bugün

çifte standarttan kurtulmak için çoktan bakılması gereken aynaya bakma çabasıdır:

1. Almanya, Fransa, Hollanda, ingiltere eurovizyonda bize 12 verince çok güzel, çok normal; biz ermenistan'a, kıbrıs yunanistan'a 12 verince kötü, komşu işi demek, politik bulmak;

2. Bulgaristan, Türklerin isimlerini ve köylerinin adını değiştirince ayaklanmak* ama türkiye, kürtlere, çocuklarına istediği isimleri koyma hakkını vermeyip, köylerinin adını değiştirince sessiz kalmak, yan cebime koy demek, ayaklananları anlamamak, terorist sözünün şehvetinin ardına saklanmak;

3. ırak'taki Türkmenler ve kuzey kıbrıs'taki Türkler için istediği hakları*, kendi ülkesindeki Kürtler için akla bile getirmemek, kuzey ırak'taki Kürtler söz konusu olunca hele kırk dereden bahane devşirmek;

4. Kürtler geldi kentlerimiz bozuldu demagojisini rahatlıkla kullanmak ama örneğin Almanların, Türkler geldi Almanya bozuldu demagojisine ifritolmak;

5. Kürtler çok çocuk yapıyor yakında çoğunluk olacaklar paranoyasına tapmak; alman faşistlerinin sloganı olan Müslümanlar domuz gibi yavruluyor demagojisine karşı ise köpürmek; *

6. avrupa'da cemaati azaldığı için "iflas etmiş" ve binası satışa çıkmış kiliseleri satın alıp camilere dönüştürmekle övünmek ama kendi ülkesindeki Hıristiyanların haklarına vurdumduymaz yaklaşıp, kimseye yeni kilise açtırmamak için dolap çevirmek, misyonerlik aldı yürüdü paranoyasının yayılmasına göz yummak, bunun sonucundaki aşağılık Malatya cinayetiyle de yüzleşmekten deli gibi kaçmak;

7. Türkiye cumhuriyeti vatandaşları gizli ya da açık yoldan almanya'ya gidince "bir yiğit gurbete düşer" demek; ermeni vatandaşı türkiye'ye çalışmaya gelince ise paranoyanın dibine düşmek; * * *

8. kendi içindeki aşırı milliyetçileri ve nazi almanyasını son ana kadar el altından desteklemek, trenler dolusu buğdayı ve bor madenini kesintisiz almanya'ya akıtmak, savaşı nazilerin kaybedeceğini anlayınca da, son anda kendi faşistlerini göstermelik tutuklatmak, hemen almanya'ya savaş ilan edip cemiyet i akvamın kuruluşuna katılmak için başvurmak, politik ikiyüzlülüğün şahıdır;

9. * *

bakınız:

Osmanlıdan sahip çıkılanlar
tarihinin abartılmış hoşlukları,
(bkz: iki yüzlü politika),
(bkz: devlet geleneği),
(bkz: Osmanlının borçları),

Osmanlının sahip çıkmadığımız yanları
osmanlının yenilgileri * *
(bkz: tehcir),
(bkz: katliam),
(bkz: hoşgörü),
(bkz: dinsel özgürlük)

Şimdiye dek yazılanlara nasıl tepki gösterdiniz? *

Bunlara hiç kızmadıysanız kendinizi ödüllendirin, aynanızdan öpün görüntünüzü: sizin aynanız temiz * * * * *

Bunlara biraz kızdıysanız kendinizi yine ödüllendirin, aynanızdan öpün görüntünüzü, yer beziyle silinmiş de olsa idare eder aynanız: * * * yazana eksi atmadınız bu iyi ama dayanamayıp bir yazı eklerken kaçırdınız yine ipin ucunu, ama sizde sağlık belirtileri var ve kendinizi bu paranoyadan kurtarabilirsiniz.

Bunlara köpürdüyseniz, kırmızı şal görmüşten beter olduysanız, aynanızdan öpün görüntünüzü: aynanız boktan bir bezle silinmiş de olsa, bu bir yandan sağlık işareti olabilir, belki de ölümden önceki son canlanış; size kup virüsü girmiş, körleştirici ulusalcılık paranoyasına tutulmuşsunuz ve her akşam sözlükte deli gibi eksiye tapıyorsunuz, evlatlarınıza bırakacağınız miras bu mudur? Farklı fikirlerden öğreneceğiniz hiç mi bir şey yoktur? Karşı fikirlere, farklı düşüncelere bir borcunuz yok mu? Hiç olmazsa, size yönünüzü buldurduğu için? Hani, "bu adam ne yazıyorsa tersine gideyim daha iyidir" gibisinden?

epilog:

boş işleri bakanı istifa etse iyi olur *
hoş işleri bakanı sayısı arttırılsın, * * *

ev ödevi 1: ikiyüzlülüklerimizle yüzleşmek türkiyeyi küçültmez yüceltir*
ev ödevi 2: küçük ülkelerin ikiyüzlülüğe bir dönem ihtiyacı olabilir* *
ev ödevi 3: Türkiye büyük ülkedir kendini küçültemez, büyük ülkenin evlatları büyük düşünür*
ev ödevi 4: körleştirici ulusalcılık paranoyasına kapılmamaya dikkat etmek;
ev ödevi 5: yüzüncü yıl gelmeden ikiyüzlülükle yüzleşmek

örnek bir çaba için:

(bkz: #1637946)
ahmet hakan coşkun'dan, ikiyüzlülükle mücadele yolunda örnek bir adım için:

(bkz: #1855198)
politik ve dini ikiyüzlülüğümüzün yeni bir örneği olarak, kendi ülkesinde yeni kilise yapılmasına izin vermeyen bünyenin başka ülkelerde kilise satın alıp onları camiye dönüştürmekle yetinmemesi, hatta sıfırdan cami yapması gibi durumlarda kiliseden yüksek cami yapma ısrarlı çabaları sonucu ipin ucunun kaçırılma tehlikesi karşısında, işin benim kubbem senin kubben tartışmasına dönüşeği belliyken hem angela merkel'in bu uyarısını dikkate almak hem de oralarda yabancı düşmanlığının, ırkçılığın, islam karşıtlığının yükselmemesi için bizim de yapacak bir şeylerimiz olduğunu düşünerek adımı hemen atılacak yüzleşmedir; *

tabanı tarafından sıkıştırılan angela merkel'in uyarısı için: http://www.ntvmsnbc.com/news/428335.asp
(bkz: #2689453)
toplumumuzun temel genlerinde var. bize karşı olan her şey tu kaka zihniyeti. aynı topraklar içerisinde yaşayan etnik grupların, devletin bekasına kasıt olarak görülmesi dışlanması artık bilinen bir done. sonra kalkıpta türklük adına ahkam kesmeleri yokmu hasta oluyorum biricik aydınlarımıza. farklılıklarımız zenginliğimiz argümanına şiddetle karşı çıkan sözde kemalist zihniyetinin, bugün bunlar farklılık der, yarın temel hak söyler, ertesi gün anayasada belirtilmesini isterler. en iyisimi baştan kestirip atalım bunları. avrupa birliğinden amcalar geldimi de 360 derece fır dönüp, temel hak ve özgürlükten tutun, sözde birey savunucuları kesilirler. vatan millet sakarya edebiyatında andersenden masallara tatlı bir geçiş.
bazı kişilerin ad ve soyadından önce anılan kibarlık sözcüğü sayını kullanananlar arasında fark gözetmek politik ikiyüzlülüklerimizdendir;

yani 27 mayıs 1960 yılındaki askeri darbe sonrasında vatana ihanet suçundan yargılanıp önce idama sonra yaşı nedeniyle müebbed hapis cezasına mahkum edilen celal bayar'a, 1962 yılındaki meclis görüşmelerinde konuşan tüm milletvekilleri "sayın bayar" dedikleri halde kimsenin ses çıkarmaması,

ama

vatana ihanet suçuyla, ağırlaştırılmış ömür boyu hapse mahkum edilen pkk liderine ise "sayın öcalan" dedikleri için çok sayıda dtp milletvekili ve yöneticisi hakkında 3 yıla kadar hapis istemiyle dava açmak, yüzleşmemiz gereken ikiyüzlülüklerimizdendir, hem de yüzüncü yıl gelmeden.
celal bayar gibi 35.000 kişinin katiline sayın diyen bir ülkenin abdullah öcalan gibi bir *kelebeğe sayın denememesi olayıdır.

yeri gelmişken, hazır başlık da uygun; rojan ile belat kardeşlere selam ederim . (bkz: yer misin)
didim'de belediye'nin, çok sayıdaki ingilizce bilen müşterisi için, su faturalarını türkçe ve ingilizce açıklamalı olarak basmasını, "çağdaş belediyecilik" örneği olarak sunup; diyarbakır sur belediyesi'ni ise kürtçe açıklamalı benzeri çabaları nedeniyle cezalandırmak, belediye başkanını görevden almak, hapiste süründürmek, mümkünse yerine yenisini seçmek için hazırlığa girişmek.
yüzüncü yıl gelmeden her alandaki ikiyüzlülüklerimizle, yıllardır halının altına süpürdüklerimizle yüzleştikçe daha temiz bir toplum olacağız. bu kolay değil ama şart! bu nedenle alevilerle ilgili ikiyüzlülüklerimizin kim üstüne gidiyorsa, gidenin kimliğinden ve "esas" amacından bağımsız olarak desteklenmesi gerekir; politika aslında böyle bir şeydir ve estetik yapılanı makbuldur. ne de olsa gelecekte tüm toplumları yönetecek olan etik değil estetik olacaktır.

bu nedenlerle, camileri ibadet yeri sayıp cemevlerini saymamak, diyanet işlerini sünni hanefi beyaz türklerin bir kurumu gibi çalıştırmak, alevilerden alınan vergilerle sünni imamların maaşını ödemek, zorunlu din dersi deyip, derslerin içeriğini sadece sünni hanefi beyaz türk düşüncesine göre ayarlayıp, başka din ve inanç mensuplarına karşı işkence dersi haline getirmek, imamları devlet memuru sayıp alevi dedelerini köfteden görmek gibi 21 yüzyılın türkiye'sine artık yakışmayan ikiyüzlülüklerimizle cesurca yüzleşme zamanıdır diyoruz.

(bkz: alevi sorunu)
(bkz: tavşan geliyor)
az önce tbmm'deki chp grup toplantısında yaptığı konuşmayla harika bir demagog olduğunu gösteren deniz baykal'ın yapması gereken acil şeylerden biri;

başbakanın, meclis başkanının, başbakan yardımcısının ve adalet bakanının dtp için açılan kapatma davaları sonrasında söyledikleriyle, akp'nin kapatılması sonrasında söylediklerini karşılaştırarak onları tutarsızlıkla suçlamıştır *; ayrıca akp üst düzeyinin dtp için söylediklerinin bazılarını, "lütfen bunları akp için söylenmiş gibi düşünün" diyerek, yeniden okumuştur. yani baykal, kendisini dışarda tutarak diğer politikacıların ikiyüzlülüklerini teşhir etmiş, onlara ayna tutmuştur. yani tutarlı ve akıllı muhalefet yapma konusunda ilk kez iyi bir adım atmıştır ama...

başarılı konuşmasıyla, demokrat olmama konusundaki kendi tutarlılığını da gözlerden kaçırmayı başarmıştır. çünkü baykal hem dtp'nin hem akp'nin kapatılması meselesine de aynı biçimde "tutarlılıkla" yaklaşmıştır, yani üzüntü vericidir falan filan ama yan cebime koy lütfen.

bereket ki akp, mhp tarafından kendisine sunulan şfur ydktjufh ahlaksız teklifi reddetme cesaretini gösterdi ve dtp'nin istisna olmasına karşı çıktı. sadece kendi için demokrat olmamak gerektiğini yaşam galiba böyle öğretiyor.

mhp ise çelişki içinde kıvranmayı sürdürdü; parti kapatmayı zorlaştıralım diyerek demokrat tavra açılım yaparken "ama dtp'yi bunun dışında tutalım" arayışına girerek ikiyüzlülükten kurtulamadığını gösterdi.

dtp başkanı ahmet türk de hem akp'nin kapatılma girişimine karşı çıktı, parti kapatmayı zorlaştıracak bir yasaya destek vaad etti hem de dtp için dava açılınca akp'lilerin, "mesele yargı sürecinde, daha fazla konuşamayız, yargıya güvenelim" dediklerini ama iş akp'ye gelince kıyameti kopardıklarını söyledi ve sordu "sadece kendinize mi müslümansınız, sayın başbakan?"

yüzüncü yıl gelmeden ikiyüzlülükle yüzleşmek zorunda olan çok kişi, parti ve kurum var. demokrasi kültürü ancak böylelikle, adım adım, sıkıntılı süreçler sonunda öğreniliyor. ama mutlaka öğreniliyor.
ak parti için dava açan abdurrahman yalçınkaya için, "linç ediliyor, hukuka saygı göstermek gerek" diyen kişiler, kurumlar ve kimi gazeteler, bundan iki yıl önce genelkurmay başkanı orgeneral yaşar büyükanıt hakkında iddianame hazırlayan van cumhuriyet savcısı ferhat sarıkaya'yı, meslekten atılmasına kadar götüren yayınlara ve yaklaşımlara imza atmışlardı.

buyrun bu ikiyüzlülüğü taraf'ın bu haberinden izleyin lütfen:

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın Ak Parti'yi kapatma istemiyle dava açması medya ve siyaset dünyasında yargıya saygı tartışmalarını beraberinde getirdi.

Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök 16 Mart 2008'de köşesinde "Bu bir hukuki süreçtir, hepimiz bunu saygıyla ve sessizce izlemeliyiz" diye yazdı. Aynı gün gazetenin başyazarı Oktay Ekşi de "Biz yargıya intikal etmiş bir konuda görüş beyan etmenin karşısındayız" dedi. Ancak başta her iki yazar olmak üzere medyanın büyük bir bölümü ve siyaset dünyası bundan iki yıl önce Van Cumhuriyet Savcısı Ferhat Sarıkaya'nın hazırladığı Şemdinli iddianamesi'nde farklı tutum izlemişti.

SAVCIYI YARGILAYIN
6 Mart 2006 günü konuyu manşetine taşıyan Hürriyet'in Saygı Öztürk imzalı haberi "ihbar iddianamesi" manşetinin altında "Van Cumhuriyet Savcısı Ferhat Sarıkaya'nın, asıl bombalarını iddianame içine soktuğu ortaya çıktı" yazıyordu. Gazete aynı haberde iddianame konusunda Vural Savaş'ın "Savcıya disiplin cezası gerekirdi" sözlerine ve Deniz Baykal'ın "Orduya darbe girişimi var" açıklamasına yer verdi.

iKTiDARIN TERTiBi
Hürriyet bir gün sonra da iddianeme ile ilgili yayınlarına devam etti. O dönem gazetenin Ankara temsilcisi olan Nur Batur imzasıyla çıkan haber yorumda; "Adressiz isimsiz ihbar mektupları, Hukuki boyutundan bir şey çıkmaz, Amaç, paşanın önünü kesip yıpratmak, Hedef TSK" denirken, Oktay Ekşi başyazısında "Büyükanıt'ı hedef alan suçlamaların, bir gerçeği ortaya çıkarmaktan çok, maraza çıkarmak amacıyla yapıldığı akla gelmez mı? Ve tabii, ortada acaba siyasi iktidarın bir tertibi mi var diye düşünmek gerekmez mi?" diye yazmıştı.

SAVCIYA YAKIŞMIYOR
Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök ise aynı gün çıkan yazısında Şemdinli iddianamesi ile ilgili "Bu tavır, hukuk devleti olduğunu iddia eden bir ülkenin savcısına yakışmıyor. iddianamede yer yer skandala varan bölümler var" yorumunda bulunmuştu. Hürriyet gazetesinin Şemdinli iddianamesiyle ilgili 7-14 mart arasında yaptığı haberlerin sadece başlıkları bile çok şey anlatıyor: "HSYK savcıya soruşturma açılmasını istiyor", "HSYK'ya olaya el koyun daveti", "Yargıtay ve Danıştay başkanları: Bu iddianameyi tasvip etmek mümkün değil", "Savcılar Yüksek Kurulu Sarıkaya hakkında soruşturma açılmasının yargıya müdahale olmayacağını görüşüne yer verdi."

SiViL DARBEYi ÖNLEDiK
Hürriyet'in savcıya yönelik "linç" kampanyasına Milliyet, Radikal, Vatan ve Akşam da destek verdi. Savcı Ferhat Sarıkaya hakkında jet bir soruşturma açıldı. Soruşturmanın açıldığı gün Vatan'dan Güngör Mengi'nin yazısının başlığı "Başaramadı" iken. Hürriyet'ten Nur Batur yazısında şöyle diyordu "Başardık, sivil darbe girişimini durdurduk."

ERGENEKON DESTEĞi
Hürriyet gazetesi aynı gün "Asker'e destek" başlıklı haberinde ise Ergenekon soruşturmasında tutuklu bulunan Kemal Kerinçsiz ve Veli Küçük'ün de bulunduğu iddianemeye karşı Büyükanıt'ı desteklemek için yapılan eyleme geniş yer vermişti.

ŞEMDiNLi SAVCISINA ATIŞ SERBEST

Ertuğrul Özkök (Hürriyet- 9 Mart 2006) "iddianameye bakınca, bu tür ideolojik değerlendirmelerin hukuka ne kadar zarar verdiğini açıkça görüyorum. Türkiye, bir savcının yol açtığı bu tartışmanın bedelini ağır ödeyecektir"

Oktay Ekşi (Hürriyet- 8 Mart 2006) "Yargının bağımsızlığı için kurallar hemen değiştirilmelidir"

Emin Çölaşan (Hürriyet-7 Mart 2006) "Ferhat Sarıkaya isimli Van Cumhuriyet Savcısı tarafından hazırlanan 100 sayfalık iddianame elimde. iddianamede bir gazetecinin (Kendi ismi) gazeteden kesilmiş yazılarının bulunması, beyefendinin gözünde 'suç kanıtı' idi!"

Bekir Coşkun (Hürriyet- 8 Mart 2006) "Eğer bu krize "Bir komutan, bir savcı, bir iddianame" gözüyle bakarsanız yanılırsınız. Bu bir rejim sorunudur. Çünkü bu sefer işin içinde 'Paşa' olması çok şey anlatıyor."

Tufan Türenç (Hürriyet- 8 Mart 2006) "Savcı, Şemdinli Komisyonu'nun raporuna sokamadığı karanlık ilişkiler içindeki bir kişinin saçma sapan ifadelerine iddianamesinde geniş yer verdi. Bu ifadeye dayanarak Büyükanıt'ı çete kurmakla suçladı. Büyükanıt'ın "Ali Kaya'yı tanırım. iyi çocuktur. Ancak suç işlemişse cezasını çeker" sözlerinin sadece "Ali Kaya'yı tanırım, iyi çocuktur" bölümünü alarak komutanı yargıya müdahale etmekle suçladı. Savcının Büyükanıt hakkında ne kadar maksatlı ve kasıtlı davrandığı bu örneklerden anlaşılıyor."

Mehmet Y. Yılmaz (Hürriyet 10 Mart 2006) "Savcı Bey'e yönelik en temel eleştiri "dedikoduları" ve "ihbar mektuplarını" hiçbir araştırmaya gerek duymaksızın iddianamesine almış olması. Özellikle siyasi yönü de olan birçok davada yazılan iddianamelerin salt gazete haberlerinden ve dedikodulardan ibaret olduğunu ne çabuk unutmuşuz! Geçmişte çok işe yarayan "zorla konuşturma ve itiraf ettirme" yöntemleri de artık kolayca kullanılamaz hale geldiği için savcılar ellerinde ne varsa artık onlarla dava açmaktan başka yol bulamıyorlar."
yazar ferhat kentel, http://www.gazetem.net sitesinde, yüzleşmemiz gereken bir şeyi anımsatmış bize; çok acı, hüzünlü ama insanlık dersi veren bir öykü gizli ardında. yüzleşmek için, yüzüncü yıla da çok kalmadı hani...

Taksim'den Tuzla'ya yüzleşme

Bugün 1 Mayıs... Taksim'de neler oluyor, neler olacak bilmiyorum; çünkü bu yazı Salı akşamı yazılıyor... Bugün Taksim'de neler olacağını hep beraber göreceğiz ama istanbul gibi koskoca bir dünya şehrinin küçük valisi neler olacağına dair "vaatlerini" ilan etti ve buyurdu: "Gelmeyin! Gelirseniz orantılı güç kullanırız, dağıtırız!" buyurdu. "Orantılı güç"ten ne kastettiğini tahmin etmek çok zor değil; geçen sene gördük çünkü... Geçen sene bütün istanbul'a yaşattığı cehennem azabını, bu sefer "provokasyon" tehdidi ile tekrarlamak istiyor...

1977'de de çok duyulmuştu bu tehdit. Sonra, o dönemin muktedirleri "sözlerini" yerine getirmiş ve Taksim'e provokasyonun alâsını sunmuşlardı. Intercontinental (şimdinin The Marmara) otelinin bir katına yerleşen ve nerelerden geldiği hiçbir zaman tam olarak öğrenilmeyen katiller ve onların Sular idaresi'nin üzerine yerleşen destek kuvvetleri meydandaki yüzbinlerce kalabalığa kurşun yağdırmıştı. O gün 37 insan canı yokedildi. Ama buna rağmen, 1978'de insanlar daha kalabalık toplandılar o meydana... Daha sonraki 1 Mayıs'larda muktedirler Taksim arzusuyla başa çıkamayınca, sokağa çıkma yasakları getirdiler ama ne 1977 katliamı unutuldu ne de 1 Mayıs'ı Taksim'de kutlama arzusu...

"1 Mayıs: işçilerin birlik, mücadele ve dayanışma günü"... Ama 1 Mayıs bugün Türkiye'de çok daha fazla bir anlam ifade ediyor... 1 Mayıs Türkiye'nin geçmişiyle yüzleşmesinin, hesaplaşmasının sembolik günlerinden biri artık... 1 Mayıs'tan bu kadar çok korkan çapsız muktedirler sadece bu yüzleşmenin ne kadar elzem olduğunu olduğunu daha çok hatırlatıyorlar Türkiye'ye...

Yüzleşilecek konu çok fazla... Unutulmayan ve giderek daha çok hatırlanan acı çok fazla... Bunlardan biri de Tuzla Çocuk Kampı...

Hikayesini, hayattayken Hrant Dink'ten dinlediğim bu kampa geçtiğimiz günlerde bir gezi-ziyaret düzenlendi. Çocukken yararlanmış olan şimdinin büyükleri tarafından düzenlenen bir geziydi bu...

Kampın hikayesi Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi Vakfı'nın başkanı Hrant Küçükgüzelyan'ın girişimiyle yetim çocuklar için yaz kampı olarak 1962'de inşa edilmesiyle başlıyor. Bu tarihte özel şahıstan satın alınan kamp yeri Ermeni Protestan Kilisesi ve Mektebi Vakfı adına tapuda kayıt ettiriliyor ve 1979 yılına kadar Hrant Dink dahil olmak üzere yaklaşık bin 500 öğrenci yararlanıyor. Ancak Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün 1979'da açtığı davada Yargıtay Hukuk Dairesi'nin 16 Ocak 1983 tarihli nihai kararı ile tapu kaydı iptal ediliyor ve vakfın elinden alınarak ilk sahibine bedelsiz iade ediliyor... 12 Eylül cuntacılarının hüküm sürdüğü dönemde Hrant Küçükgüzelyan da nasibini alıyor. Çocuklara "Ermeni milliyetçiliği ve Türk düşmanlığı aşılımakla" suçlanıyor, işkence görüyor... Küçükgüzelyan 9 ay hapis yattıktan sonra ülkesini terkediyor. Bu arada Ermeni çocukların elinden alınan kamp daha sonra bir kaç kez el değiştiriyor ve günümüze gelinceye kadar kullanılmıyor.

Hrant'ın, eşi Rakel'in ve onlarca çocuğun taş taşıyarak, alınterlerini dökerek imar ettikleri kamp yerindeki bina bugün harabeye dönüşmüş durumda...

işte bu kamp yerinde buluştu dünün yetim çocukları... Küçücük elleriyle bir hayat kurdukları kamplarından 'Ermeni milliyetçisi' olarak yetiştirildikleri gerekçesiyle kovulan çocuklar...

Ve dünün yetim çocuklarını bir araya getiren Garabet Orunöz o gün "kamplarını" şöyle anlattı...

"Sevgili dostlarım!

Emeklerimizle yarattığımız Atlantis'imize hoş geldiniz.

Çok uzun konuşmayacağım, annesiz kaldığım için buraya gönderildim, dualarım beni buraya yollayan Sara Makasçı, kurucu müdürümüz Hrant Küçükgüzelyan ve el koyulmasına karşı mücadele veren Hrant Dink içindir. Her üçünü de rahmetle anıyorum.

Kamp Armen; Çoğumuzun oturduğu evin yada apartmanın bir adı vardır; bizim evimizin adı da Kamp Armen'dir. Her çocuk hafızasına ilk anne-babasını alır. Annelik de, babalık da zordur, zahmetlidir, uzun zaman alır ve de adına 'insan Yetiştirme Sanatı' da denilen yaşam biçimidir.

Ben yaşama sanatını Kamp Armen'de öğrendim.

Anne görmedim ama; sevgisiz büyümedim,

Acı çektiğimde gözyaşlarımı gizlemeye gerek duymadım,

Paylaşmayı da, kıskanmamayı da burada öğrendim.

Kazanmaktan mutlu olmayı, sindirmeyi ve kabullenmeyi,

Çok olanın bıkkınlık vereceği gibi, az olanın kıymetini de burada öğrendim.

Bitmeyecek tek şeyin bilgi olduğunu, kitaplardan keyif almayı da burada öğrendim.

Sıkıldığım da oldu, burdan firar etmeyi de denedim, yakalandım, dayak da yedim.

Kendime yön vermeyi de burada öğrendim.

Doğanın tam ortasındaydım, hayvanlarımızla birlikte, atımız da oldu, itimiz de vardı, bir çift maymun da besledik. inek, koyun, keçi, hindi, kaz, ördek, tavuk, arı da besledik. Bunlardan nasıl faydalanılır, onu da burada öğrendim.

Arı da soktu, koç da tosladı, canım acıdı belki; ama ben hepsini de özledim.

Ağaç dikmeyi de, ağaca aşı yapmayı da; bakımını da, bir ağacın üç çeşit meyva verebileceğini de, burada öğrendim.

Yağmurdan sonraki ilk toprak kokusunu, üstüme silerek yediğim çamurlu mantarı da burada aradım, evlatlık verilen kardeşimi de burada buldum.

Soğuk kış gecelerinde ısınmak için ateş yakmayı, sıcak yaz günlerinde geleceğime dair hayal kurmayı; şartlar ne olursa olsun yalan söylememeyi de burada öğrendim.

Kendi doğrularım için kimsenin beni yargılamasına izin vermemeyi; başkalarını da kendi doğrularım için yargılamamayı, bunun başkalarını dinlememek değil; söylenenleri kendi eleğinden geçirmek olduğunu, hayatı sorgulamayı, haklı olduğum konuda sonuna kadar diretmeyi, haklıyken dik durmayı da burada öğrendim.

Yaptıklarımdan değil yapmadıklarımdan pişmanlık duymayı, basit yaşamayı, evet ve hayırı, istiyorum yada istemiyorum demeyi de burada öğrendim.

Tek kıyafetle okul sezonunu bitirirken temiz olmayı, dostluğa kıymet vermeyi, kıymet bilmeyenlere öğretmeyi, klasik müzikle başlayarak, kulağa hoş gelen her melodiyle yaşamayı da burada öğrendim.

Lafı dolandırmamayı, hayat gibi; herşeyin bir sonu olduğunu,

Allah'ın hakkının üç olduğunu; -onları sona sakladım-

1. Alın terine saygıyı,

2. "Sizleri seviyorum" demeyi,

3. Kaybetmeyi de en sonunda burada öğrendim."

işte böyle... "El konulan" bir kamptan geçmiş bir insanın hayat dersleri... Nasıl? Muktedirlerin "Ermeni milliyetçiliği" ile suçladıkları bir dile benzemiyor değil mi? Benzemiyor tabii... Benzemesi de gerekmiyor zaten... Muktedirler için -muktedir kalmaları için, yüzleşmemeleri için- her yol mübah... Bu muktedirler kendi tarihleriyle yüzleşmemek için attıkları taklalara her zaman kulp aradılar ve aramaya devam ediyorlar...

Ama Garabet Orunöz'ün anlattıkları o kulpları aşıyor ve Türkiye'yi dürüst olmaya ve yüzleşmeye çağrıyor... O kamptan öğrendiği "hayat" dersini -düşünmemiz için- önümüze koyuyor...

1 Mayıs 2008, Perşembe

Ferhat Kentel
yazılarında x, w, q harflerini kullandığı için kürt vatandaşlarımız için davalar açma, hapisler isteme, cezalar verme ve 6 aya kadar onları hapiste yatırma, ya da erteleyip, hukuku tehdit aracı olarak kullanma sözkonusu olunca pek aktif olan yargı çevrelerinin ikiyüzlülüğü;

nedir bu ikiyüzlülük?

devlet içi ve devlet dışı olanları da dahil olmak üzere bütün yargı kurumlarının internet sitelerinin adresleri http://www.bilmemne.gov.tr diye gidebiliyor ve onlar hakkında w harfini kullandıkları için açılmış bir tek dava yok!

w harfini sitesinde kullanıp sonra da aynı w harfini kullandığı için türkiye cumhuriyeti vatandaşı olan birilerine dava yağdırmak en büyük bölücülük değil mi?

bunu anlasalar zaten yargıtay'ın son bildirisi tarzında komiklikler olur muydu? ama yüzüncü yıl gelmeden bir biçimde ikiyüzlülükleriyle yüzleşecekler, eminim çünkü çok suç işlediler ve artık buna uyduracak bir teorileri kalmadı.
eurovision şarkı yarışması'nda almanya'dan, hollanda'dan, fransa'dan, belçika'dan, ingiltere'den gelen 8, 10, 12 oylarının oralarda yaşayan türkiye cumhuriyeti yurttaşı kişilerden geldiğini bildiği halde, bu ülkelerden çok oy almışlığını gerinme ve kendini beğenme konusu yapabilmek ama buna karşı türkiye'deki ermeniler ermenistan'a yüksek puan verince bunu hainlik statüsüne sokmaya çabalamak;

kıbrıs rum kesimi'nin yunanistan'a tam puan vermesini garipsemek hatta onunla alay etmeye çalışmak ama kendisinin azerbaycan'a en yüksek oyu vermesini dünyanın en doğal meselesi görmek,

yüzleşmemiz gereken, yeni olmayan ama güncel olan ikiyüzlülüklerimizdendir.
ikiyüzlülük mmm hoşmuş bak. o zaman şöyle yapalım yüzüncü yıl gelmeden cahillikle yüzleşmek diyelim mesela:

1-bulgaristan daki türklerin anlaşmalar geeği özel statüsü olduğunu bilmemek, onları türkiye deki kürtlerle bir tutmak lozan ve çeşitli anlaşmalarla o bölgelerde resmi azınlık statüsünde bulunan türklerle resmi herhangi bir ayrıcalığı bulunmayan kürtleri karşılaştırmak.

2-kuzey kıbrıs ta bayrağı, askeri olan bir devlet olduğunu ırak ın ise üniter bir devlet olmayıp abd işgalinden sonra gevşek bir federasyon halini aldığını bilmemek buralardaki kıbrıs türkleri ve türkmenleri yine ve yeniden türkiye deki kürtlerle karşılaştırmak.

3-60 lı yıllarda almanya ya gitmiş türklerin o tarihten beri almanya da şehir yaşamı sürdüklerini ve şehir hayatına alışık olmadan şehre inip buraları suç cennetine çevirmediğini bilmemek ve bunları tekrardan 90 lı yıllarda şehir hayatına alışık olmadan şehre inip oraları suç cennetine çeviren kürtlerle karşılaştırmak.

4-ortalama bir kürt ailesinde çocuk sayısının 10 civarında olduğunu bilmemek , bilse bile almanya daki bir türk ailesinde de sayısının bu olduğunu sanmak ve iflah olmaksızın bilmemkaçıncı kez onları kürtlerle karşılaştırmak.

5-avrupa daki müslüman nüfusun milyonlarla, türkiye deki hristiyan nüfusun ise ancak binlerle ifade edildiğini bilmemek ve bu iki durumu vahşice karşılaştırmak.

6-dünyanın bütün ülkeleri kendi çıkarları için gerekli hamleleri yaparken bu ülkeleri "faşist düşmanı sevgi pıtırcıkları" türkiye yi ise "nazi hayranı faşikler diyarı" olarak göstermek ve bunun üzerinden aranan bahaneyi bulup türklükten alelacele utanmak.

bak bu da benim yüzüncü yıla yaklaşırken cahillikten kurtulmak adına manifestom oldu cancağızım. oku bakalım anlayabilecek misin?
taraf gazetesindeki harika yazılarıyla halil berktay'ın da bizi acilen davet ettiği yüzleşmedir. küçük bir örnek:

"Ömer Seyfeddin'in Balkan hikâyelerinde hep "onlar"ın "biz"e yaptıkları anlatılır, "biz"im "onlar"a neler yapmış olabileceğimizden ise asla söz edilmez. Tarih müfredatımız ve ders kitaplarımızda, her şeyden önce Osmanlı imparatorluğu doğal kabul edilir; Bulgar, Sırp ve Yunan topraklarında ne aradığı(mız) hiç sorulmaz, sorgulanmaz, sorunsallaştırılmaz. Fetih adetâ bize özgü bir haktır ve her nasılsa, diğer halklara hiç zarar vermeden başarılmıştır. Tarih Atlaslarına bakın: çeşitli saltanat dönemleri boyunca Osmanlı yayılması hep sıcak renklerle gösterilir; kırmızının koyusundan başlayıp, giderek açılan tonlarından geçerek pembeye sıçrar; oradan gene turuncu ve sarının koyudan açığa çeşitli tonlarına ulaşır. Ötesi ise bembeyazdır, yani önemsizlik, ayrıntısızlık, yeknesaklık, giderek hiçlik, insansızlık hissi uyandırır. Böylece bu görsel dil, ikonik bir "biz"i sevdirmekle kalmaz; boş bir alanın dâvet ediciliğine doğru genişlemiş olduğumuz mesajını verir. Millî Eğitim sayesinde bunlar küçüklüğümüzden itibaren bilinç altımıza yerleşir. Profesyonel tarihçiliğimiz de çok farklı sayılmaz. Örneğin Balkanların feodal anarşisi içinde Osmanlıların "dinamik, birleştirici bir güç" olarak belirdiğinden söz edilir. Bu, "yükselme devri"ndeki Osmanlıya dinamik-rasyonel bir erkeklik, Balkanlara ise pasif, irrasyonel, bekleyici-alıcı bir kadınsılık izafe edilmesi anlamına gelir.

imparatorluk doğal olduğuna göre, birtakım kendini bilmezlerin ayrılma çabalarına karşı kendini savunması da aynı derecede doğaldır, kaçınılmazdır. Ömer Seyfeddin'in Topuz'undaki Türk elçisi, Eflâk prensinin beynini dağıttıktan sonra kılıcını sıyırıp "işte gördünüz, istiklal hevesine kapılan asilerin sonu budur" diye bağırır. Bu veciz ifade, Türk milliyetçiliğinin bütün 20. yüzyıl çizgisine damgasını vurur. Ders kitaplarımızda, "onlar"ın devrim ve bağımsızlık mücadeleleri sadece birer isyan, birer eşkiyalık "vaka"sı, genellikle bir kanun ve nizam meselesi gibi anlatılır. Burada iki ayrı söylem devreye girer. Jön Türk ve Cumhuriyet devrimleri söz konusu olduğunda, sosyo-ekonomik ve politik bir anlatım tarzı çerçevesinde, biz Türklerin çürümüş Osmanlı düzenine karşı devrim yapmamızın haklılığı vurgulanır. Ama Yunan, Sırp ve diğer Balkan mücadeleleri söz konusu olduğunda, ancien régime gider, etnisite gelir; "onların" dâvâsı devrim değil, sırf Türklere ve Türklüğe "ihanet olarak damgalanır."
asker karşısında Şemdinli'de ya da aktütün macerasında olduğu gibi dişinin sökülmesine boyun eğen bir iktidarın DTP karşısında aslan kesilmesi hiç de ikna edici durmuyor. yüzleşmek gerekenler arasında yani.
terör örgütünü el altından destekleyen, olay çıkarırken çoluğunu çocuğunu bile bu işlere alet eden, sadece doğudaki değil-ülkenin dört bir yanındaki kişilerin taşıdıkları nüfus kağıdıyla, yararlandıkları devlet hizmetleri-güvenceleriyle yüzleşmeleri de sayılabilir.

edit: yine ağırına gitmiş birilerinin. barış için savaşmaya devam edin siz...
ülkede özelleştirmeleri savun, kendi partini devletleştir... bu da akp'nin yüzleşmesi gerekenlerden sadece birisi ve güncel olanı.
abdülkadir aygün'ün, "pkk itirafçısı olunca özde, jitem itirafçısı olunca sözde itirafçı" sayılmasıyla yüzleşerek başlanabilecek süreç.
12 yıl önce erdal inönü shp'sinin doğru olarak yaptığını (yani mhp genel başkanı alpaslan türkeş'in ermenistan'la diyalog çabalarını desteklemesini) anımsayıp; bugün, ermenistan açılımı sırasında chp başkanı deniz baykal'ın iğrenç, milliyetçi bile olamayan, ırkçı yaklaşımını görünce insanın aklına ancak politik ikiyüzlülük gelebiliyor.

bu arada, 12 yıl önce türkeş'i eleştiren abdullah gül ise şimdi yeni politikanın mimarı olarak ermenistan'a gitti. bu kötü politikacılık ve ikiyüzlülük müdür, değişim midir, yoksa politikanın getirdiği tabii sahtelikler midir? bunun değerlendirmesini de yazarlarımıza bırakalım.

cumhurbaşkanı'nın geldiği parti ise * onun bu adımının arkasında duramayıp, utangaç biçimde kıvırttı, ne yazık ki.

oysa gerçekler çok açık:

1. türkiyenin önünü açmak için alpaslan türkeş'in o dönemdeki davranışı çok doğruydu. ideologluktan, devlet adamlığına yönelişti.
2. erdal inönü'nün ve shp'nin türkeş'i destekleme tavrı doğruydu.
3. rp'li abdullah gül'ün o zaman ki tavrı yanlıştı, politik muhafazakarlıktı, kötü politikacılıktı.

ya bugün?

1. alpaslan türkeş'in mhp'si kötü muhalefet örneği vererek, 12 yıl önceki tavrının çok gerisine düştü.
2. deniz baykal'ın chp'si 12 yıl öncesinin çok gerisine düşerek ırkçılık sularına daldı, türkiye'nin önünü açmak gibi bir derdi olmadığını, tek bildiği muhalefet yapma şekli olan, akp'nin her yaptığına karşı çıkmak çizgisinde ilerlediğini gösterdi.
3. abdullah gül 12 yıl öncesinin ilerisine geçerek, doğru bir girişimde bulundu.
4. akp ise gül kadar ilerlemecilik yapamayacağını kanıtladı ve cumhurbaşkanının "sorumluluk içermeyen" girişiminin arkasına saklandı. yani başarısız olursa suçlu o, başarılı olunursa nemalanmaya çalışmak gibisinden...

kimin kazandığı henüz belli değil ama politik ikiyüzlülük yapanların ve gerçekle yüzleşmeyenlerin kaybedeceği kesindir.

örneğin, doğma büyüme istanbullu, ataları 400 yıldır istanbullu olan bir adam takside şöförle konuşuyor...

şöför: - abi, senin aksanın biraz değişik geldi, kıbrıslı mısın?
adam: - yok hayır, ermeniyim.
şöför: - estağfurullah abi!

sıradan halkta oluşturduğumuz bu ve benzeri duygular için ermeni yurttaşlarımızdan özür dilenmesi, bu gibi ırkçılık kokan konularda uyanık olunması çok önemlidir. bunları, yüzleşilmesi gereken ikiyüzlülüğümüz olarak tarihe not düşüyoruz.

diğer bazı ikiyüzlülük örnekleri:

didim'de belediye'nin, çok sayıdaki ingilizce bilen müşterisi için, su faturalarını türkçe ve ingilizce açıklamalı olarak basmasını, "çağdaş belediyecilik" örneği olarak sunup; diyarbakır sur belediyesi'ni ise kürtçe açıklamalı benzeri çabaları nedeniyle cezalandırmak, belediye başkanını görevden almak, hapiste süründürmek, mümkünse yerine yenisini seçmek için hazırlığa girişmek;

gazze'deki çocuklar israillilere taş atınca bunu güzel bulup, diyarbakır'daki çocuklar taş atınca terörist muamelesi yapmak.

kaynak: yazının bazı kısımları yyu sözlükteki yazılarımdan * alınmış, güncel eklemeler yapılmıştır.
(bkz: Osmanlıyı Nesnel Biçimde Değerlendirmek)
imza gerçek adam sahte ise yapacak başka şey yoktur.
(bkz: ironik gerçekçilik)
anayasa değişikliği için hükümet bir paket hazırlayıp muhalefete buyrun bunu tartışalım dediğinde kıyamet koparılır: sen nasıl paket hazırlarsın (!), bizimle konuşmadan, pişirmeden nasıl çıkarsın birden böyle ortaya? önce geneli, çerçeveyi konuşsaydık da sonra ortak bir paket hazırlasaydık da, bik bik... falan filan. anayasa paketi kalır.

gel zaman git zaman kürt açılımı gelir gündeme. hükümet dersini almış gibidir... ortaya bir paket sürmez. gelin işin ruhunu konuşalım der. bu iş artık böyle sürmez der. 100 yıla yakındır denedik, olmuyor. başka yollar arayalım der, dünyanın bugünü bizim eski politikayla, elde sopa yürümemize olanak vermiyor, dersimizi çalışalım mı? der...

muhalefet yine hop oturup hop kalkar. "elinde bir açılım paketi yok, bizi neye çağırıyorsun görüşmeye? ortada açılım yok neyi konuşalım?"

hımm... ikiyüzlülük çıktı ortaya. gelinin aslında oynamaya niyeti yok. bütün sorunlar ortada çözülmeden dursun ki, kötü muhalefete hep ihtiyaç olsun, di mi!

ülkemize yazık etmeyelim, sorunları çözerek ilerleyelim. türkiye'yi kimse tutamaz o zaman. en azından çocuklarımız daha mutlu, daha zengin ve barış içinde yaşar.

özeti, ikiyüzlülükle yüzleşme zamanıdır! geç kalmayalım. geç kalanı tarih zaten affetmez ama halk biletini çok daha erken keser. geçmişte kalmış kimi politikacılarınkini kestiği gibi tıpkı.