bugün

Bu millet sikilmeye doymaz, istifa et be bakkal remzi.
şok içerisindeyim şuan. ya ben bu telefonu şarja takalı 5 dakika bile olmadı. şarjı %1'den bir anda %99 oldu. nazar değmesin aman.
Sesini özledim bu günlerde. Kendime hep son kez olacağını söylemiştim. Bu kaçıncı son kez?
Bir gün öleceğiz mesela, neden aramız kötü böyle?
Yüzün şeytana dönüşmüş gibi, oysaki bir zamanlar melektin sen.
Artık yazmıyorum sana. Zaten bıkmıştım senden, konuşmandan, kişiliğinden. Pisliklerinden, olmuyor artık muhtemelen. Bu kadarı fazla. Sonuçta aynısın, aynı. Benimle kayboldun. Ben kendimi buldum gerçekleri farkettiğim için ise seni bıraktım. Gidiyor musun demeyeceğim çünkü o kadar kişinin arasında seni nasıl gördüysem öyle de görmezden gelebilirim. iyi ol diyeceğim yaşattığın şeyler için; geçtiğimiz sokaklardan tekrar geçersem, girdiğimiz yerlere tekrar girersem diye veya en basitinden kafa dinlemek için sahil kıyısına gitme ihtimalim var diye... ama şehirlerimiz değişti kötü de olsan olur. Ben gerçeğimden kaçtım sen diye. oysa ki sen hep sahteymişsin ve yolum sana çıktı.

salla, geç moderasyonu gibi yazmışım, neyse kalsın.
içimde şuan çok pis bir enerji var, en son bunu yaşadığımda deprem oldu. umarım yine kötü bir şey olmaz.
görsel
insanların kan akmadığı için kabul olmadığını düşündüğü kurbanları vardır. Aynı şekilde insanların kan akmadığı için daha acısız olduğuna inandığı yaralar vardır. insanlar neden hep yanılır, neden gerçekten de bu kadar çok insanız?
Bir zamanlar sözlükte itirafları sesli okuyan bi abi vardı. Tabi o duygulu falan okurdu. Yorum yapardı sanırım. Ne duygulu okuyacağıma ne mantıklı yprum yapacağıma dair vaat verebilirim ama ben de söylemek istediklerimizi sesli okumak istiyorum. Ya da işte birileri okusun yani. Yani o kadar sıkıldım ki bi şey yapalım arkadaşlar. 4 gün daha işsizim ben. Ücra bir memlekette yalnızım size sardım.
Çok güçlü bir ağlama isteğiniz olur da o an ağlamamanız gerekir, tutarsınız kendinizi. işte tam o an kravat düğümü gibi bir düğüm gırtlağınıza oturuverir. Yutkunsan da gitmez durur orada öylece.

O düğümü burada çözmek istemiyorum.

Hepinize hayırlı geceler.
Son 1 yılım berbat geçti, öyle de geçmeye devam ediyor. Karakteri sümük kadar, bir bebeğin bezine doldurduğu şey kadar etmeyen biri için Hiç hak etmediğim şeyler yaşadım, aslında bunu kendime bizatihi ben yaşattım.

Koruduğum, üzerine titrediğim, başı her sıkıştığında yardımına koştuğum, şantaj yapıldığında korkudan uyuyamıyorken sabahlara kadar teskin etmeye çalıştığım, o şantajdan ve daha nice tehlikeden uzaklaştırdığım... üstelik bunları neden yaptığımı bile bilmediğim (belki bazen bana çok geldiğini düşündüğüm merhametimden yaptım bilmiyorum), benim için bir zamanlar çok da değerli olmayan birince çok kolay bir şekilde satıldım. Hem de iki satırlık bir mesajla...

"bana bir daha yazma, artık hayatımda başka biri var!"

Evet, sen!

Bu kadar kolay mıydı hayatının 2 buçuk yılını ne sıfatla olursa olsun paylaştığın bir insanı bu kadar kolay silip bir köşeye atmak, bu kadar değersiz miydi senin için verdiğim emekler ya.

Haydi beni silmek o kadar kolaydı, birini buldun da beni ortada bıraktın, ardındaki enkaza bakmadan s*ktir oldun gittin... hepsine eyvallah da, sonra ne diye tekrar çevremde dolaşmaya başladın? Ne diye bulunduğum ortamlara girdin? ne diye benimle tekrar diyalog kurmaya çalıştın, hem de defalarca?!

Ne diye kapımın önünde her karşılaştığımızda önümden gözlerimin içine baka baka geçtin?

Sen değil miydin bundan böyle bana bir daha Yazma diyen, ben dediğine riayet ettim, numaranı bile engelledim. Peki sonra ne değişti de defalarca beni özel numaradan arayıp hiçbir şey olmamış gibi hal hatır sordun? Hatta En sonuncusunda "Ben onu seviyor muyum emin değilim, o beni seviyor mu ondan da emin değilim" demeye varacak kadar rezilleştin?

Yaaa işte... uğruna beni iki satırlık yazıyla sattığın Eller seni benim gibi sarıp sarmalayamıyormuş değil mi hanımefendi, el oğlu sana ben gibi değer vermiyormuş değil mi?

Mutsuz olman için her gün beddua ediyorum.

Ama kahretsin ki Dünya kötülerin dünyası abi, artık buna da inanmaya başladım. Yapanın yanına kâr kalmıyor mottosu koca bir masal! tam bir senedir sen gününü gün ederken ben sessiz bir şekilde acı çekiyorum. Kahroluyorum. Ağlıyorum.

Senin s*kinde mi? Dahası HABERiN var mı? Sanmıyorum!

Seni kaybettiğime mi üzülüyorum, yoksa sadece benden bu kadar kolay vazgeçmene mi içerledim, bilmiyorum. Bir yıldır kendime en çok sorduğum ve cevabını bir türlü bulamadığım soru bu.

Kendime saygımı sorguluyorum artık. Sen bu kadar karaktersiz, vefasız olabilirsin ama ben Bu kadar güçsüz, bu kadar kolay mağlup olan bir insan mıymışım? Hem de senin gibi verilen emeklerin katresine değmeyecek birince.

Kısacası, çok kötüyüm ve birkaç gün sonra tam 1 yıl olacak bu süreç beni tahminimden çok daha fazla yıprattı. insanlara güvenim kalmadı, seninle o en güzel hatıraları yaşadığım evimde şimdi tek başıma yaşamaya devam ediyorum. Kimseyi istemiyorum, bazen bu zor süreçte yanımda olan ailem ve yakın arkadaşlarım da dahil. Çoğu bu süreci benimle beraber yaşadı, benimle dertlendiler. Haklarını inkar edemem ama... Bilmiyorum, bilemiyorum.

Tek bildiğim, senin gibi ciğeri beş para etmez bir sürtük yüzünden sürünmeye devam ediyorum ve bu durumdan deli gibi sıkıldım. Bu söze inanmıyorum demiştim ama söylemeden edemeyeceğim, yaşattıklarının mislini yaşamadan ölme... Ölme!
iletişime açık olmayan insanlarla zorla iletişim kurmaya çalışma, sen çabaladığın için üzüleceksin ama onlar kaybettikleri şeyi anladıkları zaman daha fazla üzülecekler...
Ben söylemek istediklerimi hemen hemen hiçbir zaman söyleyemem aslında, bu durumun nedenini şu şekilde açıklamaya çalışayım:
günlük yaşama baktığımızda her şeyin hızlıca yapılmaya çalışıldığını görürüz, insanların birbirini dinlemeye vakti bile yoktur çoğu zaman, ben toplumsal yaşantıda konuşmaların çok hızlı akıp gittiğini gördüm şimdiye kadar hep, bu da aslında düşünerek cevap vermeye fırsat vermiyor pek kalabalık ortamlarda, bu yaşa kadar ki gözlemlerim bana daima bunu gösterdi. zaten biz yeltenmek istesek de derinlemesine yanıta fırsat bırakılmıyor hemen hemen hiçbir yerde bu da insanın içindeki uzun cevap verme isteğini yok ediyor. beyinden gelen bazı sezgiler seni engelliyor hatta, geçmiş deneyimlerden kaynaklı edimsel koşullanma gibi bir şey olduğunu düşünüyorum bu durumun, o dürtüler ve içgüdüsel sinyaller sana uzun cümle kurmaman gerektiğini hissettiriyor, bir an duraksıyor ve vazgeçiyorsun. bu insandaki kontrol mekanizması gibi bir şey aslında geçmiş yaşanmışlık ve gözlemlerin büyük payı var bu mekanizmanın oluşmasında. Çoğu zaman yaşıyorum bu durumu, o yüzden günlük iletişimlerde cümle kurmam gereken bir an oluşsa da hemen hemen her zaman kısa ve net kelimelerle geçiştiririm konuşmayı, çünkü ölçüp tartılmış, usturuplu bir cevap vermeye kendini ifade etmeye vakit bırakılmıyor, her şey hızlıca geçip gidiyor, maalesef günlük yaşam ve toplum sistemi bu şekilde işliyor belki de iş hayatı veya kalabalık ortamlar insanları bu hale getirdi yavaşlığı sevmiyorlar genel olarak. fakat şu bir gerçek ki geniş kapsamlı bir cümle kurmak için düşünmemize ve belli bir süreye ihtiyacımız var o yüzden ben önemli gördüğüm düşüncelerimi sadece yazılı olarak ifade edebiliyorum çünkü yazarken etraflıca düşünmeye fırsatım oluyor bunları günlük konuşmada birine anlatmak mümkün değil. benim bir şeye cevap verebilmem için o düşünceye uygun duyguyu içimde canlandırmam iyice düşünmem ve kurabileceğim en seçkin cümleyi kafamda tasarlamam gerekiyor bu da en az 5-10 dakika sürebilir mesela bu yazıyı yazarken bile en az 45 dakika geçtiğini fark ettim, çünkü söylemek istediklerim hemen akla gelmiyor aslında iyice düşünmem kafamda tasvir etmem gerekiyor bunları. insanlarsa ayaküstü konuşmalarda bile uzun ve hızlıca yanıt vermenizi bekliyorlar fakat bu beklenti aklıselim bir düşünce sistemi değil, bir şey söyleyecekken fikir yürütmeye fırsat bırakmadıkları aceleci oldukları için ben hemen hemen çoğu şeyi evet, aynen, tamam, doğrudur vb. Gibi kısa kelimelerle yanıtlarım, çünkü toplum sistemi bunu gerektiriyor, biriyle aynı evde yaşamıyorsanız veya yazılı konuşmuyorsanız o insana gerçek mahiyette anlatmanıza imkan yok fikirlerinizi. Ben böyle düşünüyorum. O yüzden herhangi bir şeye uzun cevap vermeye yeltensem dahi içimdeki bir sezgi beni susmaya yönlendiriyor hemen hemen her zaman çünkü anlatsam da bir etkisi olmayacak; o an karşıdaki insanın bunu önemsemeyeceğini, anlamayacağını ya da dinlemeyeceğini hissettiğimden bahsettiğim o geçmiş deneyimler ve edimsel koşullanma mekanizması devreye giriyor ve gene susuyorum, aklımdan geçenleri sesli bir cümleye dönüştürmek istesem de konuşamıyorum. Günlük konuşmalarda hep sessiz kalmamın uzun cümle kurmamamın sebebi umursamaz ilgisiz karakterde birisi olmam değil aslında, iyice düşünerek ve hakkını vererek konuşmaya uygun bir ortamın ve şartların olmaması; belki de çoğu insan beni soğuk, ilgisiz biri olarak görüyor olabilir dışarıdan bakınca fakat doğrusunu yukarıda açıklamaya çalıştım olabildiğince.
Daha evvel okuduğum bir kitaptaki bir söz bu fikrimi özetliyor hemen hemen, unutmamak için işaret koymuştum;

görsel

'...önce cevap vermeye niyetlendi, ama sonra hiçbir işe yaramayacağını görüp vazgeçti.'

Bu söz genel olarak yaşantımı özetliyor, aslında bu biraz da karşıdaki insana bağlı bir durum ama dediğim gibi hiç tanımadığınız biri dahi olsa geçmişten gelen tecrübeler ve edimsel koşullanma durumu size ve davranışlarınıza bir şekilde mani oluyor ve söylemek istediğiniz cümleleri kurmaktan vazgeçiyorsunuz. Bu yüzden herhalde ben yazı insanıyım yazılı konuşma haricinde kendimi ifade edemiyorum tam olarak, ketum yanıtlar veriyorum bu da beni olduğumdan farklı yansıtıyor olabilir, kimin ne düşündüğünü bilemem ama kendimden de yola çıkarak bir insanla yazılı konuşmadan onun hakkında peşin hükümlere varmamak gerektiğine dair bir muhassalanın ve öngörünün ortaya çıktığını söyleyebilirim, bir insanı doğru biçimde anlayabilmek için onunla yalnız vakit geçirmek ya da o kişiyle yazılı olarak konuşmak gerekir diye düşünüyorum.
dün gece köpek çeteleri aralarında çatışma yaşandı. sabaha kadar köpek kankim aklımdaydı, olası bir çatışmada kendini koruması mümkün değildi. servis durağına gidene kadar göremedim son anda karşıma çıktı salak görünmez taklidi yaptı yine.
pazartesiye isyanımız var ama ayırt etmeden her pazartesiye. günahı pazarın ertesi olmasıdır.
hayatta aslan karşı cinse yakınlık dereceniz ne olursa olsun onun hemcinsiyle ilgili birşeyler anlatmayın ya da bahsetmeyin. yani konuştuğunuz kızlar kızları, erkekler de erkekleri duymak dinlemek istemez. ne anneniz ister elin kızını duymayı ne babanız ister elin oğlunu duymayı, ne arkadaşınız ne de hiç kimse.
yani demem o ki salak salak davranmayın.
Fazla cips yemem. Nadiren alırım. O zamanlarda da yeşil paketlisini seçerim. Bugün altındaki turuncu paketlisini gördüm. Hiçbir şey hissetmedim. Aldım. Biraz önce çay içerken paketi çevirdiğimde birden sanki nefesim tutuldu kendi kendine. Yarım saniye belki. Ön yüzünğ görünce değişik oldum. Hatırladım ki 10 yaşımdan beri yemiyorum. 10 yaşımda da haftasonu bir gün dershaneye gittiğimde, bunun küçük paketlerini alırdım. Ece'yle beraber. Harçlığımızın yarısıyla bu turuncu veya yeşil cips, yarısıyla meyve suyu veya kola. Alır teneffüste yerdik. O zaman cipse ulaşım böyle kolay değildi, özellikle benim için. En iyi arkadaşımla en sevdiğim abur cuburu yiyip sohbet etmenin keyfi başkaydı. Bilerek değil, tesadüfen 10 yaşımdan beri bir türlü yememişim bu turuncu paketlisini. Ya da yedim ama işte aklıma ilk defa geldi o 14 yıl önceki zamanlar. 14 mü? Yazarken hesapladım. 14 yıl mı?
O senenin yazında barış akarsu vefat etti. Ece ne üzülmüştür dedim. ikimiz severdik barış akarsu'yu. Konuşurduk hakkında. Ama telefonumuz yok tabi 10 yaşındayız. Sosyal medya da yok. Yazın bitmesini bekledim anlatacaklarımı biriktirerek. Barış akarsu da vardı içinde. Yaz bitti. Sınıfa girdim. Sınıfta sevilen biriydim. En arkanın bir önüne oturdum. Yanıma oturmak isteyen arkadaşlarım bana soruyordu önce. Nezaketen fark etmez diyordum ama ece'yi bekliyordum tabi. işte biri kalkıyor diğeri oturuyor. Ece gelmedi henüz. Büşra dedi ki yanımdakine, orası Ece'nin yeri, kalksana. Ben dedim ki, ece gelince oturur ya. Gelene kadar otursun dedim. Büşra yüzüme garip baktı. O zamanlar okula bir hafta geç giderdim mecbur. Yine benden önce w hafta geçmişti sınıfta. Büşra yüzüme garip baktı. Bir şey demedi. Ece gelmedi. Barış akarsu'nun vefatını anlatacağım ece, aynı yaz vefat etmiş. Benden daha çok başı ağrıyan biri varsa o ece'ydi. Aniden başında tümör çıkmış yazın. Vefat etmiş. Öğretmen yanıma oturdu, söyledi. Gülümseyip "tamam" dedim. Ne ağladım ne bir tepki verdim. Sonra eve gittim. Anneme duygusuzca söyledim. Umursamazmış gibi. Sonra kardeşimle kavga ettim. Kardeşim saçımı çekti. Acımadı. Belki biraz. 1 saat ağladım. Acımayan saçım için. Aslında ece için.
Bazen kırmızı montlu birini görünce umutla bakardım. Çocukluk işte, dizilerdeki gibi ailesi saklamıştır belki diyordum. Facebookla tanıştığımda ismini soyismini arattım. Ne amaçla bilmem. Cüzdanımda durur Ece'nin fotoğrafı. 14 yıl geçti. Eskisi gibi gördüğümde dakikalarca bakakalıp düşüncelere dalmam. Yine de o turuncu cips paketini görünce, bir an nefesim tutulunca yazmak istedim işte.
"En sevdiğim arkadaşımla, en sevdiğim abur cuburu yemek" sözü bana yabancı şimdi. Birçok yakın, çok yakın, kardeşim dediğim arkadaşım oldu. Hepsiyle hayat işte, yollarımız ayrıldı illa. Ayrılır tabi. Ece'den başka hiçbir arkadaşımla ne aynı dershane, ne aynı lise, ne üniversite hatta aynı şehre bile denk gelmemişim. Bu önemli bir detay değil tabi. Tesadüf ayrıca.
Az önce salak yerine konduğumu öğrendim.

Su uc günlük dünyada alt tarafı dürüst yaşayacaksınız. Bak gercekten zor değil ya. Bir insanin karsisina gecip ya tontirik bak aslinda bole demek zor degil. Ben 26 yaşında okumus, is sahibi, kadinim ya. Küçük hesaplar yapıp taktiksel ilerlemedigim icin mi kendinizi zeki saniyorsunuz. Cok sinirleniyim bak ne yazsam bos.
Uzun zamandır üzerinde düşündüğüm bir şey var ki hâlâ düşünmeyi sonlandırmış olduğumu sanmıyorum neyse burası sizi ilgilendirmez de şeyi fark ettim bir insanı hiç olmamış gibi görmek bile aslında varlığını hep kabul etmek demek. Adını anmamak, anıları yok saymaya çalışmak, başka şeylerle uğraşıp günü atlatmaya çalışmak bile aslında her an onu hatırlamakmış. Hep onunla yaşamak...
alevay kişisinin burası sizi ilgilendirmez dediği kısmı merak etmeye başladım, keşke hiç okumasaydım da başıma bu gelmeseydi.
Darbukalı dansözlü rakı ortamına düşmem lazım..
Bu akşam yine sesli okuycam. Sabırsızlandığjnızı biliyorum. Ya tamam erkenden atarım darlamayınn.
Para Her şey değildir, ama çok şeydir.
cidden duyduklarım doğruysa mutluluktan bayılırım.
Terapistim bana yas durumundan çıkıp günlük aktivitelerine geri dönmelisin diyor. Yoksa hep bu durumun süreceğini söylüyor. Hayır gerçekten bunu söylemek için terapist olmaya gerek var mı? Lan işe yaramıyor işte iki haftadır aynı yerde sayıyoruz. Günlük işleyişim okul falan hiç sekteye uğramadı zaten üstüne koca bir kitap yazdım iki makale kazandırdım bilim dünyasına lan dışardan her şey normal yani hatta mükemmel duruyor.
her seni seviyorum diyene elde hıyarla koşmamak lazım işte. inanmayın aga. örneğin sözlükten bir yazar şöyle seviyorum böyle ölüyorum diye aylardır burada kafa ütülüyor şimdi gelmiş ben onu istemiyormuşum biraz mutluluk ve heyecan istiyormuşum aslında diyor. basit mi ulan bu kadar? 10 yaşında ilgi bekleyen çocuk musunuz.
isyanım var, çok soğuk ulan çok. soğuktan kanım dolaşmayı falan bıraktı galiba, gerçekten çok mağdurum. burnum bile üşüyor, ne yapayım evin içinde kar maskesi mi takayım ya...