bugün

yazdığı mesaj eleştiri değildir türk halkına hakarettir. bazı şeyleri hazmedememesi mide ağrısı yapmıştır. türkiye ye geri dönme cesareti gösterebilirse de biçok yeri daha ağrıyacaktır.
ilk tweet saçmalıktır istanbul(o günkü adıyla konstantinapolinin) ne kadar önemli bir şehir olduğunu kitaplara bakarak anlayabilir. 2 takaya söyleyecek söz bulamıyorum resmen saçmalık
Diğer twitleri doğrudur ama dincilerin eline koz vermiştir
bu adam , emret komutanım adlı asker dizisi yapan adamdı? şaşırdım yaptıklarına.
vatan haininin teki, bu ve bunun gibiler neden hala ermenistan vatandaşlığına geçip erivan'a yerleşmez merak konusu.

daha önce: http://t24.com.tr/haber/m...lsam-daga-cikardim,171892

günümüz: http://www.sozcu.com.tr/2...klara-sorusturma-1255205/
--spoiler--
"iki dandik takayı Haliç'in uysal sularından geçirip, topu topu Avcılar kadar bir üvey kasabayı gasp etmeyi fetih diye kutlayan aptal; elbette bilmezsin; senin Ecdad-ı Osman'ın yalvararak Haçlıya teslim ettiği istanbul'u, Mustafa Kemal'in ölümüne kavgasıyla kurtardığını ve elbette bilemezsin, sana hayatın estetiğini yaşamayı önerdiğini -fani dünyada hem insan-ı kamil olarak ve lakin bilimden feyz alarak.. Ama sen kanser gibisin be kardeşim. içinde büyüyüp beslendiğin organizmayı bitirdiğinde, kendini de öldüreceğini bilmeyecek kadar kanser..."
--spoiler--

tek kelimeyle helal olsun.
Birkaç yıl önce Cihangir taksi durağının önünde kafası bir buçuk trilyonken arabamızın üzerine düşen şu yönetmen bozuntusu yazınca ve dahi o yönetmen bozuntusunun müptezel yorumları sosyal medyada epey konuşulunca bana da bu satırları yazmak düştü.

Önce hatırlayalım şu yönetmenin ne yazdığını: 'iki dandik takayı Haliç'in uysal sularından geçirip, topu topu Avcılar kadar bir üvey kasabayı gasp etmeyi fetih diye kutlayan aptal; elbette bilmezsin, senin Ecdad-ı Osman'ın yalvararak haçlıya teslim ettiği istanbul'u, Mustafa Kemal'in ölümüne bir kavgayla kurtardığını.'

Ezik bir anakronizmin pençesinde yazılmış, yazarken üzerinde hiç düşünülmemiş, sadece milyona yakın insanın istanbul'un fethini yad etmesinden dolayı öfkeli bir müptezellikle karşı karşıyayız. Fakat hepsi bu değil.

1402 yılından 1413'e değin 'devlete baş arayan' ve 'artık devlet Ali Osman'ın elinden gitti' denilen Osmanlı, aradan 40 yıl gibi kısa bir zaman geçtikten sonra istanbul'u fethetmiştir malum. Bağımlı bağımsız, taraflı tarafsız her çap ve ebattan tarihçi, Osmanlı'nın istanbul'u fethetmesinin 'tarihin kırılma anlarından biri' olduğunda hemfikirdir. Üstelik, gemilerin karadan yürütülerek Haliç'e indirilmesi ve Fatih'in Macar Urban Ustaya döktürdüğü 'şahî toplar' da dönemin en parlak 'askeri uygulamaları' olarak geçmiştir kayıtlara.

Dahası istanbul 'Avcılar kadar üvey bir kasaba' olsa, fethi Ortaçağ'ı kapatıp Yeniçağ'ı açan bir 'istinat noktası' olarak geçmez tarihe değil mi?

Peki bu müptezel bunları bilmez mi? Bilir elbette. Fakat belki de asıl içine sindiremeyip tahfif ettiği mesele istanbul'un Hıristiyan dünyadan Müslüman dünyaya geçmesidir. Şehrin el değiştirmesinin yönü ile ilgili bir sıkıntısı vardır belki de.

Aslında belki de değil, tam olarak öyle sanki. Zira misalen bunun yaptığı bir Osmanlı tarihi filminde canımız ciğerimiz Lagarî ile Hazerfen Ahmed Çelebi 'seküler iki serseri' gibi anlatılmıştı da hayretten küçük dilimizi yutacak gibi olmuştuk. Dindarlıkları ile tebarüz etmiş, islam alimlerinin ürettiği cümle ilmi çalışmayı sular seller gibi yutarak uçmayı ve roket teknolojisini bulmuş iki Müslüman bilim adamını kelimenin en hafif tabiriyle 'çarpıtmış' idi. Belli ki beyefendinin içinde 'islam, din, dindarlık' geçen her şeye karşı köklü bir alerjisi vardı.

Gelelim istanbul'un işgali meselesine ve Ecdad-ı Osman'ın tavrı ile Mustafa Kemal'e.

Osmanlı ailesinin tek bir ferdinin istanbul işgaline bila kayd-u şart razı geldiğine dair elimizde tek bir belge, tek bir bilgi, tek bir hatıra var mı? Yok. Peki. 'Bir Osmanlı subayı' olarak Mustafa Kemal'i Anadolu'ya geçmekle görevlendiren kim? Osmanlı sultanı Vahideddin. Peki.

Sivas, Erzurum, Amasya gibi kongre ve buluşmalarda Mustafa Kemal ve arkadaşları en çok kimlerle muhatap, kimlerle iş tutuyorlar? Anadolu'nun dindar memurin, esnaf, ilmiye ve meşayih sınıfı ile. Yani askerlerin bir 'milli direniş' organize etmek için temasta olduğu toplum kesimleri dindarlıkları ile tebarüz etmiş kesimler. Peki.

Anadolu'yu karış karış dolaşıp camilerde halkı 'Kuvva' adına cesaretlendiren, onları 'gavura kılıç çekmeye' davet eden kim? Sonradan istiklal Marşımızı da yazacak olan, 'Osmanlı topraklarına islamcılığı o getirdi' diyebileceğimiz Mehmet Akif. Peki.
Karakol, MiM gibi direniş teşkilatları istanbul'da ele geçirdikleri silahları nereden sevk ediyorlar Anadolu'ya? Başında şeyhi olan, taşımayı müridanın yaptığı Özbekler Tekkesi'nden. Peki.

Birinci mecliste adının başında 'şeyh', sonunda 'hoca' olan kaç vekil var? Saymakla bitmez. Peki.

Bu müptezel, bütün bunları bilmez mi? Bilir elbette. Ama dedik a anakronizmin pençesinde. Dedik a bütün tarihi 1923'ten başlatan bir ilkel. Dedik a Anadolu'yu Mustafa Kemal'in önderliğinde 'dürüst ve islam' Anadolu halkının değil de Cumhuriyet balosuna giden zevatın kurtardığını zannediyor.

Birisi şu alerjik arkadaşa bir zahmet söyleyiversin. Geçenlerde bir kez daha gündem oldu. ismet Paşa'nın Karabekir Paşa'ya 'paşam, bu iş bitti. Eldeki paramızla birer çiftlik alıp köşemize çekilelim' dediği günlerde Mustafa Kemal Vahideddin'e 'nokta-ı nazarınızı anladım efendim. Söz konusu memleketin ikbalidir' diyerek Samsun'a doğru yola çıkıyordu.

Efendi efendi. Sonradan inşa ettiğiniz tarih size hangi masalları nasıl anlattı bilemem. Lakin, istanbul'u fetheden ruh ile onu haçlıların tasallutundan kurtaran ruh arasında milim fark yoktur. Siz bakmayınız 23 sonrası olanlara. Onun adına 'siyaset' derler. iş işgale gelince ağababaların çiftlik almayı düşünür, Akif'ler cepheye koşar efendi. Bu böyledir.

Ne diyordu Von Sanders: 'Öyle alkol kafası falan da değildi yeğenim. Arabanın üzerine bir düşüşü, kaldırıma bir kusuşu, etrafa camız gibi bir bakışı vardı ki olursa o kadar olsun.'

http://www.yenisafak.com/...ih-isgal-ve-otesi-2029378
ekşi'nin ekşi olduğu zamanlarda '' yönetmen değil şarapçı '' diye eleştirilen, son yorumundan sonraysa ekşi'nin subjektif osmanlı düşmanları tarafından övülen ortalama, başarısız yönetmen.
Derin nefretiyle paçalarından akan cehaletinin sentezi sonucu ağzından saçtığı köpüklerle güldüren, güldürürken sinirlendiren aynı zamanda kendisine acınan adamdır.
acısı geçmemiş. kolay değil dedelerine yapılanı unutamamış.
Avcılar kadar demiş lan zamanının en büyük ve güçlü imparatorluğuna . Aptal mıdır nedir?

Düzeltme : Doğu Roma nın yıkılışının 150 yıl sürdüğünü bir tarihçi anlatsın nolur şuna.
Hem fatih'i hem Mustafa kemal'i iki büyük komutan, iki örnek alınası zeka olarak görmek varken sadece birini yüceltmek niye? illaki bir taraf tutacaksınız yani.
Tarihini bir bütün olarak görmek istemeyenler, kaybedenlerdensiniz.
Aydın kişi.
Milli değerlere ve kültürümüze küfür edince zaten hazırda bekleyenler bu sıfatı kişiye yapıştırıveriyor.
ve sen Sevgili aydın, beni baydın.
Bizans artığıdır kendisi.

görsel
doğu roma imparatorluğu'nun başkentine kasaba diyen tip.

kendisinin gündeme geldiğini görürseniz anlayın ki bir trollük yapmıştır. başka türlü mümkün değil.
başarılı sayılabilecek bir yönetmen fakat siyasal bilgisi sıfır.
bu adamın savunmasını okuyup da "çok beğendim, mükemmel olmuş" diyen hukukçular görünce sevinmeyin arkadaşlar aksine üzülün. çok şişirme ifadelerle; sözlük, facebook ağzıyla yazılmış bir savunma. hukukçuların bu savunmayı beğenmesi sizin zararınıza emin olun çünkü bu savunmayı beğenen hukukçular tarafından yarın öbür gün yargılanabilirsiniz, savunmanız ya da iddianameniz hazırlanabilir de.

sözkonusu ifadeler bana göre hakaret içermiyor, görüşümün gerekçelerine girmeyeceğim. ancak şunu da belirtmek isterim ki mustafa altıoklar bana samimiyetsiz geliyor çünkü kendisinin geçmişteki başka olaylar hakkında yorumlarına bakınca erdoğan hakkında sarf ettiği "narsist" ifadesi basit ve masum bir teşhis gibi durmuyor.
recep tayyip erdoğana hakaret suçlamasından yargılanan doktor ve yönetmen. davada yaptığı savunma manifesto tadında.

--savunma--
SAYGIDEĞER YARGIÇLAR,
Ben bugün burada bir hakaret davasından yargılanırken savunmamı DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ kavramı üzerine kurmayacağım. HAYIR… Ben aslında bugün burada bir SAVUNMA YAPMAYACAĞIM… Bugün ben burada sizlere bana daha 24 yaşındayken verdiğiniz resmi bir görevi hatırlatacağım ve TÜRKiYE CUMHURiYETi ANAYASASI’nın 27.maddesinden bahsedeceğim.
ANAYASAMIZ’ın 27.maddesi; “ Herkes, bilimi serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma hakkına sahiptir.” Demektedir.
Bendeniz, 1984 yılında istanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun olmuş, bir hekimim. (BELGE 1). Mezuniyetimi takip eden hafta hekim olarak mesleki kariyerime başladım. Henüz 24 yaşındayken sizler gibi hâkimler ya da savcılar karara bağlayacakları dosyaları tarafıma göndererek davalarıyla ilgili şahısların akıl sağlığının yerinde olup olmadığına dair raporlar talep ettiler. Benim ve benim gibi pratisyen hekimlerin, dikkatinizi çekerim psikiyatri uzmanları değil, pratisyen hekimlerin verdikleri kanaat raporları doğrultusunda adaletin gereğini yerine getirdiler. Bizler o akıl sağlığı raporlarını vermeyecek olsak kanun önünde suçlu sayılabilirdik. Özetle şahsımın verdiği kanaat raporları sizlere ışık tuttuğu için yargıya varabildiniz. Şimdi ise o günlerin üzerinden tam otuz yıl geçti ve değirmende değil, hekimliğimin yanı sıra yazar ve yönetmen olarak iştigal ettiğim karakter analizleriyle ağarmış saçlarımla, artık epeyce tecrübeli bir hekim olarak vardığım Narsisistik Kişilik Bozukluğu kanaatimden dolayı “şüpheli” sıfatıyla karşınızdayım. Söz konusu şüphe ise hakaret ettiğimdir. Savcılık makamı iddianamesinde “Akıl hastalığına vurgu yapılması, eleştiri ve düşünce özgürlüğü sınırlarını aşarak hakaret suçu teşkil etmektedir.” Demektedir. Her şeyden önce akıl hastalığına hakaret demek, akıl hastalarına hakarettir. Ben sözlerimde hakaret unsuru bulmamaktayım, eleştirmeye niyet dahi etmedim, hele hakaret yoluyla suç işlemeye kastım hiç olmadı. Çünkü ben teşbih yapmadım, teşhis koydum. Müştekide Narsisistik Kişilik Bozukluğu olduğunu söylerken ne bir benzetme, ne bir yakıştırma, ne bir aşağılama düşüncem olmadı. Hekimlik etiği hastalarının durumlarını alay konusu yapmaz, aşağılamaz, hele hakaret amaçlı asla kullanmaz. Biz hekimler tababet ve şuabatı sanatlarının tarzı icrasına ehliyet almadan önce bu madde üzerine de and içeriz ve içtik. Davaya söz konusu olan açıklamamda ise aynen meslektaşlarım olan Türk Tabipler Birliği mensubu hekimlerin duyduğu kaygıyı kamuoyuyla paylaştım.
“ Bizler hekimiz. insanın bin bir ruh halini, bin bir duygu durumunu biliriz. Başbakan Erdoğan’ın duygu durumundan endişe duyuyoruz. Fevkâlâde endişe duyuyoruz. Kendisi, çevresi, ülkemiz adına endişe duyuyoruz. Endişemizi kamuoyuyla paylaşıyoruz.”
(BELGE 2)
Bakın ben sadece altı yıllık tıp fakültesi eğitimi almakla kalmamış, 1987-1991 yılları arasında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı’nda Araştırma Görevlisi olarak akademik kariyer yapmış uzman bir bilim adamıyım. (BELGE 3). Bu belgeyle ve Anayasa’nın 27.maddesine göre “bilimi serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma hakkı”na fazlasıyla sahibim. Yayma hakkıma sahip olduğumu ben değil sizlere kılavuzluk eden T.C. Anayasası söylemektedir. Bu kanun maddesinden açıkça anlaşılabileceği gibi, doktor kimliğimle tıbbi kanaatlerimi açıklarken, örneğin; ilk cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal Atatürk’ün sol göğsünde, Çanakkale’de aldığı şarapnel yarası nedeniyle ömrü boyunca yanık skarı taşıdığını, ikinci Cumhurbaşkanımız ismet inönü’nün sağır olduğunu, yine Cumhurbaşkanlarımızdan Süleyman Demirel’in obes olduğunu, Başbakanlarımızdan Bülent Ecevit’in parkinson olduğunu söylememle veya Şafak Pavey’de extremite yoksunluğu; Meclis Başkanvekili Sadık Yakut’ta vitiligo varlığı ya da sabık Başbakan’ın uzaktan gördüğüm kadarıyla omurga sorunundan bahsetmem hakaret sayılmazken; bir psikiyatrik kanaat teşhisimin hakaretten sayılması esas itibariyle ikirciklidir. Müşteki vekilleri; “müvekkilimiz Altıoklar’a sormamıştır ki kendi akıl sağlığını. Bu nedenle açıklamaları hakarettir demektedir.” Oysa Recep Tayyip Erdoğan yolda düşse, ilk müdahale edenlerden biri ben olurum. Doğru tedaviyi uygulamadan önce de kalp krizi nedeniyle mi, inme indiği için mi yoksa sara nöbetinden dolayı mı düşüp düşmediğini teşhis etmem gerekir,.Ve bu teşhisi koyarken hastanın bana sormasını da beklemem. Beklersem suç sayabilirsiniz. Çünkü durum acildir. Davamız konusu olan teşhisim de acil bir durumun önlemi olarak kamuoyuyla paylamıştır. Bununla birlikte içinde bulduğum çevrede kuduz hastalığı taşıyan bir vaka teşhis etsem, hem müdahale etmek, hem de kamuoyuna bildirmekle yükümlü olduğumu yasalar söylemektedir. Çünkü burada kamuoyunun sağlığı söz konusudur. Davamızda da kamuoyunun akıl ve bedensel sağlığı tehlike altında olduğu için yetkili kuruluşları uyarmak üzere teşhisimi açıkladım. Teşhisim koruyucu hekimliğin gereğidir. Bunlarla birlikte bir doktorun kamuoyuna mal olmuş, her gün defalarca televizyon başta tüm medya organlarında karşılaştığı şahsiyetlerle ilgili fiziksel hastalık teşhisinin olağan ama psikiyatrik hastalık teşhisinin suç unsuru sayıldığını yazan bir kanun maddesine yazılmamış Magna Carta dâhil hiçbir kanun kitabında rastlayamazsınız. Fiziksel hastalıklarla ilgili teşhis koymam ve rapor vermem suç teşkil etmezken, akıl hastalığıyla ilgili teşhis koymam suç olamaz. Müştekinin doktor yorumu yapmamı hakaret sayarak şikâyet etmesi , narsisistik kişilik bozukluğu teşhisini doğrulamaktadır. Çünkü narsisistik kişilik bozukluğunun en temel teşhis kriterlerinden birisi de eleştiriye tahammülsüzlüktür.
NARSiSiSTiK KiŞiLiK BOZUKLUĞU
Bu noktada Sayın mahkemenin müsadesiyle şikayetçi tarafından hakaret olarak addedilen narsisisistik kişilik bozukluğu hakkında özet bir bilgi vermek isterim. Karar yüce Türk adaletinindir. Narsisistik kişilik bozukluğunun temel özelliği büyüklenmecilik ve üstünlük duygusudur. Tüm dünya Psikiyatristlerinin kabul ettiği DSM-IV tanı ölçütlerine göre, bir kişiye narsisistik kişilik bozukluğu denebilmesi için aşağıda verilen kişilik özelliklerinin beşinin bulunması yeterlidir: (BELGE 4)
1. Kendisinin özel, eşi bulunmaz ve herkesten çok daha önemli olduğunu düşünür.
2. Sınırsız başarı, güç, zeka, güzellik ve yetenekleri olduğunu sürekli deklare eder.
3. Üstün, seçilmiş ve ilahi kuvvetlerce vazifelendirilmiş olarak bilinmeyi bekler.
4. Kendilerine hayrandır. Çok beğenilmek ve sürekli dışardan onay görmek ister.
5. Herşeyi yapmaya hak kazanmış ve özellikle kayırılacak bir kişi olduğunu düşünür.
6. Kendi çıkarları için, amaçlarına ulaşmak için başkalarının zayıf yanlarını kullanır.
7. Empati yapamaz, başkalarının duygularını ve gereksinimlerini tanımaz.
8. Her başarılıyı kıskanır ya da başkalarının kendisini kıskandığına inanır.
9. Küstah, kendini beğenmiş davranış ya da tutumlar sergiler.
Narsisist kişi her yaptığının mükemmel olduğunu düşünür. Eleştiriye duyarlılık ve kırılganlık narsisitik kişilik yapısının en belirgin özelliklerindendir. Narsisistik kişi kendini aşırı değerli hissettiği için eleştirilmeye karşı çok duyarlı ve kırılgandır. Şikayetçi Erdoğan da kırılgandır. Bir doktor teşhisini şikayet ederek dava açtığına göre, belli ki epeyce kırılmıştır. işte kendisi için de, yakın çevresi için de, ülkemiz için de, içinde yaşadığımız coğrafyamız ve hatta dünya için de endişelerimiz bu noktadan kaynaklanmaktadır. Bu çerçevede şikayetçi Erdoğan’ın bir sonraki celseye teşrif etmesini, sizlerin huzurunda, sizlere ve şikayetçi olduğu bendenizin gözetiminde şikayetinin derinindeki dinamikleri, nereden rencide olduğunu anlatmasını talep ederim. Bununla birlikte şikayetçinin şikayetlerini ve dinamiklerini dinlemek ve bilirkişi heyet raporu vermek üzere, tarafsız bir üst kurum olan Türk Tabipler Birliği’ni temsilen bir psikiatristler heyetinin yüce mahkemenize gelerek gözlem ve inceleme yapmasını talep ederim. Böylelikle şikayetçi için kullandığım “narsisistik kişilik bozukluğu” kavramının bir teşhis mi, yoksa teşbih mi olduğu konusunda yüce mahkemenizin karara varmasının da daha adil olacağını düşünmekte olduğumu bildiririm. Hal böyle olunca özetle şikayetçi Recep Erdoğan’ın bu mahkemeye gelmeyecek olursa, tam teşekküllü bir hastanede söz konusu belirti ve bulgulara sahip olmadığının belgelenmesini, aksi halde hatalı teşhis ve beyanda bulunduğumu kabul edeceğimi açıkça beyan ederim. Kısaca, Recep Erdoğan’ın akıl sağlığı durumunun bilirkişilerce rapor edilmesini talep ederim.
SON SÖZ:
Yüce mahkemenizin, hekim olan şahsımı, bu davayla suçlu bulması halinde tarihe geçeceğini düşünmekteyim. Şöyle ki; “hakaret davası” olarak anılan bu davada, dava konusu olan bir hakaret söz konusu değildir. Çünkü ben bir teşbih yapmadım, teşhis koydum. Teşhis koyan bir hekimi yargılayan bu mahkeme, hakaret davasına baktığı için değil, teşhis koyan tıp bilimini yargıladığı için tarihe geçecektir. Saygılarımla. "Mustafa Altıoklar"
--savunma--
milli iradeye doktor darbesi yapmak durumuyla karşı karşıya gelmez inşallah.

http://www.cumhuriyet.com...nifesto_gibi_savunma.html
seçimden istediği sonucu alamayınca türk halkına hakaret edenlerden biri.

artık üzülüyorum bunlara, bir şey de diyesim gelmiyor.
cesur bir adamdır, göte göt der...
seçimlere sinirlenerek türk halkına hanzo demiş olan yönetmen. biraz ağır olmuş sanki...

görsel
milyonların gözü önünde, dikdatör denilen başbakanı ruh hastası ilan eden ukala.

kendisi fizyoterapisttir, yani psikiyatr değildir, zaten psikiyatr olsaydı böyle uzaktan teşhis koyma cahilliğine kalkışmazdı, hele 46 raporundan filan bahsetti ki, o raporu heyet huzurunda bile zor alıyorsun, kolay değil öyle, ama bizim mustafa coştu bi kere kimse durduramaz. fizyoterapistsin oğlum sen, doktor değilsin, bu kompleksini yen önce. sonra uzmanlık alanın olmayan konulara girme.
fizyoterapist yönetmen..

doktorum diyerek hakaretleri sıraladı başbakana.. sanki master psikiyatrı uzmanı dayı.

tamam öfkelisin abicim de hakaret etmek başka bir şey..

ersoy dede kendisini öpücükler yollamış..

--spoiler--
Kendini bize “Sinemacı” olarak tanıtan Mustafa Altıoklar, Cnn Turk’te canlı yayına katıldı ve Başbakan Erdoğan için; “bir doktor olarak teşhisi söylüyorum Narsistik Kişilik Bozukluğu” dedi.. Bunun sonucu olarak da “46 raporu” alması gerektiğini iddia etti.. Siyasi eleştirisinden evvel birkaç küçük “teşhis” yapalım.. Mustafa Altıoklar, kamuoyuna, çok izlenen bir haber kanalının prime time saatinde “bir doktor olarak” şeklinde fütursuzca yanlış bilgi verdi.. Kendini “doktor” zannediyor olabilir ama duvarına astığı diplomada öyle yazmıyor.. Ya? Fizyoterapist.. Bu kompleks bazı meslek gruplarında var.. Diyetisyenler ya da psikologlar arasında da kendini doktor zannedenler çıkıyor ara ara.. Oysa her biri kendince çok onurlu meslekler.. Neden insan kendini tanıtırken imrendiği bir başka meslek grubuyla özdeşlik kurar ki?.. Ama sanıyorum “bir doktor olarak söylemem gerekir ki” türü bir başlangıç cümlesi, “bir fizyoterapist olarak söylemem gerekir ki” den daha cazip olsa gerek..

ŞiZOFRENiK VAKA

Ancak klinik psikiyatr tarafından konulabilecek bir teşhis ve ancak ve ancak bir heyet tarafından verilebilecek 46 raporu (Türk Ceza Kanunu’nun “cezai ehliyeti yoktur” maddesine girebileceğini söylemek) büyük cüretkârlık.. Olağan Şüpheliler filmindeki Keyser Soze karakteri biliyorsunuz karşısında gördüğü bir takım cümleler üzerine hikayeler uyduruyordu. Aynen Mustafa Altıoklar da öyle.. Kendinin psikiyatr olduğuna inanmış, Başbakan’a teşhis koymuş, kendi kurgu dünyasındaki hastanede bir heyet oluşturup Başbakan’a 46’lık rapor verilmesi gerektiğine inanmış.. Eğer Mustafa Altıoklar gibi saygın bir isimden söz etmiyor olsaydık böyle birine ancak şizofren denebilirdi.. Yani bir kişinin kendine özgeçmiş uydurması, sahip olmadığı bir diplomanın varlığından söz ediyor olması ve var olduğuna inandığı diplomasına dayanarak çok izlenen bir haber kanalına beyanat vermesini başka türlü izah edemezsiniz.. Neyse ki Mustafa Altıoklar’ı tanıyoruz. Bunu Başbakan’a olan öfkesinden yaptığını biliyoruz..

DiKTATÖR

ileri demokrasi hatırlatması yapıyorlar ve Faşist Gezi Kalkışması’ndan bu yana bir diktatör yakıştırması yapıyorlar ya Başbakan Erdoğan’a yönelik olarak.. Gelin herhangi bir batılı demokraside, o ülkenin Başbakanı için “deli” deyin canlı yayında, “hekim teşhisi” gibi sunun bunu ve bu teşhisin sonunda “cezai ehliyeti yoktur, iş ve görev yapamaz” raporu verilmesi gerektiğini savunun.. Herhangi bir Avrupa ülkesinde farketmez.. Söyleyebilir misiniz acaba?.. Bu “diktatör” dediğiniz Tayyip Erdoğan’ın ülkesinde günün 24 saati küfrediyorsunuz, televizyonlarınızdan çakma doktorlarınızla “tıbbi” teşhisler koyuyorsunuz ve başınız derde girmeden yaşantınıza devam ediyorsunuz.. Paralel yapının medyası, CHP medyası ile elele vermiş kesintisiz bağırıp çağırıyor, her türlü yasayı ihlâl ederek kişilik haklarına saldırıyor, soruşturmanın gizliliğini ihlâl eden belgeler basıyor. iddialar ortaya atıyor. Ama Başbakan diktatör.. Anlaşılır gibi değil.. Kalın sağlıcakla..
--spoiler--

http://www.habervaktim.co...doktorun-hezeyanlari.html
bilen bilir, sevmem ve hatta seveni de sevmem. kadın düşkünü, her güzele yazan bir tiptir. yönetmenlik taslar ama gerçekten yönetmenlik yapmaz; yerine yardımcı yönetmeni çeker filmi. falan filan...

gelin gelelim hayatımda ilk kez kendisine "helâl olsun" demiş bulundum. adam açık açık tayyip'e tanı koydu ve 46 dedi.
dün akşam cnn türk'te çıktığı aykırı sorular isimli programda recep tayyip erdoğan'A tam manasıyla raporluk bir deli demiş şahıs.