bugün

buket uzuner'in yeni romanı. istanbullu olmak için istanbulda doğmak ya da türk olmak gibi zorunlulukları olmadığını daha ziyade istanbul'un bir sürü miletten, dinden, şehirden insanın oluşturduğu kültürünü kabullenmenin gerektiğini anlatıyor.
roman istanbulda yaşayan ya da yaşamış ve istanbulu seven insanlardan oluşan bir topluluğun teker teker düşüncelerini konu alan bölümler ve istanbul'un kendi düşüncelerinden oluşan birbirinin peşi sıra eklenen bölümlerden oluşuyor.
istanbullu olanların okurken etkileneceğini düşündüğüm bir kitap. yalnız havaalanı barında çalışan gencin bir bölümde ordu'nun bir köyünden olduğunu başka bir bölümde de trabzon'dan olduğunu yazıyor böyle bir şeyin dikkatinden kaçmasına şaşırdım. aslında karadenizli olmayan bir çok insan bu hataya düşüyor. nedense samsun'dan sonra bütün karadenizi aynı sanıyorlar. belki de ben doğu karadenizli biri olmasam bunu farketmeyebilirdim ama ben de bir rizeli olduğum için bunun ayrımına varmış olabilirim. bunun dışında da harflerin diziminde bazı hatalar farkettim.
ayrıca güzel okunası bir roman.
tarih, siyaset, okumaktan bunalmış bünyeme ilaç gibi gelmiş eser.
bu romanın dikkat çeken tek özelliği, neredeyse her paragrafta bulunan yazım yanlışları ve baskı hataları. everest yayınları öyle bir şey yapmış ki, değil bu olmasa da olur romandan, büsbütün kitap okumaktan bile soğuyabilir insan. işin okura saygı boyutu bir tarafa, hiç mi okunmaz 50.000 adet basılacak bir kitap, hiç mi kontrolden geçmez, anlamak mümkün değil. hadi diyelim, yayınevinde buket uzuner okumayı göze alacak kimse yok. bari daha önce bilgisayar kullanmış birine yazdırın metni, o da yok.

liseli hayranları ve takipçileri dışında isminden, konusundan dolayı bu romanı okumak isteyenlere, hikayenin tamamının dört saatte ve tek mekanda geçtiğini söyleyelim burada. sinemasal bir kurgu düşünülmüş, ama böyle bir kurgunun olmazsa olmazı tempo yok. tam tersine 519 sayfalık hikaye son derece ağır ve sürekli tekrarlarla ilerliyor. çok fazla karaktere yer verilmiş, hatta bizzat istanbul anlatıcı-kahraman olarak hikayenin içinde ama derinlik yok. dağınık ve bir bütüne ulaşmayan anlatım, incelikten yoksun bir dil ve tekrarlar, tekrarların tekrarları, tekrarlar, tekrarlar...
uzun süredir beklediğim ama tam olarak hayal kırıklığına uğradığım kitap. 519 sayfaya sadece 4 saati anlatmaya çalışmak, tekrar anlatımlara neden olmuş. akıcılıktan uzak ve sıkıcı. Tasvirler, bir romanın olmazsa olmazları tamam ama bu kadar da biraz baymış artık.
buket uzuner tarafından kaleme alınmış olan, istanbul un kozmopolit yapısını irdeleyen ve içine aşk karıştırılmış bir romandır. everest yayınlarından çikan kitap an itibariyle kitapçıların güzide raflarında çok satanlar listesinde bulunmakta.
(bkz: küçük türkiye)
kesinlikle tavsiye etmediğim buket uzuner romanı.tam bir hayal kırıklığına uğruyor insan.baştan sona klişe.aynı muhabbet, aynı fikir 500 küsür sayfada dönüp duruyor.
basım hatalarının her şeyin önüne geçtiği kitap. bir de karakterler aynı cümleleri tekrarlayıp durmasa. belki de ben anlamıyorum diyorum, kendimi yerine koyamıyorum onların insan kendine bunu böyle dert edebilir diyorum, ama yok yok olmuyor. aynı cümleleri oku oku sıkılıyor insan ne ikna edici gücü var ne anlatımı zenginleştirici. hele basım hataları, o kadar sinirimi bozuluyor ki okurken, sonunu merak etmesem bırakacağım okumayı, kendimi zorlayıp duruyorum, sayfa, paragraf falan atlıyorum.
iki yıldır istanbul da yaşayan biri olarak bana istanbulluluğumu sorgulatmış, artık istanbul dan vazgeçemeyeceğimi anlamama yardımcı olmuş roman. tasvir ve tekrarlar zaman zaman sıksa da okuması keyifliydi.
bir buket uzuner romanı.

--spoiler--
istanbul atatürk havalimanı. modernitenin ve şehrin sınırında genetik bilimciden gurbetçi işçiye, taksi şoföründen ünlü bir heykeltıraşa, tuvalet temizlikçisinden mimarlar odası eski başkanına kadar istanbullu 15 kişinin yolları kesiştiğinde yüzyılımızın göçlerle genişlemiş istanbul'undan, dolayısıyla türkiye'sinden bir kesit ortaya çıkıyor. bir istanbul romanının olmazsa olmazı aşk elbette baş köşede yer alıyor. büyük bir tehdit altında başlayan gerilim dolu dört saat boyunca istanbul, belgin ile ayhan'ı kendisiyle ve aşkla hesaplaşmaya zorluyor.
--spoiler--
istanbulda doğmuş, ancak şu an sayısal olarak azınlıkta olan insan topluluğu.
boş yere uzatılan cümlelerden oluşan, "böyle tesadüfler ancak türk filmlerinde olur" dedirten okumamanın insana çok şey kaybettirmeyeceği kitap.
bir nefeste okunacak buket uzuner kitaplarından biri..
üzülerek söylemek istiyorum ki hiç ama hiç beğenmediğim bir kitaptır. kumral ada mavi tuna nasıl bir şaheserse bu kitap bir o kadar kötüdür. beğendiğim tek şey belgin ve ayhanın sevişme sahnelerinin çok güzel anlatılmış olmasıdır, tıpkı bir ayin gibi.. başka da bir şey yoktur zaten akılda kalabilecek.
açıkçası iki saatin içerisinde 200 sayfasını okudum kitabın. tamamlayıp yazacaktım ama tahammül edemedim. tek kelime kullanabilirim: fason. kitaba önsöz yazmış sayın uzuner, bu kitaplarını fazla önemseyen, açığa kavuşturmak isteyen yazarların tribidir bana göre. bir diğeri eğer bunu yapıyorsa farklı şekilde yapabilirdi. örneğin beyaz kalenin sonsöz kısmı gibi etkileyici bişey yazabilirdi uzuner. ama ilerledikçe üslubun olmadığı, batı özentisi türkçe konuşan yapay kişileri bile özenti bir biçimde eleştirdiğini görüyoruz. türkiye panoraması yapacak kadar türkiyeyi bilip bilmediğinden bile şüpheliyim açıkçası. ve bu iki yüz sayfa sonunda söyleyebileceğim şey biraz acımasızca olacak ama: bu bir roman değil. farklı ağızlardan yapılmaya çalışılmış sosyolojik tespit yığını. ama bu niteleme bile romana büyük geliyor çünkü tespitlerinde ciddi bir izlenim bırakmıyor. yavan bir politik. benim çocuklarım da, ileride olacak öğrencilerim de adını bile duymayacaklar bi yerlerden. ama her biri marcel proust'u, tanpınar'ı, atay'ı, romancı olmamasına rağmen tek ve eşsiz bir romanı bulunan rilke'yi, hatta pamuk'u bile duyacaklar okuyacaklar ve yeni bakış açılarıyla değerlendirecekler. uzuner ise 4 yılını harcadığını söylediği romanıyla kaybolacak.. kitabı bitirdiğimde daha ağır bir eleştiri getirebilirim.
dünyanın en özel ve güzel şehrinde yaşayan insanlardır.
ancak 40 sayfa tahammül edebildiğim, tadsız tuzsuz sıkıcı, tekrarlayıcı, bilindik cümleler, bilindik hikayeler, kalıp kişilerin yer aldığı kitap.
türk önyargısını betimleme amacını gördüğüm bir kitap. ancak kitap şimdiden birçok dile çevrildi ve gösterilen türkiye manzarası tartışmaya açık bir üslupta okuyucuların karşısına çıkıyor.
istanbul havaalanındanmı ibaret yaa. bende asıl istanbulluları merak ediyorum kimdir diye. yanılttın beni Buket uzuner.
ege insanlarından sonra soğuk bulduğum kimseler. herkesin birbirinden kortuğu memleket istanbul. *
kadıköy moda civarında doğuştan istanbullu olarak yaşayan eski ve yaşlı insanlar.
yolda yürürken egzoz dumanı soluyup da halka atma yetisine sahip insanlar, bizim rahmetli bilezik gibi atıyodu mesela..
cep boy'unu alıp okursanız, fazla para verip kazıklanmamış olursunuz. Çok para vermeye değmez yani. Mıy mıy mıy mıy...
Meselenin ocak 2011 sayısında semra topal imzalı bir yazıyla sıfatı apaçık ortaya konulan roman: istanbul'un turistik imge olarak algılanışına hizmet etmekten başka bir şeye yaramayan bir kitap.

Kitaptaki diyaloglar hayret vericidir. Bunları yazmak için yazar olmaya hiç gerek yok, gözlem gücünden yoksun herkesin yazabileceği bir roman.
Kurgusu çok güzel, istanbul' lu olmanın yanı sıra türkiye' li olmaya da ciddi dokundurmalar yapılmış ve bu mevzu için çok yerinde bir mekan seçilmiş. Milyonlarca yabancının en az 1 saatliğine yabancı veya öteki olmaya aldırmayacağı aldırsada anlamı olmayacak bir yer: istanbul Atatürk Hava Limanı.

aynı olayları farklı farklı kişiler tarafından değişik pencerelerden gözlemek hoş. Ama bir eksiklik var sanki, tanımlayamadım. bu tarzın eksiksiz olanı için
(bkz: Elif şafak)
(bkz: Aşk)

Gereksiz kahramanlar var hikayede, bu durum okuyucu yoruyor. Hele ki tüm kahramanların bir yolla esas kızı tanıyor olması çok sıkıcı. Bir ara bu Belgin' i bir ben tanımıyorum heralde hissiyatına kapıldım. Sonra esas oğlanın adını Ayhan koyması ucuz olmuş.

Yine karakterle ilgili tutarsızlıklar var. Ordu lu ilyas Batur Can' ın birden bire trabzon lu çıkması, Ayhan' ın taksiye aslında binmediği üzerinden kurulan aslında hoş olmuş kurgunun ilerleyen sayfalarda yine gereksiz bir kahraman tarafından yalanlanması. Aynı sahnede aynı kurgunun taksideki başka biri için işlenmiş olmasını yine ucuz buldum( Mehmet emin Entek in taksiyle havalimanından ayrılması bölümünden bahsediyorum.)
Kahramanların hemen hemen hepsinin "be!" ünlemiyle konuşması rahatsız edici. Kahramanları elbette yazarlar oluştutur. Aslında hepsinin aynı kişi olduğunu okuyucu olarak hissetmek kitabın içinde kaybolmaya, kendini hikayeye kaptırmaya engel oluyor.

son olarak sevdiğim bir kaç tespiti oldu. Bir kız çocuğunun babasıyla yaşadığı aşka dikkat çektiği tespitleri ve kadınların beyaz atlı prenslerinin çıkıp geleceğine olan ütopik ve bir o kadar melankolik acı hayallerine dokunuşu çok lezzetliydi.
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar