir adam.
Bakın insanın aklında fantazi olmaz demiyorum. Normaldir, şehvet sahibidir olur. Ama bunu böyle kaleme alan ve başka yerde über Müslüman davranan adama da ne denir bilirsiniz.
Bence sorunları var.
Neyse bir müddet sinirlenince dedim ki"niye sinirleniyorsun ki? Sen farksız mısın? Duyduğun öğrendiğin halde hata yapmıyor musun? Sen kendi çirkinliğini şuan onda görmüyor musun?"
O kadar sinirleniyorsun ki ama birebir aynı şeyi yapmış olmasan bile vicdanın seni bir yerden yakalıyor.
Allah pişman etsin,
Allah ıslah etsin..
Diyorsun.

Daha bitmedi! Nereye, gel buraya.
Bir de iş yeri davası var imimiki.
Bizi iki kişi işe aldılar. işe alan müdür bir hafta sonra başka bir birime atandı. Yeni gelen de muhtemelen kendi adamlarını yerleştiremediği için bize biraz kıl.
Zaten gelmiş 65-70 yaşına. Git bi torun sev dimi? Yok illa gelip despotluk edecek.
Eski müdür gelir gelmez bizi proje geliştirmeye ve gerçekleştirmeye yöneltmişti. Ama yenisi yaptığı ilk toplantıdan bugüne kadar "şurası temiz olsun, şuranın prizleri değişsin mi değişmesin mi?" Davasında.
Arkadaş bir de kendini övdüğünde bana geliyorlar. Yaptığı her işi iyi yapmış ama kendisi için yapmış. Demiyor ki şuradan da şöyle şöyle insanlar faydalandı.
Yookkkk..
Kendisi ne kadar başarılıymış. Kendinden eminmiş. Her toplantıda aynı teraneyi dinliyoruz.
En son toplantıda şefin deftere mozaik çizdiğini gördüm. Hani şu ilkokulda yaptıklarımızdan evet.

Şimdi yok deyin,
Ego yok, bencillik yok deyin.
Bende yok deme hakkınız da yok.
Az da olsa var.
Gerçekçi olalım gençler. Kendinizi kandırmayın.
Bunların hepsinin varlığını kabul ettiğiniz vakit iyileştirmeye başlayabilirsiniz.
Hastalık gibi, varlığını kabul etmezsen tedavi olamazsın.
insan olmanın tedavisi hışır olmaktan geçiyor.
Üzülmemekten,
Aldırmamaktan geçiyor.
Yer yer şaşırmamaktan geçiyor.
Diyor ya: "evliyaullah için abes yoktur" yani her şey olması gerektiği gibidir.
insan en başta günahkar olduğunu kabullenmeli.
Hatalarını kabullenmeli.
Ulan günahını bile kabullenince adam oluyorsun.

Muhyiddin ibn arabi ne güzel diyor: "insanın günahkar olması yaratılış özelliğinden,
itaatkarlığı ise yaratılış gayesinden dolayıdır."

Özelliği veren rabb buyuruyor ki taha suresi 81-82'de : " şu da muhakkak ki ben, tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra (böylece) doğru yola giden kimseyi bağışlarım."

bilmemek

Aslında farkına varılması gereken bir olgudur.
Dün babamla tartıştım biraz. Bundan önce de belli tartışmalarımız olmuştu. Adamın genel kanısı "her şeyi ben bilirim, siz hiçbir şey bilemezsiniz" . Ve bunu islami olarak yapıyor. Benim öğrendiklerimi küçümsüyor ve her şeyi bilemeyeceğinin farkına varmıyor.
Neyse bunun üzerine hz. Ebu bekir'in sözü çınladı kulaklarımda: "ilmin sonu cehalettir" bununla ne demek istediğini sokrates daha iyi açıklıyor aslında "tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir"

Bilmediğini kabullenmek insan nefsinin en azılı özelliklerinden biri. Kişi yapısı itibariyle bilmemeyi kendine yakıştıramaz. Burada nefsin ilahlık iddiası ve kendine noksanlığı yakıştıramaması var tabi ki. Bu durum bir çoğumuzda mevcut. Yok diyemem. insan insanın aynasıdır demişti derviş. iyi de ben bu durumu başkasında izlediğimde midem bulanıyor. Sanırım artık bünye kaldırmıyor.

Gittiğim derslerde ilk öğretilen peygamber efendimiz sav'in şu sözü olmuştu: " ya rabbi! Biz seni hakkıyla bilemedik"
Bak bunu peygamber söylüyor. Yani bilme iddiası ortada yok. En iyi bilen olmasına rağmen bilmediğinin farkına varmak mesele. Şuanda Müslümanlara bakıyorum her şeyi biliyorlar. Herkes her şey hakkında hüküm veriyor. Kimse de demiyor ki: " benim şu konuda fikrim yok". Asla!
Bilmediğini de çaktırmayacaksın.
Başarının sırrı oradan geçiyormuş cici.

Derslere ilk başladığımız zaman derviş dedi ki: "bildiklerinizi unutun, hiçbir şey bildiğiniz gibi değil. Çünkü hiçbir şeyi bilemezsiniz." Şimdi o aç oturduğum derslere. Ne bilirsem kardır dediklerime..
Bilmiyorum. Bilseydim yapmazdım. Öğrenseydim bu amelime yansırdı diyorum. Bilmişlik iddia edip cahilce davranmak bizdeki.
Her alanda uzman olayım hırsı var bir de. Evlerden ırak..
Olma kardeşim ömrün yetmez. insan ol, kul ol ve bu alanda uzman ol.
Kul ol deyince de namaz, oruç falan zannediyorsunuz. Nalakası var! Kul olmak önce insan olmakla başlıyor. Önce bu nefsi terbiye ile başlıyor.
Hastalıkların tedavisi ile başlıyor. Tedavi biraz zorlu olabiliyor elbette. Ama sonu vuslatsa değer diyebiliyorsunuz.

Anladım ki bilmemek erdemmiş, işi "bilene" bırakmak ise gerekli olan hatta zorunlu hatta kural olan.
Allah' a bırakmak yani.
Bir kitabı bile okurken, o kitaptan alacağını allah' a bırakabilme meselesi bu.
Yani "hasbinallahu ve nimel vekil"i anlayıp, uygulamaya koyma meselesi.
Yaptığın işi başından sonu rabb'e teslim edebilme kabiliyeti bilmemektir.
Bilmemek yetenek istiyor gerçekten. Teslimiyet ve sadakat istiyor. Yoksa ortaya bildiğini iddia eden bir yapı çıkıyor. Bilmemek erdem, bilmediğini bilmek akıllı adamların işi.
Bu yüzdendir avam her şeyi bildiğini iddia ederken, arifler, erenler, filozoflar bilmediklerini iddia ederler.
Çünkü aklı kullanan adam bilinmeyenin peşindedir.

Sonuçta diyebiliriz ki; her şeyi bilmeyin, zaten hiçbir şey bilmiyorsunuz.

akıl

Kullanımına göre akıllı veya akılsız olarak nitelendirilmenize sebep olan olgu.
Allah hz. Ademi yarattığında ona üç tane hediye getiriyor. Bunlar; ilim, haya ve akıl. Hz. Adem a.s aklı seçiyor. Cebrail a.s da haya ve ilime geri dönmelerini söylüyor. Haya ve ilim karşı çıkarak "biz ruhlar aleminde beraber idik. Asla birbirimizden ayrılamayız, ve akıl nerede olursa biz ona tabi oluruz. " diyorlar. Bunun üzerine cebrail a.s "öyleyse yerlerinize yerleşin" diye emrediyor.
Akıl dimağda,
ilim kalpte,
Haya da gözde yerleşti.

Bu da gösteriyor ki ilim ve hayanın yoldaş olmadığı akıl vasat kalıyor.
Günümüzde insanların akıl olarak değerlendirdikleri tamamen kendi çıkarları yolunda hareket edebilme yetenekleriyle orantılıdır. Eğer başarı ele geçecekse etik olmayan her şekilde başarıya ulaşmak mümkün olarak gözüküyor. Burada da sıkıntı ortaya çıkıyor.
insanları hedef yolunda basamak olarak gören insanların akıllı olmaktan bahsetmek abes kaçar.
Hayanın olmadığı bir toplumdan bahsediyoruz. Gençlerin "rahatlık" adı altında başkalarına saygısızca davranmalarından tutun da anne babalarına yaklaşımlarına kadar hepsi hastalık. Tabi işin geçmişine gidersek anne babanın "evladımla arkadaş olayım" derken evladının enseye şaplak yaptığı insanlara dönüşmeleri çok acı. Anne annedir, baba babadır. Bu sadece bir örnek. Ya da öğrencilerin öğretmenlere karşı tutumlarını izleyin. Saygısızlıklarını görmek çok zor olmayacak. Ve bunun gibi bir çok örnek verilebilir. Edebin ve hayanın silindiği bir yerde akıldan nasıl bir iz bulunabilir ki?

ilme gelince, aslında baya derin bir konu ilim. Peygamberin vefatından sonra sürekli "benim fikrim doğru!" insanları var olmuştur. Ancak ilmi almaktan daha zor olan bir şey var ki o da ilmin hakkını vermektir.
Bir gün derviş dedi ki bana;" bu ilim iki yoldur, ya cennet ya cehennem" . Yani bildiğinle de amel etmek zorundasın. Etmiyorsan sıkıntı var.
Aslında daha büyük sıkıntı "biliyorum" deme meselesi. Bu noktada hz. Ebubekir r.a ' nın şu sözü gelir aklıma "ilmin sonu cahilliktir."
Buradaki sözden "müslümanlar cahildir" anlamını çıkartan çikoyu sahneden alalım.
Bu demektir ki; önce bilmezsin, sonra sana öğretilir "bildim" dersin sonra kabdan kaba sokarlar "ben hiçbir bilmiyorum" dersin.
Hani şu her ergen filozofun ağzında dolanan cümle "tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir." Bunu söyleyince "hıaaa" oldun görüyorum cici.

Görülüyor ki ilmin sonu zaten aklın yetersizliğine çıkıyor. Edebin sonu aklın nuruna varıyor. Şimdi bu üç olguya bakınca zaten birbirlerinden ayrılmaları düşünülemez.
Zamanında hangi kitapta okudum hatırlamıyorum ama bir söz okumuştum. O zaman kıymetini bilemesem de hayatımın sonraki evresinde akıl konusunda çıkardığım her derste o söz geldi aklıma.

"akıllı insan doğru ile yanlışı ayırt edebilen değil, doğruyu görüp ona yönelendir."

necip fazıl kısakürek

anlamayanın vasat bulacağı şair. seviyeyi fazla yüksek tutmuş.
şairden öte üstad.

düzce güven

dün kullandığım otobüs firmasıdır.
istanbul gidişi baya sıkıntılı geç varıyor ama dönüşte fena değil. dönüşteki otobüse priz koymuşlar bir de kendilerinden beklemezdim küçük bir firma oldukları için. bu noktada beni çok mutlu ettiler.
inşallah kendilerini biraz daha geliştirirler.

karınca

bana hz. ibrahim'in kıssasını hatırlatan ufak minik yaratık.
karınca insanoğluna hakkın tarafı olmayı hatırlatır.
anlatılır ya; hz. ibrahim ateşe atılırken bir karıncanın su taşıdığı görülür. bir pinçik suyla nereye? dendiğinde. "en azından tarafım belli olsun" der.
bir de yağmur duasıyla ilgili bir olayı vardı ama şuan hatırlamıyorum.
karınca insanın seyretmesi ve ders çıkarması gereken ilginç bir varlık. geçenlerde odamı karınca basmıştı. öldürmeye kıyamadığımdan etraflarına limon koydum. sabaha baya azalmışlardı. sabaha kadar hiç durmadan çalışan ve her an teslim olan bir canlı. bir ekmek kırıntısı taşımak için ne emekleri var. ama sonuç onlar için önemsiz. onlar sadece işlerine bakarlar.
burada ademoğlu için ciddi bir mevzu çıkar; işini yapmak.
kafalarımızın içinde hep konuşan bir şey mevcut ki bu genelde nefs. artık bir iş yaparken diğerini nasıl halledeceğimizi düşünüyoruz. oysa sadece o an elimizde olanı yapmamız yeterli olacaktır.
bir gün derviş dedi ki bize; salatalığı bile güzel soyun. o an ne yapıyorsanız onu en güzel şekilde yapın. burası rabb'in hayatı, senaryo o'nun. bu senaryoda size verilen rolü en güzel şekilde yapın.
anneyseniz anne olun, baba iseniz baba, evlat iseniz evlat gibi davranın. önünüze düşen her yükü almayın. biz en çok rollerimizden çıktığımızda acı çeken bir nesliz.
hani bir gün peygamber efendimiz (sav) hz. ali (r. a)'ya şuna benzer bir soru yöneltiyor; insanları nasıl seviyorsun ?
hz. ali düşünüyor fakat cevap veremiyor, eşi hz. fatıma'ya gidiyor. hz. fatıma diyor ki: "evlatlarımı anne olarak seviyorum, eşimi nefsim için seviyorum , peygamberi allah için seviyorum." (cümleler biraz daha farklı olabilir, sırası falan)
o zaman anlaşılıyor ki sevmek de çeşit çeşit. rolüne göre seviyorsun. eş isen eş gibi, baba isen baba gibi. yani o an rolünün gereği ne ise onu yerine getiriyorsun. bu da demek oluyor ki verilen rolün hakkını vermek gerekli. ama öyle ama böyle. senaryonun sahibi biz değiliz. sahibi zaten el-adl ve burada başka bir şey yok.

ne demiştik; karıncalar tatlı canlılar. rolleri ise işçilik..

istifa etmeyi isteyip istifa edememek

Bir dönem yaşadığım durumdur.
Yaklaşık bir sene boyunca bir dersanede çalıştım. Ufak butik bir dersane ki öğretmen değilim aslında. Başlarda her şey güzel giderken sonra ne olduysa patladı. Bulunduğum durumdan razı olamadım galiba. Önce sürekli hasta olmaya başladım. Sonra acillik olacak kıvama geldim. Para mıydı mesele? Diye soracaksınız. Bir müddet evet. Sonra para işi de geçti. Başka sebeplerim vardı.
Aslına bakarsanız diğer büyük dersanelere nazaran baya rahat çalışma koşulum vardı. "o zaman sana rahat battı" deyişini duyuyorum çiko. Öyle değil. Şartlar rahat ama insanlar rahatsızdı. Mesela en doğruyu kendilerinin savunduğunu zanneden insanlar vardı. Bazen ortaya atılıp felsefe yapasım geliyordu da susup bu iğrençliği her öğle arası izlemeye devam ettim.
Bir müddet sonra katılmadığım fikirlere karşı koymaya başladım. Kaba değil gayet sakince. Sonra aldığım tepki daha komik "sen bir değiştin sanki".
insanlar gerçekten bu noktada iğrençleşiyor. Sen susup tepkisiz onu dinlersen harikasın. Ama eğer anti teze sahipsen veya bunu belirttiysen değişti oluyor. Hayır pokemon, saçmalığınıza katlanamıyorum. Mesele buydu.
Kibir gerçekten benliği sardığında, dünya sadece sizden ibaret oluyor. Hani o küçük dağları ben yarattımcılar çıkıyor ortaya. Lan olm yaratmadın ordan viyadük geçirdiler dağlarına diyorsun ama nafile.
Neyse ne diyorduk kibir. Bu konu başlığı altında çağımızın en yaygın hastalığı "ben bildimcilik". Şimdi iblis'e bakıyorum. Haa diyorum sen kibirsin. Sonra masada oturup konuşan tiplere bakıyorum. Ooo diyorum sen de kibirsin.
Nefsin en ciddi hastalığı. Aslında nefsin bizatihi kendisi kibir. Bir derviş demişti;
insanoğlu bu alemde ilah olmadığını anladığında çok geç olacak.
insan karşıdaki insana baktığında yansımasını izler de diyenler vardır. Doğrudurlar elbette..
Beni bu kadar rahatsız etmesi belki de kendi içimde ciddi bir kibir barındırmamdı. E kişi içinde olduğu denizin bulanık mı berrak mı olduğunu anlamıyor ki. Napsın..
Belki fikirlerim doğru değildi. Bilmiyorum. insanları yanlış analiz ettim bilemiyorum. Ama şu var ki insanoğlu her gün nefsinden olan parçalarını atmosfere bırakıyor. Ve bu bıraktıkları da diğer insanlara çarpıyor ve çoğalıyor. Katı, despot bir bünye var oluyor. Kendinden olmayana düşman bir bünye. O noktada çözüm yok. Yıllanmış kaleleri yıkmak benim işim değil. Rabb biliyordur ne yapacağını. Zaten tek bilen o, dememiş miydik?
Bilmek ki erdem olmasıyla beraber, bilmediğini kavramak hakikatı gösteriyor.

Neyse işte. Çalıştık öyle. O zaman nasip oydu, şimdi nasip bu. Senaryo o'nun.