bugün

eduardo galeano gölgede ve güneşte futboladlı kitabında albert camus hakkında şöyle buyurmuş:

"1930'da albert camus, cezayir universitesi takımının kalesini koruyan melekti. çocukluğundan beri kaleci olarak oynamaya alışmıştı, çünkü orada ayakkabılar daha az eskiyordu. fakir bir ailenin çocuğu olan camus için sahalarda koşmak bir lükstü. her gece büyükannesi onun ayakkabılarının tabanını kontrol eder, eskimiş bulursa onu döverdi.

kalecilik yılları boyunca camus çok şey öğrendi. "şunu öğrendim ki" diyordu camus, "top birine hiçbir zaman beklediği yönden gelmiyor. bu bana hayatta çok yardımcı oldu, özellikle de büyük şehirlerde insanlar göründükleri gibi olmuyorlar."

kazandığında çok sevinmemeyi, kaybettiğinde de çok yerinmemeyi öğrendi; futbol oynayarak insan ruhunun derinliklerine inmeyi başaran camus, daha sonra kitapları vasıtasıyla, bu dünyanın labirentlerinde ilerlemeye devam etti,, bazı sırlarını öğrendi ve bilgelik yolunda önemli bir yol katetti."
camus''tan inciler:

Her şeye katlanabilirim, yeter ki içimde o yoğun ve coşkun yalımı duyayım

insan söyledikleriyle değil, söylemedikleriyle insanlaşır
Hayatta ne öğrendiysem futboldan öğrendim. Çünkü top hiç bir zaman beklediğim köşeden gelmedi&

Hayat aslında anlamsız bir bulanıklıktır ama ona anlam katabilmek gerek. Mutlaka bir tercihiniz olmalı ona dayanmalı onun için mücadele etmelisiniz. Tercihliksiz de bir tercih...

Önümden gitme
Seni takip edemeyebilirim
Arkamdan gelme
Sana yol gösteremeyebilirim
Yanımda yürü
Ve yalnızca
dostum kal

Ateşten ve yiyecekten yoksun bir insan için özgürlük, hiç de acelesi olmayan bir lükstür

Üstünde durduğumuz sıkıntı bütün bir çağın sıkıntısıdır. Biz, kendi tarihimiz içinde düşünmek ve yaşamak istiyoruz.biz inanıyoruz ki,bu hayatın gerçeğine ancak herkesin kendi dramını sonuna kadar yaşamasıyla erişilebilir

Para mutluluğu satın alır. Eğer paran varsa çalışmak zorunda kalmazsın, zamanı satın alırsın ve bu zamanı kendini mutlu edecek şeyler yaparak değerlendirirsin

Hayatımın kusurlu yanlarını saklamak zorunda oluşum bana soğuk bir hava veriyordu, bu soğukluğu da erdemle karıştırıyorlardı

insan ne ise, o olmayı reddeden tek yaratıktır

Savaş, çoğunluk için; bu sıkıntı, bir şey yapmak için yeterli cesarete sahip olmamanın verdiği vicdan azabından oluşan bu saçma zorunluluğu ya da başkalarının ölümünü paylaşmamaktan duyulan pişmanlıkla bir şey yapmamaktır

Bir insanın tek başına mutlu olması utanılacak bir şeydir

Önemli olan tek bir felsefe sorunu vardır, intihar. Yaşamın yaşanmaya değip değmediğinde bir yargıya varmak, felsefenin temel sorununa bir yanıt vermektir

Şimdi insanlığın önündeki dehşet verici olasılıklar karşısında, uğrunda mücadele etmeye değecek tek şeyin barış olduğunu daha da açık bir şekilde görüyoruz. Bu artık bir dua değil, tüm halkların kendi hükümetlerine yöneltecekleri bir taleptir -nihaî olarak cehennemle akıl arasında bir seçim talebi

Hayat bir şey değildir, itinayla yaşayınız

idam cezasını kaldırmayacak bir devrim için ölmeye değmez
Bütün ahlaklar bir eylemin kendini haklı ya da geçersiz kılan sonuçları bulunduğu görüşü üzerine kurulmuştur. Uyumsuza varmış bir insan bu sonuçların esenlikle ele alınması gerektiğini düşünür yalnız. Ödemeye hazırdır. Başka bir deyişle, onun için sorumlular varsa bile suçlu yoktue

Gecenin kokuları, toprak ve tuz kokuları şakaklarımı serinletiyordu. işaretler ve yıldızlarla yüklü olan bu gecede kendimi ilk kez olarak, dünyanın kayıtsızlığına açıyordum. Dünyayı kendime bu kadar eş, böylesine kardeş bulunca, anladım ki, eskiden mutluluğa ermişim, hatta hala da mutluyum

Büyük tarihsel bunalımların ertesinde, insan kendini ipin ucunu kaçırdığı bir gecenin sabahında olduğu gibi hoşnutsuz ve hasta hissediyor. Ama tarihsel akşamdan kalmalar için aspirin yok
'' insan tümüyle suçlu değildir, çünkü tarihi o başlatmadı ama tümüyle suçsuz da değildir, çünkü tarihi sürdürüyor''
Jean Paul Sartre ''ın camus''un ölümü üzerine yazısı:

Altı ay önce, dün bile, ''Ne yapacak?'' diye soruluyordu. Saygı duymak gereken karşıtlıklarla yaralanmış bir halde, geçici bir süre için sessizliği seçmişti. Ama, ağır ağır geçen ve seçtiğine bağlı kalan ender insanlardan olduğu için, sessizliğin sonu beklenebilirdi.

Bir gün konuşacaktı. Söyleyecekleri üzerinde tahminde bulunmak yürekliliğini bile bile göze alamayacaktık. Ama, hepimiz gibi, yeryüzü ile birlikte değiştiğini düşünüyorduk: varlığının canlı kalmasına yetiyordu bu.

Dargındık; dargınlık -hiç görüşmeyecek bile olsak- bir şey değil, olsa olsa, içinde bulunduğumuz dar, küçük dünyada, birbirimizi gözden kaçırmadan ve birlikte yaşamak bir çeşit. Bu, onu düşünmeme, okuduğu bir kitap sayfası ya da gazete üzerindeki bakışını duymama ve kendi kendime ''Ne diyor? Şu anda ne diyor?'' dememe engel değildi.

Olaylara ve içinde bulunduğum ruhsal duruma göre, bazen çok sıkıntılı, bazen çok acı olarak yargıladığım sessizliği; ısı ya da ışık gibi, her günün niteliği idi, insancıldı. Kitaplarının -özellikle, belki en güzeli ve en az anlaşılanı olan Düşüş'ün- tanıttığı düşüncelerinin, yanında ya da karşısında olunuyor, ama her zaman onlarla birlikte yaşanıyordu. Kültürümüzün belirli bir serüveni idi bu: dönemleri ve sonucu bulunmaya çalışılan bir davranıştı.

Çağımızda ve tarih karşısında yaptıkları Fransız Edebiyatı''nda belki en ilginç olan uzun ahlakçılar zincirinin günümüzdeki mirasçısını temsil ediyordu. inatçı, dar ve saf, duygulu ve sert insancıllığı, çağımızın biçimsiz ve toplu olayları ile, sonucu şüpheli bir savaşa girmişti. Ama, bunun yanında da reddetmedeki inatçılığı ile, çağımızın ortasında, gerçeğin altınlarına ve makyavelcilere karşı, ahlakın varlığını savunuyordu.

Bir yıkılmaz deyimleme, savunma olduğu söylenebilirdi. Ne değin az okunur, ne değin az düşünülürse düşünülsün, avucunda sıkı sıkıya sakladığı insancıl değerlerle karşı karşıya kalınıyordu: siyasal davranış sorununu ortaya koyuyordu ortaya örneğin. Ya yanından kıvrılıp gitmek, ya da savaşa girişmek gerekiyordu: tek kelime ile, düşünce hayatını yapan gerilim için kaçınılmazdı.

Son yıllarda, sessizliğinin bile olumlu bir yönü vardı; uyumsuzun bu Descartesçısı, ahlakın güvenli toprağını bırakıp, uygulamanın sonucu belirsiz yollarına sürüklenmeyi reddediyordu. Fark ediyorduk bunu; sessizliği seçtiği sorunların ne olduğunu da seziyorduk: çünkü ahlak, yalnız başına ele alınırsa, hem devrim yapılmasını gerektirir, hem de suçlar onu.

Bekliyorduk; beklemek gerekti, bilmek gerekti: sonunda ne yapar, neye karar verirse versin Camus kültür alanımızın belli başlı kuvvetlerinden biri olmakta, çağın ve Fransa''nın tarihini kendince temsilde devam edecekti. Ama konuşsa idi, belki gittiği yolu öğrenecek ve anlayacaktık. Herşeyi yapmıştı -bütün bir eser- ve her zaman olduğu gibi, herşey ortada idi. Kendisi de söylüyordu: ''Eserimi bundan sonra yapacağım''. Bitti artık. Bu ölümün, kendine özgü bir rezaleti var; insancıl olmayanın, insanlık düzenini ortadan kaldırması bu.

insanlık düzeni, bir düzensizliktir henüz; haksızdır, geçicidir, ölünür orada, açlıktan öldürülünür; ne var ki, insanlarca kurulmuştur, onlarca ayakta tutulmakta ve savaşı yapılmaktadır. Bu düzende Camus''nun yaşaması gerekti;ilerleyen bu adam, bizim sorunumuzu ortaya koyuyordu; kendisi de karşılığını arayan bir sorundu; bizler için, kendisi için, düzeni kuran ve reddeden insanlar için uzun bir hayatın ortasında yaşıyordu; sessizlikten çıkması, karar vermesi ve sonuca bağlaması önemli idi. Yaşlanıp ölenler vardır; hep ertelenmiş olup, yaşantılarının anlamı, yaşantının anlamı değişmeden ölebilecekler vardır.

Ama bizim gibi kararsız, şaşkın olanlar için, en iyilerimizin karanlık geçidin sonuna gelmeleri gerekir. Bir yapıtın nitelikleri ve tarihsel bir anın koşulları, çok ender olarak, bir yazarın yaşamasını bu kadar açıkça gerektirmiştir.

Camus''yu öldüren kazaya, rezalettir diyorum; çünkü bu kaza, insancıl dünyada, en derin gerekliliklerimizin uyumsuzluğunu ortaya çıkarıyor. Camus, yirmi yaşında iken, ansızın kapıldığı, yaşantısını altüst eden bir hastalıkla, uyumsuzu -insanın budalaca yokluğunu- buldu.

Alıştı buna, dayanılmaz koşulunu düşündü ve kendisini kurtardı. Bu iyileşmiş hasta, beklenmeyen ve dışarıdan gelen bir ölümle çiğnendiğine göre, yalnız ilk yapıtlarının gerçeği söylediği zannedilebilir. Buna göre uyumsuzluk, ne kimsenin ona, ne de onun kimseye sorduğu sorudur; sessizlik bile denemeyecek, hiçbir şey olmayan bir sessizliktir.

Böyle olduğunu zannetmiyorum. insancıl olmayan, kendini belli eder etmez insanın bir bölümü olur. Durmuş her yaşantı, -bu değin genç bir adamınki bile olsa- hem kırılan bir plak, hem de bütün bir hayattır. Bu ölümde, onu sevmiş olanlar için, dayanılmaz bir uyumsuzluk vardır.

Gene de bu parçalanmış yapıtı, bütün bir yapıt olarak görmeyi öğrenmek gerekir. Camus''nun insancıllığında, kendisini ansızın alıp götüren ölüme karşı insancıl bir davranış bulunduğu, onurlu mutluluk araştırmasının, ölmenin insanlık dışı gerekliliğini içine aldığı ve zorunlulaştırdığı ölçüde, bu eserde ve bu eserden ayrılamayacak olan yaşantıda, gelecekteki ölümüne karşı varlığının her anını kuşatmak isteyen bir insanın saf ve başarılı girişimini bulacağız.
hiçbişeycidir. ne varoluşçu olduğunu ne absürdist olduğunu kabul eder. absürdizmin kitabını yazmıştır ama aç parantez delikanlılığın kitabı gibi oldu lan bu da kapa parantez yine de bir kalıp dahilinde, sınırlı bir çerçevede yaftalanmak istemez.
bencil sevgiyi sorgulayan kişilik;'insan böyledir azizim, ikiyüzlü,kendi kendini sevmeden sevemez başkasını' demiş biyerlerde.
"Önümden gitme
Seni takip edemeyebilirim
Arkamdan gelme
Sana yol gösteremeyebilirim
Yanımda yürü
Ve yalnızca
dostum kal"
bu hos sozun sahıbı.
"basın, hükümetin ve paranın gücüne bağımlı olmadığı zaman özgürdür." diyerek hükümet-medya ilişkisi üzerine ne yazık ki ütopya olan bir önermede bulunmuş yazar.
varoluşçuluğa paralel, saçma ve gerçekçi açıklamalar yapan, çoğu zaman da akıl sınırlarını reddedip toplumun orta yerindeki konumsuzluğunu anımsayan mersault' un yaratıcısı.
44 yaşında nobel ödülü almış cezayir doğumlu yazardır. denemelerinden sonra ilk yazdığı kitabı "yabancı"dır.
yabancı adlı kitabında ''giyotin ölümün asaletini düşürüyo'' diye baba bi laf atmiştir saygı duymak icab eder.
nietzsche'den fena halde etkilenmiş nihilist yazar. saçma olayının üstüne gitmiştir yazarlığı boyunca bütün olayları kuramları saçma düşüncesinin altında incelemiştir. bu arada yazarlığından önce futbol kalecisiymiş.
bukowski efendinin albert camus için söylediği şöyle bir cümleler topluluğuda mevcuttur insanlık tarihinde.

''Acı çekmekten, dehşetten ve insanlığın içinde bulunduğu sefaletten söz ediyordu Camus, ama bunu öylesine rahat ve süslü bir dille yapıyordu ki olup bitenlerden insan olarak da, yazar olarak da etkilenmediği izlenimi uyanıyordu okurda, başka bir deyişle, herşey güllük gülistanlıktı sanki. Koca bir biftek, salata ve kızarmış patatesi afiyetle yiyip, üstüne de bir şişe iyi Fransız şarabı içmiş biri gibi yazıyordu Camus. insanlık acı çekiyor olabilirdi ama o çekmiyordu.''
diğer yazarlara kıyasla tipi düzgün bir yazardır.

hatta james deanimsi şöyle bir pozu da mevcut :

http://www.dogancanulker....uploads/2007/07/camus.jpg
felsefeyi sevip futbola tapanların atası.
"dünyanın haman heryerinde, cellatlar bakan koltuklarına oturmuşlar.yanlız balta yerine kalem kağıt var ellerinde."

albert camus
okunması gereken yazar. dünyaya farklı bir gözle baktığını yapıtlarını okuduğunuzda görebilirsiniz. başkaldırı ne demek ondan öğrenebilirsiniz. neden bize biçilen rolleri oynuyoruz diye düşünüyorsanız, doğrusunu ondan öğrenebilirsiniz.
1913 doğumlu edebiyatçı filozoftur. 4 Ocak 1960 ta bir trafik kazasında vefat etmiştir. gerçekten de ruha işleyen sözleri vardır. Aklımda yer etmiş bir iki tane sözü şöyledir ;

paraya yönelmiş her hayat bir ölümdür. yeniden doğuş , çıkarcılıktan uzaklaşmaktır.
haklı olma ihtiyacı sıradan insanlara özgüdür.
hiçbirşey vermeyenin hiçbirşeyi olamaz.
Camus, 4 Ocak 1960'ta, Sens yakınlarındaki küçük Villeblevin kasabasında "Le Grand Fossard" isimli bir yerde geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybetti. Daha sonra mantosunun cebinde bir tren bileti bulunmuştur. Büyük bir olasılıkla, Camus gideceği yere trenle gitmeyi planlamıştı; fakat arkadaşıyla birlikte arabayla dönmeyi tercih etti. ironik biçimde, Camus daha önce en absürt ölüm şeklinin ne olduğu sorulduğunda, araba kazasında ölmeyi bunlardan biri olarak nitelendirmişti. Kazanın gerçekleştiği Facel Vega marka otomobilin sürücüsü ve yayımcı dostu da Camus'yle birlikte hayatını kaybetti. Camus Lourmarin Mezarlığı, Lourmarin, Vaucluse, Provence-Alpes-Côte d'Azur'de gömülmüştür.

http://tr.wikipedia.org/wiki/Albert_Camus
başkaldıran insan'ın girişine hölderlin'den şu alıntıyı yaparak heidegger'i anımsatmış yazardır...
--spoiler--
Ve açıkça, ağır ve acılı yeryüzüne adadım yüreğimi. ve kutsal gecede sık sık, kendisini ölünceye dek bağlılıkla, korkusuzca, ağır yazgı yüküyle seveceğime, gizlerinin hiç birini küçümsemeyeceğime söz verdim. Böylece, ölümlü bir bağla bağlandım ona.

(Empodeklesin ölümü) Hölderlin
--spoiler--
yaşamın sadece bir hiçten ibaret olduğunu gözümüze okurken sokan üstat.

kelimelerin içinde kaybolurken, kafanızın yerlebir olması muhtemeldir.
ayrıca büyük yönetmenlerimizden zeki demirkubuz yazgıadlı filminin senaryosunu a.camus un yabancı eserinden esinlenerek yapmıştır.
'Ahlak ve insanın yükümlülükleri hakkında güvenebileceğim ne biliyorsam onu futbola borçluyum; çünkü ahlakta olduğu gibi futbolda da top hep beklemediğim köşeye geldi' diyen filozof-kaleci camus, futbolla ahlak arasında son derece uygun bir analoji kurmuştur.
veba

albert camus'nun en önemli eseri olarak kabul edilir. konusu ise cezayir'de bir kent olan oran'da geçer. aslında camus bu sefer de diğerlerinde olduğu gibi kendi dünyasından parçalar anlatır. esasen bu dünyada kişiler dünya ile karşı karşıyadır. umutsuzdur, mücadelecidir, bezgindir, bıkkındır, takmaz, bu ilgi/sizlik zannımca eserin ana noktalarından biridir. belki sartre'in bulantısı kadar olmasa da ondan da geri kalmaz; özelikle anlatımda sartre'i daha iyi bulduğumu söyleyebilirim. başkaldırıyorum öyleyse varız felsefesinin en üst noktasında duran eser olarak da kabul edebiliriz, mücadele çoğul bir hale gelmiştir. genel manada görülür ki karakerlerde de bir ateizm hakimdir tarrou'da bu görülebilir. din değiştiren papaz ise işin ayrı bir yönüdür!(insafsiz adamlık). ama veba bir yerlerde saklanıyor, her an çıkabilir(ölüm gibi) uygun durumu kolluyor!

eserde beni en çok etkileyen noktalardan birisi vebanın son bulmasında büyük emekler veren tarrou'nun ölümüdür. ölümle umutsuz olan mücadeleyi hayat felsefesi haline getirmiş tarrou'nun ölümü insanı hakkaten etkiler. bir de vebadan ölen insanların gömülecek yer bulamayıp, ocaklarda yakılması ve bunun puslu dumanının tüm şehri sarmasıdır. bir diğer nokta da yargıç othon'un oğlunun ölümünün camus tarafından mükemmel anlatımıdır. ayrıca eseri anlatan vebayle mücadele eden ve o şehrin halkının yarasını saran dr. rieux'dur.

grant, gazeteci ve özellikle cottard incelenesi kişliklerdir. cottard'ın kendi içine düştüğü tutuklanma yalnızlığını korkusunu, vebada bütün halk ölümden duyar. bu onu rahatlatır çünkü insanlar bir zamanlar kendinin yaşadıklarını yaşamaktadırlar, korku yalnızlığından kurtulmuştur. hiç bir şekilde vebanın geçmesini istemeyen ve bunu biraz da ticari çıkarı için de kullanmaya çalışan bir akbaba görüntüsü verir.

l'etranger(yabancı)'da ise;

camus'nun en ilginç romanlarından biridir, romanın kahramanının baştan beri başlayan ilgisizliği göze çarpar. özellikle raymond gibi, bir pezevenkle senli benli olması ya da onun için olmanın ya da olmamanın bir anlam ifade etmemesi ve yine marie isimli kız arkadaşının evlenmeyi düşünüp düşünmediğini sorduğunda çok rahat bir şekilde evet ya da hayır diyebilmesi, yani şu mantık var, '

''evlenelim tamam, ama evlenmesek de olur sen karar ver benim için fark etmez''

tipi bir bakış açısına sahiptir. 20.yüzyıl insanınnın kendi içersinde yabancılaşmasını ne güzel anlatıyor! hareketsiz sorumsuz anarşik ve pasifize olmuş suretler!

annesini ölümüyle başlayan olaylar sisilesinde ve özellikle anesini cenazesinde onun yüzünü görmek istememesi fiziksel durumunun fazlasıyla duygularına yön vermesi, olaylara karşı çok ilgisiz ve tepkisiz kalması hakkaten hayret edilecek düzeydedir. bir çok şeye duyarsızdır ve kendinde bir bilinci olmadığını düşünüyorum, arabı neden öldürdüğünü bilmez. birden olmuştur işte 5 el ateş etmiştir. esasen kendi de anlamamıştır. mahkeme de bile durum böyledir, kendisini başkası savunur, bir başkasıdır aslında oynayan, kendisine pek söz vermezler 'sus' kelimesini duyar hep ama idama mahkum olan da kendisidir.

''kaderin yazdığı oyunda başrolü oynayan bir figüren gibidir.''

idama yaklaştığında enteresan şeyler düşünür. giyotin makinasını ya da yalancı bir umut besleyerek af dilekçesini düşünür. biraz kafasına tak eder anlamaya başlar ama iş işten geçmiştir, belki çok bağlantılı olmasa da bu romanın son kısımlarını okurken aklıma tolstoy'un ivan ilyiç'in ölümü isimli eser gelmiştir.

düşüş'de ise;

esasen güvensiz iki yüzlü insanlara, kendini başka tanıtan bir insanı anlatır camus burada. aynı zamanda bu romanda, camus'nün diğer romanlarıyle ne kadar bağlantıda olduğu görülür. özellikle veba romanındaki cottard'ın vebanın geçmesini istememesi ve suçluluk duygusunun bütün insanların yaşamasını istemesi bu bağlantı açısından bir örnek ele verir. esasen bu romandaki kişi tam manasiyle, suçluluğu yaymak ister daha doğrusu herkesin suçlu olduğunu belirtir, bu ikiyüzlülükten bıkan ve gerçeği mezara götürmek istemeyen insanın rolu daha da başkalaşır. kendi kendini yargılamaya başlar. albert camus'nun en fazla zevk aldığım eseridir.

sisifos söyleni;

bu eserden de saç saça baş başa mücadele kavramını görebiliriz. bununla birlikte camus'nun din şeklinde yaşama anlam verebilme olgusu da felsefece intihar olarak isimlendirilir. eğer absurde felsefesi uyarınca,(camus'ya göre) bu felsefe hayata geçirilmek istenirse insan din olayını aşmalıdır. bununla birlikte camus'nun felsefesinin temel noktalarını bu eserde görebiliriz.

böyle sağlam bir diğer eseri ise;

tersi ve yüzü camus'un ilk eseridir, esasen o ilk eserinde yetkinliğe ulaşmıştır. diğer eserlerinden de kopuk değildir. bunu başaran nadir yazaralardan biridir, sonraki eserlerinde de belirttiği gibi camus'nun aslında ulaşmak istediği nokta tersi ve yüzü'nü yeniden yazmaktı ama erken ölüm onu bu planından etti. bu eserinde diğer eserlerinden farklı olarak insan ve dünyayı karşılaştırmak yerine kendi karşı karşıya kalmıştır sorunlarla, çünkü kendinden söz eder kendi mahalesini anlatır. diğer eserlerinde de özelikle veba'da da bu vardır ama şahıslar bu sefer kendisi içindedir. kendi dünyasının yansımalarını bulur. zaten eserleri hep kendi çevresinde olur, yine vebada olayların geçtiği yer bir fransız şehri olan oran'dır. camus'da cezayir de doğmuş ve okumuştur.

buradan sonra ise sözü biraz tahsin yücel'e bırakalım: ''camus'nun yapıtlarının iki ana niteliğinin somut ile basit masal anlatılarının görüşleriyle karşıtlığıdır, bir dünya görüşünün bir aktörenin özetidir. başkaldırı işın özü somut'tur, aşk somuttur, uyumsuz insan somuta bağlanır. eylemin erinci hep zamanla daha doğrusu bugünle sınırlandırılması, niteliğin yerine niceliğin verilmesi, herşeyin görece oluşu, somuta bağlılığın sonuçlarıdır. basite gelince, camus ikide bir bu konuya döner 'böyle işte dünyanın derin anlamını duyar gibi olduğum her seferinde basitliği şaşırttı beni.' camus herşeyi basite indirgemenin sorunları yüzeyselleştirmek değil, tam tersine, derineştirmek olduğunu anlamak için başlıca yapıtlarını gözden geçirmek yeter. çoklarınca küçümsenip yerilen basitlik camus'da ışıklı bir güç kazanır''. `

son söz olarak camus yaşasaydı tersi ve yüzünü hem tersinde hem de yüzünden okuyacaktık, ölümü biraz erken geldi zannımca, zaten her ölüm erken ölüm değil midir üstünün tanrıya kaldığı?"
Mutlulugun hangi ogelerden olustugunu arastirirsan eger, hicbir zaman mutlu olamazsin. Hayatin anlamini ararsan eger hicbir zaman hayati yasayamazsin diyerek sorgulamalarimi azaltmayi saglamis buyuk yazardir...