Beslenme arasında başrolü kapan mini mini görünümlü, yeşil çamın Oktay karakterindeki öğrencisiydi.

Beslenme arasına kadar ''hepimiz kardeşiz bu öfke ne diye, dağlar oy oy, yollar oy oy'' eşliğinde şarkılar söyleyip, ali babanın çiftliğindeki hayvanları sahiplenmeksizin hepimiz sevebiliyorduk. Ayrıca orada ki bilinmeyen dağı ve evi de kardeş kardeş ortaklaşa kullanabiliyorduk. Gerçi küçük Oktay kokulu silgisiyle, tronsformersvari kalem kutusuyla ve Johann faber hb kalemiyle biz olağanlara 1/100 ölçekte bakabiliyordu.
Biz 1/100 ölçekliler olarak beslenme arasının yaklaştığını midemizden gelen gurultulardan anlardık. Küçük oktaysa hepimiz kardeşiz bu öfke ne diye şarkısındaki sesini yavaş yavaş düşürüp ''bandıra bandıra ye beni'' sözleriyle midesine sinyalleri göndermeye başlardı. Bizim midemiz guruldarken onun midesi Beethoven'in şu teneffüs başlangıçlarının habercisi olan senfoniyle eş melodi de giderdi.
Senfoni başlıyo... yavaş yavaş biz küçük ölçekliler çantalarımızı açıp annelerimizin yapmış olduğu ekmek aralarını çıkarırdık. Kuponları kesilmiş, okumaktan buruş buruş olan gazete, içerisinden parça parça dökülen beyaz peynirler ve kabuğu soyulmayan domatesin birbirine eşsiz uyumu falan... zaten ekmek bayatlamaya yüz tutmuştur, o ekmek büyük ihtimalle tost yapılacaktır ama üşenen anne tüm ekmeği ortadan ikiye bölüp içini dahi almadan içine ne bulduysa tepelemiştir.

Bizim ölçeğimiz işte bu kadardı. Menü kelimesini ilk defa oktaydan duyuyorduk. Teneffüs arası 15 dakika civarıydı biz 5 dakikada bitirip 10 dakika boş kola kutusuyla futbol maçı yaparken, Oktay hızlı yediği zamanlarda 20 dakika da bitirirdi. Neyse işte bir anda gözler birisine dikilirdi, işte o birisin de gazeteye sarılı ekmek arası mevcut değildi. Çantasından çıkardığı an gözlerimizi alırdı ışıl ışıl bir kağıt parçası, utana çekine aramızdan bir ölçek çıkıp ne olduğunu sormuştu. ismi ''alüminyum folyo'' oluyormuş. Söylemesi bile havalı sanki alüminyum sözünü söylediğimiz zamanlarda kendimizi de 1/1 ölçekli olacakmış gibi hissederdik. Tabi o zaman kimyadan falan haberimiz yok... hazır dilimlenmiş dil peyniri sandivicin içerisinde sıra sıra çapraz dizilmiş bize karşı adı üstünde dil çıkarır vaziyette dururdu, mayonez ve ketçabı da üzerine gülen yüzü olurdu. Ekmeği ortadan bölünmüş bayat ekmek değil de o zamanlarda türkiyeye yeni gelmiş olan el değmemiş uno ekmeklerinden. Büyük ihtimalle annesi bile hazırlamadı evdeki hizmetçileri küçük oktayın beslenme çantasını özene bözene hazırlayıp, Ninja kablumbağalı matarasını da boynuna asmayı ihmal etmedi. işte benim zamanımda böyle şeylere sahipsen ilkokuldaki zengin çocuk ünvanına sahip oluyordun...

Şimdiye gelelim; beslenme araları var mı bilmiyorum ama varsa da her halde çoğunluk alüminyum folyoya sarılı sandiviçler getiriyordur, Oktay'ın çocuğu ise burger king'ten bilmem ne menüyü özel kutusundan çıkarıp, oyuncağını cebine indirdikten sonra afiyetle yiyiyordur, üstüne de dişlerini afiyetle karıştırıp, hepimiz kardeşiz bu öfke ne diye şarkısına geçisini başarıyla yapıyordur.

Oktay beni geçenlerde facebooktan ekledi, napan gardaşşım iyimin hoşmun diye halimi hatrımı sordu. Artık yeşilçamı bırakmış, üstü açık chevrolet'ini satmış, kankası çoşşhunla da araları açılmış. Bir zamanlar zenginliğini sürdüğü ilkokulun önünde simit-ayran satıp hafta sonları da beethoven'in teneffüs zili melodisiyle hurda-bakır diye bağrıpdururmuş... ve son olarak artık şişeyle chivas regal viskilerini rüyasında bile göremez olmuş. Evin ''evin'' tatlı ''evin'' deyip huriler yerinede elim elim tatlı elim sloganıyla yaşamını sürdürüyor.
(bkz: piç) *
elalemin oğlu bücürük kids marka lastik ayakkabı giyerken bu genelde nike marka janjanlı, hava tabanlı falan basketbol ayakkabıları giyer. millet kolunu ısırıp saat yaparken, bu angut casio marka hesap makinalı saat takar (90'ların ortası için konuşuyoruz, şimdinin zengin veletlerini anlatmaya gerek yok) vs sınıfın en çok küfür yiyen şımarık veledidir. ayrıca sınıf erkeklari arasında düzenlenen, geleneksel, kızların eteğini kaldırma şampiyonasının da herdaim birincilerindendir. paran batsın lan sümüklü velet...
bizden sakladığı küçük sandviçlerini çalıp çöpe attığımız, bazen cipsini sakladığımız şişko patatestir, hatta canımız sıkıldığında bizimle oyun oynamazsa döverdik onu, neymiş eve gidip pc de oyun oynayacakmış, lan piç adam gibi bizle maç yapsana , zaten son gördüğümde erkek gibi davranmıyordu .
(bkz: kantinde limitsiz alış veriş yapan velet)
çağın zevklerinden sınıf arkadaşlarına göre daha fazla faydalanabilen çocuktur. lakin onu ilkokuldaki zengin cocuk yapan da budur. kendisi bir kız da olabilir, bu durumda kendisinin size karşı ilgisi varsa, suluğundan su içebilir, annesinin yaptığı güzel sandviçlerden öğle aralarında birkaç ısırık alabilirsiniz. tek yapmanız gereken halini hatrını sormak yanına oturmaktır, o paylaşımcı ruh kapılarını sonuna kadar açacaktır.
okula servisle değil arabayla, hatta şoförü olan bir arabayla gelir bunlar. arkada yalnız başına otururlar. arabanın lüks bir markaya ait olduğunu söylememe gerek yok sanırım.
aynı tanımı hayatı boyunca taşıyacak* olan çocuktur. *
ilkokul yillarinda, kiz arkadasina kayma potansiyeli had safhada ki cocuktur.
bu çocugun annesi de büyük ihtimalle sınıf annesidir.
hocaların genelde ayrımcılığını en üst sınıfa çıkardığı yalakalıktan vazgeçmediği öğrenci.
(bkz: şişman çocuk)
sünnet düğününü 5 yıldızlı otelde yapan ilkokul çocuğudur.
yılanın başı küçükten ezilmelidir prensibine göre başı ezilmesi gereken çocuktur.
önlük giymeye karşıdır, babasının aldığı cicili bicili elbiseleri haftalık beslenme takviminde ortaya çıkan gelir dağılımı arasındaki uçurum gibi her gün ayrı ayrı giyinerek göstermek ister. sınıfın fakir çocukları icin teknolojinin zamazingo.org'udur. son teknolojik ürünler önce onda piyasa yapar. ola ki bir kere onlara oynama şansı verirse belki hiçbir zaman yaşayamayacağı mutluluğu bahşeder farkında olmadan.
(bkz: ilkokuldaki zengin cocugun sevgilisi)
(bkz: ilkokula araba ile gelen cocuk)*
bir sürü gi joe'su vardı o pisliğin, bizim de vardı ama 1 taneydi, ninja kaplumbağalarımız da vardı kabuğu açılan, ama o'nun april'i bile vardı, usta splinter'ı da, bebop'u da, rocsteady'si de.

beyin'i bile almıştı pislik, bir çocuk beyin'i kahraman yapıp oyuncağını aldıysa, çok parası olduğu için almıştır.
en cok tasoya ve sporcu kartlarina sahip olan cocuktur. buyuyunce ya tam donus yapip batar, ya da holding patronu olur. *
geçen gün nişantaşı vetrina'da gördüm bi tane bundan ben. daha 10-11 yaşındaki velete annesi paciotti ayakkabı alıyordu. hayır o çocuk bunla top oynayıp o 500-600 milyonluk ayakkabının içine sıçacak o zaman da mı içi acımayacak bunların ben anlayamıyorum.
diğer arkadaşlarıyla futbol oynamayan, ip atlamayan, evcilik oynamayan çocuktur. çocukluğunu yaşayamayandır, yazıktır.
(bkz: sizi paramla döverim be)
genelde * okullarda şöyle sınıfsal bir ayrım bulunmaktadır.
A şubesine giden öğrencilerin çoğunluğu zengindir.geri kalanları müdür ve tayfasının torpili ile girmiştir.
B ortalama bir sınıftır. çalışkan öğrenciler de mevcuttur.
C ise hayattan sillesini yemiş ailelerin çocuklarının bulunduğu şubedir.
bu ön açıklamadan sonra diyebiliriz ki zengin çocuk A şubesinde okumaktadır.
bütün okul gereçleri faber castell dir, çantası nike dir, ayakkabıları conversedir... okula hergün mercedes'lerle jeep'lerle gelir. simit-meyve suyu ikilisinin lezzetini hiçbir zaman bilmez, bilemez... paylaşmaktan haberi dahi yoktur, cimridir, kibirlidir.

hergün beslenme çantasından türlü yiyecekler çıkarırken, etraftaki arkadaşlarının özendiğinden haberi bile yoktur. zaten kıl kapma, uyuz olma modası da bu yaşlarda başlar, bu tarz veletleri eve ağız yüz yamulmuş vaziyette yollamak olasıdır.
siz simit ayran sırasına girerken ve butun tenefüsünüzü harcarken o sırada o soğuk sandvic yer muz filan getirir.süslü kalemlerle yazar yazılarını. rengarenk saclı barbie bebeklerini getirir sizin ise tek bir barbie bebegınız vardır. belki de yoktur.
hala zengin olma olasılığı olan insan evladıdır..