bugün

gündelik hayata dair dertlerimizin aslında ne kadar önemsiz şeyler olduklarını anlamak için her zaman hatırlamamız gereken gün.
annemin çığlığıyla uyandım. apartopar evden dışarı çıkarıldım. hiç bir şey anlamıştım. uyku halıyle duyduğum söz "deprem oldu" idi kendimi sokakta bulmuştum bir an ve gökyüzüne takılmıştı gözüm yüzlerce yıldız kayıyordu. sadece gök yündenmi o göce binlerce yıldız kaydı ve anaların babaların yüreklerine düştü ve amansız bir şekilde yaktı. babalar ve anneler evlatsız, çocuklar annesiz kaldı.

Ve suçlu arandı,bulundumu? hemde en guzelinden suçlu bulundu. peki ne oldu suçluya suçlulara inek yedi sonra gübre oldu dağ oldu taş oldu ama yureklerdeki ve akıllardaki acı halen silinemedi. umarım bir daha böyle kayıplar yaşanmaz umarım bir daha suçlu olmaz, umarım gök yüzünden bir daha YILDIZLAR FERYAD EDiPDE birilerinin yüreğine düşmez.
ogün nice insanların hayatı son bulurken,benim bir oğlum oldu..yaradan canlar alırken bana bir can verdi, hayat böyledir, kimileri ölür kimileri doğar, sonra herkez ölür..tek yaradan kalır..
Allah hepimizi affetsin..ve birdaha o günü yaşatmasın.
sevdiklerimizi bir gece vakti, bir daha dönmemecesine ansızın bizden koparan, çocukluğumuzun geçtiği, yaşadığımız mahallelerin ve sokakların tanınmayacak hale geldiği, değil on iki, elli iki yıl geçse bile unutulmayacak olan tarih.
geçmişi unutmadığımızı anlatan ancak gelecek için de bir şey yapmadığımızı gösteren büyük kayıpların yaşandığı ama asla ders alınmadığı önemli tarih.
acılarını acım bildiğim, hemen hemen her deprem düşüncesinde aklıma gelen büyük felaket.
ya rab sen bir daha yaşatma bu acıyı, şırnağından edirnesine kadar halkımızı koru.
hatta düşmanımızın bile başına verme.
özellikle 'içerde kimse var mı?' sözü hatırımda kalan türkiye'nin acılardan acı günü.mekanları cennet olsun.
hayatımdan en sevdiğim kişiyi, kuzenimi benden alan hatırlamak istemediğim tarih.
10 yasında olup rize de oldugum deprem.. normalde istanbul da yasıyoruz ama yazın tatile rize ye gitmiştik. oturma odasında tv nin altında uyuyorum . rüyamda cok ilginc ama depremi goruyorum.(belkide tv nin etkisiyle).annem kalk kalk deprem oldu diyor bende olduysa oldu ne olcak diye soyleniyorum. deprem ney bilmiyorum ki tam olarak. sonra kalkıp tv ye bakıyorum o zaman anlıyorum depremi. sonra istanbul a gidiyoruz nerdeyse bütrün yakınlarımız orda allah tanki kimse zarara ugramıyor.ancak rize den gelirken adapazar9ında gordugum canlı manzara o cocuk yasımda beni ölümün ne kadar kolay birsey olduguna inandırıyor. o zamanlardan bir aklımda kalan daha sonra gelen artcı depremler insanların her dk birbirine deprem oluyo sakası yapması. ve kuzenlemin depremde sanki yer altından dinazorlar bagırıyormus gibi sesler geliyor diye günlerce anlatması..allah bir daha yasatmasın dicem ama göz gore gore bazı yerlerde topluca mezarlar acılması migdemi bulandırıyor acıkcası o güne hazırlık yapmak için.allah herkese akıl fikir versin..
Çocuklarının ölü bedenlerini taşıyan babaları gördüğümüz, hafızalarımıza acıyla kazanan, yerle bir olduğumuz tarihtir. Ne ilk ne de son olmamasına rağmen deprem denen ülke gerçeğini tartışmamıza düşünmemize yol açmıştır. Ancak sadece tartışmanın işe yaramadığını arkasından gelen 12 Kasım 1999 Düzce depremiyle birkez daha görmüş olduk. Ölümler, acılar, yıkılan yuvalarla ardından açtığı sosyal yaralarla hala sorunların en büyüğü olarak ortada duran deprem gerçeğini hatırlamak, hatırlatmak bunlarla yetinmeyip çözümler üretmeye çalışmalıyız. Aksi halde sadece yeri farklı nice acılara tanık olmamız kaçınılmazdır.
çocukluk anılarımdan silinmeyecek bir dram..
12 yaşımda yaşadığım ve ömür boyu üzerimdeki etkisi silinemeyecek yaralar bırakan deprem felaketinin olduğu tarihtir. çok şükür aileme ve bana birşey olmadı ama kaybettiğimiz insanların acısı, en az onları kaybetmiş kadar derinden etkiledi beni.

az önce youtube'dan videoları izledim. deprem sonrası ilk görüntüleri izledim. izlerken gözyaşlarıma hakim olamadım yine. allah umarım böyle bir felaket yaşatmaz memleketimize. ve en önemli şey, şuan herkes sen şucusun, sen bucusun diye birbirini yemeye çalışırken, bir felaket anında hiç birinin önemi kalmıyor biliyor musunuz? önemli olan insan olmak. herkesin değer verdiği şeyler var ama önce insanlar olarak birbirimize ne kadar ihtiyacımız olduğunu bu felaket sayesinde öğrenmiş olmalıydık.

hayatını kaybedenlere allah'tan rahmet, ailelerine de sabır diliyorum. böylesi bir acı umarım yaşamayız.
hic unutmadigim unutamadigim tarih. neden geride "kalanlar, kalabilenler" hic bir istatistikde yer almiyor?.
eklenmiş resimlere bakarken bile gözlerimin dolmasına neden olan, hiçbir zaman unutmayacağım karanlık gece. binlerce insan canlarını, binlercesi sevdiklerini ve yuvalarını kaybettiler o gece.

"annem duvarda asılı olan takvimin yaprağını yatmadan kopardığı için depremin olduğu gece takvim 17 ağustos 1999 tarihini gösteriyordu. depremden sonra eve ilk girdiğimizde bu takvim yaprağını koparmayalım dedik ailecek. uzun yıllar boyunca o takvim 17 ağustos 1999 tarihini göstererek o duvarda asılı kaldı, uzun bir zaman sonra bir gün o duvara başka birşey yapıldığında o takvimi oradan kaldırmamız gerekene kadar her gün gördük o tarihi."

şuan japonya'da depremin sonuçlarıyla uğraşıyor. yıkılmış binalardan ve enkaz altında kalan canlardan ziyade önce tsunami ve sonrasında nükleer reaktördeki patlama ve sızıntı. allah yardımcıları olsun.

edit:imla
ülkemizin 70 yıl önce erzincanın helakından sonraki en ağır kaybı.
yaklaşık 50 bin kişinin öldüğü, 16 milyon kişinin etkilendiği depremin olduğu gündür. gölcük depremi, marmara depremi diye de geçer. 7.5 büyüklüğünde olmuştur. allah muhafaza bir daha görmeyelim.
50 binden fazla insanın öldüğü ama sağolsun devletimizin rakamı 20 binlerde gösterdiği son yılların en büyük felaketi.
yaşamamış olanlar, an itibariyle depremle dalga geçmektedirler.

siz hiç tozun, toprağın, betonun, demirin altında kaldınız mı? siz hiç annenizi, babanızı, sevdiğinizi, eşinizi, dostunuzu kaybettiniz mi? ölüsünü kucakladınız mı? günlerce o enkazın altında kalan cesetleri...

şimdi dalga geçiyorsunuz... bunların hiçbirini ben yaşamadım, allah yaşatmasın kimseye ama az da olsa saygı gösterin be.
türbanlı bir genç kızın çok büyük, insanı şok eden bir ayıbı olarak:

(bkz: 7 nokta 4 yetmedi mi)
bu kara tarihte meydana gelen depremden 2 belki de 3 hafta sonra afedersiniz idrarını içerek hayatta kalan bir adamı çıkarmışlardı enkaz altından. hayatın ne kadar boktan olduğunu bundan daha iyi anlatan bir hikaye olamazdı o an. evet uğrunda idrar içmek de gerekse hayat güzeldi...
(bkz: 17 ağustos 1999 depremi gerçekleri/#12150579)
16 agustos dügün kutlamalarindan sonra 10 yasinda olan ben, sabah (17 agustos) uyanir ve evdeki herkes aglamaktadir. televizyonda beton yiginlari, saga sola kacisan insanlar görülür. evin icindeki agit anlamsiz ve gürültülüdür. yani 17 agustos 1999, o zamanlar olayin gerceklerini kavrayamayan, daha sonralari idrak ettiklerinde aciyi hisseden cogu türk genci icin bilincaltina gönderilmeye calisilan ama yaralari bugun bile hala tamamen kapatilamayan bir acidir.
uzun bir yolculuğun ardından değirmenderenin yüzbaşılar mahallesindeki evimize gelmiştik. eve girdiğimde karşımda babaannemin her gün bir yaprağını kopararak okuduğu saman kağıttan küçük kare takvimi gördüm. temmuzun 2sini gösteriyodu. annem bunu farketti ve çantaları koyar koymaz bir tutam yaprağı yırttı. 16 ağustos'u görünce durdu. 1buçuk aydır çanakkaledeydik ve hayatımın en güzel tatillerinden birini geçirmiştim. ama bu sefer tatilin bitecek olmasına çok üzülmüyordum çünkü ortaokula başlayacak olmamın verdiği heyecan vardı içimde. arkadaşlarımı çok özlemiştim ve yine çok sevdiğim donanma ilköğretim okulunda okumaya devam edecektim.

akşam yemeğimizi yedikten sonra aşırı sıcak olan bu ağustos akşamında bir ailenin klasik yemek sonrası faaliyeti olan meyve,televizyon ikilisiyle vakit geçiriyorduk. dışarıdan gelen havai fişek sesleriyle irkildim. babam ''ensesi kalın komutanların kutlaması.'' diyerek açıklamayı yaptı.gece 11e doğru yattık. annem, babam, kardeşim ve ben aynı odada uyuyorduk çünkü en serin oda kardeşimle benim kaldığı odaydı.

gece inanılmaz bir gürültüyle uyandım. gözümü açtığımda dolap kapaklarının tamamen açılıp kapandığını, halının adeta kaynarmış gibi çıkıntılar oluşturduğunu, gökyüzünün inanılmayacak derecede kızıl olduğunu farkettim ve bağırma yetimi kaybettim. sesim çıkmıyordu. annemin ''deprem oluyor!!'' diye bağırmasıyla kendime geldim. annem kardeşimi kucakladı babam da beni kolumdan tutarak çekti ve kapı kirişinin altında dikilmeye başladık. evin diğer tarafından inanılmaz şiddette gürültüler gelmekteydi. evin o tarafının yıkılmaya başladığını birazdan burasının da yıkılacağını düşündüm. deprem bitmek bilmiyordu. hatta şiddetini gitgide arttırıyordu. bir an pencereye doğru kafamı çevirdim ve biraz ilerideki apartmanın çığlıklar eşliğinde çöktüğünü gördüm. bir kez daha kilitlendim. bir süre sonra deprem durdu ve vakit kaybetmeden aşağıya indik.

aşağı indiğimde olayın büyüklüğünün farkına vardım. insanlar tanıdıklarının isimlerini bağırarak koşuşturuyorlardı. sabaha kadar konuşamadım. gün aydınlanmaya başladığında korkunç tablo tamamen karşımdaydı. yüzbaşılar diye bir yer neredeyse kalmamıştı. aile dostlarımızı bulmak için toprak sahaya gittik. ağzımdan çıkan ilk cümle ''anne deniz görünüyor.'' olmuştu. çünkü daha önce yüzbaşıların o bölgesinden denizi görmek imkansızdı. enkaz altındakilere yardım etmek için insanlar elleriyle kalın taş yığınlarını delmeye çalışıyorlardı. bir süre orda bekledikten sonra babam arabayı aldı ve askeriye giriş kapısının yanındaki alana gittik. bir günümüzü burda geçirdik. o gün hatırlamak istemediğim son derece trajik olaylar yaşadım. sonra ufak tefek, taşıyabileceğimiz eşyalarımızı alarak çanakkaleye geri döndük.

bir daha değirmendereye gidemedim. cesaret edemedim. hala da edemiyorum. çünkü ayağını sürterek yürüyen amcanın oğlunu kurtarmak için tornavida aramasını gördüm,yardım geleceğine helikopterle bülent ecevitin geldiğini gördüm, yıkılmış duvarların arasından mosmor olmuş ayaklar gördüm ama göremediğim ve bir daha da göremeyeceğim tek şey bmx bisikletlerimizle sahile kadar gezdiğim, maç yaptığım, misket oynadığım arkadaşımdı.
az ama öz hatırladığım olaydır. ne kadar uzak olsak da o betonların altında ağlayan insanlar gördükçe piskolojim bozulmuştu. çok iyi hatırlıyorum hele bir tane kız vardı muhtemelen şu an benim yaşımda olan küçük tatlı bir kızdı o kadar tatlıydı ki. ağlıyordu sadece öyle betonlara sıkışmış o görüntüye dayanamıyordum onu her gördüğümde ben de ağlıyordum , o dönemler televizyona bile bakamaz oldum. ya oradaki insanlar ? o insanların çektiği zorluklar , bunları büyüdükçe anlıyorum..
ismini sol framede görmenin bile tüylerimi diken diken etmeye yettiği tarih.