bugün

anarşizm'in öncülerinden olan almanyalı düşünür... bireyci anarşizmin temellerini atmıştır. bazı anarşistlere ters gelen egoizmi kendisine öncü edinmiş ve eylemin ancak silahla gerçekleşebileceğini savunmuştur. ayrıca almanya'daki gözardı edilemeyecek bir kesime göre nietzsche fikirlerini stirner'dan edinmiştir..
asıl adı Johann Caspar Schmidt'tir. Bireyciliği anarşistler tarafından (bile) yadırganacak kadar ileri bir noktaya götürmüştür. Öyleki, anarşistlerin çoğunun savunduğu doğal durumda ulaşılacak, dayanışma temelli birliğin yerine egoistler birliğini savunur. yazılarındaki sertliğe ve keskinliğe rağmen, günlük hayatta silik bir adam olduğu rivayet edilir. Ayrıca ego ve biricik'teki bazı fikirlerin (mesela biricik), nietzsche'yi belirgin biçimde etkilediği öne sürülmektedir. (bkz: übermensch)
alnı pek çıkık olduğundna dolayı ''stirner''(çıkıkalın) diye adlandırılmış, çağında yaşadığı diğer anarşistlere göre oldukça farklı fikirler ortaya atan alman bireyci düşünürdür. insan varoluşunun temeline egoizmi koyar, bu nedenle diğer kollektivistlerle ya da kollektivist yapıda hareket edenlerle veyahut da diğer bireylerle çatışma içinde olan aynı zamanda buna dayalı olarak genel refaha dair konularda diğer bireycilerle işbirliği içersinde bir egoistler birliği düşünür. aslına bakılırsa, stirner belirli bir dönem etkili olmasına rağmen bu fazla sürmemiştir, ama daha sonra nietzsche'nin gündeme getirmesi ile ünü artmıştır.

onun anarşistlerle olan ortak yanı eleştri ve devlete başkaldırıp onu ortadankaldırma babındadır.(bunu ortadan kaldırıp egoistler birliğini kuracağını ortaya sürer, çünkü stirnere'e göre devlet hiçkimsenin kendi iradesine sahip olmamasını gerekli kılar bu da düşünceyi dondurur tabi bu da egoist ile devlet arasındaki bir savaşın başlangıcı olarak addedilir) yoksa en ufak kollektivizmden bile tiksinir. ama egoistler birliği olarak ifade edilen fikrinde bir eşitlik sözkonususudur bununla birlikte o da kurutluşu yapım da değil yıkımda görür. yani mevcut kurumların yıkılmasında. buna dayalı olarak da suç ve cinayet kavramları yüceltilir. ama gerçek hayatı ile ortaya attığı düşünceler arasında bazı fikiradamlarında gördüğümüz tezat durumlar da haliyle vardır. misal, kafka da konuşma konusunda o kadar yetenekli bir insan olmamasına rağmen, yazma konusunda da kendisi ile pek rekabet edilecek bir cinsten yazar değildir fikrimce.

esas fikirlerinin oluşum safhası ve bu raddeye gelmesinde etkili olan ise genç hegelcilerin(bauer kardeşler) onu tartışmak için düzenledikleri tartışma gruplarıdır. aynı zamanda bu tartışma gruplarının müdavimleri arasında marx ve engels de bulunmaktadır. bununla birlikte, en önemli eseri olan ''ego and his own'' da da ne marx'ı kabul eder ne de engels'i onları bırakın proudhon'u bile rededer. çünkü onun ideolojisi hemen hemen tüm kurumları yok eder, devlet ve din bunların başlıcalarıdır.

bireyin kendini gerçekleştirmesi için onun düşüncelerinin merkezine arzu ve ihtiyaçları koyar bunun yanında yapay kurumların hepsini temel düzeye indirger ve insan egosunu temel yasa olarak ilan eder bununla da kalmaz hak kavramı da egonun gücü altında ezilir. özgürlük hakkında şu fikirleir dikkat çekicidir:

''kurtulmuş olduğum şeyden özgürüm, iktidarım içinde olan şey ya da denetlediğim şeyin sahibiyim.kendime nasıl sahip olacağımı bilrsem ve kendimi başkalarına emanet etmezsem ben her zaman ve her koşulda kendimim''(çeviri Alev Türker'e aittir)

devlet ortadan kalktıktan sonra bir güç gösterisi zamanıdır. ortada ne hak vardır ne de ahlak, daha doğrusu sosyal darvinizmin insanlar dünyasındaki gerçekleşmesi gibi. ama bir noktada yumuşar-açıkça söylemek gerekirse bu beklenti dahilinde değil-kendini gerçekleştirdikten sonra(daha doğrusu kendi içersindeki egoizmi), ihtiyacından fazla almasının insan için bir felaket olacağını söyler.(bu da katliam ve kişiler arası çatışmada felaketleri azaltacağına inanır) buna dair ne sınır koyar bilmiyorum çünkü insan egosu bitmnmez tükenmez bir okyanus gibidir. ama ne kadar da kollektivizme karşı olunsa da bireyler arası birlik yadsınmaz biraz da pragmatik açıdan bakılır ve özgürce birleşilip özgürce ayrılmaktan söz eder stirner. toplumun yerine bu çeşit bir birliği ikame eder, onunda topluma dair inancında freud'un kitle psikolojisi olarAk tarif ettiği çıkarımlara benzetebiliriz. bunun yanında topluma dair breyin ödevinden bahseder, ama birliğe karşı sorumlu değildir topluma olduğu kadar.

ama suça dair telkinler yapması bana kalırsa belki de stirner in en eleştirel yanlarındna birisi denilebilir. buna dair olarak da devletle olan mücadele de suçun övülmesi ve telkin edilmesi söz konusudur. çünkü egoist kendisini suç ile ortaya koyar. ama anarşist şiddet eylemlerinde stirner'i suçlamanın bir anlamı yoktur, bunun için biraz da dostoyevski'nin ecinnilerindeki bir karakter kopyası olan bakunin'in bir dönem kankalığını yapmış Naçayev'e gitmek gerekir.

mülkiyet sorununa da şiddet yolları ile sahip olunacağını belirtir, bu konuda da devrimden ziyade isyanı destekler. devrim daha toplumsal olmakla birlikte, daha fazla evrilmeyi daha doğrusu yeni düzenlemeleri hedefler. stirner'in isyanının amacı bu değildir. kişiseldir ve kelimenin tam anlamı ile egoisttir.
bir yerlerde okuduğuma göre* bireyci anarşist olmayan düşünür.

anarşist damgası ona engels tarafından bir nevi hakaret olarak söylenmiş de yazıyordu orada.**
toplum yerine kişilerin isteğine göre şekillenecek bir egoistler birliğini öngörür. zekasıyla kendine hayran bırakır.

şöyle bir de sözü var:
"bütün izm'ler totemleştirilmeye mahkumdur"* bunu söylediği yazısında bir de şöyle bir şey de söylemiştir: "eğer sizin çürümüş beyinleriniz bu düşünceye illa bir isim takacaksa kişiselcilik olsun bu isim."*
'Büyükler neden büyüktür, bilir misiniz? Biz, dizlerimizin üstüne çökmüşüz de ondan. Artık kalkalım!.'
Stirner
egoistlerden bir toplum kurmayı amaçlayan en büyük bireyci anarşist.
"efendi, kölenin yarattığı bir şeydir. itaat sona ererse, efendilik de sona erer." diyen alman düşünür.
görsel (bu karikatürü Friedrich Engels çizmiştir.)
devlet, kendi şiddetine hukuk; bireyinkine ise suç adını verir.

- max stirner.
çok doğru tespitleri, aforizmaları falan olsa bile, anarşizmi egoist bir yaklaşımla değerlendirdiği için (bu, anarşizmin doğuşunun bireycilik olduğu gerçeğinden ortaya çıkmış olsa bile*), fikirleri bir yerden sonra ütopikleşmiştir. işin içine topluluk halinde yaşayan hiçbir canlı türünün sadece kendisini düşünmediğini katarsak, insanın da topluluk halinde yaşayan bir canlı türü olduğu gerçeğinden de bir tutam serpersek, fikirlerindeki bireyciliğin -daha doğrusu, egoizmin- hayali olduğu sonucuna ulaşırız.

onun fikirlerinin yanında, bakunin'in ve onun sonrasından gelen kropotkin'in anarşizmi daha gerçekçi kalmakta (en azından, toplumsal açıdan). ama onların öngördüğü anarşizm de büyük oranda şiddete başvurduğundan, ortaya gereksiz bir yıkım çıkıyor.

max stirner'in dengelenmiş bireyciliğiyle bakunin ve kropotkin'in dengelenmiş şiddetini birleştirip, en azından akla yatkın bir anarşizm düşüncesi yaratılabilir. burada 'dengelenmiş'ten kasıt, 'hiçbir canlının hayatına kast etmeyecek derecede dengelenmiş'tir. her ne kadar tolstoy'un sevgi dolu anarşizmine benzese de, bu bahsettiğim şey, bir dereceye kadar şiddeti destekler. ama herhangi bir canlının hayatına kast edecek kadar değil.

edit: her ne kadar kendisi bireyci anarşizmin temsilcisi sayılsa da, bu bahsettiğim şeye yakın bir örnek için: (bkz: pierre joseph proudhon)
proudhon ile birlikte bireysel anarşizmin kurucularındandır. kollektif anarşizmin aksine bu tip bir anarşizmde özel mülkiyet kaldırılmaz. her anarşist fikrin temel öğesi olan "insan iradesinin özerkliği" stirnerciliğin temelini oluşturur. aslına bakılırsa ortaya koyduğu fikir fragmentleri değerlendirildiğinde burjuva toplumunun bir çeşit yumuşatılmış yorumsallığı ortaya çıakcaktır. keza proudhon'da da benzer eğilimlere rastlanır. onun militan derecede aileyi savunması-ki aile burjuva toplumunun temel taşıdır-kendisini daha komik kılar. ama çok ilginçtir ki anarşizm "toplum sözleşmesi"nin temel paradoksu olan özgecilik ve bireysel mutluluk arasındaki dengeyi sözleşmelerin çeşitliliği ile çözebilmiştir. işte stirner'in kurduğu egoistler birliğinin de bu çeşit "sözleşmelerinbinbirçeşitliliği" kavramından türemiştir. çünkü egoistler birliği her an dağılmaya mahkum olan ve insanların karşılıklı çıkarlarının bir araya getirdiği bir birliktir.
insanın dile getiremediği, anlatamadığı düşüncelerini açığa vurmakta pek mahirdir. egosantirikliğin doruklarına değinmektedir;
"kimse beni tutum ve yargılarımdan ötürü iyi veya kötü olarak nitelendiremez. ben benim, gabiranın biriyim. iyi ve kötü olmadığımdan sorgulamak da absürd" diyor.
"kainatta ne kadar mutlu edici olgu ve madde varsa, benim adıma, benim içindir. her şey bana attir. iyi veya kötü bana herhangi bir şey ifade etmekte yetersizler. bağlamıyorlar beni. ne tanrı ne bir başka sipiritüel olgu, kimse karşısında özgemi bir yana bırakıp alçalamam! kendime dair şeyler beni bağlar. tanrının meleklerinin, mesihlerinin, modern yaşamların hengamesinden bana ne? benim işim benle.. geçmişin ahmak bireylerinin töre dedikleri etik dedikleri şey benim bağıntım nerede başalr nerede biter? erdem denilen şey, benim kendi arzularıma ne denli uygun düştüğümdür".
bireysel özgürlükçülük boyutu ile liberalizmi anarşizme ulamış filozoftur. 'marksist liberal'lerden sonra 'anarşist liberal' olarak yeni bir yol açmış yeni bir rota belirlemiştir.

- inanıyorum ki komünistler, eninde-sonunda liberalizmi de kapitalizmin boyunduruğundan kurtaracaklar.
http://www.projektmaxstirner.de/proje.htm
sitesinde bazı görüşleri yer almaktadır.

insanların ürettiği -ya da türetti demek doğru olur- kavramların insana egemen olmasına anlam veremeyen ve bu konu da haklı olan bireysel anarşizmin yapı taşlarındandır.

freud dan önce insanın psikolojik gelişimini inceleyen ve doğru tespitlerde bulunmuştur. doğru tespitlerde bulunduğu ise freud ve adler'in bilimsel çalışmalarıyla insanın psikolojik gelişimini bilimsel bir dayanağa oturtmasıyla anlaşılmıştır.

gerçek bir dehadır bu stirner.
anarşizmin öncüsü değildir. bireysel anarşizm in öncüsüdür. ayrıca, hastalıklı bir psikolojiye sahiptir. bir insanın sahip olmak istediği herşeye gücü yeterse sahip olabilmesi gerektiğini savunur. örneğin; bir adam, çok güzel bir kadının kocasını öldürüp kadını zaptedebilirse o adam, o kadını hak etmektedir. bu doğru değildir. doğru olan:

(bkz: anarko komünizm) yani gerçek anarşizm; öncüsü ise (bkz: mihail bakunin)

(bkz: anarko islam)

edit: bireysel anarşizm boş bakınız çıkmış. (bkz: bireyci anarşizm)
bu adama anarşist diyemeyiz, bireyci anerşist bile diyemeyiz, yalnızca bireyci, bu onun felsefesini daha doğru aktarmamıza sebep olur.
25 ekim 1806'da doğmuş ruh hastası bir annenin anarşik evladı.
25 Ekim 1806’da Bayreuth‘da doğan Max Stirner (Johann Caspar Schmidt), flüt yapımcısı bir babanın ve ruh hastası bir annenin tek çocuğuydu. Johann Caspar, ortaokul ve lisedeyken öğretmeni Hegelci Georg Andreas Gabler’in çalışkan öğrencisi olur. Liseyi bitirdikten sonra Berlin’e gider ve Hegel’in yanında okur (1826-1828). 1828’de Berlin’den ayrılıp Erlangen’e gider ve burada en az bir sömestr felsefe okuduktan sonra dört yıl kadar Almanya’yı dolaşmak üzere öğrenimine ara verir. 1832’de tekrar Berlin’e döner ve iki yıl geçmeden Schulgesetze (Okul Yasaları) adlı çalışmasıyla öğrenimini bitirir. 1839-1844 yılları arasında özel bir kız okulunda öğretmen olarak çalışır. Öğretmenlik çalışması hem okul idaresini hem de öğrencileri pek memnun eder. 1843’te Marie Daehnhardt ile evlenir. Stirner, 25 Haziran 1856’da Berlin’de ölür.

kaynak: wikipedia
ismet özel'in üç frenk havası isimli şiirini adadığı filozoftur.

1. Capriccio Alum

Gülünç bir ölümle öldü deniyor Max Stirner için
çünkü mahvına sebeb nihayet bir sinektir
ama Fanya Kaplan
nasıl öldü diye sorarsak sanırım
işimiz fazlasıyla ciddileşir.

Bize ne başkasının ölümünden demeyiz
çünkü başka insanların ölümü
en gizli mesleğidir hepimizin
başka ölümler çeker bizi
ve bazen başkaları
ölümü çeker bizim için.

Ölümle şaka olmaz diyenler
kıyasıya yanıldılar bu çağda
Taksitle Alum diye bir roman yazıldı artık
Önce Öl/Sonra Öde denelmek suretiyle
aşılıp geçildi bu roman da.

Doların dalgalanmasına bırakıldı bu çağda alum
geceleri şehrin varoşlarında ikamete mecbur edildi
gündüzün kimlik soruldu ona
sağcı mı solcu mu olduğu sorusuna cevap verdi
seken bir kurşun kadar
kurşuni bir kış denizi kadar bile
taraf tutmayan ölüm

2. Alum Cantabile

Ben ne büyük bir dalgınlıkla bakmış olmalıyım ki hayata
görmedim orda çinko damlar ve plastik sürahilerin tanrısını
yerime yadırgadım
yerim olmadı zaten kendi mezarımdan başka
çılğının biri sanılmaktan sakınmaya vaktim olmadı
durmadanbeyaz bir aygırla taşardım derin göllerden
bir gebe kısrakla kaçardım derin ormanlara
güneşin zekasıyla doymak isterdim
kaba solgun kağıtlar sunardı
şehrin insanı bana

şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin

Ogünbugün, şehri dünyanın üstüne kapatıp bıraktım
kapattım gümüş maşrapayla yaralanmış ağzımı
ham elmalar yemekten göveren dudaklarım
mırıldanmasın şehrin mutantan ve kibirli ağrısını.
Azıcık gece alayım yanıma yalnız
serçelerin uykusuna yetecek kadar gece
böcekler için rutubet
örümcekler için kuytu
biraz da sabah sisi
yabani güvercin kanatları renginde
biz artık bunlar olarak gidiyoruz
eylesin neyleyecekse şehrin insanı

şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
bozuk paraların insanı, sivicelerin

işte öldüm, işte son kadife çiçekleri
son defneler, badıranlarla kefenlediler beni
bütün kaçaklar için inci bir melhem oldu benim ölümüm
bütün hoşnutsuzlar yanlarında saklayacak
bemin ölümümden yayınlan kırpıntıları
boğaz tokluğuna çalışanlar
özenle kilitleyecek göğüslerine
benim ölmüş olmamı
hiç bir yaprak damarından
hiçbir su özünden atamayacak beni
ortaya benim ölümüm sürülecek
pey akçesi olarak
tanrıların ölümünü bir üstlenen çıkınca
ama neler olup bittiğini hiç bir ayetten
hiçbir vakit anlamayacak şehrin insanı

şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
pahalı zevklerin insanı, ucuz cesaretlerin

3. Requiem

Bozkırda yaz akşamları seni seyrederdi
seni seyrederdi ormanda gürbüz sabah
ağırkanlı bir güneşle yaşanan kış
ağır, kanlı bir güneşle yaşanan hasat zamanı
bekarların kaburgalarına gümleyen karanlık
isterik kokusu beyaz dantelaların
seni seyrederdi
sen diriyken sana bakmak
başlı ve sonlu bir uğraştı sanki.

Gövdene imrenirdi ok atmayı bilenler
gövden aklın gibi engebeli ve dakikti
sokaklarda kavga çıkardı senin yüzünden
sen topuğunu gösterirdin ve dövüş başlardı
ejderlerle çarpışırdı bey çocukları
müminler müşriklerle savaşırdı.
Toprak ve yağmur savaşırlardı
anahtar ve kilit
birbirlerine girerdi ekmekle bulutlar
kan ve su
nadirle zenit.

Isıtırdın salkımları bağlar bozulunca
tohumların bilgisine hısımdın
beyninde yelkenlerini açarak
serinlerdi kısır kadınlar
sen diriyken
sepetlerine çiçek doldurup insanlar
peşinden gelirlerdi
sürevenler peşinden yürürdü endazelerin
mekikler otlakların yörüngesiydeydi
ayıklardı insanların rüyalarını
yaktıkları tütsü, okudukları yasin.

Sonra öldün, sonra ıslıkladılar seni
gösterişsiz tabutunu yuhaladılar
lahana yaprakları attılar sana
sonradan görme tombul ortayaşlılar
semiz, genç burjuvalar seni
tepeden tırnağa fermuarladı.

akşam gezmesine çıkan emekliler bile
duygusuzca silkeledi üzerlerinden
senin gözyaşlarını

Bir soğuk uzay
parıltısıyla anılıyorsun artık
kuru bir bilgisayar tıkırtısıyla
açıyorlar taçyapraklarını ancak
bir alkol koması sırasında
senin yorgunluklarını
hastanelere makbuz yaptılar
çekingen duruşunu intihara karşı
kullanıyorlar koğuşlarda
çünkü çoktan alum götürdü seni
alum alum
gündelik sözlerimiz arasında
geçecek kadar kaba.
Devrim ve isyan eş anlamlı olarak görülmemelidirler. Birincisi koşulların, yerleşik durumun ya da statünün, Devletin ya da toplumun devrilmesini içerir, bu açıdan bir siyasal ya da toplumsal sözleşmedir; diğeriyse gerçekten de kendi kaçınılmaz sonuçları açısından koşulların dönüşümüdür, ne var ki buradan değil insanların kendi hoşnutsuzluklarından harekete geçer, silahlı bir kalkışma değil fakat bireylerin kalkışmasıdır, kendisinden kaynaklandığı düzenlemeleri umursamaksızın gerçekleşen bir uyanıştır. Devrim yeni düzenlemeler hedefler; isyan ise artık düzenlemeye izin vermememize, buna karşın kendi kendimizi düzenlememize yol açar ve "kurumlara" dair pırıltılı umutlara kapılmaz. Bu, yerleşik olana karşı bir mücadele değildir, çünkü eğer başarılı olursa, yerleşik olan kendi kendine çöker; bu yalnızca, beni yerleşik olandan dışarıya çıkaracak, geleceğe yönelik bir çalışmadır.

Max Stirner
felsefe tarihinin günah keçisi,kötü çocuğu olarak bilinmektedir.henüz yeniden keşfedilmemiştir ama bence en az nietzche kadar önemli biri.
yıkılmaz duvarlarla karşılaştığında nietzche duvarlara saldırırken,stirner duvarların karşısına geçip kahkahalarla gülerdi.
görsel
Kaos yayınlarından Biricik ve Mülkiyeti kitabı neredeyse 20 yıllık çeviri serüveni sonucu Ağustos 2013'te yayınlanmış, biricik anarşist. Stirner girişi Goethe'nin bir şiiri ile yapıyor; "Ben Meselemi Hiç'e Bıraktım" ki bu da Johan Leo'nun 1589'da yazdığı "Ben Meselemi Tanrı'ya Bıraktım" adlı ilahisinden esinlenerek Goethe'nin yazdığı şiir ve ilk dizesi de Vanitas! Vanitatum Vanitas!
nietzsche'nin arak yaptığı feylezof. zalımsın ulan dünya zalım! herkes yolunu bulmuş...
değeri bilinmemiştir.
anarşizm'in öncülerinden biridir.
biricik ve mülkiyeti en ünlü eseridir ve bireyci çizgiyi savunur, bireyin özgürlüğünü engelleyen otoritelere karşıdır.
etkilendiği isimlerden biri (bkz: hegel)'dir.