bugün

Modern, yuzunu batiya donen , adaleti, barisi arzulayan bagimsiz turk ve ozgurlukcu akim.

Politik kimligi, Anti-Amerikan , anti-emperyalist, anti-arap kültür emperyaliszmi , anti-kürt ırkçısı olmasidir
Bu ideolojiyi benimseyen kişi solcu olduğunu iddia eden ulusalcıdır. Kemalizme meyilli olduğundan yine gereksiz ve aynı teranedendir.

Ulus devlet modeli tutmadı, tutmayacak.
faydasız ve içi boş ideoloji.
tezekle yatıp cırcır olanları temsil eden ideoloji. siktin viran eyledin ideolojiyi.
(bkz: ucube)
Türklerin zıtları birleştirme yeteneği sonucu oluşan bir hilkat garibesidir.
yaşadığımız süreçte tepesine vuruldukça vurulan ideoloji.
biraz milliyetçilik biraz sosyalizm.
sahipsiz kalan ve hatta sadece adı kalan sol akımların üzerine 30 yıllık iktidar hırsıyla mal bulmuş mağribi gibi atlayan ama özündeki asırlık milliyetçilik harcını yok sayması mümkün olmayan asker-bürokrat takımının bu ucube yapıyı sıradanlaştırmak için halka pompaladığı propagandanın, özellikle 1980 sonrası genç nesil üzerinde oluşturduğu yanılsamadan ibarettir. ana hatları hem sosyalizm hem liberalizmden aşırılma öğeler taşısa dahi, çoğu zaman cumhuriyetin ilk yıllarında ki koyu faşizmi andıran ve ülkenin bölünme paranoyası eşliğinde bu genç neslin aklının en derin köşesine yerleştirilen gizli bir milliyetçiliği her zaman taşıyacak ve yeri gelince demokrasi ve özgürlüğü baş tacı eden kitlelerin, azınlıkların en ufak bir hak arayışında faşist bir tepkiyi ortaya koymasına yetip aratacaktır bu vki chp'nin ezelden beri sosyal demokrat bir yapılanma olduğu yanılsamasını oluşturmak için dayandıkları argümanlar mustafa kemal ve çevresinin sscb ile kurduğu iyi ilişkiler ve onun ömrünün sonlarına doğru dünyada ki büyük ekonomik bunalımında etkisiyle gerçekleştirdiği devletçilik deneyimi gibi ancak sıradan vatandaşı aldatabilecekleri yüzeysel fikirlerden öte gitmez. başarmışlardır, o başka bir konudur. özellikle genç neslin bu şekilde aldatılması ne kadar acıysa, chp'nin bunu temsil ettiği katmanın sırasıyla dp, ap ve bugün akp tarafından kesintiye uğratılan hegemonyasını sağlamlaştırmaktan başka bir amaç gütmeden yapması da o kadar öfke uyandırıcıdır.
bazı yorumlarda solun ulusal olamayacağı, enternasyonel olduğu yazılmış. tam bir troçkist söylemdir bu. yanlıştır, hatalıdır. o sizin bahsettiğiniz, enternasyonal sosyalizmdir. ha, solun temel uluslarası ilkeleri yok mudur, tabiki vardır. ama bu demek değildir ki; ulusal sol olmaz, sol enternasyonaldir. ayrıca ordaki ulusal sözünün nasyonalizm ya da milliyetçilik ile ilgisi falan da yoktur. nasyonal = salt milliyetçi ve ulusal farklı kavramlardır. bahsi geçen "ulusal"dan kasıt, yurt sınırları demektir, başka da birşey olamaz.
milli mücadele yıllarındaki ideoloji.
hangi ulusal sol; yeryüzünde böyle bir kavarm vardı da bizmi görmedik, okumadık detirten kavram.
bugünlerde popüler olan 'bi git işine ya' detirten şey.
Milliyetçiliğin sindirilmiş kavramıdır.
kemalizmin başımıza açtığı en büyük beladır.bu yüzden mustafa kemal türkiye de solcu olarak anılır, chp'ye oy veren kişiler solcu olduklarını sanırlar.

(bkz: chp)
(bkz: ip)
(bkz: shp)
(bkz: dsp)
Konuyla ilgili ataol behramoğlu'na ait ulusal sol'un ne olduğunu değil ama nasıl olması gerektiğini az da olsa anlatan bir makaleyi eklemek isterim. Makalenin başlığı "uyuyan kim?". Naçizane fikrimce tartışmamız gereken kavramlar değil fikirlerin ta kendisidir. Kavramlar bizi birbirimize yaklaştırmıyor ama uzaklaştırıyor. Ne mutlu her türlü etiketten ve yakıştırmadan uzak duranlara!

""Çocukluk yıllarımdan anımsadığım bir karikatür vardır. Büyük olasılıkla Akbaba dergisinde gördüğüm bu karikatür, bize göre geleneksel giysileri içinde, eli sopalı bir Yunanlıyı ve Yunanlının sopa attığı bir Türkü gösteriyordu. Şunca yıl geçtikten sonra da aklımda sözcüğü sözcüğüne kalan alt yazı aynen şöyleydi:
Vur eski kölesi utandır onu
Bırakma uyusun uyandır onu
Karikatürün çiziminden çok, sözler yer etmiş zihnimde. Bu sözlerde can acıtan, irkilten bir şey var. Ustaca söylenmişliği (tonlama, uyaklar) etkiyi artırıyor... 'Eski köle'nin efendisini pataklaması dayağı yiyen bakımından, aşağılanmanın varabileceği en son nokta olsa gerek...
ilkokul dönemlerimizde ve daha sonraki yıllarda, ders kitaplarından ya da başkaca kaynaklardan kendi tarihimiz konusunda edindiğimiz bilgiler, yüzeysel, duygusal, şovencedir. Cumhuriyet döneminin bütün kuşakları için sanıyorum ki bu böyledir. Kısa bir özet yapmak gerekirse, söylenebilecek olan şudur: Türkler Orta Asya'daki kuraklık nedeniyle Anadolu'ya göçmüş, Malazgirt'teki zaferden sonra önce Selçuklu sonra Osmanlı imparatorluklarını kurmuş, iyi padişahlar ve devlet adamları döneminde yükselen Osmanlı imparatorluğu, kötüleri döneminde çöküntüye uğramış, daha sonra da çöken bu imparatorluğun yıkıntılarında Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.
iddia ediyorum ki, bu ülkede okumuş yazmışlar arasında bu konuda yapılacak bir soruşturmadan alınacak sonuçlar yukarıdakinden daha kapsamlı ve derinlikli olamayacaktır.
Orta Asya'dan gelen Türkler kim?
Orada ne yapıyorlardı?
Anadolu'ya gerçekten de niye geldiler? Bu Türkler geldiğinde Anadolu'da kimler, hangi uygarlıklar vardı?
Türklerin gelişinden sonra Anadolu'da neler değişti? Orta Asya'dan gelen Türkler Anadolu'da ne gibi değişimlere uğradılar?
Selçuklu ve Osmanlı imparatorlukları nasıl kuruldu, nasıl yükseldi, nasıl yıkıldı?
Bu konularda özellikle yabancı dillerdeki sayısız araştırmadan değil, bizdeki ders kitaplarından söz ediyorum. Türkiye'de ilk ve orta dereceli okullardaki tarih derslerinde okutulan kitapların doğru bir insanlık ve ulus bilinci oluşturmaya değil, kafa karışıklığı ve bilinçsizlik yaratmaya yaradığını düşünüyorum. Kabahat bu kitapları yazanlarda değil, bütün bir eğitim sistemindedir.
Türklüğümle ilgili bilincimi oluşturan bizdeki tarih kitapları değil, yurtdışı yolculuklarımda edindiğim izlenimler olmuştur. Moskova'daki bir parkta gördüğüm bir anıt tuhafıma gitmişti. Yaşmaklı bir Türk (Müslüman) kadın diz çözmüş, kendisine süngü ya da tüfeğini doğrultan Rus askerine yalvarıyordu. Bizde o dönemde resim ve heykel yasaklı olduğu için 19. yüzyıla (ya da daha öncelere) ilişkin bu gibi 'anıt'lardan yoksunuz. Yine de, beni asıl yadırgatan, bir anıtta bir kadının bu durumda gösterilmesi olmuştu...
Bulgaristan yolculuklarımda, tarihsel yerleri gezerken, 'rehber'lerin en sık kullandıkları sözlerin başında 'Türk boyunduruğu' anlamına gelen 'turetskaya iga' sözcükleri geliyordu. Osmanlı egemenliği dönemini adlandıran bu deyim sanıyorum ki bugün de geçerliliğini korumaktadır.
Bir Yunanistan yolculuğumuzda, Atina'nın girişindeki bir duvar yazısını, gruptaki Rumca bilen arkadaş dilimize çevirmişti: Türk kanı için!
Çekoslovak halk kültürü konulu bir derlemedeki bölümlerden birinin 'Türk Egemenliği Dönemi' başlığını taşıdığını gördüğümde şaşırmıştım.
Yugoslavya'nın (şimdiki Sırbistan'ın) Niş kentinde bir semtin adının 'Kele Kule' (kelle kule) olduğunu, buradaki bir müzede bir Osmanlı paşasının kestirdiği kafalardan artakalan kafataslarının sergilendiğini daha önce bir röportajımda yazmıştım...
Yakınlardaki bir Yunanistan yolculuğumda, o sırada bulunduğumuz küçük bir kentin ingilizce tanıtım broşüründe "altı yüzyıl süren Türk işgali" diye bir söz vardı. Yunanistanlı genç çevirmene, azıcık da alayla, bir işgalin altı yüzyıl süremeyeceğini, ya da altı yüzyıl süren şeyin işgal değil başka bir şey olması gerektiğini anlatmıştım...
Batıdan, doğudan, bunlara benzer çok sayıda örnek, izlenim sıralayabilirim...
Bir ara, başka dillerde Türklere ilişkin deyimleri, başka ülkelerden edebiyatçıların yapıtlarında Türklere ve Türkiye'ye ilişkin bölümleri derlemeye merak sarmış ve bu işte epeyce de yol almıştım...
Bunları söylemekle amacım, dünyada, özellikle de yakın coğrafyada, bize ilişkin olumsuz duyguların ne kadar çok olduğunu göstermek değil...
Çünkü örnekler sadece olumsuzlarla da sınırlı değil.
Yugoslavya'da, aynı Niş kentinin yakınlarında ünlü bir kiliseyi gezerken papaz, bu tarihsel anıtın bütün bir Osmanlı egemenliği döneminde varlığını koruduğunu, yardım ve destek gördüğünü, buna karşılık Nazi saldırıları sırasında hasara uğradığını söylemişti.
Yine bir Bulgaristan yolculuğumda, o sırada Cumhurbaşkanı Yardımcısı görevinde de bulunan ünlü Bulgar şairi Georgi Cagarov, bir sohbetimizde yarı şaka yarı ciddi, Balkanlar'da dirlik düzenlik için, Osmanlı egemenliği gibi bir egemenliğe gereksinim olduğunu söylemişti.
Cagarov'un büsbütün de şaka olsun diye konuşmadığını anlamak için, bu sohbetimizden yaklaşık yirmi yıl sonraki Balkan trajedisiyle ivo Andriç'in ölümsüz yapıtı Drina Köprüsü'nü birlikte okumak yeter...
Bütün bunlarla asıl söylemek istediğim, dünyada ve özellikle de ülkemizin ait olduğu (Küçük ve Büyük Asya, Kafkaslar, Ortadoğu, Balkanlar, Orta Avrupa, Akdeniz ülkeleri.) coğrafyada var olan (olumlu, olumsuz, karışık vb...) Türk ve Türkiye imgesinden, Başta 'aydın'ımız olmak üzere, kendi ülkemiz insanının habersizliği, derin bilgisizlik ve ilgisizliğidir...
Namık Kemal'ler kendilerine 'Osmanlı' deseler de Batı bu sözcüğü 'Türk'e çevirmiş, 'Genç Osmanlılar'ı 'Genç Türkler' yapmıştır.
Balkanlar'da Yunan, Bulgar, Sırp, biraz daha geç olarak Anadolu'da Ermeni aydınları arasında ulusalcılık bilinci doğup gelişmekteyken, Osmanlı'da 'Türk' sözcüğü, geriliği, köylülüğü anlatmaktaydı...
19. yüzyılın son çeyreğinde Mehmet Emin Yurdakulun Türkçe Şiirlerine kadar.
Mustafa Kemal'in esin kaynaklarından biri, insancıl, özgürlükçü Tevfik Fikret'se, bir öteki "bırak beni haykırayım" diye haykıran şairdir.
Mehmet Emin Yurdakul'daki Türklük bilinci şoven bir ulusçuluk değil, "en hakir bir insanı kardeş duyan'; "esir yaratmayan bir Tanrıya iman" eden, 'paçavralar içindeki yoksul"un yaraladığı bir ruhtur.
'Mustafa Kemal ulusçuluğu' bu bilincin ve duygululuğun sentezidir...
O "Özgürlük ve bağımsızlık benim kişiliğimdir" özdeyişi, bu sentezin üzerinde yükseliyor.
Bugün gelinen bir noktada Türk aydını şizofrenik bir kişilik bozulması yaşıyor.
Bir yanda gerici, dinsel akım.
Bir yanda şoven ulusçuluk.
Bir yanda küreselci teslimiyetçilik.
Bir yanda yurtseverlikten yoksun solculuk.
Ve her yanda tutuculuk (sekterlik) ya da fırsatçılık (oportunizm)... Dünyanın hiçbir ülkesinde hiçbir solcu, emek ideolojisini, ulusal aidiyetinin karşısına koymaz.
Bunun, bağımsızlığını antiemperyalist bir savaşla kazanmış bir ülkede özellikle böyle olması gerekir.
Üstelik bu ülkenin bulunduğu coğrafyada, yukarıda sıralanan örneklerde görülebileceği gibi, sağcısıyla solcusuyla birçok ulus, haklı ya da haksız, kendi ulusal kimliğini Türk ve Türkiye karşıtlığı temelinde oluşturmuşken...
Yazımın girişindeki karikatüre ve zihnimden çıkmadığını söylediğim alt yazıya dönüyorum...
Kimse bizim 'eski köle'miz değil ve biz kimsenin 'efendisi' değildik...
Fakat insanlık tarihinin en eski, en köklü uygarlıklarından birinin mirasçısı, sürdürümcüsü olduğumuzu bugün bizler yeterince kavrayamıyor olsak da başkaları biliyor ve bir biçimde bunu bize anımsatıyorlar...
Cumhuriyet devrimleri ise bu büyük mirasın yeni, çağdaş aşamasıdır.
Hiçbir ulus, hiçbir halk, ötekinden daha 'hakir', daha aşağı görülemez...
Fakat, en azından Küçük Asya'daki tarihimizin başlıca bir özelliği, bu tarihin hiçbir döneminde bir başka ulusun boyunduruğu altında yaşanmamış oluşudur...
Sıradan halk, sokaktaki insan, bunun bilgisine olmasa bile sezgisine, içgüdüsüne sahiptir.
Bütün davranışlarında, tepkilerinde bu özelliğinin belirtileri görülebilir.
Aşağılık duygusu halka değil bir kısım aydınımıza özgüdür. Milletimiz uyumuyor ama uyuşturulmuş.
Bilgisi kıt, fakat sezgileri, içgüdüsü henüz sağlam...
Uyuyanlar ise, aydınlarımız ya da aydın saydıklarımızın birçoğu... Öncelikle onların şizofrenik kişilik bozulmasından kurtulmaları gerekiyor.
Burada öncülük, emeğin ideolojisi olan solculukla kimliğimizin temellerinden birini oluşturan yurtseverlik duygusunun ayrılmaz bir bütün oluşturduğunu kavraması gereken solculara düşüyor...
Solcular bu sentezi yapabildikleri ve onu halka ulaştırmanın doğru dilini ve yollarını bulabildiklerinde, milletin hiç de uyku da olmadığı açık seçik görülebilecek...""

kaynak: bilgi yayınevi, bir millet uyanıyor 1, editör: atilla ilhan, mart 2005
en sonunda enternasyonalist işbirlikçilerin maskesinin düşmesi iyi oldu. marks'ın; ingiliz emperyalizmini, hindistan'daki kast sistemini kırabileceği için desteklediğini bile bile hala davasını bu kadar azılı bir şekilde savunmak ya gerçeklikle bağlantısını tamamen kaybetmiş bir zihne ya da dogmalara taşlaşmış ve artık yargı yeteneğini tümüyle kaybetmiş bir beyne sahip olmayı gerektirir. iki kesime ait birey de bizim küresel enternasyonalistlerimizde mevcut olduğuna göre hangi çerçeveye ait olduklarını, hiç olmazsa biraz serbet düşünce yetenekleri kalmışsa kendileri karar versinler, biz bu yetkinlikleri hususunda pek umutlu olmasak da. zira birbirine karşıt ve bağıntısı olmayan iki farklı olguyu tartışmada boğulup kaldıklarını ispat etmek istercesine birbirine bağıntılamak yoluyla açıklamaya çalışmak gibi çocukça bir yönteme gitmeleri acizliklerini gösteren bir delil olarak karşımızda duruyor. bu tartışmanın kalitesini düşürmekle kalmıyor, kendilerini de bizim gözümüzde küçültüyor, saygı duymakta yavaş yavaş zorlanır duruma geliyoruz.

ezilip, büzülerek hindistan konusunda marks'ın görüşlerini aklamaya çalışırken verdikleri örnekler olguları yorumlama konusunda kadar zayıf olduklarını gözler önüne seriyor. siz marks'ın bu masumane bulduğunuz hatasının cevabını ingiliz botları altında ölen yüzbinlerce hintliye verin. bu mantıkla güney doğu'da bir türlü çözülemeyen feodal aşiret sistemi de belki marks'ın bahsettiği gibi emperyalist politikaların devreye girmesiyle düzenlenebilir ne dersiniz. bu kadar büyük hataların hala küçük ayrıntılar olarak ele alınabilmesi zaten bizim işbirlikçi ezberci enternasyonalistlerden beklenecek bir tavırdı, bu da ziyadesiyle karşımıza çıktı. kapitalist gelişmesini tamamlamamasına rağmen marks'ın irlanda'yı "ulus" olarak tarif ederken diğer tüm doğu halklarının yaptığı özgürlük mücadelesini kabile ayaklanması olarak görmesi de başlı başına tesadüf heralde. avrupacı seçkincilikle ne alakası olabilir yoksa değil mi ama. kimi uluslara devrim konusunda biraz daha fazla sempati beslemesi normal ne de olsa. irlandalılar bir yana dünyanın bütün ulusları diğer yana. bu arada bağıntısı olan bir konuya geri dönmekte yarar var, marks'ın hint çıkarımı tek bir olgu olarak ele alıp önemsemeyenlerin, osmanlı rus savaşı'nı önümüze tek bir olgu olarak getirmekten başka bir savunma yapamadıklarını da farketmemiş değiliz. ne ilginçtir ki bu savaşta osmanlı'nın müttefiklerinden birinin de doğu sorununda emperyalist bir politika takınan ingiltere olması ne tesadüf değil mi. yani marks'ın hint sorununda destek verdiği ingiltere. marks'ın 20 yüzyıl baştan sona kadar sosyalist devrimler yüzyılı olacak öngörüsünün fos çıkıp çuvallamasını, rus tkaçev'in "devrim batıdan değil rusya'dan doğabilir" iddiasına karşı, engels'in "tkaçev'in daha hala sosyalizm'in alfabesini öğrenmesi gerekiyor" cevabıyla tarihin gösterdiği yöne karşı düştüğü komik durumu göz önüne alırsak, dünyanın gidişatı ve tarihsel olguları yorumlamaktaki beceriksizliklerinin hocalarından bizim emperyalist marksist zevatta miras kaldığı gözüküyor. ikinci enternasyonalistin avrupa seçkinciliğini ifşa eden kararları ile marks ve engels'in görüşleri arasındaki mevcut paralelliği algılamak tarafsız değerlendirme yetisine sahip bir insan için pek zor olmasa gerek. yoksa sizin için zor mu.

anlaşılıyor ki tek olgu olarak algıladıkları için pek bir önemsemedikleri tarihi gerçekliğe karşı bir örnek daha vermemiz en azından kendileri caçısından aydınlatıcı olacak, zira sayılara takılmışlıkları var. marks'ın ingiliz sömürgeciliğinin çin'de mançu hanedanının yılılmasındaki katkıları ile ilgili görüşleri ile de ilgili olarak bir zahmet açıklama getirebilirler mi acaba. alın size ikinci bir olgu daha. bunun da yetinmezlerse devam da edebiliriz. ama herşey yavaş yavaş, fazla da yüklenmeyelim sizlere. cevabını merakla bekliyoruz. ama lütfen basit, buram buram kör itikat kokan saçmalıklardan ziyade inanılır ve açıklayızı bir izah olsun. zira kendilerinden iyi emperyalizm, kötü emperyalizm diye ayrımın olduğunu ve marksizm açısından bunun pek bir üzerinde durulması gereken hata olmadığını öğrenmiş bulunuyoruz.

gerekirse lenin konusuna da gireriz ama daha temelde bu kadar açık veren bir zihniyetin fikir yapısını afişe etmek, yanlışlarını gözler önüne sermek epey bir vakit alıyor doğrusu. yazdıkça yeni zırtvalar yumurtlamaları konunun uzamasındaki en önemli etken. olurya bir gün lenin konusuna da gelirsek lenin'in mümkün olsa mezarından çıkıp, kendini leninist gören zevatın peşinden sopayla koşturacağını da anlatacağız ama bu da başka bir romanın konusu.
getirdikleri sözde yeniliklerin 100 yıllık artıklar olduğunu göremeyen ideoloji. üstüne üstelik emperyalizm kavramını kapitalizmden söküp atması bir yana koyacak olursak tarihi tartışmaya açmaları güzel. tabi kendilerini bilimsel olarak görmeleri yalnızca ayna ile zahiri görüntü arasındaki yakın ilişki kadar doğru olabilir. herhangi bir nesnelliğe dayanmadan bir bilimsellik üretmekte yeni bir iş olsa gerek. tabi biz bir konuda sevinçliyiz. neo-liberaller gibi kendilerini yeni olarak görmelerine seviniyoruz, zira ciddi birikim sorunları yaşadıkları gözler önüne çıkıyor. diğer bir sevincimiz ise ulusal solu ip'den ayırmaya çalışmaları. ama ne yazık ki; istedikleri kadar ayırsınlar ulusal sol'un en öenmli ideolojik merkezinin ip'nin siyaseti olduğunu kabul etmeniz gerekiyor. enternasyonal sol'u toptan bir biçimde indirgeme yoluyla sanık sahnesine oturtmaya düşünenler düşün.

şimdi gelelim marks'ın avrupa merkezli bakış açısına. bunun ciddi bir haksızlık olduğunu düşünüyorum. zira marks teorisini her daim geliştirmeye çalışan biriydi. dönemin koşullarını net bir şekilde tahlil etmeye çalışarak hareket ederdi. yani nesnellikten hareket ederdi. yükselen devrim teorisi ile sürekli devrim teorisi arasındaki dönemsel farklılıklar ve burjuvaziye biçilen kaftanlıkların farklılıkları göz önüne alındığında bunu marks'ın bir tutarsızlığı olarak değil, somut durum tahlili olduğunu görebiliriz. şimdi ulusal sorun ve sömürge sorunu üzerindeki düşüncelerine gelelim marks'ın. tabi sürekli marks'ı tartıştığımızdan ötürü lenin'e gelelememiz ayrı bir konu. sanırım lenin'e gelince tıkanıp kalacaklar. kend tutarsız anti-emperyalizmlerinin yüzlerine patlayacağını görecekler. her neyse...

marks her daim devrimin yönünden bakıyordu. herhalde kendisine burada tanrısal bir sorgulanmazlık yüklediğimiz sanılmasın. öyle olmasaydı marks'ı ciddi bir şekilde revize eden lenin'i savunuyor olmazdık. bu yönden bakınca kimi uluslara devrim konusunda daha yakın bakması, diğerine daha uzak bakması pekte kötü bir şey değil. bunu yaparken ulusların genetik özelliklerine değil, uluslarası kapitalizmin yıkımına dair bir değerlendirmedir. özellikle marks bu dönemde çarlık rusyası'nın devrimci potansiyeli olan avrupa'nın en büyük düşmanı olarak görmekteydi. bu nedenle osmanlı-rus savaşında osmanlı'yı desteklemişti. eğer avrupa merkezci bakış açısında kalsa, üretici güçler teorisinde tıkansa rusya'nın bu savaşta desteklenmesi gerekmektedir. çünkü en azından sınıflı bir toplum olan feodal rusya marks'ın şablonlarına göre osmanlı toplumuna göre daha ileriydi! peki ya marks hindistan konusunda ne yapmıştı? kast sistemine göre yönetilen hindistan'da, ingiliz yayılmacılığının hindistan'daki kast sistemini dağıtabileceğini düşünüyordu. burada marks'ın hatası ingiliz emperyalizminin ilk nüvelerini görememiş olmamasıdır. tabi bu onun avrupa-merkezci olarak suçlanmasına neden olmuştur. fakat avrupa merkezcilik genel anlamda bakınca çöküyor. olayın bütününden kopup, tek bir olgu üzerine yapışıp kalınca maalesef işte böyle çuvallıyoruz. irlanda konusunda ise marks ulusal sorun ve sömürge sorunu üzerine serbest piyasacı kapitalist dönemde gerçek damgasını vurabilmiştir. eğer evrupa merkezci bir bakış açısında tıkanıp kalsaydı üretici güçler teorisine göre ingiliz devriminin irlanda'nın ulusal kurtuluş'una bağlı olduğunu söylemezdi. marks ilk dönemlerde ingiliz devriminin irlanda'nın kurtuluşu anlamına da geldiğini söylüyordu. daha sonra ise serbest piyasacı kapitalizmin emperyal nüvelerini görmeye başlayınca ise gerçek bir tavır takınabilmiştir. eğer avrupa merkezci bakış açısını oryantalizm olarak algılıyorsak edward said'i size önerebilirim. hani şu enternasyonalis(!) liberal solun göklere çıkarttığı sosyolog.

2.entenasyonal konusu için bence önce gotha programının eleştirisine bakılmalı. 2.enternasyonal'in şeflerinden olan kautsky marksizmi savunduğunu iddia eden biriydi. sosyalizme ulaşımı üretici güçler teorisi ile savunmuş biridir. ne yazık ki emperyalizm çağında bu görüş oportunizm'in dik alasıydı. üstelik emperyal yağma savaşına ulusalcılık adı altında destek verenler o dönemin marksizm sevdalısı olduğunu iddia eden sosyal demokratlardır. sosyal demokrasi'nin her daim evrimci görüşü, avrupa-merkezli bakış açısıonu tipik bir burjuva sosyalizmine hapsetmekteydi. üstelik bugünkü ulusal solcuların milli birlik söylemlerinin altında yatan ideolojik birliktelik gerçekten dikkat çekici. umarım bu yaratıcı olduğunu düşünenler için bir uyarı olabilir. emperyalist savaşa o gün destek verenlerin bir kısmı bugün sosyal-liberaliz adı altında rezillikler yaparken, diğer uzantıları da devrimci milliyetçilik altında aynısaflarda bulunuyorlar. o nedenle 2.enternasyonal'in şeflerine dikkat etmekte fayda var. lenin'in bu şeflerden ayrılan görüşlerine de.

tutarsız anti-emperyalistler tıpkı 1914'teki gibi tavır takınmaya devam ediyor. uçurumun kenarına gelen bir ülkede emperyalist dengeler içinde tutunmaya çalışan ve modernleşmeden kapitalist batı'yı algılayan imparatorluk kapitalist rekabete dayanamadığı için yıkılmıştı. ulusal kurtuluş savaşı sırasında emperyalist planları savaşla bozan ikircikli bağımsızlıkçılar, daha en baştan emperyalizmle sınıfsal tercihlerinden ötürü anlaşmaları bugünkü cumuriyet'i bitirme noktasına getirmiş, türkiye'yi bağımlı kapitalist bir ülke haline gelmiştir. toplumsal kurtuluş ile ulusal kurtuluş mücadelesini birleştirmeyen kadrolar, sınıfsal tercihlerinden ötürü toplumsal ilerlemenin önemli bir basamağı sayılabilecek cumhuriyet'in kendi değerlerini dahi kadük bırakmıştır. bugün genel anlamıyla düzen içinde kalan ama sosyalizan bir çıkış arayan kitleler ise milli çıkarlar adı altında burjuvaziye tav etmek cumhuriyet'i savunduğunu düşünenler için 1914 öncesine geri dönüştür. bu sefer kendilerini kurtaracak bir politik atmosferde yok üstelik. o yıkımın altında kendileri de kalırlar. zaten sosyalizmin her konusunda sınıfta kalanlar, sınıftan kaçtıkça özgünleştiklerini düşünebilirler. istedikleri kadar özgünleşsinler, hem teorinin hem de pratiğin altında kalıyorlar. zira ab, aydınlanma, sermaye, kamuculuk ve faşizm gibi konularda burjuvazinin çizgisini terk edemeyenler memlekete sahip çıkma iradesinden de bahsedemezler. bizden gerici sosyalistlerimize söylemesi.
görüyoruz ki ezberci enternasyonalistler hala kendi zihinlerindeki hapsoldukları çerçevede ulusal solu tanımlama derdindeler. sahip oldukları dogma ideolojik yaklaşım gereği ulusalcılığı kimi zaman lenin'den kimi zaman hegelyen mantıktan örnek vererek açıklamaya çalışıyorlar. oysa hapsoldukları idolojik bataklık izin verseydi galiyevci bakış açısını örnek göstermek durumu daha kolay özetleyebilirdi. ayrıca her önüne gelen ulusalcıyı da işçi partisi ve aydınlık dergisi'ne bağlamak da gülünçlüğün son raddesi gibi geliyor bana.

anlaşılıyor ki sahip oldukları teorik muğlaklık durumu tam anlamıyla açıklığa kavuşturabilmelerine yetmiyor. biz de basit ve tarihi gerçeklikleri örnek vererek konuyu ele alma yönüne gideriz o zaman. ezberciler de marksist görüşün dogmalar bütünü olmadığı hususunda inandırıcı olmak istiyorlarsa teorik ezber bilgiler üzerinden yaftalama yoluna gitmek yerine pratik gerçekliğe dayanan örneklemelere cevap vererek başlamalılar bu işe. osmanlı-rus savaşı ile ilgili marks'ın tavrını kendilerine dayanak noktası olarak ele aldıkları görüşe karşı olarak daha önceki yazı da marks'ın hintliler ve murlar gibi doğu halklarının ingiliz sömürgeleştirilmesine layık olduklarını ve özgürlük mücadelerinin ise kabile savaşı olduğu dayanağı ile ele alırken , irlanda'nın ingiltere'ye karşı olan savaşını devrimci mücadele olarak ele alışındaki başat çelişkiyi açıklamalarını istedik. ama tahmin etdiğimiz gibi cevap gelmedi. daha doğrusu ezberleri bu somut çelişkiyi kavramalarına ve doğu ve batı arasında takınılan bu ayrılıkçı tavırı açıklamaya yetmedi. bu tartışmada işlerin onlar açısından iyice sarpa sardığını görüyoruz, ama hala da bu konuda belirli bir açıklama yapabilmelerini umutsuzca da olsa bekliyoruz.

ikinci enternasyonel hakkında ise bütünüyle bir bakış açısı farklılığı olduğu muhakkak. zira ikinci enternasyonalist' in "sömürgeciliği, ezilen milletleri soymak değil, ilkel kavimlere uygarlık götürmek" sayan bir ayrıcalık sosyalizminin peşinde olduğu heralde görüş birliğidir. bu da marks'ın hint ve doğu halkları konusunda sahip olduğu fikirlerde eşdeğer nitelikte. yani 2. enternasyonalist'de aslında marks'ın fikirlerini savunulmuştur. yani sizlerin, yani avrupa'lı sosyalizminin ayrıcalığına sahip olmak isteyenlerin. siz ne kadar karşı olduğunuzu iddia etseniz de kökleriniz bu tohum üzerinden yeşerdi. bundan ne kaçarınız ne de kurtuluşunuz olabilir.

ulusal solu "yeni ezber" kendilerinin ise "eski ezber"e ait olduğu hususunda görüş birliğine varmamız ise en azından şimdilik tatmin edici gözüküyor. ezber de olsa bunun herzaman yenisi makbul olduğuna göre en azından ilericilik hakkında kimin daha çok söz hakkına sahip olduğu hususunda görüş birliğine varmamız memnunluk verici.
türkiye'de yıllardır ütopik bir takım hayaller kuran komünistlerden ziyade daha gerçekçi, daha bilimsel davranan sol.

nihayetinde ulusal olduğu için gücünü "türk"ten alan sol; gücünü türkten alanın tarihte sırtı gelmiş mi ideolojilerin sırtı yere gelsin be aborjinci, pigmeci, red red wine cı, ayağında converse ile lenin kovalayan enternasyonalist kefereler, ha?

100 yıl evvel yazılmış paçavraları hala ideoloji diye kovalayanlar, saçı sakalı bırakıp sağda solda şarap içmeyi devrimcilik sayanlar; milletlerin yerel ve kendi zihniyetiyle yönetilmesi gerektiğini anlamakta, idrak etmekte güçlük çekenlerdir.

bu millet; türk milleti, islamiyeti dahi kendine yontarak yaşayan bir milleti; sen te anasının örekesinden getirdiğin ithal ideolojiyle mi yönetecek, onu bunlarla mı idare edeceksin. yahu bi git komik olma, palyançoluk yapmayın, mantıklı olun.

bu millet; ancak ki kendi bağrından çıkanla yönetilir. bu millet ancak ki; kendisine uyana uyar.

anlamadın mı çocuğum yaşın kaç olmuş hala bu gerçekleri de, enternasyonalizmdi, marxtı hede hödö saçmalarsın? a benim zavallım.

solsa; ulusal sol*, devrimse; kemalist devrim!
ezbere karşı ezber yaratmak günümüz post-modern dünyasının(!) karşı duruşlarını epeyce yerle bir etmiş sanırım. fakat teorinin eksik yanlarını gidermek için onları çağımıza çağırıyor ve emperyalizm kavramına dayandırdıkları yapılarına bir de lenin'den bakmalarını tavsiye ediyorsun. sonuçta emperyalist dünyada, tarihsel materyalizmin o klasik şablonu olarak adlandırdıkları kavramı revize etmekle meşgulken, bunun işinin yüz yıl önce halledildiğinin ve yeni ufuklara doğru yelken açıldığının farkına varmaları gerekiyor artık. tabi bir an için küreselleşmecilerin çıkarttığı "sermaye küreselleşiyor." sloganlarınından beslenerek dünyayı ezilen ulus-ezen ulus ikilemine bölmek istemezlerse. biz demiştik, aynı kaynaktan beslenenlerin aslen karşıt olmadıklarını ve kardeş olduklarını fakat onlar teoriyi tahrif etmenin hesaplarını yaptıklarından bizi duyamamışlardı.

marksizm'in kendisi mutlak kuralları olan, çerçevesi kapatılmış bir dogmalar bütünü değildir. ne yazık ki bunun anlamı da, marksizm'den saparak kendinize ait sloganlar çıkartmak değildir. eğer bunu yapmak istiyorlarsa sol kavramını bırakabilirler. başka alanlara geçmelerini tavsiye ediyoruz. fakat ulusallığın karşıtını enternasyonalizm olarak ele alanlar için bunu yapmak zaten çok zor çünkü daha en baştan teorinin çerçevesini değiştirmişler. tarihsel materyalizmin eksik yanlarını tamamlıyoruz diye diyalektiğin yerini dogmacı bir hegelyen bir tarih anlayışına terk etmişler. nasıl olsa her yerin özgünlüğün onlar için evrensel yasaları çiğneyip geçmektedir. emperyalizmin yasalarını anlayamanlar enternasyonal kolu(!) 1.dünya savaşı öncesinde de aynı palavralarla karşımıza gelmişlerdi. dünün hesabı ortada. dün enternasyonal takılan 2.enternasyonal'in oportunist şefleri emperyal savaşta ulusal olan tarafa kaydıklarında enternasyonalizm ile nasyonalizm arasındaki mesafenin o kadar fazla olmadığını biz görmüştük. ne de olsa kavramlar burjuuvazi ile işçi sınıfı arasındadır. bir kez daha o gün emperyal savaşta yurtsever mücadeleyi övenlerin iki yüzlülüğünü anlamıştık. sıra bu liberal-ulusalcı sapmaların kendisinde.

marks'ın ve engels'in tarihsel materyalizmini eleştirirken takıdıkları atütçü tavırla marks'ı aştıklarını sananlar daha baştan tökezliyor ve aşağıya doğru kayıyorlar. her ülkenin tarihi farklıdır. buna ne hacet? fakat bu özgünlükler belirli aşamaları yaşamadığı iddia edilen milletlerin tarihini bilim dışı bir anlayışla ele almalarına neden oluyor. belki onlar bilim dışı olmakta ısrar edebilirler. fakat biz istemiyoruz o nedenle karşılığını vermekte fayda var. üstüne üstelik belirli çağları yaşamadığını iddia edilen uluslar dahi bugün kapitalist-emperyalist sistem içersinde bulunmaları onların geçmişe ait özgünlüklerini bir bir yıkıyor. tıpkı geçmişte batı'da feodal kadim beylerin üstünlüklerini yıkan burjuvazi gibi burada da, o geçmişin özgünlükleri sermaye sınıfı tarafından bir bir yıkılırken hala daha tarih dışında kaldığı iddia edilen bir millete özgü sosyalizm geliştirmek açıkçası bize komik geliyor. tabi o komediyi de biz size arada anlatırız. eskiden sinemada karışık bir film arada anlatılırdı. şimdi bizde aynı şekilde sınıflar mücadelesinde bir ara size o özgünlükleri ve yıkılışlarını anlatabiliriz.

yaratıcı olduğunu iddia eden yeni ezberciler karşımıza bir de emek sermaye çelişkisinin temel çelişki olduğu halde batı'nın burjuvaziyle işbirliğine giden işçi sınıfına toptan bir burjuvalaşma eğilimi içerisinde olduklarını iddia etmelerini gerçekler yalanlıyor. belki kendileri her işçi ailesinin evine giderek batı dünyasının gizlerini araştırmış olabilirler. fakat toplumsal mekanizmaların korunması adına toplumsal artı-değerin bir kısmının işçi sınıfına aktarılmasının ideolojik arka planı ve bunun tasfiye edildiğini görmek istemiyorlar. tabi kendileri için sovyetler'in bir anlamı yok. ama tarih için fazlasıyla anlamı vardı. 60'lı yıllarda avrupa işçi sınıfına sunulan sosyal devlet anlayışının toplumsal mücadelenin önünün kesilmesi adına yapıldığını görmek istemeyenleri bari tarihe dikkatle bakmaya çalışmalarını istiyoruz. 68 mayıs'ını yalnızca fransa öğrencilerinin sokağa dökülmesi olduğunu sananlar, avrupa'da sokaklara dökülen işçi sınıfnın hak arama mücadelesinde nasıl mücadeler içine girdikleri ya bilmiyorlar ya da unutuyorlar. diğer yandan bugün fransa'nın gettolarında yaşayan senegalli bir işçinin dahi kimi zaman kapitalist dünyanın kimi kaynaklarından yararlanabilmesinin kapitalizmin bugün dünden daha insancıl olduğunu göstermiyor. sadece tüketim pazarının daha çok genişlediğini ve tüketimin daha çok kitlelere yayılması gerektiğini görmeleri gerekiyor. buna rağmen doğu'nun ezilen halkları arasında yer alan işçilerin nasıl da sınıfı enternasyonalleştirdiklerini görmelerini diliyoruz.

çağımız emperyalizm çağı deyip durduk. bu çağın gerçekleri varda dedik. bugünün kapitalist türkiye'sinde sınıfların var olmadığını söylemek mantıksızdır. bugünün kapitalist türkiyesi'ni yöneten mülk sahibi egemen sınfların iki yüzyıl öncede türkiye'yi farklı bir biçimde yönettiklerini görmelerini istiyoruz. tabi tutarlı bir yurtseverlik ile anti-emperyalizm yoluna girmek istiyorlarsa. tabi kendileri anti emperyalist olup kendi programların yabancı sermayenin iyi kısmının olabileceğini sanıyorlarsa- ip'in programı- avuçlarını yalamaları gerekiyor.

ab konusunda "ne abd ne ab bağımsız türkiye sloganı" ile yola çıkan enternasyonalist solcular olduğunu göremiyorlar. tabi kendileri bu sırada faşistlerle kol kola giriyorlardı milli politikarl için. diğer yandan ise programlarına yabancı sermayenin iyi yanlarınında olduğunu yazıyorlardı. bunu yazan bir ulusal sol'un liberal sol'dan farkı ne olabilir? hiçbir farkı. ab'nin işçi sınıfının ve emekçi halkın yoksullaşması, örgütsüzleşmesi olduğunu görmeleri gerekiyor. tabi mdd çizgisindeki burjuva unsurları tasfiye edebilirlerse. tabi bu konuda anlamlı bir duruşu besleyen tkp'nin mitinglerinden dem vurmaları kanlarına dokunmuş. biz onların faşistlerle kol kola girmelerine laf söylüyor muyuz? herkes kendi işine bakmalı. tabi türkiye'de milliyetçiliğin emperyalizme bağlanmak olduğunu ve türkiye'de milliyetçilik yapan politikaların öyle ya da böyle emperyalizm'e eklemlendiklerini görmeleri de gerekiyor. kimin kimden özür dileyip dilemediğiyle ilgileneceklerine- ki durum tamamen uydurma oluyor- faşizmle hesaplaşmalarını beklerdik onlardan. tabi geçmişte kendi dergilerinde devrimcilerin yerlerini ve adreslerini açıklamasının anlamını ve 12 eylül faşist darbesini selamlarının hesabını verebilirlerse.

türkiye'nin uçuruma gittiğini düşünüyorlarsa olaya teorik ve pratik açıdan acınacak bir biçimde bakacaklarına iş yapmaya davet ediyoruz kendilerini. kimi gerici unsurlardan medet umacaklarına türkiye kapitalizmi'ni tahlil etmeye davet ediyoruz. tabi kendileri bu kapitalizm'den medet ummalarına ve tutarsız bir antiemperyalizm politikası izlemekten vazgeçebilirlerse. ama emperyalizm içi dengelerden besleneceklerini sanıyorlarsa türkiye'yi uçuruma sürüklesinler. ama sosyalizmin yolunu engellemesin yeni ezberciler.
(bkz: ulu sol)
ezbercilerin tarihsel materyalizmin eksik yanını ortaya koyan ulusal sol ideolojiyi anlaması beklenmiyordu. zira amacımız; marks ve engels'in en büyük yanılgısının, işçilerin, global kapitalist bütünleşmenin doğurduğu sıkıntılara, sadece sınıfsal kimliklerine sarılarak tepki vereceklerini düşünmeleri olduğunu ortaya koymak. yani işçilerin , işçi kimliklerinin yanı sıra tepkilerini yönlendiren dinsel bir topluluğa veya bir millete bağlılıklarının da söz konusu olmasının yadsınmayacağının gerçeği. işte bu noktada karşıt görüş olarak ezberci teoriyenlerin kayıtsız şartsız savunduğu eksik metodoloji devreye giriyor ve onların zihinlerinde bu teorinin sadece kendilenin sahneleyip kendilerin seyrettiği bir parodiden ibaret hale dönüştüğünü görüyoruz. oysa burada biz teoriye eksik olan yanı da ekleyerek tamamlanmasını sağlıyoruz. bu çelişki değil, tamamlama, hatalardan ayıklama çalışması. ama evet teoriye getirdiği yeni bakış açsıyla devrimim de ta kendisi.

teorik bilgisinin mutlaklığına güvenerek konuya son derece hakim olduğunu düşünenler varsın kendilerinin öyle, bizim ise bu konuda eksik olduğumuza inanmaya devam etsinler. bizim hiçbir zaman bir teoriyi en iyi bilmek ya da karşımızdakini ideolojik eksikliği olmakla suçlamak gibi bir amacımız olamaz. bizim iddiamız teoriyi en iyi bildiğimiz değildir, bizim iddiamız doğrusunu bildiğimizdir. ve görüyoruz ki bu könuda haklıyız. zira pratik gerçekliğin, teorik birikimlerine rağmen onları şaşkına çevirdiği gözlerden kaçmıyor. ama bu kendilerine has bir özellik değil marks'ın kendiside aynı hatayı yaptı. marks'ın 20. yüzyılın baştan sona sosyalist devrimler yüzyılı olacağını düşünürken , yüzyılın ikinci yarısının ulusal devrimler yüzyılı olarak yaşanması da aynı hayalcilik ve aynı öngörüsüzlüğe örnek teşkil etmekte. pratik hakikata olan yenilgileri ezberledikleri hocalarından başlıyor.

ezberciler ezberlerinden iyi bilirler ki kapitalizmin ileriliği ve tüm insanlığın zorunlu olarak geçmesi gereken bir aşama olduğu fikri marks'a dayanır. yani bildiğimiz beş aşamalı gelişim şablonu. bu şablonun tüm dünya devrimcileri tarafından tüm insanlığı mal edilme yanılgısı ile başlayıp tarihinde kölecilik ve feodalizme karşılaşmamış toplumların kendi tarihlerinde bunları bulup keşfetmeye çalışması ile süregelen ve bu tarih şablonunu kullanarak olmayan bir tarihi yarattıktan sonra, kapitalist aşamanın gerektirdiği sınıf mücadelesini avrupa'nun derslerinden çıkarıp uygulamaya koyulmaları ile sonuçlanmasıdır temel sorun. bunu bizim ezbercilerde de fazlasıyla görüyoruz. ama ne yazık ki hedef sosyalizme ulaşmaksa ezbercilerin düşündüğü gibi olmuyor. olmayan bir tarih yaratarak ve olmayan bir sınıf mücadeleri verilerek, istedikleri sosyalizmin yolu açılmıyor. bu günümüz türkiye'sindeki acınası hallerinden ve toplum önündeki imajlarından da açıkça belli oluyor.

ezbercilerin burada kavrayamadıkları şey aslında dünyanın kendisi. dünyanın durumunu somut olarak tespit edip ona göre politika belirtmek yerine belirdikleri politikaya dünyanın uyması için harekete geçiyorlar. tabi her seferinde sonuç başarısızlık oluyor. anlayın artık ki sizin ezberinizde sınıfların kendileri oldukları haliyle değil, olmasını istediğiniz haliyle var. bu nedenle siz sınıf mücadesini yeryüzünde değil kafalarınızın içinde veriyorsunuz. bu yüzden devamlı mağlupsunuz. işte bu bağlamda ezberci marksist teori kendi verdiği örnek ile bir kez daha tökezliyor. marks'ın avrupa merkezli bakış açısına ait teorisini desteklemek için örneklemeler sunarken kendi kazdığı kuyuya kendisi düşüyor. marks'ın doğu'ya karşı takındığı tavrı özetlemek istiyorlarsa onun, sömürgeciliği geri kalmış ülkelerdeki geri üretim biçimlerini parçalamaya yarayan acı ama zorunlu, olması gereken bir süreç olarak tanımlamasını da açıklamaları gerekir. aynı şekilde ingilizlerin, hindistan'ı sömürge olarak fethetmelerine haklarının olup olmaması tartışmasında; türkler, ruslar ve perslere nazaran ingilizler tarafından sömürgeleştirilmesinin yeğlenebileceği şeklindeki görüşünü de, ya da doğulu toplumların sömürgecilere karşı olan bağımsızlık özlemlerini "kabile ayaklanmaları" olarak değerlendirirken batının kendi iç sorunu olan irlanda'nın ingilizlere karşı olan savaşımını devrimci savaş olarak nitelemesini.

nasıl bir tutarlılık içindesiniz değil mi ama.

batının işvereni ile tamamen anlaşma yoluna gitmiş burjulavalaşmış işçisine sömürüldüğünü söyleyip, altındaki arabaya, kredi ile aldığı evine, akşamları ailece izlediği 120 ekran lcd televizyonunun mülkiyet hakkına aslında sahip olmaması gerektiğin bizim hayalcilerin onlara açıklamaya çalıştığını düşünüyorum da, yüzüme hafif bir tebessüm yayılmasına engel olamıyorum. hayal dünyasında yaşadıklarının gerçekten farkında değiller. anlamıyorlar ki o işçi ırak'ın, afganistan'ın işgalinde işvereniyle işbirliği halinde, malına mal katma sevdası içinde, doğunun sömürülmesinden ne kadar pay kaparımın, bunun ekonomiye olan olumlu etkisinin derdinde.

ab konusunda ise bizim enternasyonalistler hala kendi günahlarını ulusalcıların üstüne yamamaktan vazgeçmeyecekler gibi görünüyor. meydanlarda elimizde bayrakla ne abd, ne ab tam bağımsız türkiye diye biz slogan attık. enternasyonalist azınlık içinde ab'ye ve abd'ye karşı duruş sergileyenler arasında sayılabilecek tkp ise o sırada yaptığı mitinglerde araya birkaç türk bayrağı girdiği için liberal solcu olarak niteledikleri kesimden özür dilemenin derdindeydi. acaba kim kim ile kardeş, kim kime kendini açıklama derdinde.

ülkenin uçurumda olduğu tek ortak noktamız iken bizlerin buna karşı mücadelesi bu durum devam ettikçe sürecek. sizin ile beraber ya da size karşı. artık emperyalistlerin kullanmaktan çekinmeyeceği bir piyon olmaktan vazgeçmeniz ve doğru yolu bulmanız dileğiyle.
faşizm ve nasyonal sosyalizm diye bok atılmaması gereken kavramdır.

solculukta nasılki yurtseverlik kavramı varsa ulusal sol bu kavramı karşılar. yurtseverlik yani.

ben ulusalcıyım, şuyum buyum diye uygulayanlara değil kavramın özüne bakmak gerekir.
(bkz: korksun emperyalistler korksun işbirlikçiler)
bilmekte fayda var, tarihsel maddeci bakış açısı tarihin sınıflar kavgası tarihi olduğunu söyler. yani tarihin ilerlemesinde motor güç üretici güçler ile bunlara sahip olanlar arasındaki çelişkilerdir. eğer tarihsel maddeciliğin dayanak noktaları çözülmediğini kabul eden bir bakış açısına sahipsek onu sözde değiştirici özde revize edici- revize edicilik, değiştiricik manasına gelmediğini belirtmekte fayda var- bakış açılarına geçitte vermeyiz. bence bu konuda tarihe bakış açısını değiştirmeli ulusalcı solcularımız. eğer ki toplumlar tarihi evrensel bir kavram olmasaydı herhalde tarih milletler ya da kavimler arası savaştır denilirdi.

burada ezberci olmadığını sanan fakat teorik birikimi dibi boylayanlar için ayrı bir parantez açmakta fayda var. tarihin ilerleyiş biçimini düz bir biçimde algılayan mekanik bir tarihsel maddeci sosyalizm mücadelesinde sınıfların yok olacağını sanabilirdi. ne komiktir, bunlar artık karşımıza ulusal deyimiyle çıkıyorlar. marks'ın maddeci tarihciliği yerine hegelyen bir tarih bir bakıç açısını kafalarına geçirmelerini siyaset kuyusunda onları dibe yolluyor. ne diyelim kendileri bilirler. fakat şunun altını çizmekte fayda var. tarih evrensel bir anlama işaret ediyorsa, toplumların kendilerine ait özgünlükleri evrensel dinamiklerden bağımsız oldukları anlamına gelmez. burada marks'ın atütçübakış açısından yola çıkarak sosyalizmin avrupa-merkezci bakış açısıyla suçlamak konunun özünden kopmaktır. mekanik bir avrupa merkezci tarihin işleyişini üretici güçlerin doğrusal gelişimi olarak kavrar. halbuki kapitalizmin eşitsiz ve bileşik gelişimi bize gösteriyor ki; kapitalizm sanıldığının aksine doğrusal bir biçimde gelişmemiştir. dolayısıyla tarihte aynı şekilde doğrusal değil, birbirinin içine geçer biçimde ilerler. ama eninde sonunda tarih ileriye gider. eğer ortada bir ezbercilik varsa bu da marksizm'in avrupa merkezci bakış açsına sahip olduğudur. eğer öyle olsaydı rus-osmanlı savaşında marks üretici güçlerin gelişmişliği açısından olaya bakar ve rusya'yı desteklerdi. bunu çürütmek için gelenler tarihin terazisi ile gelsinler. sosyalist siyasetin kapitalizmi küçük düşürücü her türlü hareketi nasıl değerlendirdiklerine iyi baksınlar.

parantezi kapatalım. "tarih sınıflar kavgasıdır." şiarını emperyalizmin özünde emek-sermaye çelişkisinden çıktığı gerçeğini göz ardı etmekte neyin nesidir? milli tavır adı altında yapılan politikaları burjuvazinin hüküm sürdüğü ve kurduğu diktatörlüğün gücünü emperyalist hegemenyodan aldığı bir coğrafyada değerlendirecek olursak bu politikanın ancak bir liberal solcunun ikiz kardeşinden çıktığını görecek oluruz. iki tür solda emek-sermaye çelişkisini göz ardı ederek hem emperyalizmin hüküm sürmesine izin veriyor, hem de kapitalizmin giderek daha vahşi saldırıda bulunmasına neden oluyorlar. bu ikiz kardeş özünde birdir ve sosyalizm mücadelesine zarar vermektedir.

dünyayı ezilen milletler-ezen milletler ekseninden anakronik bir biçimde ele almak pratiğin gözden kaçırılması demek. bu kötü ezber gerçekte bir palavradan ibaret. batı'nın işçi sınıfı emperyalizm oradaki kurduğu altyapı-üstyapı dengesinde kendi burjuvazisine yardım etmektedir. burası doğrudur ama görende avrupa'lı işçilerin kendi patronları altında ezilmediğini sanacak. 1914'te vatan savunması adı altında çıkan sosyal-şoven 2.enternasyonal'in dönek şefleri devrimci milliyetçilik adı altında savundukları politikalarda cephede ilk ölenler avrupa'lı işçiler olmuştu. bugün batı'nın sokaklarında sermaye birikimi sayesinde doğu'daki işçilerden daha iyi yaşayanlar, fabrikaya girdiklerinde doğu'daki işçi gibi sömürülmektedir. eğer kapitalizmin özünün artı değer sömürüsüne bağlıyorsak bu gerçeği göz ardı edemeyiz. finans köpüğünün altında göreceli bir biçimde iyi yaşayan hülyalar ülkeleri bugünlerde sokaklardaki açlarını temizlemeye çalışıyor, ne sömürü sistemi ama!

ab projesine gelecek olursak. sanırım ortada ciddi sıkıntılara sahip ulusal solcularımız.dedik kendileri ikiz kardeşler liberal solcularla. işte ab'ci ve sivil toplumcu ufuk uras'a karşı çıkan onurlu üye savunucuları. ikiside avrupa'dan kendilerine bir şey çıkacağını sanıyor. çıkacak şey ise türkiye'ye vurulan pranga ve işçi sınıfına daha fazla sömürüdür. biz diyorduk iki tarafında sosyalizme ve marksizm-leninizm'in devrimci bayrağına ihtiytaç duyduklarını ama türkiye uçuruma sürüklenirken iki tarafta kendi çöplüklerini sola yıkmaya çalışıyorlar.

emperyalizm çağındayız deyip durduk. eğer emperyalizm çağında sermayenin toptan gericileştiğini ve ülkeyi bir uçuruma sürüklediğini görmüyorsak bazı bir takım sembollerle uğraşmak boşuna. bir takım liberal solcu çevrelerin bayrak konusunu anlmasızça tartıştıkları doğrudur. ama işin aslına gelelim. bugünün türkiye'si bir uçurumun eşiğindedir. ya bu uçurumun eşiğinde kapitalizmi dolayısıyla da emperyalizmi toptan kusar ya da 85 yıldır var olan o cumhuriyet başımıza yıkılır. buradan karlı çıkan ise milli olarak görülen burjuvazi olur. ama halk bu yıkıntının altından kolay kolay kalkamaz. halbuki bu memleket bizim, emperyalizmi gerçekten kovmak için sosyalizmin kızıl bayrağına da ihtiyaç var. esir ay yıldızlığı bayrağı esaret altından kurtarmak için.
şu şekilde daha bir anlama bürünen iki el ile yapılan engellenemeyeceği söylenen bir ideoloji değil zira bir harekettir.
ulus-al sol şeklinde nanik yapılan faşizmin harekete bürünmüş hali.
güncel Önemli Başlıklar