orjinal adı "Candide ou l'Optimiste" olan voltaire kitabı.. fransızca saf anlamına gelir.. türkçeye "candide ya da iyimserlik" adı ile çevirilmiştir.. kitabın karakteri candide,westfalya'dan türkiye'ye (hatta bursa'ya) uzanan yolculuğunda sonuçlar ve nedenler, özgürlük ve zorunluluk gibi kavramlar üzerine uygun felsefi cevaplar arar..
voltaire'in üstü kapalı ya da açık hemen hemen herkesi eleştirdiği bir kitaptır.[özellikle de kiliseyi] onun felsefe sözlüğü ile birlikte en iyi eserleridir. amaç leibniZ'in bir fikrini çürütmek ve bu iyimser hristiyan mantığına karşıtlıktır.

aslında okurken ne kadar hüzünlenilse de ..voltaire'in abartıları ve eleştirleri belirli yönlerde çok komikleşir.. özellikle klasik eserlere ait hep iyi biten bir son yoktur. tesadüfen ölenler de kısa bir süre sonra döner. keşiş pangloss; ve candide'in gözdesi.

ama vermeye çalıştığı mantık bir başkadır. ''bahçemize de bakmak gerekir''.. çalışmak ve bunun erdmei bunun yanında da.. ne kadar da osmanlı ülkesine ve onun en büyük alimi voltaire tarafından ''hiçbişeyi sorgulamayan'' insanlar olarak gösterilse de haklılık payı vardır ve bunun yanında da yaşadığı ülke osmanlı olacaktır candide'in.[ki batı o dönemlerde savaş içersindeyken osmanlı dingin ve daha rahat bir ülkeydi]
orijinal bir kız ismi. gözbebeği anlamındadır.*
voltaire'nin güzel bir romanıdır. leibniz'in ileri sürdüğü ''olabilecek en mükemmel dünyada olabilecek herşey mükemmeldir'' tezini yalanlamayı amaçlar. salt kadercilik ve poliyannacılık ile sınırlanmış ve kendi ipini her zaman kadere yüklemiş kuru yaprak misali bir felsefeye karşıtlık göstermiştir. (bkz: Nil sine numine) genel manada bilinir ki bir çok hikaye ya da roman iyi sonla biter, hep iyiliğe iyi olmaya karşı bir atıf vardır. işte voltaire' de bu yapı tersine çevrilmiş, en dramatik anlar bile bir güldürü havası içersinde verilerek, voltaire tarafından güzel bir şekilde yansıtılmıştır! ayrıca candide'in evliya çelebi gibi her tarafta gezmesini de swift ile dostluğuna bağlamak lazımdır!

candide romanının biraz içeriğini inceleyelim; candide dünyada dolaşmadık yer bırakmaz. el dorado'yu bile bulur ne var ki başına gelmedik kalmaz. ama hep iyiliğin peşindedir. roman kahramanları bir türlü ölmez.(diğer roman kahramanları da öyle pangloss, cunegonde, bir yerlerde karımıza çıkar, ''lan bu kadar da olmaz'' dedirtir) bu romanda voltaire yaşadığı dönemdeki çoğu insanı paylamıştır. şunu da kabul etmek gerekir bazı konularda yerden göğe kadar haklıdır. bu dünyada iyi adına hiçbişey bulunmadığını öğretir. en sonunda mutluluğu istanbul'da bir bahçıvanın öğütlerinde bulur.(osmanlıdaki fikirsel özgürsüzlüğe ne kadar da yergi taşısa da, yaşanacak yerin istanbul olduğunu romanında belirtmesi, candide'in hristiyan dünya ve kıyımlarına karşı gösterdiği bir tepki olsa gerek!) ''çalışmak!'' ama şu var ki; kitabın sonuna yaklaştığınızda deli bir kahkaha atacağınızdan emin olun. hani o hep güzel aşklarla, iyi şeylerle biten romanlar gibi değildir.

anlatıma bakıldığında;(esasında anlatımlar arasında bir bağımsızlık var, bu da ister istemez bütünlüğü bozuyor) voltaire'in iğneli diliyle yazılmış, bununla birlikte romanın edebi yönü ve felfefi yönü arasında bir dengesizlik söz konusu. candide, döneminin de bir çok tartışmasına parmak basmıştır.

bu romandaki karakterlere bilhassa ayriyeten değinilmelidir. mesela; osmanlı'nın en büyük dervişi ele alındığında, bu adamın verdiği cevap enteresandır ''burada soru sorulmaz'' bu cümlede, voltaire din ve aynı zamanda dinin etkisinde yaşayan osmanlı toplumunun ''kendini sorgulama'' konusunda derin yergilerini bir cümlede ve bu karakterde özetleyebilmiştir.

diğer karakterlere bakıldığında ise, özellikle candide'nin hocası dr. pangloss göze çarpar! fikrimce bu hoca ile de polyannacı anlayış içerisindeki dindar filozoflara karşı yergi ve bir saldırı söz konusudur. özellikle candide'nin hocasının ona hep iyiye dair şeyleri anlatmış olması ve bu anlatılanlar ile gerçeklik arasında çatışma meydana gelmesi, candide'i kendi durumunu sorgulama yolunu açmıştır. şunu belirtmek gerekir ki candide'in başına gelenler çöldeki kutup ayısının başıan gelmemiştir. bilhassa olayları tecrübe ederek, hem aynel- yakin hem hakkal-yakin gerçeklikleri öğrenmiştir.

o dönemlerde avrupa'da yaşnan savaşlar, kıtlık ve bunalımlar aynı zamanda kilisenin avrupa'ya yaşattığı zorluklar dolayısıyla ''daha iyi bir dünya'' özlemiyle yanıp tutuşan bir aydın kesimi görmekteyiz. bunu neticesinde de ''el dorado miti'' ortaya çıkmıştır. voltaire de fikrimce bu ülkenin inancını kendi içersinde beslemiş ve aynı zamanda da candide'i bu ülke içersinde gezdirmiş ve hatta kral ile konuşturmuştur. daha da derinlemesine düşünüldüğünde bu karşılaşılan toplumda bir durağanlık bir mutluluk hakim, ve dikkat edilirse de bu ülkede altının bir değeri yok, daha doğrusu aklıma mülkiyetsiz ve sınıfsız bir ülkeyi getirir durumda!

ama akla şu sorular da geliyor; voltaire abartılı mı yazıyor yoksa dilinin sivriliği üslubu altında eziliyor mu? abartı konusunda haklı olunabilir bilhassa gençken bu işin dozu biraz daha da kaçmış durumda ama şu da bir gerçeklik ki calas davasını bilenler, voltaire'in neden böyle davrandığını daha kolay anlayabilirler! ve bu konuda hak verirler!
voltaire'in dönemin leibniz felsefesiyle * dalga geçtiği kitaptır.

kandid'in başına gelen felaketlerin ardından istanbul'da çalışmaya başlamış ve ortalama bir yaşama kavuşmuştur. leibniz felsefesini benimsemiş filozofu pangloss kandid'e bütün bu felaketleri yaşamasaydın şimdiki gibi iyi bir yaşamın olmayabilirdi her şey iyidir bak kanıtladım işte gibisinden bir şeyler zırvalamıştır. kandid de ona :'bunlar güzel sözler ; ancak bahçemizi yetiştirmemiz gerek.' demiştir ve yaşamı felsefe yaparak değil de öğrenerek ,çalışarak yaşamak gerektiğini vurgulamıştır.
geçen gün sevdiğim bi arkadaşımın tavsiyesiyle okudum bana çok şey kattı.çalışmak voltaire haklısın çalışmak lazım .
akılalmaz bir kitap,gerçek kuramda aslında cennet cehennemi,cehennemde cenneti oluşturur gibi bir düşünce akımı var...

ayrıca kitapta çok fazla "şans" kelimesi geçsede,gerçekte şans diye birşey olmadıgından alttan alta kitapta düşüncesel olarak yer verilmiş...
kitapta iyimserlikten şu şekilde bahsedilmiştir: "bu, insanın dert içinde iken her şeyin iyi olduğunu iddia etmesi hastalığıdır."
Lise çağımda tanıştığım incecik, yükte hafif ironide ağır Voltaire eseridir. Kitabın sonunda "bahçemizi yetiştirmeliyiz" cümlesinden bir nevi "çorbamıza bakalım hocam" anlamı çıkmaktadır. Ayrıca en azından benim için Voltaire'in mesajlarından sonra Leibniz'i merak etmeye araştırmaya iten geçiş yoludur. Velhasıl güzel kitap.
romanda candide diye bir geri zekalı karakter var.
sen gel salaklık yap sonra kadere söv daha bitmedi kitap ama özü şimdilik bu.
biliyorum birilerini eleştiriyor. (kitaptaki dip notlardan iğnelemeler anlaşılıyor.)
ama bu kadarı fazla bokunu çıkarmış.
voltaire'in liebniz'in optimizmini dalga geçerek eleştirdiği güzel bir temel yapıttır.
Voltairein her ne kadar optimizm densede neredeyse tüm dünyayı hicvettiği, görüşlerini karikaturize bir şekilde anlattığı edebi ve felsefi alanlarda başyapıt niteliğinde olan eseri..
"Yüz kez canıma kıymak istedim ama hâlâ hayatı seviyorum. Bu gülünç çaresizlik eğilimlerimiz arasında en tehlikeli olanı belki de; çünkü bir yükü, yere atmak isterken sürekli olarak taşıma ısrarı içinde olmaktan daha ahmakça bir şey olabilir mi? Varlığından iğrenmek fakat yine de onu sürdürmeye çalışmaktan başka... Ya da başka bir deyişle bizi yok eden bir yılanı, kalbimizi yiyene kadar okşamak niye?"
voltaire eseri.

-ne bekliyorsunuz ki?" dedi martin. bu insanlar böyle işte. muhtemel tüm çelişkileri, tüm uyuşmazlıkları düşünün. hepsini bu gülünç milletin hükümetinde, mahkemelerinde, kiliselerinde ve bütün gösterilerinde görürsünüz.
Voltaire'in yazmış olduğu eser. Bahtsız bedeviyi hatırlatır.
okunmaya değer bir kitaptır. kitapta, devrin düşünürlerine(en başta Leibniz olmak üzere), politakıcılarına ve din insanlarına karşı tokatlamalar bolca bulunur. kahramanların neredeyse bütün dünyayı gezip istanbul'da iyimserlikten vazgeçmeleri manidardır. tavsiye ederim.
Voltaire'in şaheserlerinden birisidir.

Eserde leibniz'in "dünyamızın mümkün dünyaların en iyisi" olduğu tezi yerden yere vurulur. Söz konusu tez elbette gerici ve iktidar yanlısı bir tezdir. Eğer dünyamızın mümkün dünyaların en iyisi olduğunu düşünürsek, onu değiştirmenin mümkün olmadığını da düşünmemiz gerekir ki gerici iktidarların istediği tam olarak budur.

Misal, bugün iktidardan şikayetçi olduğu halde yandaşlığa devam edenler, başa muhalefet geçse bile bir şey değişmeyeceğini, hatta her şeyin daha kötüye gideceğini iddia ediyor ve sucukçu muhasebecisi'nin mevcut şartlar altında olabilecek en iyi yönetimi gösterdiğini söylüyor.

Gericilik işte budur...

Leibnitz'in bu abuk tezinin diğer bir yönü de, ilahiyatta önemli bir tartışma konusu olan "kötülük problemine" sözde bir çözüm olmasıdır. O konuya girsem entry gereksiz uzayacağı için burada kesiyorum..