bugün

Akbilde 1 kuruş eksik olduğu için beşiktaş'tan beyazıt'a yürümek kadar garibanlık çeken olmuş mudur?
sene 2001 babamla mynet üzerinden fantezi futbol oynuyoruz. bilmeyenler için;

(bkz: fantezi futbol)

neyse kurduk takımı, baktım orta sahada yimpaş yozgatsporlu selim var. baba dedim yimpaş yozgat bu hafta inönü'ye geliyor defansa zaten ronaldo'yu koyduk maç nasıl biterse bitsin eksi puan alacağız saçma oldu bu. babam derin bir iç çekmesinden sonra olum dedi ben de isterdim oraya marco aurelio'yu koyayım ama paramız selim'e yetti yapacak bir şey yok.

o an gariban olduğumuzu anlamıştım işte. selim barzosu o haftaki maçta sinirlenip formasını yırtmıştı o kadar sene geçti unutmuyorum hala. maçı 4-0 beşiktaş almıştı gitti puanlar selim yüzünden açık ve net.
üç dört tane bebeğimin olması ama bunun iç burkan kısmı garibanlıktan değil ebeveynlerimin yeter okadar yetinmeyi bil diyip almaması.
Lise 2 zamanlarında annemle babam yeni ayrılmıştı ve annemle çıktığımız evde katalitikle ısınıyorduk (ısınmak denirse), neyse sınıf öğretmeni geldi önümüze formlar koydu aile bilgisi ile ilgili sorulardan biri: Eviniz nasıl ısınmaktadır?????...... cevap: kibrit.
Ads takımında u-13 te futbol oynayan bir çocuktum. Yeni geldiğim dönemlerdi. Yeni gelenleri de içlerine zor alıyorlardı. Bir gün onlar tarafından küçük düşürülmüştüm. Gidip kenara tek başıma oturup antrenman saatini bekliyordum. Yanıma yine küçük düşürülen ve fazla ciddiye alınmayan bir cocuk gelmişti. Kısa bir sohbet etmiştik. O gün kendimi çok gariban hissetmiştim.

işte yanımdaki O çocuk da meriç izgiydi. Şu an instagram fenomeni olan meriç izgi. Ben o günü unutmadım meriç. Bulunduğun yeri hakediyorsun.
ortaokul zamanı, derslerden en sevmediğim ders olan beden eğitimi.
spor ayakkabım olmadığı için kundura ayakkabıyla derse katıldım. içimden 'inşallah hoca farketmez' diye dua ederken hoca farketti bile amk. o kadar fakiriz ki duamız bile kabul olmadı.

tüm sınıf tek sıra halinde dizilmiştik, bu şerefsiz hoca (şerefsiz diyorum çünkü sonraki dönemde kızlara tacizde bulunduğu iddiasıyla şikayet edildi) benim önümden geçerken ilk önce parıl parıl parlayan, babadan kalma rugan ayakkabıma baktı sonra beni ensemden tutup bir iki adım öne aldı. sonrası felaket amk.

'olum burdan çıkıp düğünemi gideceksin' diye sordu piç. sorunun bitmesiyle tüm sınıfın kahkahalara boğulması ve benim pancar gibi kızarmam ardı ardına gerçekleşti.

sonra o sınıftaki kimseyle bir daha muhatap olmadım. o sene bitince zaten ortaokul bitti. o sınıftan kimse ile bu zamana kadar karşılaşmadım. hepsinin götüne koyim.

not:şimdi ilk okula giden oğluma öğretmeye çalıştığım ilk şeylerden biri kimseyi hor görmemesi.
lise döneminde cepte kuruş olmadığı zmaanlarda arkadaşların biryerlere davet etmesi ve mecburi reddedişler.
mezun senemdi. yüksek lisansa başlamıştım o aralar bir yandan sınavlara hazırlanıyorum bir yandan da yüksek lisansımı yapıyordum. mezun senem olduğu için babamlardan ekstra para istemeye yüzüm yok. istesem verecekler fakat ben gurur meselesi yapıyorum. hem daha çalışmıyorum hemde ekstra para isteyerek ailenin yiyicisi olmak istemiyorum. bu kafada bir seneyi geçirirken bir ay bir kaç ekstrayla cebimde son 5 TL nin kaldığını farkettim. paranın yatmasına ise 1 hafta var. o an balkonumuzdaki bira şişeleri gözüme ilişti. sonunda bir işe yaraıyacaklardı. 5 lira olucak şekilde poşetlere bir hafta boyunca şişeleri doldurdum her gün bakkala bıraktım 5 lirami aldım. o 5 lira günlük harçlığımdı. ekmek arası ekmek yemiştim be ne günlerdi.
nasıl başlasamki bu yaşta halen garibanyım.
liseye başladığım, tuşlu telefonların yaygın olduğu zamanlar, yaz ayları. köydeyiz. lise sınavları açıklanmış, şehirde güzel bir lise kazanmışım, nasıl mutluyum. köyde herkes tebrik ediyor: aferin lan goca gafalı* nasıl mutluyuz ailecek, annem çok büyük bir şeymiş gibi sevinip ağlıyor. babam çaktırmasa da gurur duyuyor, hep öyle davranmıştır. soğuk ama içinde tam zıttı olayları yaşardı. okuyup annemin istediği gibi hak adamı ya da tıp adamı olacağım, yol açılmış. okuyucu sana komik gelebilir ama bizim için mühimdi. ve hala öyle benim için. bunu buraya yazmakta da beis görmüyorum.

yaş 13. kısa boylu, masum, tıfıl, şebek, anasının kuzusu bir afacanım. annemin dibinden ayrılmıyorum, duşa girerken bile yanındayım, o kadar bağlı ve bağımlıyım. her şeyin güzel, hayatın pembiş, babamın her şeyi yapmaya muktedir olduğunu düşünüyorum, köyden ötesini görmemişim, hayat olabildiğince adil, ben çok gülüyorum, güzel bir hayatım-geleceğim olacak kanaatindeyim. ne biliyorum ki ne mutsuz etsin, az bilip çok takla atıyorum. cehaletin bedeli bir mutluluk. annem babam da çok mutlu, minik yavruları güzel bir okul kazanmış, ne isterler ki başka. o yaz babam bir sürü ansiklopedi ve bir köpek almıştı bana, bunu da ekleyeyim.

yazı köyde buzağı kovalayarak, köpek besleyerek, arkadaşlarımla top, çelik-çomak, dokuz taş oynayarak, derelerde türlü su oyunlarıyla geçiriyorum. tarlada ufak işler yapıyorum. ansiklopedilerimi karalıyorum, kesiyorum, ilginç olanları not ediyorum. bunlarla beraber liseyi merak ediyorum; acaba nasıl olacak, şehir nasıl, arabalar, insanlar, yeni okulum, yeni evim. hep olumlu şeyler düşünüyorum, çok iyimserim. heyecan dolu bir merak... okulun elbisesi. ki ortaokulda 3 yıl aynı yeşil-kahve karışımı ceketi giymiştim. hala da durur.

babam şehire gidip okula kaydımı yaptırıyor.

tabii hiç düşünmemişim, annem köyde olacak ben orada kimle, nerede kalacağım? çocuk aklı işte onu mu düşünür, ebeveynlerim de bu bahsi hiç açmıyor zaten, çocuk kafaya takmasın diye. sonradan anlıyorum böyle bir sorun olduğunu ama ne olursa da kabul edeceğim. okula vermeseler bile itiraz etmeyeceğim, anne babamı çok seviyorum, çobanlık da yaparım ulen diyorum.

ben bu durumu anladıktan sonra annem bir taraftan bu durumu, olası ayrılığı anlatmaya çalışıyor ama tam olarak da söylemiyor. biliyor ki bu çocuk benden ayrılamaz, takıntılı halde bana bağlı, bu bağlılık yüzünden dişinden, dudağından olmuş belki hayatından olacaktı. ben de köyden gidersem babası ne yapacak? ne yapacağız? içten içe üzüldüğünü fark edebilecek kadar da tanıyorum annemi.

okulların açılmasına on beş gün falan varken malum köydeki tarla bostan işleri de bitiyor. yaz sonu ya da harman sonu kutlaması diyebiliriz buna, bir akşam ki o akşam ilk defa babamla rakı içmiştik * rakı şimdiki kadar lüks değildi; yılda bir alabiliyorduk. bunu sonra anlatayım. babamın hatırladığım en duygu yüklü ve aynı zamanda en gerçekçi konuşmasına şahit oluyorum. konuşmayı yazmayacağım ama genel şöyleydi. önce kendi çocukluğunu, annesini kaybedişini, zeki bir öğrenci olmasına rağmen -ki hayatımda tanıdığım en pratik zekalı adam olur kendileri- sırf babasını tek başına bırakmamak için eğitim hayatından feragat edişini, yanlış bir benzetme de olsa derebeyi gibi olan babasının çöküşünü, çektiği fakirlikleri, annemle sancılı bir süreçte evlenmelerini, yoktan var edişlerini gayet da utanarak rakının verdiği cesaretle, arada yutkunarak üzülmesin velet diye düşünüp yalandan gülümseyerek anlatmıştı. bir fotoğraf gibi aklımdadır o gece. rakı 70likti.

konuşmanın sonunda hep azami 1 duble içen annem bu anlatıya müteakip şehre taşınmalarının maddi sebeplerden söz konusu olamayacağını, bir şeylere katlanmak gerektiğini söylemişti. cümle kurmayı pek beceremezdi ama derdini sözleriyle de anlatmamıştı zaten. cidden öyleydi, o zaman 3-5 ineğimiz, bir miktar tarlamızla karnımızı doyuracak paraya ancak sahiptik. öncesinde o kadar düşünmemiştim ama lise sınavına giriş kitaplarını almaya bile verilecek para bize çok büyük yüktü. ben paramız olmadan da mutluydum ama biz fakirdik be. hakikat buydu. bunu ilk defa o zaman fark etmiştim. nerden bileydim ki, köyde herkesin 3 ineği en fazla 1 traktörü vardı. hepimiz zengindik, farkımız yoktu ki. ya da ben görmüyordum bilmiyorum, komşunun çocuğu da salçalı ekmek yerdi ben de. kitapları öğretmenler hediye etmişti. babam her şeyi yapmaya muktedir değilmiş. hayat da çok güzel değilmiş. pembe rengi de elde etmek için karşılığında bir şeyler vermeliymişsin.

13 yaşımda anlamıştım bu zenginlik fakirlik ayrımını, bir hiyerarşik yapılanma içinde var olduğumuzu. o an öğrenip epey üzülmüştüm ama bunu asla yansıtmamıştım, aradan o kadar yıl geçti üzüldüğüm bir konuda sırf sevdicekler üzülmesin diye sahtekarlık yapıyorum. sahtekarım ve bunda da kötülük sezmiyorum. biz fakiriz diye değil sistem böyle diyeydi elemim.

sonrasında yurda yazıldım, öylece uçtu yıllar. bir kez bile kızmadım onlara. geçti gitti yıllar, babamla annemin çaresizliğini hatırlıyorum ve onları daha bi kutsal yapıyor bu. daha bir seviyorum onları.

babamın sadece arama yapıp mesaj atabilen telefonu vardı, köyden ayrılırken 'bizde ev telefonu var al senin olsun oğlum' diyerek vermişti. lisenin ilk yılı bütün paramı kontöre harcıyordum. bütün paramdan kasıt, devletin her ay verdiği 7.5 tl öğrenci maaşı ve babamın zorla cebime sokuşturduğu paralardı.

lisedeki 4 yıl üzerinden çokca garibanlık anısı yazabilirim ki, hayatımın en sefil ve içimde yara bırakan, psikolojimi yıkan olayları orada olmuştur. aslında oradan bir şeyler yazacaktım, entrynin girişi epey uzun olunca... daha sonra yazarım herhalde.
okuduysanız teşekkürler, anlatmaya çalıştım, olduğu kadar artık.

Edit: bir alttaki entrydeki arkadaş "acitasyon yapamam" demiş.
1. Ajitasyondur o.
2. Duygu sömürmek amacım yok, gece yarısı gelmiş yazmışım. Bu kadar taş yürekli olmayın lan.
3. iki kelimeyi bir arayan getiremeyen, devamlı her yazısına ... koyan adam da bi zahmet bok atmasın.
Sigara bulamayınca sarmaya kadar düşmek.
Banka kartımı evde unutup cüzdanda kalan 2,25 liramla bir dolmuşluk mesafe yola gitmiştim. Dönüşte bankamatiğin önünde acı gerçekle yüzleşip ne halt edeceğimi düşünürken ego kartımda kalan bir binişlik metro yolculuğumla eve en yakın mesafeye kadar geldim. En yakın dediysem tabanvayla en az bir saatlik yol. Şans bu ya Tam kalktığım sıra oturduğum yerde 5 lira bulup sevinçten ölecek gibi olmuştum. Normalde hayatta almam ama garibanlık işte, o an ilaç gibi gelmişti.

Sonraki gün o 5 lirayı 10 lira olarak el yapımı toka satan yaşlı bir teyzeye verdim tabi. Alınır mı bulunan para hiç.
yokluktan değil, farkında olmadan bütün paramı harcamışım. yol param 10 kuruş eksik kalmıştı. kimseden bir şey istemeyen biri olduğum için 12 km yürüdüm. sonra herkes beni niye aramadın arabayla gelir alırdım dedi. kimseden bir şey istemem banane.
Bugün telefonumun kırıldığı ve telefonsuz kaldığım an geldi gözümün önüne istemsiz.
Bigün arkadaşlarla caddebostan sahilde don perignon içiyoruz, havyar bitti aq nası zorumuza gitti anlatamam.
Asosyallikten kep atma törenine gidememek.
anadolu üniversitesi palto film festivaline gitmiştik 4 arkadaş. kışın ortası her yer soğuk, film gösterimine ara verildiğinde diğer filmi beklerken yemek yiyelim dediler, aç değilim gerek yok beklerim desem de sürüklediler beni. onlar yerken o masada oturmak hayatımın en zor anlarından biriydi belkide.
Bursada yol param olmadığından sallana sallana terminalde setbasına yürümüştüm.

3 saat sürmüştü.
cebimde paramın olmadığını farkedip toplu ulaşıma, acıların çocuğu emrah gibi dışarıdan bakmak ve ayak tabanlarına sağlık dilemek.
okumamalıyım kendimi üzmemeliyim okumamalıyım kendimi üzmemeliyim okum.... (hepsini okudu)

görsel
sayıları fazlacadır. bir tanesi net olarak kafamda dönüp durur hala.

askerliğin 5. ayı falandı. askerden önce biriktirdiğim para tahminimden önce bitmişti o 5 ay içerisinde. baba yok başınızda annenden ablandan isteyemiyorsun sürekli. onlarda tek maaş ile evi idare ettirmeye çalışıyorlar neticede. çavuş maaşı veriyorlar işte o zamanın parası 15 milyon lira. şimdinin 15 lirası yani. maaşı almamıza 5-6 gün var ama 1 milyon lira kalmış cebimde. o zamanlar monte carlo sigarası vardı. paketi 1 milyon lira. askeriye yemekleri malum temiz çıksa bile doymuyorsun çoğu zaman. bizim şartlar da ağır sabahın 5.30 undan akşamın 22.00 ına kadar ayaktasın sürekli koşturuyorsun acemilerin eğitimi vs. neyse işte o 1 milyon lira ile 5-6 gün idare etmem lazım ama 3 poğaça alsam veya 1 paket sigara alsam bitecek para. kimseden de isteyemem gurur yaparım bu yaşımda bile. öyle bir sıkışmışım ki oturup sinirden ağlamıştım koğuşun birisinde sessizce. gözüme kan falan inmişti kılcal damarları çatlatmışım sinirden açlıktan. sonunda inadım ağır bastı ne sigara aldım ne poğaça, tost vs. 5-6 gün boyunca yemekhanenin yemekleri ile yarı aç yarı tok durdum. sigarada içmedim. maaşlar dağıtılırken cebimde hala 1 milyon lira vardı. maaşı alınca gittim 1 karton sigara aldım bir de ziyafet verdim kendime ayıptır söylemesi 5 tane lahmacun yemiştim bülent ersoy un 30 lahmacun yemesi gibi *

rabbim kimseyi açlık ile hastalık ile ve parasızlık ile imtihan etmesin. bu anılardan o kadar çok var ki yazmaya devam etsem 10 paragraf yazarım kısa sürede. aslında yaşanması gerekiyormuş çünkü bunları yaşamasan hayatın değerini sağlığın mutluluğun ve cebinde paran olmasının kıymetini anlayamıyorsun.
Öğrencilik zamanları, aşırı derece de açtım ve evde yiyecek kuru ekmek bile yoktu.

Mal mal okuldan yürüyerek eve doğru giderken cüzdanımı karıştırayım dedim.

O da ne cüzdanın kıyısına sıkışmış kağıt 1 milyon tl vardı.

Hemen bakkala koşup;

1 adet nazo
1 paket makarna
1 adet ekmek almıştım.

Ne kötü günler yaşamışım amk.
Bunlar nedir arkadaşlar ben sizleri lay lay lom yaşayan, nerde aksan, orda sabahlayan , gamsız, dertsiz tek derdi sevgili bulamamak olan bireyler hayal etmiştim. Ne acıklı hikâyeleriniz varmış. Bana gelince sormayın hangi birini anlatayım.
O zamanlar şimdi ki durumum yok. Daha devlet ihalelerine girip kaymak işler kapamıyorum. Kendi çapında orta ölçekli bir müteahhidim. bir gün benden çok daha büyük işler yapan çok sevdiğim beni de çok seven bir ağbey ziyaretime geldi.
- oğlum pazar günü hilton otelinde müteahhitler gecesi var. Çok büyük insanlar gelecek. Mutlaka gel. Yeni insanlarla tanışırsın. iş alanın genişler.
+ aman abi benim etim ne budum ne. Hem ben onların yanında ali baba gibi kalırım. Bana götleri ile gülerler.
- şimdi beni iyi dinle. Sen aliyi tanıyor musun.
+ onu kim tanımaz. Ülkenin en büyük müteahhiti
- ulan o büyük dediğin adam on sene önce inşaatlarda demirciydi be. Bak oğlum allah hiçbir zaman insana durduk yerde yürü ya kulum demez. Sen allaha yürü ya kulum dedirteceksin.
Pazar günü saç sakalı yaptıktan sonra lacileri giydim. Yeni aldığım son model 2000 cc beyaz renkli opel vecktrama binip hiltona geldim. Gelmemle beraber dünya başıma yıkıldı. Hayatımda görmediğim mercedesler bmwler audiler yanında benim dokunmaya kıyamadığım arabam hacı murat gibi duruyordu. Hele o valenin anahtarları alırken bana attığı aşağılayıcı bakışları hala hatırlarım. Salona girince dondum kaldım. Birbirinden şık hanımlar beyler bir kuğu gibi ortalarda dolaşıyor, hayatımda koklamadığım türde kokular insanın nefsini gıdıklıyordu. Kendimi onların arasında medine dilencisi gibi hissettim. Bir süre daha ortalarda sap gibi dolandıktan sonra anladım ki ben buraya ait değilim. Yavaşca salonu terk ettim. Bana formula L yarış arabası gibi görünen arabama binip evime geri geldim.
Bana gitmemi söyleyen dostum haklıydı. hayatım oraya gittikten sonra değişti. Ben oraya gittikten sonra anladım ki çalmadan, çırpmadan, kaçırmadan, dolandırmadan, yalan söyleyip takiye yapmadan böyle bir servet sahibi olamazsınız. Hemen yeni kurulan muhafazakar bir partiye kaydımı yaptırdım. Allahta bana yürü ya kulum dedi bizim parti iktidara geldi. Banada bol miktarda devlet ihalesi verdiler. Bire yaptığımı ona devlete sattım. Mal üstüne mal yaptım. Parayı koyacak yer bulamıyorum. Gerçi şirketimin görünürde hepsi benim. Yarısı gayrı resmi olarak büyüklerime ait ama olsun bırak yarısını yarısının yarısı bile yedi sülaleme yeter.
Hala o garibanlık günlerini hatırladıkça ürperirim. Tüylerim diken diken olur. Allahım ne günler yaşamışım yarabbim. Allahım sen beni bir daha opel vecktralara düşürme ya rabbim. Beni bir daha sahildeki restaurantlarda yemek yemeye mahküm etme ya rabbim. sen bağışlayıcı ve esirgeyicisin. Oturduğum yalıya zeval verme ne olur. Yarın bir umreye gideyim. Bu ara çok ihmal ettim. Hem birkaç arkadaş görür yeni üç beş ihale alırım.
Öğrencilik zamanımda öğlenleri bir taş çorba içtiğim işletmenin sahibine çorba ne kadar diye sorduğumda, çorba bizden ekmeği öde yeter dediydi.

Birde minibüs param olmadığı için 6 km yolu yürümek zorunda kalmıştım, saat 01:00 da.

Ulan ne garibandık be, şimdi kendime sadaka veresim geldi.