bugün

Çayın yanında limon servis edilen, ispir kurufasülyesi çok güzel, Muharrem ustanın çağ döneri müthiş şehir.

Kışın palandöken’e çıkarsanız mutlaka jandarma sosyal tesislerinde yemek yiyin. Yemekleri hem temiz ve lezzetli, hem hesaplı, hem de halen alkol servisi yapılan nadir kamu kurumlarındandır. Tek kusuru servis elemanları vatani görevini jandarma er olarak yapan kişiler olduğundan arada ufak tefek hatalar yapabiliyorlar. Bu durumu mümkünse hissettirmemeye çalışın, çünkü komutanları kızacak diye çok panikliyorlar.

Bunların haricinde gezilip görülecek bir yeri malesef yok, kale tadilat halinde, kongre müzesi bile beklentiyi karşılayamıyor, diğer yerler ise yarı harabe durumda.
vakti zamanında askerlik vazifemi gerçekleştirmiş olduğum şehir. tek sıkıntısı malumunuz soğuk oluşudur.

acemiliğimi kütahya'da, hava er eğitim tugay komutanlığı'nda yaptım. son birkaç gün kala komutanlar bölüğün önüne dizdiler bizi, çök dediler ve tek tek ustalık birliklerimizi okumaya başladılar. ismini söyledikleri ayağa kalkıyor, katılacağı birlik söyleniyor ve tekrar oturuyor. bazıları yirmi kişi aynı yere düşüyor, bazıları iki, bazısı tek.
şile, izmir, yalova, ankara vs derken, sıra ben ve benimle beraber daha sonrasında can dostum olarak seçilecek orhan adında bir çocuk ayağa kalkıyor. komutan bir iki dakika duraksıyor, birliğin adını söylüyor ve ekliyor: erzurum.
o esnada orhan'la hüzünlü hüzünlü bakışıyoruz. "erzurum mu?" diyoruz, içten içe.

gün geliyor, dağıtım provasında belirtildiği yere gidiyoruz. eski kasa man marka otobüs alıyor bizi, zafer havalimanı'na götürüyor. bizimle beraber muş ve diyarbakır kadrosu da geliyor. havalimanında beklerken, önceden vermiş oldukları kumanyalarımızı yiyoruz. başımızda dikilen kıdemli başçavuşla ara ara kesişiyoruz derken, uzaklardan c-130 beliriyor ve estetik bir şekilde iniş yapıyor. tayyarenin dehşetli görüntü karşısında hepimiz mal bulmuş mağribi gibi seviniyoruz. akabinde sıraya diziliyoruz ve teker teker askeri kargo uçağına biniyoruz. bol gürültülü, yakıt kokulu yolculuk sonrasında ilk olarak erzurum'a iniş yapıyoruz.

haliyle orhan'la ben, atlaya zıplaya c-130'dan iniyoruz. uçağın içindeki diğer askerlerin de yardımıyla valizlerimizi alıyoruz ve vedalaşıyoruz. birkaç uzman çavuş ve birkaç asker bizi karşılıyor; ama bir tuhaflık var. askeri terminalin önüne gölge düşmüş. tuhaf olan bu değil elbet. ağustos'un sonunda olmamıza rağmen serinlik var. işte o an anlıyoruz ki, erzurum içimizden geçecek.

günler geçiyor, haftalar birbiri üstüne biniyor ve beklenen soğuklar gelmeye başlıyor.
ilk kar düşüyor ve bir daha gitmiyor. bildiğiniz erimiyor. askerliğim bitene kadar bembeyaz görüntüye bakmaktan dolayı gözlerim sürekli ağrımıştı. (ki, beyaz bir sayfaya bakarken bile gözlerim ağrır)
-5, -10, -20 derken, -30 ve üstü derecelere maruz kalıyoruz. (en fazla -36 görmüştüm)
gazinonun camının önündeki petek cayır cayır yanmasına rağmen, cam, içeriden buz tutuyordu. öyle acımasız bir soğuktu anlayacağınız. dışarıda sigara içmek pek mümkün olmuyordu. zira soğuk ciğerlerinizi acıtıyordu.

ben, sivil şofördüm. mesai şoförü olarak seçildim. sabah, otobüsle şehirde konaklayan komutanları alıyor, akşam da dağıtıyordum. her zaman olduğu gibi bir sabah kalktım, hazırlandım ve koğuş bölgesinin arka kapısından çıktım. bölüğe doğru yürüyorum. ilk olarak araç tahsisten 50 numaranın (otobüsün kodu) form 110 çıkışını yapıyorum. sonrasında da hangardan otobüsü çıkarıyorum ama nasıl bir soğuk var... hangarın kapısını açmak için zinciri avuçluyorum. ellerimde eldiven olmasına rağmen donmuş zincirin soğuğunu hissedebiliyorum. neyse, basıyorum kontağa, aracı ısıtmaya çalışıyorum fakat namümkün. çabalarım beyhude, bir türlü ısınmıyor koca araç.. akabinde güvenlik bölüğüne gidip, muhafız askeri alıyorum. o da söyleniyor kendi kendine böyle soğuk düşman götüne diye. iç nizamiyeye geliyorum, fakat çıkamıyorum. nizamiyenin sürgülü demir bariyeri donmuş, açılmıyor. nöbetçi komutan uğraşıyor ama olmuyor. geç kalsam, soğukta bekleteceğim komutanların hepsi sıraya girer beni bir güzel emcükler; haliyle stres oluyorum. telsiz anonsuyla beraber birlik içindeki diğer nöbetçi uzman çavuşlar imdadımıza yetişiyor. 9 kişi kapıyı ittirmeye çalışıyoruz ve nihayetinde başarıyoruz. dış nizamiyeden sorunsuz çıkıyorum. bir süre sonra otobüsün klima merkezinden aracın iç sıcaklığına gözüm kayıyor. evet, aracın içi -11 derece. bir türlü ısınmıyor. hız limitimiz 50 olduğu için ısınmıyor araç. ısınsa bile bir süre sonra hararet yine düşüyor. koca otobüsün motoru ısınmıyor yani. böyle olmaz diyerekten, gazı köklüyorum. devirli gidince aracın içi ısınmaya başlıyor. ısınmış hali de 2 derece..

komutanları tek tek duraklardan alıyorum. içeri giren bana çemkiriyor "ısıtıcıyı açmadın mı evladım?" diye. açtım komutanım diyorum ve elimle de gösteriyorum. niye ısınmıyor diyorlar, motor ısınamıyor ki diyorum. söylene söylene koltuklara dağılıyorlar. yerler bembeyaz. erzurum belediyesi kar küreme konusunda başarılı. adamlar alışmış artık ama belediye çalışanları ani kar bastırdığı zaman yetişemiyorlar. buz tutmuş asfalta kar düşünce işler iyice çığırından çıkıyor. erzurum'da çok dik rampalar yok ama biraz eğimli yerlerde durmak zorunda kalınca ecel terleri döküyorum. ikinci vitesle kaldırıyorum ki, patinaja düşmeyeyim. her defasında aracı bir şekilde yürütebiliyorum. hemen hemen her sabah bu stresi yaşıyorum. neyse, birliğe girdikten sonra komutanları görev yerlerine birer birer dağıtıyorum. en sonunda kendi bölüğüme gelip, aracı yine hangara sokuyorum. zira dışarıda kalırsa donuyor. camlar falan kaya gibi bir tabakayla kaplanıyor.

böylesi acımasız soğuklarda askerlik vazifemi gerçekleştirmek için kat kat giyinmem gerekiyordu. termal içlikle olmuyor bir tek. kat kat giyinmeniz gerekiyor. ben ve benim gibi nispeten ılıman illerden gelmiş diğer askerler için erzurum soğuğu dayanılmaz bir hal alabiliyor. ama erzurum'un yerel halkı bu durumdan hiç rahatsız değil gibilerdi. sabah işe gitmek için duraklarda bekleyen ya da yürüyen insanların giyimine baktığım zaman anlıyordum bunu. hatta unutamadığım bir adam vardı. hava -32 derece, adam durakta bekliyor. üstünde deri ceket, bere ve eldiven yok, içinde gömlek, gömleğin içinde tişört, ayağında da kundura. "nasıl ya?" diye şifahen söylenmiştim. hemen arkamda oturan araç komutanı kahkaha atmıştı. alışkın onlar diye de eklemişti. cidden nasıl olabilirdi ki bu? alışmayla alakalı olamaz. genlerle alakalı olsa gerek. zaten erzurum insanının şekil şemali de kaba saba. daha kemikli, daha kıllı insanlar. kadınları öyle değil ama erkekleri çok kaba bir görüntüye sahipti ekseriyetle. soğuklar yüzünden sanırım vücut tipleri böyle olmuş. herhalde öyledir yani. (tüm dadaşlara selam olsun)

velhasıl, zordur erzurum'da asker olmak. hele kışa denk geldiyseniz, tanrı yardımcınız olsun.

dipnot: kolordu'da değildim. kolordu, merkezdeydi. ben, havacıydım. yakutiye'nin dışında, ovanın ortasındaydım. sivil havalimanıyla müşterek bir alandaydık. hal böyle olunca, merkeze göre daha sert soğuklara dayanmak zorunda kalıyorduk. bir de unutmadan, erzurum'un havası kuru oluyor diyorlar. saçmalık. nem seviyesinin %80'den aşağı düştüğünü görmedim. nem var ve bu yüzden can acıtıyor. ama esmiyor. erzurum'da rüzgar diye bir şey yok. zaten rüzgarlı bir havası olsa değil insan, hayvanlar bile zor yaşar. abi, bence tabiatın böyle bir soğuğa ihtiyacı yok ama şimdi eleştirip de kafama şimşeği yemeyeyim...

böyle işte..
17.60 milyar TL gsmh ile doğu Anadolu bölgesinin en büyük ekonomisine sahip şehir.(2017 verisi)
ülke geneli sıralamada 29. dur.
aklıma hep ramazan ayı gelir.
bu yıl oruç dayağının niye atılmadığını merak ettiğim şehir aaa ya da lokanta taşlama olaylarının olmaması.
memleketimdir.
taşına toprağına kurban olduğum.
Horasan türk nüfusludur?
Erzurum ilçelerinin çoğu ve merkezinin nüfusu ezici Türk'tür.

sadece Hınıs, Karayazı, Karaçoban, Tekman gibi güney ilçeleri bunun istisnasıdır. burası Erzurum merkeze uzak özünde kendine özgü bir bölgedir.

bu bölge Erzurum ile Muş arasında bir geçiş bölgesidir.
hatta Muş'un kuzey Varto, bulanık, Malazgirt ilçeleri de bu bölgeye dahildir.

bu bölgenin kuzeyi devletçi Erzurum, güneyi devletçi Muş'tur.
hem Erzurum, hem Muş'ta en az %25'lik bir MHP tabanı olmasına rağmen bu geçiş bölgesi denen kısımda MHP daha zayıf bir tabana sahiptir.

bu iki devletçi merkez arasında sıkıntılı olabilecek bir il yaratmak yerine bu bölge Erzurum ve Muş arasında taksim edilmiştir bir nevi.
Dadaşşşş.
Umarım iyi parti alacak burayı da.
Küpe takan erkeklerin saldırıya uğradığı yermiş .
2 kez gittim ikisinde de gerçekten yerlisi değilsen yaşamaman gerektiğini anladım.
Başı açık bayan var mı merak ettiğim şehir.
Üniversite açıldıktan sonra bayağı gelişti. Merkezi güzeldir. Ama buna rağmen kış turizmi iyi kullanılamıyor. Potansiyel var halbuki.
sezarın hakkı sezara!

muhafazakardır... dindardır...
ama kendi için de tutarlıdır! o muhafazakarlık veya dindarlık seni beni rahatsız etse de (ki bir kaç sene yaşadım) bir delikanlılığı vardır. öyle götü başı oynamaz. doğu karadeniz muhafazakarı gibi saplantılı değildir.

gün gelsin faraza, yeri gelir onlara bile posta kor! inanın buna.
milliyetçi-muhafazakar dediğin aslında tam da budur...
sahiplenirler yani şusuna busuna bakmadan.

bir benzer değişik versiyonu anteptir mesela.
Hakkinda "universite açıldıktan sonra bayağı gelişti" denilen üniversitesi 1957'de kurulmus şehirdir. istanbul ve Ankara dışında üniversite açılan ilk ilimizdir.
son bir kaç yıldır oruç dayağının atıldığını duymadığım şehir atılıyor da gazeteler mi yazmıyor bilmem ha bir de açık lokantaları taşlarlarmış tı.
Pek fazla tutmamış bir türk oyunudur.
Sevdiğim bir şehirdir.

Halkıni agresif olarak nitelendiremem. Bugün yaşanan olayı şehir yönetimine gerçekten yakıştıramadım.

Halkı gerekeni yapar üç beş capulcuya mahal vermez umarım.
Yobaz bir doğu şehri. Allah bir daha görmeyi nasip etmesin oraları.
görsel
Fetönün memleketi.
Milliyetçi şehir.

Apocular giremez.
izlenimlerim:

soğuk iklim veya yoğun tarihsel doku nedeniyle olduğunu sanmıyorum, şehirde çok ciddi, gerçek ve bıçakla kesebileceğin bir kasvet var.. sanki karanlık insanın üzerine çöküyor gibi..

hayatımda ilk kez, belki de son defa, selçuklu dönemine ait sivil bir yapı grubunu burada gördüm.. yani türbe, kervansaray, cami falan değil; dümdüz 800 yıllık evler gördüm.. bundan sonraki en eski ise, gözlemlerime göre bursa'nın kızık köyleri..

şehirdeki tarihi yapıların çoğu saltuklu ya da ilhanlı dönemine ait.. aslında anadolu selçuklu burada abartı bir miktarda eser bırakmamış... sanıyorum var olan eserleri sürdürmüş..

sanıyorum iklimi eskisi kadar soğuk değil.. 30 yıl öncesine kadar -30, -40 bandının standart olduğunu işittim..
atatürkçü insanların az olduğu kent.
Şeytan taşlamayı seven kent.