bugün

entry'ler (243)

10 eylül 2014 torba kanun yasası

uygulanabilmesi! durumunda işçilerle ilgili olan düzenlemeler çok iyi.
Peki borçlar silinince ortaya çıkan açık nereden kapatılacak ve
''Mahkeme kararlarının gereğini yerine getirmeyen kamu görevlisi hakkında ceza soruşturması ve kovuşturması yapılamayacak ancak disiplin hükümleri saklı olacak.''
bu maddenin geçmesinden sonra, kamu görevlilerinin millet üzerinde baskı uygulayamayacağının garantisini kim verebilir ya da şöyle soralım; mahkeme kararlarını uygulamama yetkisi neleri değiştirir?

zengin kız fakir oğlan

rating kaygısı olmayan! Devlet televizyonumuzun, yayınlamakta ısrar ettiği, sonsuz döngüye girmiş komedi dizisi olmayan çalışan dizi.

sözlük yazarlarını etkileyen dizeler

Dünyada akla değer veren yok madem,
Aklı az olanın parası çok madem,
Getir şu şarabı alsın aklımızı,
Belki böyle beğenir bizi elalem.

Ömer HAYYAM

galatasaray taraftarlarının açtığı pankart

kapitalizmin zirvesinde kapitalizmi eleştirmek!
bizede yakışan bu, fazlası değil.

söykü dergisi sayı 11 yüzük

aklıma tim burton ve ölü gelini getiren konu olmuştur, ansızın.

söykü dergisi sayı 10 temasız

renkleri görmek | turkuaz

Eski Türk filmleri tadında bir öykü, eses kıza araba çarpar kör olur, ilerleyen sahnelerde bir araba daha çarpar ve iyileşir, tabi o kadar basit bir öykü değil, büyük bir yaratıcılık ve çok iyi bir bağlanmış bir son.

üzülsekte, değiştiremeyeceğimiz şeyleri kabulleniyoruz elbet;
'...siyah beyaz bir filmdi artık hayat onun için. annesi olduğu yere yığıldı. babası ise "daha kötü de olabilirdi" düşüncesiyle kendini avuttu.'

Bir uzvundan tam ya da kısmi olarak faydalanamayanların diğer uzuvları gelişir, ileri derecede astigmat bir hocam vardı, en arka sırada ki fısıldaşmaları dahi duyardı. Rastgele yazılmamış cümleler olduğu hemen belli oluyor;
'...zorlanmadı bu sayede. bir yandan da keman dersleri alıyordu. müzik zekası muhteşemdi. o kadar kolay öğreniyordu ki, hocası bile şaşırıp kalmıştı.'

Bu cümle birikim gerektirir, kelimelerin uyumu, tınısı, ve hikayeyi bir anda bağlaması, ustaca;
'...göremeyecek" dediler. "renkleri göremeyecek" hala benden tanrıya inanmamı bekliyorlardı.'

Hayal gücü, cümlelerin ahengi, anlatımda ki akıcılık, yazarın kalemine sağlık, büyük bir zevkle okudum.

söykü dergisi sayı 10 temasız

meczup ile juliet | siyahgiyenadam

Kazanmanın yolunun kaybetmekten geçtiğine inanmış bir meczupun hikayesi dökülmüş bilgisayar ekranına. Cep telefonunu, bilgisayarı, televizyonu reddederek özgürlüğünü kazanan Ekremin hikayesi. Pür dikkat okunması gereken bir eser bu, ben yazarın tavsiyesine uymadan incesaz-Firar eşliğinde okudum(özür dileyerek), söyleyecek fazla bir şey bulamıyorum, ne yazsam hadsizlik olacak gibi geliyor, bu yüzden kısa tutacağıma, ellerine sağlık be Ekrem Hocam.

Bu sayıda, sigara yakılmasını tasvir eden çok öykü okuduğumu belirtmek isterim;
‘…sallanmayı kesti. paltosunun ceplerini karıştırıp bir sigara çıkarttı. zor da olsa yakmıştı. dertleşecek kimsesi yoktu. ‘

‘…baba yadigârı daktilosuna bir kâğıt yerleştirdi. odanın ışığını söndürüp birkaç tane mum-ve bir sigara- yaktı. mahrem şeyler aydınlığı sevmezdi.’

‘…kadın daha şiddetli ağlamaya başladı. “tamam. peki şöyle yapalım.” bir sigara yaktı. “ben ağlamanızın nedenlerini tahmin edeyim, siz de evet veya hayır deyin.’

Ölü Ozanlar derneği, Not:Seni Seviyorum, Shakespeare birer birer geçiyor gözünüzün önünden. Daha bir heyecanla bekliyorsunuz sonraki cümleyi. Cümleler yazılırken özenle çalışılmış üzerinde,Van Gogh yeni bir eser yaratıyor ve yanıbaşındasınız;
‘…mesela; deli gibi sevdiklerini iddia eder insanlar. bu gariptir zira insanlar genelde sevmediklerini söyledikleri şeylere özenirler nedense. uçmak isteyen bir kaplumbağanın serçeyi dışlaması gibi bir durum işte…’

Başbakanlık Ekrem koruma müdürlüğü çok hoş;

'sevgili kadınlar!

bu mühim bilgiyi sizlere ulaştırmayı bir borç biliriz! bahsi geçen ekrem adındaki şahıs (meczup olarakta bilinir.) kadınlarla ilişkilerinde pek bir pısırıktır. cesareti yoktur. o kadar ki; bir kadına nasılsınız derken bile tek nefeste söyleyemez.

olur ha gönlünüzü kaptırırsanız;

ilk yapmanız gereken sakin olmak! bunu ona belli etmeyin! gülüşlerinizle ona ümit verin. her şey yolunda mesajı verin. ona ilgi duyuyormuş gibi yapın. sonra ufak ufak siz onda yer edin.

sayın bayan baktınız olmuyor, yüzüstü bırakın gidin yahu!

saygılarımızla

başbakanlık ekrem koruma bölümü.

Son olarak söylenemeyenlerle biten bir başlangıç;
duygularımı sana anlatmak isterdim ama, hissettiklerimin seni üzmesinden korkuyorum. kaybolmaktan korkuyorum. kaybetmekten korkuyorum....

Öyküler için kesinlikle daha kapsamlı eleştiriler gerekiyor ama kabul ola…

söykü dergisi sayı 10 temasız

bir yol hikayesi | sinasizafer

Bir yol hikayesi, memleketine doğru yola çıkmış bir öğrencinin iç yolculuğunun ve Anadolu’nun kaderciliğinin kısa ve net olarak anlatıldığı bir öykü. ‘Bir Zamanlar Anadolu’da’ yı seyretmiş biri olarak (ki beklentilerim çok daha fazlaydı o filmden) farklı dünyalara gittim, bende o otobüsün içinde şoföre kızanlar arasındaydım.

Anadoluyla başlayan bir hikaye;
‘…anadolu'ya has bir tevekkülle 45 numaralı koltuğa yerleşmişti. zira; her şeyi hayra yorma, tevekkül, kanaat, tevazu, fedakarlık, cesaret, edeb ve yumuşaklık, merhamet, fazilet, kötülük yapana iyilikle mukabele etme ve hep iyi düşünüp iyiye yorma gibi insani hasletler olmaksızın, anadolu'da yaşama tahammül edilemezdi. yaşamak zaten başlı başına bu denli zorken, bir de ekstradan; diğer insanlarla kaynaşmak, hangi davranışları hangi reflekslerle yaptıklarını anlamak, neyi sevip neyi sevmediklerini bilmek, tahammül aralıklarını kestirmek ve daha bir sürü şeyi aynı anda yapmak gerekiyordu.’

Hayat filmlerde ki gibi değil tabi;
'...salt karanlıktan başka hiçbir şey yoktu. halbuki filmde, katille olay yerine giderlerken ve durup top gibi ağacı ararlarken, her şey ne kadar da aydınlık, belirgin, açık-seçik.'

Anadolu insanı tanıtılıyor usulca;
'...zira anadolu'da erkek olmak; hiçbir şeyden korkmamak, delicesine korkuyor olsa bile kimseye belli etmemekti.'

Biraz abartılmış gibi: Anadolu insanı, hoşgörülüdür, ağırbaşlıdır. Ağzını burnunu dağıtmaz, gider deli,kanlıca konulur Anadolu insanı;
'...kuduz bir sokak köpeği saldırırsa eğer onu elleriyle öldürmekti. eve giren hırsızı kovalamak, yakalayıp, bastırıp alaşağı etmekti. geçimsiz komşunun ya da trafikteki hasmının ağzını burnunu dağıtmaktı. en azından dağıtacağını, merak etmemelerini söyleyerek güven telkin etmekti. sokaklarda bağırıp çağıran sarhoşlara, madde bağımlılarına kafa tutmak, canı pahasına posta koymaktı. tüm bunlar, o erkeğin kalemi işler olmasa da, giydirilen elbise buydu ve eli mahkûm giyilmeliydi.'

Burası çok hoş: milliyetçiliği kılıf olarak kullananlara alttan bir:’Hadi oradan’ deyiş;
- şikayet var kardeşim, bekleyin.
- şikayet mi? amirim kim şikayet etsin bizi?
- ..........
- biz kimsenin canına, malına, ırzına, namusuna bakmayız. vatanını, milletini seven milliyetçi insanız biz abi.
- bekle orda!

Bize çok şey kaybettiren, en kötü huylarımızdandır.
'...yoksa, salt şark kurnazlığı bu kadar anlayış için yeterli miydi? '

Hikayenin böyle bitmesi çok hoş, yürüdüğü yol okuyanın evinin yolu olmuş bundan sonra;
'...ayrılacağı ilçenin otogarına doğru, hızlı hızlı yürümeye başladı.'

Yazarı tebrik ediyorum, ellerine sağlık sinasizafer.

söykü dergisi sayı 10 temasız

sol bekent | sallapati

Toplumumuzda cinsellik büyük bir tabu olmuş durumda. Bu insanların çok farklı davranmasına sebep olabiliyor. Neredeyse her gün basından takip ettiğimiz haberler; ensest ilşkiler, tecavüz olayları, töre cinayetleri, genç yaşta evlendirilen kızlar. Büyük bir huzursuzluk yaratıyor. Yazar bu durumu gözler önüne seriyor öyküsünde, büyük bir hınçla okudum. Böyle bir durumla karşı karşıya kalan kişinin psikolojisini, topluma yansımasını düşünemiyorum. Öyküyle ilgili yazacağım fazla bir şey yok, yalnız şunu söyleyebilirim ki;

'...çantasını koluna geçirdi ve hızlıca salondan çıktı.'
kısmında sonlandırılsa ve gerisi okuyucuya bırakılsa, tam Sait Faik tarzı, daha düşündürücü ve ilgi çekici(bana göre) bir öykü olabilirdi.

Anlatılan konunun, anlatım tarzı ve imla hatalarından daha önemli olduğu bir öykü okudum. Yazarın yüreğine sağlık.

söykü dergisi sayı 10 temasız

trambolinde zıplamak | phoenixs ashes

Eskilere götüren bir öykü daha, dirsekleri ve dizleri kabuk bağlamışların anlayabileceği bir türden. Duru bir anlatım ve içinde bol miktarda hüzün barındıran cümlelerle.

Geçmiş hüzündür, geçmiş hazandır.
'…sohbet ettik diyemeyeceğim çünkü bir sohbet yoktu aramızda. diğer ben sessizliği seviyordu. bir sonbahar hüzünlendirir beni sanırdım. - burada ki hüznün anlamı benim için mutluluktur.-'

Düş inşa edilir düş üstüne;
'…köy yerinde çatılar vazgeçilmezleridir çocukların. teker teker çıkarılır oyuncaklar, kilimler. adeta küçük bir ev inşa edilir ev üstüne…'

Yerini: ‘kapat şu bilgisayarı’ na bırakan serzenişler.
'…ezan vakti beş dakika daha dışarıda kalma mücadelesi verilir, annenin seslenişine karışan serzeniştine….'

90 larla olan hesaplaşmamız işte burada;
'… topraksız kalan suyun da, susuz kalan toprağında başlı başına bir işe yaradığını bildiğim çağımda onları ayrılmaz bir bütün olarak düşünmek istedim. o zamanlarda dizlerimizde kabuk tutsun diye beklediğimiz, tuttuğunda koparılan, koparıldığında da geçmek bilmeyen yaralar unutulmuş, onun yerini bugün yar'a dönüşmüş yaralar almıştı…'

Bu cümle beni çok hüzünlendirdi, kimi zaman acıyı özler insan, işte öyle bir şey;
'…minderin yumuşaklığından ziyade bir sertlik hissettim. dizim de o tarifsiz sızı. bu acıyı nasıl da özlemişim…'

Yazara içten bir eyvallah derken öykünün sonundaki linkin açılmadığınıda bildirmek isterim.

söykü dergisi sayı 10 temasız

bir robotun son anları ve özgürlük | oyledegildeboyle

Öncelikle çok farklı bir konu olduğunu söylemek gerek, verilmek istene savaş karşıtı mesaj, vermek için kullanılan kahramansa robot, farklı hikayeler okur gibi oluyor insan; bir yandan, teknoloji ve savaş endüstrisinin büyümesi,diğer yandan, savaş karşısında ki barışın son çırpınışları. Yazarı tebrik ediyorum. Zeka kokan bir öykü dökülmüş kaleminden vesselam,bu tarz öykülerini okudukça onu daha iyi anlayacağımızı düşünüyorum.

söykü dergisi sayı 10 temasız

gökyüzünden yeraltına düşen çamur damlası | moderndaycowboy

Vazgeçilmez konuya(aşk) farklı bir bakış, bu kez yeraltında başlayıp, grek mitolojisinde son bulan bir öykü, belli bölümlerde öykünün koptuğu hissine kapılsanız da, öyküyü akıllıca kurgulamış yazar.

çelik parmaklıklar ve insan ruhu, aslında kendimize mahkumuz;
'...hastahanede o parlak ve çelik parmaklıklar aslında eksilen bedenimizden bir parça değil, ruhun parlak odalarıdır.'

Bazı şeyler yalnız isimde değişir, öz olarak aynıdırlar;
'...işte birine para veriyorsun boklu patates yerine boklu karides koyuyorlar önüne. fiks. '

Doğuştan gelen istemsiz hareketler;
'...hayır ben burada oturup hemşirelerin bacaklarını seyrederken hindistancevizli hayaller kuracağım.'

Bu soru hangimize sorulmadı ki!;
-kendine seçtiğin bu hayat dışında başka hayatlar da olduğunu düşünmedin mi? çevrendeki insanları üzmek yerine kendine bir hobi bulmalıydın.

Bukowski vari cümleler ve yeraltına giriş;
'...anlamıyorsun değil mi? dünya üzerindeki hiçbir hobi beni ilgilendirmiyor. oldum olası spordan da nefret ettim, biri hariç. o da seks. dünyanın en yüce sporu, çünkü her iki taraf da kazanır! dünya ters dönmüş bir arabanın arka tekerleği kadar boşuna dönüyor. varlığımızı anlamlandıran şey ise sekstir. eğer bir yaratıcı vasa bu dünyayı insanları rahatlatmak için yaratmadı, ne bir ağaç ne bir hayvan, ne de gökyüzü hepsi bizi sıkıntıya sokmak için var edildi. yağmurun ıslaklığı sonucu kulübeler inşa ettik, hayvanların vahşi içgüdülerine yem olduk, ağaçlardan ise hep nefret ettik, çakmağımızla her fırsatta doğa anaya kafa tuttuk, şimdi ormanın zemininde kozalaklar yerine saatli napalm bombaları olan bira şişeleri var. beyin krizi geçirmeden önce dünyadaki bütün kadınları düzmek istiyorum. düzüşmek.. sonra deliksiz bir uyku…'

Devamlı değişen bir evren de yaşıyoruz sonuçta;
'...tanrılar yarattığı mucizeye tanıklık ediyordu şimdi. görünmez ok yaydan fırladı, güneşin aydınlattığı gökyüzünü deldi, kalplerin tam ortasında kocaman görünmez bir delik açtı...'

Nasıl ki Şehrazad'ın masalları Şehinşah'ı yola getirdiyse, Eros'un okları da insanı yeraltından çıkarabiliyor. Bunu tekrardan hatırlattığı için moderndaycowboy'un kalemine sağlık, bu tarz öyküleri devamlı okutur umarım.

söykü dergisi sayı 10 temasız

savaş denen kahramanlık | mbaran

Kapalı imgelerle süslü, modern bir savaş yorumu, bir ailenin piknikle başlayıp karanlıkta biten öyküsü. Kafka romanlarında ki o bilinmezlik, insana kurtulsan artık şunlar dedirten bir anlatım, okuyucuya bunu dedirtmek kolay olmasa gerek.

Savaş nedir? insanları öldürmek, nefes olan bir organizmayı, havasız bırakmak mı? Eğer öyleyse delirmiş bir askerin şehri taramasıyla, savaş meydanında iki ordunun birbirini yok etmeye çalışmasının fazla farkı yok;
'...bence kafayı yemiş bir asker tüm şehri katlediyor…'

Suçluluk duygusu ne kadar güzel verilmiş burada, hangimiz masumuz ki?
'...adam bir kişinin daha kendisi yüzünden ölmesini istemiyordu.'

Vazgeçilmez olan vicdan vurgusu;
'...genç pilot adayı, kararını vermişti: tepeye ulaşmanın bir yolunu bulacaktı. aileye silahları verdiği için artık kendini vicdanen rahat hissediyordu....'

Hikayenin gidişatını bozan bir cümleydi bu bana göre. Gayet kapalı, kendi içinde çözülen bir anlatım varken, birden bire silah gücünden bahsediliyor, oysa ki o cümleye gelene kadar, tankın kurşun geçirmez camını delen,ölüm makinesi(!) bir silah var zaten ortada;
'...acaba pilot adayı ne yapmıştı? belki bir duvarın dibinde cansız yatıyordu… kahramanlığın savaşta her zaman geçerli olmayacağını, modern savaşlarda artık şansın, silah gücünün; sayıca kalabalık olmaya, kahramanlığa göre daha önemli olduğunu biliyordu.'

Büyük bir çaresizlik eşliğinde son kısma giriliyor, sonrasıysa karanlık;
'...köşeye sıkışmışlığın korkunçluğunu bir defa daha hissetti adam. öldürülecek miydiler? ölüm korkusunun karnında bir sancı gibi gücünü kestiğini hissetti.'

Okuyanı yoran, olayı çözmesine sevk eden öyküler hem yazanı hem okuyanı geliştirir ve geniş açıyla düşünmeye, görmeye, dinlemeye sevk eder: Tüm bunları yaptığı için mbaran'a teşekkürler.

söykü dergisi sayı 10 temasız

yıldız tozlarıyla sihirlenmiş haziran gecesi | inanna salome

Harmanlanmış konular; insanın yalnızlığı, insanın doğa ile ilişkileri ve evren. inanna Salome bolca emek harcamış, su gibi akan fantastik bir öykü çıkarmış. Tanrı: sarhoşları, çocukları ve mizahçıları korur(Yanılmıyorsam Oğuz Aral'ın bir cümlesi). Bense şöyle diyorum; Tanrı: sarhoşları, çocukları ve şairleri korur. Bu sarhoş bir kahramanın kurduğu düş değil insanda ki boşluğun dökümüdür bana kalırsa.

Bir soruyla başlamış öykü, soruların cevabını içinde barındıran yüzlerce güzel cümleyle kaplı, harika bir metin;
'...bu koskoca evrende, sonsuz ya da sınırlarını henüz bilmediğimiz uzayda nasıl yalnız olunur, mümkün mü bu?'

Biz kimiz evrenin neresindeyiz, dağla deniz arasında bir yerde belki;
'...gökyüzünde pek çoğu ölü, milyarlarca yıldız; ayaklarımızın altında, milyarlarca ölü foraminifer ve kendilerini ayrı ayrı evrenin merkezi sanan insanlar...'

Belki de kurtuluş doğaya dönüştedir, Christopher Mccandless’ın yaptığı gibi;
'...ben değil miyim, foraminiferlerin varlığını öğrendikten sonra kumlara sevdalanan.'

Estağfurullah hocam;
'…şişeyi yarıladım ama hala hayyam gibi gökbiliminden felsefeye, aşka uzanamadım.'

Biz sandığımızdan daha değersiz varlıklarız, binlerce tür canlı varken;
'...ayrıca biz de ölünce fosilleşiyoruz; kum tanesi güzelliğinde olmasak da petrol filan oluyoruz işte.'

Ve kurtuluş yolları; insan harici bir şey;
'...ama eğer, sen alaaddin'in sihirli lambasından çıkan bir cin olsaydın; senden tek bir dilekte bulunurdum. evet tam isabet; güzeller güzeli deniz kızının, eftalya'nın şimdi yanıma gelmesini dilerdim...'

Zaman olur, dinleyecek kimse yoktur;
'...kum taneciği tüm bilgeliğiyle adamı dinlemekte...'

Yeşilçam’dan alışık olduğumuz mutlu sonlardan değil belki ama olsun;
'...elindeki o uzun şey de şarap ise hayallerim gerçek olacak demektir. hem şarap hem deniz kadını...'

Bildiğim kadarıyla Erguvanlar sadece Boğaz çevresinde yetişiyor, fazla bilgi verildiği için burada bir karmaşıklık olmuş olabilir, belirtmek istedim. Şu sıcak yaz gecesinde, bize evrenler arası seyahat yaptırdıktan sonra, Fethiye tarafında denize karşı şarap içtiren yazarın yüreğine sağlık.

söykü dergisi sayı 10 temasız

azraille düello | hanna

Hanna'nın yazdığı öykülerde ki acı çeken karakterlerden biri daha ve şaşırtıcı bir son. Açıkcası öyküyü okurken kendimi benzer bir sona hazırlamıştım, öykülerinde belli bir seviyeyi tutturabilmiş bir yazar. Yazılanları okurken bir kez daha hatırlıyoruz hepimizin peşinde bir gölge olduğunu.

Keskin bir giriş ve okuyanın sorduğu ilk soru: kasem kim?;
'...kahretsin dedi arabasını durdurdu ve hızla indi. yatan adamın yanına giderken gözlerine hücum eden yaşları elinin tersiyle sildi. dudaklarından dökülen ilk kelime 'kasem' oldu.'

Merak biraz daha artıyor;
'...unutacak kadar bile vakit yok. beni affet.'

Ve sonuç, en azından ben öyle zannediyordum;
'...ama sana aşık olacağımı bilmiyordum seher. inan bana, bilmiyordum. biz ölümlülere aşık olamayız ki.'

işte yazarın öykülerini güzelleştiren sonlardan biri daha;
'...birkaç saniye sonra genç kızın cansız bedeni yemyeşil çayırın üzerine düştü ve simsiyah kanatlar göğe yükseldi. uçlarından kan sızıyordu.'

Dini motiflerle süslü bu öykü,Ramazan münasebetiyle daha bir anlamlı olmuş.
Naçizane görüşüm: 'Kasem' kelimesinin anlamı açıklanmayıp, bunu bulmak okuyucuya bırakmak daha hoş olurdu.
Öykünün en göze batan yeriyse;
'...genç kızın alelacele park ettiği arabadan pink floyd'un sorrowu duyuluyordu.' cümlesiydi, böylesine bir öykünün uhrevi havasını hafiften bozmuş bu cümle.

Mürekkebinin tükenmemesi dileklerimle, hayal dünyana sağlık Hanna.

söykü dergisi sayı 10 temasız

iki nokta üst üste aç parantez | experimental

günümüzün postmodern hastalığı iletişim teknolojisi, insanın merak duygusunu kullanarak büyük kitlelere ulaşılabiliyor artık. Seslerini duymadıkları insanlarla konuşup, düzenin doğurduğu yalnızlığı yine düzen içinde bitirmeye çalışan mutsuz bir kitle. Çoğu zaman buna değiniliyor, bunun internetten yapılması içinde bulunduğumuz tezata ve çaresizliğimize Çin malı bir ayna tutuyor, bu ironiden hiçbir türlü kurtulamıyoruz, öyleyse yaşasın tüketim toplumu, ellerine sağlık experimental.

Öznel görüşler anlatıldıktan sonra, konuşmalara geçen kısımlar sırıtmamış tabi bu da daha bir okunur yapıyor.

Öykü hepimizin aklından geçen şeylerin özenle seçilmiş cümlelerle kağıda dökülmüş hali. Hepimiz tüketiyoruz hem de büyük bir bağımlılık ve hızla. Bana kalırsa cep telefonları, farklı bir isim altında reçeteyle satılmalı;
'...her sene telefon değiştiren birinden, size bağlanmasını nasıl beklersiniz ki?'

Yazar hepimize büyük bir hınçla bağırıyor aslında;
'...ne yapsak paylaşıp, alkışlanmak istiyoruz, ama şunu unutuyoruz belki de, insanlar sadece övündükleri şeyleri paylaşırlar diğerleri ile...'

Yalnızca resme ve paylaştıklarına bakarak bunu düşünmek, evet hepimiz sahtekarız, zavallı egolarımız altında eziliyoruz.
'...oldukça kültürlü olduğunu düşündüm, bu güzellik, bu kültür, onunla tanışmalıydım... '

Hikayenin önemli cümlelerinden,bunu haykırmak istemişimdir hep: bakışları mağrur, rüzgarla birlikte yürüyen kızlara;
'...bu kadar abazan bir toplumda, kadınların halen peşlerinde koşan adam sayısıyla mutlu olmaları güldürüyor beni.'

Ah! biricik maskelerimiz;
'...kitapların ilk baskısı iki bin adettir, ve bu adamın hiç bir kitabı 2. baskıyı yapmadı...'

Ve işte sonuç, işte kendimiz sormaktan korktuğumuz soru;
'... neden hakkındaki her şeyi bilsin istiyorsun insanlar? '

Sanal evrene dönüş ve tabi ki Meriçler;
'...hisleri iki nokta üst üste ve aç parantezdi, hemen sonrasında ise bir cem adrian şarkısı paylaşmayı ihmal etmedi, 94 erkek "canım neyin var" dedi,'

Experimentalin Oğuz Atay'a yazdıklarını ve Odtü maceralarını büyük bir zevkle okumuş bir insan olarak, onun yazdığı öykü hakkında söz söylerken biraz daha dikkat edilmesi lazım diye düşünüyorum, iyi ki varsın, iyi ki yazıyorsun hocam.

söykü dergisi sayı 10 temasız

not defteri ve başlangıç | euzerque

metis ajandası olsa gerek.

defterler her zaman güzel hediyeler olmuştur, öyküde ki defter farklılığın simgesi, sonlara doğu bu farklılık ortadan kalkıyor. biri edebiyata meraklı diğeri şebnem ferah'tan dem vuran iki arkadaş. küçük hediyeler farklılıkların giderilmesini sağlayabilir, burada defter yerine nietzsche'nin bir kitabı anlatılmış olsa çok daha farklı olurdu, içindekileri okuyup kendi notlarını alabileceğin bir defter başlangıç için ideal bir seçim.

'...her sağ sayfasının altında bir cümlesi, her iki sayfada bir söyleyecekleri olan not defteri. sayfayı her çevirişinde bir heyecan.'
canlı bir varlıkmışçasına.

'...okumayı yeni öğrenmiş bir çocuktan daha değerlisi varsa o da sanırım okumayı keşfeden genç...'
harika tespit.

'...henüz geniş zamanlı eylemleri bulunan cümlelere hapsolmamış, şimdiki zamanın da olsa olsa rivayetine yer yer takılan bir varlık.'
sebepsiz yere hoşuma gitti bu cümle.

'...ve her kelâmın kitabından devam ederek tekrarlayamayacağı yaşamına yeni bir yön çizdi.'
her kelam bir başlangıç değil mi zaten! yeni şeyler söylemek, yeni bir ufuk keşfetmektir bir nevi.

'...not defteri hâlâ bitmedi. sayfaları tükenmek bilmedi. ne anlatacakları, ne dinleyecekleri sona ermedi.'
burada bitmeyen sadece defter değil anılar, dostluğu ve okuma şevki aslında, ne güzel anlatmış euzerque, dolu bir öykü daha, üzerine düşünülmesi lazım, kalemine ve defterine sağlık.

söykü dergisi sayı 10 temasız

benim artık umudum yok | efervesantadem

Bir çok şeye inanmamız gerektiği öğretildi bize ve tabi bir de umudumuzu kaybetmememiz, ama umut satan internet siteleri var artık.

Hikaye orta sınıf bir ailede doğmuş klasik Türk erkeğinin yetişme dönemlerini kısa şekilde dolu cümlelerle anlatmış.
Bisiklet hayalleriyle uyumuş, karambolde kalmış, kızlarla konuşurken hiç olmadığı kadar çekingen olan, ben onu seviyorsam o da beni sevecek diye ahkam kesen ama o kızın gözlerine bakmaya korkan, şimdiki nesle göre daha masum bir neslin isyanıydı bu öykü. Değişmeyen tek şey gelecek kaygısı oldu belki ülkemizde.
Bundan 10 yıl sonra aynı tarz bir öykü yazılmaya çalışılsa, misket yerine ıpadlerden, bisiklet yerine laptoplardan bahsedilecek. işte bu yüzden o dönemlere yetişebilmiş biri olarak büyük zevk aldım öyküden. Yazarın hatıralarını sağlık.

Bu arada; bir ihtimal vardır her zaman *

söykü dergisi sayı 10 temasız

evlere bakan adam için gayri resmi bir önsöz | bwahahaha

internet ortamında sözlük tarzı paylaşım sitelerinin rağbet görmesinin temel nedeni, dışarıda söyleyemeyeceğimiz çoğu şeyi burada yazabiliyor olmamız. Kimse bizi tanımadığından, nesnel eleştirilerde alabiliyoruz. Eylem yapma, yanlış gördüğümüz eylem ve fikirleri çağdaş bir biçimde dile getirebilme (eleştiri) en temel haklarımızdan olmalı. Bir insanın canına ve malına kastetmediği halde tutuklu durumda bulunan, öğrenim hayatı biten, mesleğinden olan hatta ölen çok insanımız var, maalesef. Yasaklı kelimelerimiz var, bu yüzden diyebiliriz ki mühim olan kelimelerdir, umarım sanal ortamda özgürce yazdıklarımızı sokakta rahatça konuşabileceğimiz dönemler gelir.

Eylem ve yasaklar konusuyle ilgili bir öykü görmek beni çok mutlu etti ve içimi dökmemi sağladı. Ustanın eşliğinde eleştirilerime geçebilirim.

kurbağalara bakmaktan geliyorum
dedi yakup, bunu kendine üç kere söyledi
masalarda oturmuşlardı. ben oradan geliyorum
yazı makineleri, kağıt sesleri
ben oradan geliyorum. (Edip Cansever)

Öykünün giriş cümlesi büyük bir heyecan ve merak yaratıyor. Gözler mi?Ne gözü be daha yeni başlamıştık!
‘…gözleri... aklımda kalan tek şey, o tek parça anı onun gözleriydi, benimkileri yakalayıp azılı, iğrenç bir suçluymuşçasına tutsak etmişlerdi, ağlamakla acımak arasında bir yerlerde, aklımda kalan tek şey onun gözleri...’

Kahramanının tanıtımı, ruhsal çözümlemesi gayet başarılı atlatmış yazar;
‘...kendime addetiğim görevin ağırlığına bakın hele!-yorulmamak mümkün mü zaten, bunca farklı insan, bunca farklı yüz, bunca farklı el farklı salınırlar omuzlarının ucunda, bunca farklı koltuk altı farklı kokar hepsi, bunca göz hepsi farklı bakar sana... işte buydu beni yoran, fiziksel bir yorgunluk değil, bulunma haliydi, orada bulunma ve tüm bunları farketme hali...’

Başlangıçta değindiğim şey: eleştiriyi serbestçe yapabilmek, sanat kullanarak yapabilmek, öykü içinde sıkmadan, fazla belli etmeden verebilmek , işte budur;
“…ne yapacaksın, durun! mu diyeceksin?, bu yaptığınız suç mu? ikisinin de anlamsız olduğunu bilerek nereye gidiyorsun? sana bunu yaptıran ne? aptal cesareti bu biliyorsun. bir amacın bile yok? acı çektiğinin bile farkında değilsin değil mi? ne yapacaksın? zırhlı polisleri dövebileceğini mi sanıyorsun? ne yapacaksın? ne? ne yapacaksın? ne?!...”

Bu cümlenin zihnimde meydana getirdiği reaksiyonları formülize edip yazmak isterdim ama yapmayacağım bunu, sadece cümleye odaklanalım;
‘…apar topar kaldırıyorlar kızı ayağa, iki polis, iki kolunda, henüz kelepçe takılmamış, omuzları fazlaca yüksek, farkediyorum, üstü başı rezil durumda, yalpalayarak yürüyor, yavaşça gidiyorlar, sonra, bir an, sadece bir an, arkasına dönüyor kız, bana bakıyor, ama bir böcekmişim gibi değil insanmışım gibi, ve gözleri...’

SiGARA yakan adam tasviri okumayalı çok olmuştu, malum yasaklardan ötürü, birinci kısmın sonuna konsaydı, bu kısım daha hoş olurdu diye düşünmekteyim (kahramanın çaresizliğinin vurgulanması açısından)
‘…bir sigara yaktı, tıpkı filmlerdeki gibi, hızlı ve etkileyiciydi bunu yaparken, kafa hafifçe öne, gözler kısık, dudaklar kıvrılmayacak derecede büzülmüş, sigara ağızdan neredeyse sarkmaktadır, dirsekler bükülmüş iki eli çakmağı kendine güvenli bir şekilde ağzına götürüyor…’


2. bölümde olayın akıcılığı giderek artmakta takip edilen bir insan ve çözülmesine ramak kalmış bir sır, bu arada kahramanın yalnızlığı, toplumdan kaçışı şöyle anlatılıyor;
'...bir süre böylece yürüdüler, sokakta insanlar, takip ettiği adam ha bire çarpıp duruyordu insanlara, o ise arkasından bir canbaz gibi, itinayla insanların aralarında bırakmaya özen gösterdikleri o “edepli boşluk”ları buluyor ve onların içinde seyahat etmeyi tercih ediyordu...'

Son bölüme esrar öyle bir çözülüyor ki, Ankara’da göbeklerini büyüten amcalara, onların gölgesinden faydalanan yancılara sözcükler hazırlamaya başlıyorum istemsizce;
‘…ben bekliyor muydum, bekliyorsam üç yıldır neden gidiyorum o eylemlere…ne önemi var eylemlerin, gözleri var sadece benim için, artık, sadece gözleri, bedenimi yakıyorlar, geçen her dakika daha fazla, öldü kız, göz göre göre, iki ezik, mor bacaklar, defalarca tecavüz… aklımda sadece gözleri var dostum, sadece öyle hatırlayabiliyorum onu, ne ağzı ne kelimeleri ne vücudu sadece gözleri, bedenimi yakıyorlar, geçen…’

Bwahahaha’nın ellerine sağlık, öyküsü için teşekkürlerimi ve nickinin anlamını öğrenme hususunda ki derin merakımı iletmek istiyorum.

söykü dergisi sayı 10 temasız

sukut ı istifham | bandini

Elif Şafak’ın Pinhan’ını okuduğumda 19. Yy istanbul’una gitmiştim (Kartpostallardan gördüğüm kadarıyla), bu öyküyü okurken, eski Osmanlı kahvehanelerinden birinde orta şekerli kahve içmekteydim denize karşı(bir taraftanda tüm kapitalistliğimle kahvehaneler zinciri kurma fikriyle)

Öykü başlangıçta sıkıcı gelebilir, kelimelerin anlamlarını bilmemek insana yılgınlık hissi veriyor ama bunları bilmemek benim eksikliğim biryerde, malum teknoloji gelişti Osmanlıca-Türkçe sözlük eşliğinde okudum hikayeyi, Hallac-ı Mansur’un En-el Hak olayın hakkında az çok bilgim olduğundan daha bir anlamlı geldi öykü.

Mühim olan kelimeler, Hak ile Hakk’ın arasında ki fark gibi. Dikkatimi çeken cümleler şunlardı ;

‘…eski usül manda mahsülü kapaklı siyah bir iblisti o neşriyyat.’
Bu cümlede kitabı betimlemede şu üç kelime; manda, siyah ve iblis çok uyumlu üzerine düşünülmüş olduğu belli, yalnız neşriyyat değil neşriyat olsa gerek.

‘…artık şunu bilmek gayri kabil: şu iskeleden hayli geçkin vakitte atlayan sarhoş bir adem oğlu görsem acaba şevk ile atlayıp onu kurtarır mıyım yoksa mühürlenmiş kalb ile yoluma düşer bir de pervasız şarkı çağırır mıyım?’
Yanlış hatırlamıyorsam Camus’nun Düşüş’ün de benzer bir çözümleme vardı, bu kısımdan sonra kahramanın varoluşçuluğa geçişi olarak algılanıyor burası, tam yerinde yazılmış bir cümle.

'...tanrı tanrıdır, evren de evren.
çirkin ve kötü yok.'
Naçizane görüşüm bu cümle Hallac-ı Mansur’dan bahsedilen bölümü daha yakın olabilirdi.

‘…çay da katran mübarek! zihnim kayıyor bak yine. biraz da şu tarafa yürüyeyim. vahdet-i vücud demiş zat.‘
Çay olmasıydı bu öyküde Osmanlı manzarası eksik kalırdı.

‘…terlemeye başlamıştı iyice. kalbinin atışını duyabiliyordu. sanki boynunda sakil bir cüce cin oturmuş cigara tellendiriyordu. canan! ne hoş sada!’
Ter, kalp atışı, canan ve sigara daha ne söylenebilir ki.

‘…esas hakikat nerede? hallaç’ ın derisi koyun gibi sıyrılırken ikrar eden dostları esas kefere değil mi?
Hallac_ı Mansur’u bu şekilde kullanmak büyük yaratıcılık, hoş bir seda bıraktı zihnimizde bandini.

Başlangıçta yazdığım gibi mühim olan kelimeler, kelimeleri bu kadar ustaca kullanabildiği için bandiniyi tebrik ediyorum, diğer öykülerini de sabırsızlıkla bekliyorum.