bugün

entry'ler (25)

kanlı tutku

polisiye gerilim romanlarının üstadı osman aysu'nun bir cinayet bilmecesini anlatan romanı.

"varlıklı bir ailenin biricik kızı hafta sonu kaldığı yazlık evinde bir cinayete kurban gider. görünürde öldürülmesi için hiçbir sebep yoktur. hiç düşmanı olmayan, herkesle iyi geçinen kendi halinde biridir. ancak yakın çevresindeki insanlar mercek altına alındığında tutkularının esiri potansiyel bir katile dönüşebilirler... "

maliye dergisi

dergiyi satan pazarlamacılar çok ustadır. polat alemdar gibi, cia ajanı gibi diyinirler. aniden büroya girerler.
-"iyi günler maliyeden geliyoruz" derler sadece. siz daha "ne maliyeden mi" diyemeden aniden dergiyi elinize tutuştururlar. 10 tl derler. iki tane eski sayıyı elinize tutuşturlar 10 tl alırlar giderler. tam bir vurgun.

2011 arap ihtilalleri

2011 yılında tunus'tan başlayıp, mısır, bahreyn, yemen, libya'ı etkisi altına almı olaylardır. fransızların ihtilallerine göre 300 yıllık bir gecikme ile ama olsun.
bu ihtilaller sürecinde arap ülkelerinin halen tek kişilik iktidarlarla yönetildiğini gördük, arap halkının yana yakıla demokrasi istemesine şahit olduk. bu ihtilaller bana en çok atatürk'ün ne büyük insan olduğunu gösteriyor. biz farkına varmadan adam görmüş, cumhuriyetin en iyi yönetim şekli olduğunu.

saif el islam kaddafi

ne iğrenç adammış bu yahu. muammer kaddafi'den daha tehlikeli iğrenç bi adammış. yaşına başına bakmadan halkını tehdit ediyor. valla bu adamın halkı tehdit ettiğini görünce atatürk'e bir kez daha teşekkür edesin geliyor mornarşi'yi kaldırdı diye.

nestea

bazen marketten liptop ice tea olmuyor, buzlu çaydır diye alıyorum. eve gelince içtiğim zaman tiksiniyorum. her seferinde aynı tuzağa düşüyorum. bunu lütfen marketlerde ice tea diye satmasınlar. çünkü alışmış olduğumuz ice tea ile uzaktan yakından alakası yok. tamamen para tuzağı. nestea içeceğinize bir bardak suya bir çorba kaşığı tuz atıp için ağzınızın tadı daha güzel olur gerçekten. sırf pazarlama gücü var diye insanlara attığınız kazık yeter yahu.

saipsiz ve step back i bir nefeste çaylak eden mod

eğer saipsiz ve step back'i silmezlerse, sadece çaylak yapmakla yetinirlerse, henüz yeni yeni ısındığım yazarlığı bırakmama sebep olacak moddur.

bu iki adam silinmiyorsa bunda bir çifte standart var demektir. ikisi de kalitesiz forumcu iki yazardır ayrıca. saipsiz ve step back gözümüzün önünde normal bir yazar yapsa anında silineceği entry'ler girdiler. ama sadece çaylak oldular.

saipsiz adlı kendini yazar sanan silik'in saipsiz başlığına yazdığı ve tahminen çaylak olmasına sebep olacak entry'ler.
başlık: saipsiz
entry1: "götüne koyyim saipsizin. ağlama lan."
entry2: "olum canım çok sıkkın lan sikerim amk, niye böyle lan?"
entry3: "godboy kıyak adamsın ama az ibne değilsin. seviyorum lan seni."
entry4: "silmesene lan entylerimi göt."
yazan: saipsiz
sonuç: sadece çaylaklık.

başlık: çaylak etmezse ölecek hastalığına yakalanmış mod
entry: beynine sokmak istediğim ama beyni olmadığı için bu hayalimi gerçekleştiremediğim moddur.
yazan: step back
sonuç: sadece çaylaklık.

eğer bu iki adam silinmezse ben yazarlığı bırakıyorum.

ben bu yazıyı sana yazdım

Bizden gene ne saklıyorsun deniz bu gece? Terliksiz çıktığım tamamlanamış çatı katında,kiremitlerin arasında tabureme oturmuş, sinmişim ayaz bile böyle samimiyken bana, sen neden gözlerini kapatıp alnını kırıştırıyorsun ki? Oysa ben seni ilk çarşaf gibiyken sevmiştim. O duruluğuna hayrandım masumiyetine içtenliğine.. Ama gel gör ki gece çöktü seni bulutlardan ayırdılar yakamozlar bile bunu kabullenemeyip alev aldı. Bizse iki dertli dost üşüyen ayaklarımızı aldırış etmeksizin sahtekar dostlarımızı ciğerlerimize çekiyoruz. Sıcak kahve ile ısınmayı deniyoruz. Bu gece neden ağlıyoruz deniz?
Tam tamına 4 saat geçmişti. Bir yıldızımız vardı en parlak olanı gitmişti. Ama geri kalanları tepeden bize el sallıyordu. Bununla avunduk çünkü bunu yapmalısın bir şekilde avunmalısın. Rüzgar parmak uçlarıma temas ederken titriyor olmak rahatsız etmeli doğru olan budur. Peki ben şimdi neden üşümeye doyamıyorum deniz? Neden sıcaklığı istemiyorum? Evet doğru ya belki de bu sorunun cevabını ancak senin yüzünü görünce alabiliriz. Senin saflığını gök ile uyumunu. Keşke bu uyumun tadına bakabilsem o huzur içime dolsa ve tüm dertler yok olup gitse. Tıpkı esrar dumanı gibi yoğun bir yağmur bulutu yağsa üstüme. Ve ben yine kiremitler arasındaki tabureme oturup sana göz kırpsam ve sen utansan. O gece bana cevap vermediğin için.. Yıldızlar yeryüzüne yakınlaşsa senin gönlümdeki tahtına konsalar. Artık çok geç deniz çoktan senden vazgeçtim ben. Duruluğun ve huzurun bir şeye yaramadığını canımı yakarak öğrettin bana çok üşüdüm çok titredim. O gece boyunca kendimi bundan soyutlamıştım oysaki seni bekledim. Sen yokken yıldızlar ve duman bana arkadaşlık etti beni koyunlarına alıp ısıttı rahatlayayım diye lafladık hatta. Bir baktım da ne göreyim.. Kaybettiğim o yıldızımız geri dönmüştü. Senden önce davrandı. Hem zaten çok zayıftın sen. iki rüzgarla dolduruşa gelir hırçınlaşırdın. Ufak darbelerde bile bütün o pürüzsüzlüğün yok olurdu zayıftın. Peki yeni dostlarımı nasıl buluyorsun? Çok farklılar değil mi? Onları ayırt edebilirsin. Senin gibi kocaman bir bilinmezlik bir yalan değiller. Herbirini tek tek seçer tek tek kucaklarsın. Birisi olmazsa bir diğeri koşar yardımına. Ama sen yoksan yoksun deniz unuttun bırakıp gittin beni. Seni asla affetmeyeceğim. Ve emin ol ben olmadıkça asla eskisi kadar kusursuz olamayacaksın. Çünkü geceleri sana sırtımı döneceğim artık. Öfkeleneceksin biliyorum. Rüzgarı da almışsın arkana susmayacaksın sesini tabureme kadar duyurtacaksın bunu da biliyorum. Ama ben gökyüzüne bakıyor olacağım. Gözlerim kapalı gökyüzüne bakacak ve tüm yıldızları eksiksiz göreceğim. Artık insanlar kafalarına göre içimde barınamayacaklar kirletemeyecekler . Tek yapabilecekleri sonsuz inancım ve sen yokken bana sahip çıkan ışığım karşısında zayıfça elleriyle gözlerini örtmek olacak. Ve elbette ki güneşin doğması için dua etmek. Elbette duaları kaçınılmazdır ki gerçekleşecek. Ama güneş seni her terk ettiğinde yakamozlarını bir bir elinden alacağım deniz.. Yıllar sonra sen kuruyup çekilirken bile ben hala yukarıdan sana el sallıyor olacağım. Ne yazık.. Sen o sıra beni göremeyecek kadar bithap düşmüş yağmurun ayaklarına kapanmış olacaksın. Bir bakmışsın ki kölesi oluvermişsin. Ama suç benim değil denizim.. O gece benden neler sakladın kim bilir?

bir gecede 4 kere yapılacak eylem

(bkz: tütsü)
(bkz: kapak)
(bkz: heroic)
(bkz: battleground)

cem garipoğlu

Becerilmekten akıllanmadığımızın kanıtıdır. Nasıl olur da buhar olup gider abisi bu adamın yaptıkları? Yanı sıra A Scary Movie'nin yenisi çekildiginde makarası yapılabilecek metres evladı.

eski sevgiliyi hatırlatan şarkılar

Poisonblack - X

T'was stone on my tongue
So how did I expect you to understand
Conceit grown too strong
True love an excuse to submit, to demand
Please take my hand and kill the sickness within me
I'm sure that you can
Not sure that you can

Did death do us part?
Well, to us now we're truly dead
Oh, suffer my heart
As our funeral still lives in my head
Please stay away and leave the sickness within me
I'm sure that you'll stay away
Dead sure that you'll stay

When you hear this song
Know, everything's gone
And when you hear this song
You know you must bear along
Or are you playing the part as if your heart's forgotten?
Entire
Unscarred

What a perfect disaster
Absorbing shit from left to right
But making love we did master
That constant battle our primal fight
Please touch again and awake the sickness within me
Touch me again dear
Come, touch me again

When you hear this song
Know, everything's gone
And when you hear this song
You know you must bear along
Or are you playing the part as if your heart's forgotten?
Entire
Unscarred

When you hear this song
Know, everything's gone
And when you hear this song
You know you must bear along
Or are you playing the part as if your heart's forgotten?
Entire
Unscarred

When you hear this song
Know, everything's gone so wrong
And when you bear this song
You know you must sing along
Is this not true?
From me to you
I know you can feel it too

viski

Bulunduğum sokakta her ne kadar onlarca insan yürüyor olsa da bir saatin tiktaklamasına benzeyen ayak seslerim bu boğulan gürültüdeki tek net ses. Ha öyle ana baba günü değil,hayır. istiklâl'im mi burası?
insanlar çok gürültücü olmuş artık, yerinde duramıyor hiçbirisi. Hem benim neyim eksik ki? Ah... işte bu yüzden bu soğukta dışardayım ya... Beni bitiren bu hevesler değil miydi ya?
Tek bir damla yağmur düşmemiş günlerdir istanbul'a. Kim bilir neler olacak neler! Yine geliyor yalnızlığın göz yaşları. Durma! Kaç... Benim şuanki halimin aksine sessiz ve narin olacaklar. Sonra ben de sakinleşmeyi deneyip elime ısınmak için sıcak bir fincan kahve ile oturacağım koltuğuma, dışarıyı seyredeceğim. Yaslanacağım arkama, açacağım eskilerden parçalar ve kısacağım gözlerimi... Bazı bazı sızarım, kalkarım. Sonra tekrar sızarım? iş yok güç yok. Kadın yok, tasa yok! Kadın yok belki ama aşk var. Kireçlenmiş kalp damarlarımda hissettiğim ve o yaşlı ellerimle dokunduğum, dudaklarımla öptüğüm aşk... o var!
Evime geldim sayılırdı. Ana caddeden uzaklaşınca pek bir insan kalmamıştı etrafta. Ayak sesleri bile vedasız terkedip gitmişti beni, bir anda kayıplar uğrunda boğulmuşlardı. Evet, ayak sesi severim! Eskiden de severdim. Hala dahi seviyorum. Onlar da beni seviyorlardır değil mi? Palavra! Bu böyledir değil mi? Sevdin mi sevilirsin değil mi? Evet öyledir. Fakat bu sanrıdır oğul, sanrı! Seversen terk edilirsin oğul, kullanılırsın. Her zaman sahip olduğundan daha fazlasını paylaşırsın, bu gerçek! Bu gücü nereden mi bulursun peki, bütün o paylaştıklarını? Ruhunu satmaya başlarsın bir zaman sonra paylaşacak yeni şeyler için çünkü tükenirsin, bu da gerçek! Biliyorum ki bu dediklerim bir kulağından girip öteki kulağından çıkacak. Hatta bu lafıma kızdın, bunu da biliyorum. Boşver ayak seslerini evlat sen, kapılma heveslere! Her heves aslında şeytanın bir oyunu, bir tuzaktır. Kuyuya ineceğin zaman sana ipini uzatanı baban sanma sakın. Şeytandır o, şeytan! Şimdi beni bırak da küçük evimin küçük bahçesine gireyim. iki temiz hava soluduktan sonra uzanayım tek kişilik yatağıma, yok olup gideyim.
Uyandığımda yaşlı bedenimin altına üşümesinler diye sakladığım kırışık ellerim uyuşmuştu. Bazen tüm bedenimin uyuştuğu da olurdu, öleceğim sanardım. içimden sayardım geçerdi. Aynaya bakınca gördüğüm bir bukalemun olurdu. O gün tüm suçu aynaya atıp gider yeni bir tane alırdım. Bir tek banyomdaki aynayı değiştirmeye gözüm yemezdi. Neden mi? Beyazlarımı ayıklardım karşısında, saçlarımı tarardım... Tıpkı tüm suçluları mahkemeye çıkartmış cezalandırıyor gibi. Bir zaman sonra baktım ki kalan siyahları sayar olmuşum. Yani çok az masum kalmış hayatımda. Kalan siyahlar için tanrıya teşekkür ettim hep, benimle kalanlar için. Sen de şükretmekten sıkılma evlat. Oldu ki sıkıldın bırak kafan güzel olsun biraz. En kötü gider ona şükredersin ya!
Gençlik pek güzeldi. Delilik ve doluluk. Işık saçan bir beden, insanların gözünü alamadığı... Ve sanat icra eden eller! Az mı kalem ağlattı bu parmaklar ha? Ama zaman geçti boşverdim herşeyi, hataydı bu. içkiye çaldırdım bedenimi, ruhumu da sigaraya. Esirlik bu evet, olmasına oldum esir. Ama kadına olmadım! Gençken en büyük hayatı nerede yaptım biliyor musun? Sevdiğime hep bana verebileceğinden fazla değer verdim, hayattan beklentisi olan herşeyi. Ona yetti verdiklerim belki ama bana yetmedi, devam ettim. Tek bir sevdiğim de oldu değil ha. Üç diye başlar otuz diye biter. Çok hata yaptım genç. O yüzden yalnızım ya şimdi zaten? Bu yalnızlık bana ceza mı yoksa benim için doğru olan mı bundan bile bir haberim. Her ne kadar yalnız olsam da evlat, aşkı yaşıyorum. Hemde en hasını, tehlikelisini ve vazgeçilmezini.
Aşkı yaşıyorum dedim ya, ciddiydim. Şu elimde tuttuğum bardağı görüyor musun? içinde viski var. Ve ben bununla her gece tanrıyı aldatıyorum. Tehlikeli, ihtiraslı kılan da bu ya zaten, vazgeçemiyorum. Hem de sırf ilk defa aşık olmuşçasına içimi yakmasına kanıp. Sen bedenlerle bedenleri aldatırsın. Hoşuna da gider, gençsin. Ama gün gelir benim gibi olur yaşadıklarının aslında sadece bi sanrı olduğununun farkına varırsın. Bugün burada ben varım. Bundan otuz yıl sonra bu taburede belki de sen olacaksın. Karşına bir genç alacaksın benim seni aldığım gibi. O da aynen böyle susacak işte... Saatlerce dinleyecek seni. Sen konuştuktan sonra değişmesini de sakın beklemeyesin. Kendime gelmek az yıllarımı almadı benim! Seni de görür bir gün kendine aşık eder evlat, bu ateşten kaçılmaz ki... Az bir vaktim kaldı oğlum. Son bir kadehe daha ne dersin? Aşk için...

deniz

Bizden gene ne saklıyorsun deniz bu gece? Terliksiz çıktığım tamamlanamış çatı katında,kiremitlerin arasında tabureme oturmuş, sinmişim ayaz bile böyle samimiyken bana, sen neden gözlerini kapatıp alnını kırıştırıyorsun ki? Oysa ben seni ilk çarşaf gibiyken sevmiştim. O duruluğuna hayrandım masumiyetine içtenliğine.. Ama gel gör ki gece çöktü seni bulutlardan ayırdılar yakamozlar bile bunu kabullenemeyip alev aldı. Bizse iki dertli dost üşüyen ayaklarımızı aldırış etmeksizin sahtekar dostlarımızı ciğerlerimize çekiyoruz. Sıcak kahve ile ısınmayı deniyoruz. Bu gece neden ağlıyoruz deniz?
Tam tamına 4 saat geçmişti. Bir yıldızımız vardı en parlak olanı gitmişti. Ama geri kalanları tepeden bize el sallıyordu. Bununla avunduk çünkü bunu yapmalısın bir şekilde avunmalısın. Rüzgar parmak uçlarıma temas ederken titriyor olmak rahatsız etmeli doğru olan budur. Peki ben şimdi neden üşümeye doyamıyorum deniz? Neden sıcaklığı istemiyorum? Evet doğru ya belki de bu sorunun cevabını ancak senin yüzünü görünce alabiliriz. Senin saflığını gök ile uyumunu. Keşke bu uyumun tadına bakabilsem o huzur içime dolsa ve tüm dertler yok olup gitse. Tıpkı esrar dumanı gibi yoğun bir yağmur bulutu yağsa üstüme. Ve ben yine kiremitler arasındaki tabureme oturup sana göz kırpsam ve sen utansan. O gece bana cevap vermediğin için.. Yıldızlar yeryüzüne yakınlaşsa senin gönlümdeki tahtına konsalar. Artık çok geç deniz çoktan senden vazgeçtim ben. Duruluğun ve huzurun bir şeye yaramadığını canımı yakarak öğrettin bana çok üşüdüm çok titredim. O gece boyunca kendimi bundan soyutlamıştım oysaki seni bekledim. Sen yokken yıldızlar ve duman bana arkadaşlık etti beni koyunlarına alıp ısıttı rahatlayayım diye lafladık hatta. Bir baktım da ne göreyim.. Kaybettiğim o yıldızımız geri dönmüştü. Senden önce davrandı. Hem zaten çok zayıftın sen. iki rüzgarla dolduruşa gelir hırçınlaşırdın. Ufak darbelerde bile bütün o pürüzsüzlüğün yok olurdu zayıftın. Peki yeni dostlarımı nasıl buluyorsun? Çok farklılar değil mi? Onları ayırt edebilirsin. Senin gibi kocaman bir bilinmezlik bir yalan değiller. Herbirini tek tek seçer tek tek kucaklarsın. Birisi olmazsa bir diğeri koşar yardımına. Ama sen yoksan yoksun deniz unuttun bırakıp gittin beni. Seni asla affetmeyeceğim. Ve emin ol ben olmadıkça asla eskisi kadar kusursuz olamayacaksın. Çünkü geceleri sana sırtımı döneceğim artık. Öfkeleneceksin biliyorum. Rüzgarı da almışsın arkana susmayacaksın sesini tabureme kadar duyurtacaksın bunu da biliyorum. Ama ben gökyüzüne bakıyor olacağım. Gözlerim kapalı gökyüzüne bakacak ve tüm yıldızları eksiksiz göreceğim. Artık insanlar kafalarına göre içimde barınamayacaklar kirletemeyecekler . Tek yapabilecekleri sonsuz inancım ve sen yokken bana sahip çıkan ışığım karşısında zayıfça elleriyle gözlerini örtmek olacak. Ve elbette ki güneşin doğması için dua etmek. Elbette duaları kaçınılmazdır ki gerçekleşecek. Ama güneş seni her terk ettiğinde yakamozlarını bir bir elinden alacağım deniz.. Yıllar sonra sen kuruyup çekilirken bile ben hala yukarıdan sana el sallıyor olacağım. Ne yazık.. Sen o sıra beni göremeyecek kadar bithap düşmüş yağmurun ayaklarına kapanmış olacaksın. Bir bakmışsın ki kölesi oluvermişsin. Ama suç benim değil denizim.. O gece benden neler sakladın kim bilir?

yalnızlık

Aralık ayının sonlarına doğru... Kuru bir soğuk dudaklarımı çatlatırken baygın ama kuvvetli adımlarla ilerliyorum kaldırımda. Yer yer bıçak gibi keskin rüzgar beni tokatlıyor ve ardından bir de kahkaha çarpıyor suratıma. Ne büyük bir utanç kaynağı. Saçlarımın oradan oraya uçuşması rahatsız etmiyor ama bu keskin soğuk gene göz bebeklerimi yakıyor, deliyor ve geçiyor acımasızca. Atkımı ne kadar sıkı dolasam da olmuyor, üşüyorum tanrım. Ellerim öylesine buz kesti ki sıkmaktan tırnaklarım da kalbim gibi parça parça oldu artık, titriyorum. O kadar çok titriyorum ki içimdeki bu kırık parçalardan bir takım sesler geliyor kulağıma. Bir ağlayış, bir yardım çağrısı gibi çaresiz ve uzaktan geliyor. içimdeki en uzak kıyıda uğultulu rüzgarlar esiyor tekrar. Durdur şunu tanrım.
Her dükkan farklı bir yüz oysaki. Kastım vitrindekiler. Oradan bana gözünü diken eşyalar, bazense kapıdan dışarıyı süzerken beni farketmiş ve gözünü üzerime ucu sivri bir mızrak gibi dikmiş, saplamakta ısrarcı dükkan sahipleri. Kafalarındaki ''Kim bu ucube?'' düşüncesini görmezden gelmek kolay olsa da, yüzlerinden okunanları yok saymak o kadar da kolay değil benim için. Onlar bana bakınca göz kaçırmam gerektiği hissine kapılmak ve bu his ile savaşmak inan hiç kolay değil. Dükkan sahiplerinin tek sorun olduğunu söyleyen kim ki? Ve ya şu kenarda usul usul ney üfleyen kör ihtiyarın? Asıl bu sokakların sahibi o olmuş, her şeyi bilen ve insanlar tarafından kucaklanan o olmuş. Asıl kör ben olmuşum. Gözleri ne kadar iyi görse de önüne kalın bir perde çekilen kör. Kırılmış kalbiyle önüne ışık tutmaya çalışan garip, yorgun, yalnız kör ben olmuşum. Bu kaldırımdaki tek arkadaşı rüzgar olan ben. Belki de bu şehirdeki tek arkadaşı rüzgar olan ben, kör olmuşum.
Akşam saatleri kafaya vurunca ellerimden daha soğuk bir banka oturmamı fırsat bilen karanlık üç beş kara dostuyla beraber tepeme çökmüştü. Sigara yakmıştım az önce, kafamı kaldırdınca gördüğüm, o lanet ile bir bütün olmuş gökyüzünün bana kaşlarını çatıyor, gürlüyor olmasıydı. Umursamadım ve bir nefes daha aldım. O ise devam etti. Şiddetini git gide arttırarak bağırıyordu. '' Susmak erdemdir.'' derler ya, mühürledim dudaklarımı. Kocaman göz bebeklerimi onun derin, koyu maviliğine diktim ve sokak sessiz bir gürültüye gömüldü.
Pek uzun sürmedi kasvet, üç ya da dört sigara kadar olacak. Kara öfke çekip giderken ardında yıldızları ve akşamın huzurunu bırakmıştı. Bu kadar çabuk mu vazgeçmişti benden? Bundan on dakika sonra yanılmadığımı farketmiştim. Uzun zamandır oturuyordum ama zaman sanki suydu, ve bu su öylesine sıcaktı ki kalkmak istemiyordum. Geri dönen kara öfkeye kaldırdım başımı tekrar. O kadar öfkeli olmayacak ki gürlemedi bu sefer. Biraz mahçubiyet sezmiştim onda. Elimdekini söndürdüm ve bilinmezliğe ilk adımımı attım nereye gideceğimi düşünmeden.
Birisi yakandan düşmüyorsa aklına gelecek bir takım şeyler olacaktır illa ki. intikam, çıkar gibi şeyler mesela. Bunlar olumsuz emellerin sembolüdür gözümde. Ama şuan peşimden gelenlerin derdi bu ikisinden biri değil, hissediyorum. Bu bulutların derdi başka. Bana ulaşmak istiyorlar. Gönüllerinde bir iyi niyet, bir mahçubiyet saklı, tıpkı demin sözünü ettiğim gibi. Bu kadar kör olan ben, belki de bunu görebilen tek kişi olan ben, bu kaldırımda tekrar yalnızım. Demek ki görmek yetmiyor tanrım, sadece bilmek yetmiyor. Hatta bilen tek kişi olmak bile yetmiyor...
Rıhtım'a inmiştim. Kadıköy'ün akşam saatlerine ne derece hasta olduğumu en iyi kaldırımlar bilirdi. Neredeyse tüm halk oturmuş rakı içiyor, balık yiyor,hayatlarını zevklerinin peşinde koşarak sürdürüyor. Ben de huzurun peşindeyim ya, bulutlar da benim peşimdeler hala. Peki ya benim zevklerim? Onlar yok. En azından artık yok. Eskiden de olduğu pek söylenemezdi. Şanssız doğan her insan gibi ben de hayatım boyunca zorluklarla boğuşmuş, hırpalanmıştım. Rüzgar yüzümü kesip atmış, göz yaşlarımı dondurmuştu.
Denize bir metre vardı. istesem kendimi bir kaşık suda boğardım. Ama ''intihar kolaya kaçmaktır, bunu herkes yapar.'' lafını kullanarak yıllardır zor olandan kaçtığımı asla kabul ettiremezdim kendime. Kayaların üstündeki yosunlar kötülüğün rengindeydi, yeşil. Az ilerisinde, hemen önümde sonsuz bir ayna vardı, kusursuz. Ama baktım mı beni değil, anamı babamı, yahut içimden taşıp gökyüzüne doluşan o sonsuz umutsuzluğu yansıtan ayna. Baktım mı kendimi görmeyi dilediğim, ama göremeyince de suçu kör olmama attığım o yüca ayna.
Kötülüğü ayaklarımın altına alıp aynanın karşısında en büyük düşmanlarımı parmaklarımın arasındaki tek bir noktada toplarken düşünüyorum. Şimdi onlara hesap soracağım tanrım. Yalancı şahitleri süzüyorum bir yandan da. En yukarıdan izliyorlar bizi, hatalara nasıl hesap sorduğumu, suçluların can çekişlerini ve ölüşlerini. Tüm suçlular yanıp kül olduğu zaman cesetlerini denize atıyorum yüzümde bir zafer ifadesi ile. Gökler onların utançlarının dibini bulmasını izlerken gözyaşlarını tutamıyorlar. Tüm günahları tek tek aynanın üzerine çarpıyor. Son kez rüzgar esiyor suratıma doğru, bu sefer gözlerimi kapatıyorum derin düşüncelere.
Her günah bir göz yaşı getirir. Bu sefer yaşı akıtan acı çeken değil, çektiren. Bu sefer denizin dibini bulan benim yaşayan ruhumun cesedi değil, katili. Bu gece Rıhtım çok farklı. Çünkü bu kez ellerini günaha bulayan ben herkesin kör sandığı mahluğun ta kendisiyim.

slayer

Dini konulara sık sık girip çıkan trash metal efsanesi.

eski sevgiliye son kez seni seviyorum demek

madem son kez söylenecek, yerine kullanılabilecek pek çok şey olan sözcüklerdir.
(bkz: Allah belanı versin)
(bkz: Canın cehenneme)
(bkz: inşallah Allah sana kendin gibi bir evlat versin de gör)

kalp ağrısı

Mükemmel Halide Edip eserlerinden yalnızca bir tanesi.

still loving you

inanması pek bir güç de olsa, Berlin duvarına yazılmış olan şarkıdır.

pain of salvation

the progressive family. Yaptıkları müzik her insana hitab edebilir, buna babam bile dahil. Rope ends adlı şarkılarında her nakaratta biraz daha baskın gelen, Daniel Gindenlow 'un kendisine yapmış olduğu back vokal, kanınızda dolaşan THC miktarını giderek arttırır.

sentenced

Killing me killing you adlı parçasının klibiyle insanı ağlatabilir. Vengeance is mine ile içinizdeki intikam alma duygusunu, her ne kadar naim bir insan olsanızda ortaya çıkarabilir. ( abimde denedim, gerçekten oldu.) End of the road ile ilkin kalkan bütün tüylerinizin teker teker dökülmesine sebep olabilir. Neverlasting'in çift gitarlı solosu ah bu solo everlasting olaydı da sonsuza dek dinleyeydik dedirtebilir. Fragile ile , ''bazen sadece düşüp sona ersem daha kolay olurdu gibinme geliyor usta ya, sıksam mı acaba kafama'' dedirtebilir. We are but falling leaves ile de yavaş yavaş ölüyor oldugumuzuu hatırlatır bizlere. Kesinlikle tehlikeli bir grup olduğudur anlayacağınız.

poisonblack

Sentenced bir efsaneydi, evet. ama efsane dediğimiz şeyi kendisi yapan geçmişte olmasıdır. Poisonblack ise Ville'in önderlik ettiği ikinci efsane olma yolunda ilerleyecektir, şüphem yok. Tamam, kabul edilmeli ki Sentenced ile Poisonblack arasında yeterince benzer nokta yok ve bu Sentenced hayranlarını hayal kırıklığına uğratıyor. Poisonblack'in gürültücü müziği dikkatimden kaçmadı değil. Herşey bir kenara, tartışmasız en iyi şarkıları '' Poisonblack - X '' tir. Dinlemeyen kaybeder.