bugün

entry'ler (116)

org yasar buyukanit a oy vermeyecegim

fox tv'nin magazin tadındaki ana haber bültenin ilk başarılı haberi. En son gördüğüm şey ekranda çıkan Adolf Hitler'i tanımayan kızın, aldığı kopya üzerine (bkz: Adolf Hitnı) demesiydi. Epey bir gülmüştük, hala daha güleriz arkadaşlarla aramızda lakin bu haber aslında daha çok gülmemiz gerektiğinin bir kanıtı oldu ve hemen paylaşacağım bunu arkadaşlarımla ve güleceğim doya doya...

Starbucks'taki dangalak yiyecek içecek isimlerininin beynindeki kapladığı yer kadar yer ayırsaydı eğer (bkz: first lady)'nin özel hayatını bile bilebilirdi.

Hani gülsem mi ağlasam mı denir ya, onu bile demeden direkt gülüyorum hanımefendilere. O değil de, videonun sonunda kameraman döven tiki sevgilisi genç adam bekliyordum, hayallerim yıkıldı.

gomorra

gerçek bir hikayeyi anlatır ve bildiğim kadarıyla gerçek hikayedeki kişiler bu filmin çekilmesinde büyük rol oynamışlardır. Olaylar ve tabi ki italyan mafyası çok büyüktür lakin film aynı ölçüde büyük değildir. Hatta ne yalan söyleyeyim, filmin sonuna kadar " haydi güzel bir sahne gelecek haydi, inanıyorum. " umutlarıyla izledim ama umduğumu bulamadım. Hikaye haricinde boş bir 2 saat geçirdiğim kanısını verdi aynı zamanda film.

Bu hikayeye hiç ama hiç yakışmamış bir film, daha iyisini beklerdik elbet ama filminin çekilmesi de ayrı bir güzellik tabii.

ozurdiliyoruz com

kimin kimden özürdilediğini anlamadığım kampanyanın web sitesi. kişilere baktığımız zaman, milli kimliklerini, ırklarını önemsemeyen kişilerden oluşuyor genel itibariyle ve bu kişiler şimdi çıkıp neden 1915teki türk insanını sahiplenip onlar adına özür dileme işine soyundular, anlamak mümkün değil. senin yaptığın bir şey yoksa, özür dilemene de gerek yok. o yüzden öncelikle en büyük yanlış başlıkta.

1915'te osmanlı ermenileri'nin maruz kaldığı büyük felâket'e duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, "onların acılarını paylaşıyorum." olursa daha düzgün olacakmış.

evet, 1915'te olanlar kötüdür, acıdır, es geçilmemesi gerekir. ancak burda karşılıkta söz konusudur.yani türklerde öldürmüştür, ermenilerde. yakın tarihimizde de en basitinden bir hocalı katliamı mevcuttur buna karşıt olarak. daha da yakın tarihte devletin hrant dink'i sırtından vurdurtması vardır ve nice niceleri. peki hrant dink öldürüldü diye benim özür dilemem niye? hocalı katliamı yüzünden bir ermeninin benden özür dilemesi niye? özür dilemesi gereken ne biziz ne de yapanlar. özür dilenecek bir durum yok. özür dilemesine gerek olmayan halk ve özür dilemekle kurtulamayacak, hesap vermesi gereken kimseler vardır. olay bunlardan ibaretti ve suç onlara aittir.

savunmak ya da savunmamak ben olaya objektif yaklaşarak yapılan yanlışı göstermeye çalışıyorum. türk-ermeni meselesinde 1915'i 1992'i 19xx'i vs. vs. tek tek koyup özürdileyeceksek, işimiz var. üstelik bu "büyük felaket" meselesinin tek taraflı bir şey olmaması da bu özrü benim için komik kılıyor.

şöyle bir isimlere bakayım dedim de, baskın oran, oral çalışlar direk gözüme çarpan isimler oldu ve bu işin altındada bir bit yeniği olduğunu farketmek zor olmadı. özürlerindeki samimiyete hiç güvenmesem de bir kampanyada ben başlatmak istiyor gibiyim.

bütün bunlara sebep insanlar için, http://www.hesapveriyoruz.com adresi açıp hem ermenilere, hem türklere, hem bütün dünyaya hesap vermelerini istiyorum. çünkü verilecek hesapları var. hem türkleri katledenlerin, hem de ermenileri katledenlerin, hem de bugün ki tarihimizde sırtından insan vuran devletin...

melih gökçek vs kemal kılıçdaroğlu

amacının, "yolsuzluğu kim yapıyor?", "yolsuzluk yapılıyor mu?" gibi soruların cevabının verilmesinin olduğu yüzleşmedir.

sadece bir konu üzerine konuşulup bitmek zorunda kalmıştır ama görünüyor ki, yolsuzluk vardır ve bunu tek taraf yapmamıştır. ankara'dan(diğer kentlerde tabii) gelmiş geçmiş belediyelerin çoğu(hatta tümü) yolsuzluğu çeşitli yöntemlerle, hatta hatta bazen aynı yöntemlerle yapmışlardır. bunu nereden anlıyoruz? bunu, iki tarafında cevapsız kalan onlarca sorusundan anlıyoruz.

sorular hep cevapsız kaldı ama inanıyorum ki, her zaman olduğu gibi halk yanıtları görmüştür. ancak şöyle bir değerlendirme yapmak gerekirse, bu tür vs.li diyaloglarda genelde kazanan, ön plana çıkan bir kimse gösterilir. bu da halkın gözünde kesinliklikle kılıçdaroğlu olmuştur. sebebi de, melih gökçek'in tartışma kültüründen uzak oluşu ve soruları engellemesidir.

melih gökçek diyor ki; "sorularıma cevap verin."

peki gökçek, kılıçdaroğlunun yönelttiği soruların kaçına yanıt verebildi. yaptığı tek şey, cevap veremediği soruların fazlalaşmasını engellemekti ve bunu, oturumu yarıda kestirerek başarmış oldu.

yine gökçek diyor ki; "konunun başka yerlere gelmesine izin vermem."

madem böyle bir şeyi uygun görmüyordu gökçek, o zaman yanında belge olarak neden o kadar konu dışı iddaa getirdi. kılıçdaroğlu'nun da dediği gibi, neden diğer sorulardan korktu. hatta sorular, "diğer soru" niteliğinde bile değilken.

melih gökçek, herşeyden yoksun olduğu gibi tartışma kültüründen de yoksun olduğu için bu oturum yarıda kalmıştır ama bunu gökçek'in izlemiş olduğu bir strateji olarakta görebiliriz. normal şartlar altında soru sorulur ve cevap gelmezse, cevap veremiyorsunuz der geçilir ve uğur dündar'ın da dediği gibi bu soru ve cevabın veya cevapsız sorunun yorumunu halk yapacaktır ve önemli olan da zaten halkın yapacağı yorumdur. neden 1-2 soru da bu kadar takılma oldu merak içerisindeyim doğrusu.

sorular cevapsızdı, ne kılıçdaroğlu'nun ne de gökçek'in vereceği cevap vardı. somut örnekle açıklamak gerekirse; futbol'da bir altın kural vardır. hücumunuz çok iyi olabilir ama defansınız kötüyse, kaybedersiniz. bugün iki tarafta iyi saldırdı lakin ikisinin de müdafaası eksikti. yalnız 2-3 sorunun cevabını yarım yamalak verme şansı buldular. evet bu bir şanstı, çünkü melih gökçek'in susması, allah'ın bir lütfu gibiydi adeta. kafamı dinledim o sıralarda.

uzun lafın kısası, chp ve akp hükümetlerinin daima yolsuzluk yaptığını ve melih gökçek'in adını koyduğu şerefsizlik kelimesinin ikisine de yapıştırılması gerektiğini gösteren bir tartışma oldu. ama dediğim gibi elbet bir ön planda duran kimse olur. ve o da, halkın gözünde kılıçdaroğlu olacaktır.

ancak bir belediye başkanının böyle bir üslup içermesi beni üzüyor. artık kasımpaşa üslubu mu deriz ne deriz bilmem ama, baş kimseler böyle bir üslup takınırken halktan ne beklenir, beni üzüyor doğrusu. kadın programlarındaki tartışmalar gibiydi. belediyeler halkı beceriyor ve bunun üzerine bir tartışma dönüyordu. dönemedi...

14 aralik 2008 utah jazz orlando magic maci

Dwight Howard dün yaptığı sert faulden sonra ceza alır mı bilmem ama ceza gelirse veya dirseğindeki sakatlığın devamı söz konusu olursa orlando'nun işi çok zora girer. Geçen maçta vasat bir performans sergileyen Hedo da bu maçta kendine gelecektir diye düşünüyorum. Memo son maçtaki çıkışını da inş. sürdürür, güzel bir düello izleriz.

gronland da evlenme teklifi etmek

grönland'ın çok büyük avantajlarından ve yaptığım saçma sapan düşünmelerdendir. diyelim ki, bir kıza evlenme teklifi edeceksiniz ve bunun için müthiş manzaralı bir lokanta arıyorsunuz.

peki manzara nasıl olur? lokanta nasıl olur?

mağaza kolay iş, parayla olur. zaten o paranız yoksa kızı boşvereceksiniz. ama biz size 6 ay para biriktirme süresi veriyoruz tabi ki.

manzaranın da en güzeli güneşin doğuşu veya batışında olur. o da grönland'da çok kolay. çünkü kitaplarda güneşin doğuşu ve batışı 3 saat sürer. ve 3 saat boyunca manzara karşısında evlenme teklifi edebilme şansınız vardır.

şimdi sırayla yapılacakları sıralayalım;

1) güneş doğar ve güneşin batışı için 6 ay beklenir. 6 ay içerisinde "okyanus manzaralı şahane bir lokanta" bulunur ve buna göre para biriktirilir. 6 ay da da biriktirin artık. onu da biz düşünmeyelim.

2) güneş batımı gelir ve size tam tamına 3 saat şans verilir. oysa ekvator'da evlenme teklifi etseniz size verilen süre 3 dakikadır. işte bu da bizim farkımız.

3) isterseniz bu 3 saat içinde kıza gazoz içirip kötü emellerinize alet edebilirsiniz ama biz bunu anlatmıyoruz tabi. 3 saat içinde bir sürü iltifat edebilir ve en güzel anı kollayabilirsiniz. ve böylece en etkili olacak evlenme teklifini yapmış olursunuz.

4) allah'ın emri ve peygamberin kabri ile kızı babasından istersiniz. kızın babası kuzeyli olduğu için soğuk kanlıdır ve kesin izin verir. oysa türkiye'de olsanız işiniz zor.

5) 6 ay evlenme hazırlıklarını sürdürür ve güneşin doğuşunda 3 saatlik gerdek gecesine girersiniz.
diye gider.

doğum günü

baktığımız zaman tüm insanlar doğum günlerini doğdukları günün yıl dönümü olarak nitelendirmiştir. oysa yaşam içerisinde bizler çok kez ölür ve yeniden doğarız. birçok karanlık , birçok gündüz yaşarız ve bu gündüzlerin herbiri yeni bir doğum günüdür aslına bakılırsa.

belki doğduğumuz gün acı bir gün ifade eder bize." ulan ben niye doğdum şimdi ? uğraştığım işlere bak. " deriz. doğum günü kutlamak aptalca gelir. oysa kutlanacak o kadar çok doğum günü vardır ki.

ölüm için bir şey söyleyeyim. "ölüm, hayatımızı kaybetme yollarından sadece bir tanesidir." yani bu kadar hayat yitirme varsa yaşamın içerisinde, birçok da doğuş var demektir. mesela yıllarca beklediğimiz sevgiliye kavuşmak , mesela mükemmel bir konser vermek , mesela en dertli zamanında arkadaşlarınla şahane bir gün geçirmek.
yani birçok doğum günümüz vardır bizim. her yeni başlangıç , eskiyi silip yepyeni bir sayfadan bakmak hayata . hepsi doğum günlerimizdir.

kentsoylu bir aşkın karşısında arabesk kalmış bir doğum günü mektubumdan alıntı bir paragraf keserek anlatmak gerekirse;

"belki bilirsin, ben doğum günlerini pek takmam. ama bu sefer doğum günü klişelerinden birkaç şey isteyeceğim senden. birincisi, herkesin yaptığı birşey olarak doğum günü çocuğunun dilek tutması... yazıyı yazan ben ve alan sen hakkında, içinde bizim olduğumuz bir dilek olsun. ikincisi için de, kendi doğum günü tanımımı yapmam gerek. bence doğum günü hergün olabilir, her yeni bir başlangıcımız, her yeni güzel bir şeye başlamamız doğum günümüz olabilir. biliyorum hayatında birçok aksaklık var ama bu doğum günüde bir de benim tanımım doğrultusunda doğum günü olmasını diliyorum. sorunları çözüp, hayata yeni bir yön vermek... "

e tabi cevabı da var bugün... o yüzden bugün benim belki de harbiden doğum günüm. ya da öylesine günlerden bir tanesi.

allah ın varlığının bilimsel olarak ispat edilmesi

Metin Şentürk'ün söylediği güzel bir söz bu ispatı da yorumluyor aslında;

" Görmeden inanmam! "

yunanistan

2 yıl öncesinde bir masa etrafında konuştuğumuz mevzuydu yunanistan. yunanistan seçimlerinde muhalefet parti ykp türkiye'de hayal bile edemeyeceğimiz yüzdelere ulaşıyordu ancak devrim olmuyordu sebebini de elimizdeki lenin'in kitabı açıklıyordu; "bir yerde alt sınıfın başa geçmesi için, alt sınıfın güçlenmesi yetmez. üst sınıfın da güç kaybetmesi şarttır." belki ernesto che bunu böyle yapmadı ama yunanistan sosyalistleri bunu böyle görüyordu. yani avrupa'da kapitalizmin sarsıldığı günler bekleniyordu.

2008'in sonlarına doğru -yani bugünlerde- kapitalizm sarsıntıya uğradı. marx'ın haklı olup olmadığı tartışılmaya başlandı. ekonomi giderek geriledi ve beklenen günler yaklaşıyordu yunanistan'da. kapitalizm sarsılıyor ve üst sınıf, alt sınıf tarafından bozguna uğratılmayı bekliyordu. aleksandros adında 16 yaşındaki bir gencin ölümü de bir kıvılcım oldu ve ülkede karışıklıklar başladı.

yunanistan ve bugün, bugünün beklenişi bundan ibaret ancak bunun türkiye'ye katkıları da konuşulması gereken konular arasında. yunanistan bir kişinin canı bu kadar kıymetliyken bizim tersanelerimiz, işkencelerimiz bu kadar basitleşmişken artık halk düşünmeye başladı. televizyonda bir ölüm gördüğümüzde aile tepki göstermeden izlerken, şimdilerde "ulan bi komşuya bak, bir de şuraya bak. yazık, yazık." sesleri alıyor ölümün sessizliğini. bu iyi bir şey ve eminim buna benzer çok iyi yönde etkilenme olacaktır türkiye'de. zaten 2 sene önce konuştuğumuz şey de yunanistan'da olacak olan ayaklanmaların avrupa ve türkiye'yi nasıl etkileyeceği üzerineydi. biz istesekte istemesek de bugün türkiye'de ve dünya'da sol görüş kitlesi artacaktır çünkü bütün bu olanlar bu ilerlemeyi olanaklı kılıyor.

yunanistan sol hareketi üzerine pek bir şey bilmesem de, ykp'nin tkp çizgisinde bir parti olduğunu tkp'nin seçim mitinglerinde gördüm ve umarım sol hareket hata yapmayacak ve yanlış çizgide yürümeyecektir.

erdal eren

bundan tam 28 yıl önce cunta tarafından asılmış türkiye devrimci komünist partisi üyesi ve ankara yapı meslek lisesi öğrencisi.

egoizm

osho'nun garip bir bakış açısı getirdiği şey.

kısaca deyinmek gerekirse; bir insanın egoist olması, kendi mutluluğunu istiyor olmasıdır ve kendi mutluluğunu elde etmek içinde mutlu bir çevreye sahip olması gerekir. başkalarının mutluluğu bir kişiyi mutlu ediyorsa o zaman kişi mutlu olmak için başkalarının mutluluğunu da ister ve bunun için çaba gösterebilir. böylece egoizmi güzel bir sonuca bağlamış olur.

evet osho'nun bakış açısı güzel ve bir o kadar da garip ama bunun böyle olması saçma çünkü etrafımızda gördüğümüz birçok egoist kimse etrafındaki mutluluklara, mutsuzluklara "öff banane beni ilgilendirmiyor, ben kendime bakarım." tavrıyla tepkisiz kalıyor. egoizm, diğer insanların mutluluğunun kendini mutlu etme bilincinden yoksundur. bu yüzden de bu doğrultuda hareket etmesi mümkün değildir. ancak bu bilince varanlar egoist düşüncedeki duygularını bastıracak ve toplumu düşünmeye endekslenecektir.

aslında osho'nun demek istediği şey güzel ama egoizmin tanımına bile uymadığını düşünüyorum. incelemek isteyenler osho'nun aşk özgürlük tek başınalık kitabına göz atabilirler.

oğlum

bir babanın oğluna söyleyeceği en duygusal , en içten sözdür. düşünüldüğünde insanda duygusallık yaratandır.

erkek bir kimse düşünüldüğünde sevgi dolu sözleri pek beceremediği bilinir ve bu sebeple de olsa gerek en duygusal söz budur.tıpkı aşık olunan kızın adını haykırmak gibidir. şöyle içten bir oğlum deyişi kime hadi baba gene yap dedirtmez ki.

kendimden düşündüğüm zaman hiçbir zaman duygusal sözleri tercih etmeyeceğim için - ki bütün babalar böyledir sanırım - söyleyeceğim en mükemmelliyetçi söz bu olacaktır. ve gerçekten içten ve gerçekten gurur duyduğum için ve gerçekten duygusal ve gerçekten oğlum.

insan

insanlar üçe ayrılır ;

1. sayı saymasını bilenler,
2. sayı saymasını bilmeyenler.

gazete satan solcu ogrenci

insanları okuyarak kendini geliştirmesini gerektiğini gösteren ve bunun için ülkedeki sorunları ele alarak kişilere nakletmeye çalışan , toplumun gelişmesi uğruna saatlerini vermiş , ülkesi için çalışan bir öğrencidir.

bu öğrenciler çoğu zaman faşist kişilerce dayağa mahruz kalırlar ve bu öğrencilerden biri de keratadır.

2 tür insan vardır. 1 okuduğu hakkında yorum yapanlar , 2 okuduğu karşısında önyargılı olanlar.

işte bu öğrencilere bu faşist müdaheleleri yapanlar ikinci türden insanlardır. bunlar zamanında kandırılmışlardır ve birilerinin emirleri, gösterdikleri yol uğruna hareket ederler. bir ocağa , partiye bağımlılardır. parti ne düşünürse onu düşünürler kendileri fikir üretmezler.

yani kimileri birilerine bağımlı hareket ederken bu öğrenciler bağımsızlık uğruna , bağımsızlığı getirmek uğruna sokaklarda gazete satarlar. sırf memleketim gelişsin diye. kimileri başbuğ a bağımlılıklarını gösterirken kimileri bağımsızlık uğruna sokaklarda dayak yer.

ayrıca zaten fikir değiştirmek zor iştir. burdaki amaç apolitik insanları biraz politikayla haşır neşir edip düşünmelerini sağlamaktır. beyin yıkama işi sokaklarda olmaz. ancak muhalefet tam tersine sokaklarda olduğu için muhalefet yöntemine buralarda başvurulur.

sigara yasağı

öncelikle bu yasak hakkında herkesin ağzından düşmeyen bir söz var. özgürlük. oysa özgürlük başkalarına zararı olmadan istediğini yapabilmektir. ancak heryerde sigara içilmesi de , hiçbiryerde sigara içilmemesi de bu özgürlük tanımına zıt durumda. o yüzden bu yasanın özgürlük getirdiği söylenemez aksine faşizan bir harekettir.

bugün bir çok fotoğrafçı için mükemmel kareler mevcut olacaktır. özellikle de kış aylarında bu daha da artacak. düşünsenize kar yağıyor , hayvan gibi soğuk var ve elinde sigara 10 kişi kafenin önünde durmuş tir tir titreyerek sigara içiyor.

evet sigara kötüdür , zararlıdır. evet diğer insanlarıda etkiler lakin bu sorun böyle çözülmez.sorunu çözmek için her iki taraf içinde iyi bir uygulama getirilmelidir. şu an sokaktaki insanlara baktığımızda ikiye ayrılmış durumdalar. sigara içmeyenler , çok güzel oldu derken ; içici kesim , güzel oldu bende böylece bırakırım belki diyor. yani savunmaya geçen , yasağın doğruluğunu yanlışlığını tartışan bile yok. oysa sigara tiryakileri * bu sorunun can yakıcı olduğu taraftarılar ve bu gerçekten traji-komik bir durum.

dedik ki sorun böyle çözülmemeli , ortada bir özgürlük kısıtlaması var ve iki tarafında yararına bir uygulama getirilmeli diye. bu da sigara içilen yerler , içilmeyen yerler hatta ve hatta kafeteryanın içerisinde sigara içilen bölüm ile sigara içilmeyen bölüm uygulamasına gidilebilir. yoksa okul tuvaletinde öğretmenlerle beraber sigara içmek zorunda kalıcaz ve bu hiç hoş bir görüntü değil.

ihanet

beraberce başkoyulmuş bir yolda yarıda bırakmaktır yoldaşını.

insan ömrü boyunca ihanet her zaman var olmuş ve olmaya devam etmektedir. bazen arka(daş) bazen yol(daş) bazen aşk(daş) bazen. tarafından sonu gelmeksizin devam eden bir ihanet zinciri vardır dünyada.

birgün aşık olursunuz. yeminler edersiniz. artık birlikte olma sorunsalı ortadan kalkmış ileride aynı yatağı paylaşma hayalleri , duygusal bir filmde omuzda ağlama hayalleri , çoluk çocuk hayalleri başlamıştır. fakat işte burda hayatımızda hiç sevmediğimiz nefret ettiğimiz bir söz araya girmektedir. " o da ne " . bir bakarsınız o emin olduğunuz yol ayaklarınızın altında kayıp gider. bastığınız toprak varolmakla yokolmak arasında gidip gelir. o emin olduğunuz yol artık yoktur. bu belki de ( hatta belki de değil kesinlikle ) hayatın bize göstermiş olduğu en büyük ihanettir. çünkü aşk çünkü sevgili hayattır. hayatın ta kendisidir.

bir solcunun dilinden düşmeyen " bir yanımızda ölüm bir yanımızda yar " sözlerine bakacak olursak hayatın bir diğer anlamıda siyasi kavgadır. kavga çemberin her yerinde başlar fakat asla bitmez. * yoldaş denir aynı yola baş koyulur. neyiniz var neyiniz yoksa paylaşırsınız . yolun sonunda bir güneş vardır. herkes o güneşi arzular ve önde engeller vardır. ama birgün bir bakarsınız güneşe ulaşmayı engelleyen o kontrgerillalar yoldaşlarınız çıkıverir. ihanete uğrarsınız.

bir yandan aşk bir yandan diğer aşk. her yandan hayat ihanet etmiştir. artık arkadaşlık avuntu haline gelir. anın mutluluğunu çıkarmak için tanrı size bir kaç arkadaş sunar. bu arkadaşları ne kadar iyi kullanırsanız o kadar çok eğlenirsiniz. arkadaşlar bazen yoldaş bazen bir sevgili bile olabilirler. ama bu anlık yalanlar ve avuntulardan başka hiçbir şey değildir. ve en sonunda yalanlarda birer birer su yüzüne çıkacak ve yalanlar sona erecektir. ta ki yeni yalanlar başlayana dek.
ihanetler sonucunda bunalan insanda en yakın dostunu içki ve sigara olarak bellemeye başlar kısa zamanda. bunların tek kötülüğü bir orospu gibi parayla satılmalarıdır.

2008 eurovision şarkı yarışması

Türkiye'nin eurovision hakkındaki düşüncellerini ve diğer ülkelere göre nerde olduğunu tamamen ortaya koymuştur.

bana kalırsa kendi içimizde tamamıyla bir rezillik yaşadık bu sene ve ondan önceki senelerde de tabii. nedeni ise diğer ülkelere ve diğer ülkelerin performanslarına bakıldığında bir gevşeklik , bir dalga görmek mümkün. fakat türkiyemize baktığımızda daha aylar öncesinden eurovision konuşulmaya başlanmakta ve burdaki puanlama artık bir milli mücadele halinde görülmekte ki mor ve ötesi'nin , kenan doğulu'nun katılmasının veya katılmaya teşvik edilişinin temel nedeni bu.

bakıyorum fransaya herifler sırf matraklık için çıkmış , bakıyorum ispanyaya öyle. birçok ülkenin şarkısı sokaktan bulunmuş kumbirik şarkılar ve kuşkusuz mor ve ötesi'nin deli parçası en göze çarpan şarkılardan bir tanesi. ancak gözlerinde birincilik hırsı ve mücadele olan ülkelerin başında da türkiye gelmekte. oysa puanlama sistemindeki bu kardeşlik göz önüne alınırsa pek bir mücadele yaratma çabası da olmamalı. eğer olursa mor ve ötesi gibi kalite düşüklüğüne neden olma ihtimali hadsafhada.

bir başka anlaşılmayan ve sanırım asla anlaşılmayacak olan konu da mor ve ötesi'nin eurovision'a çıkmış olmasıdır. bu kadr siyasi ilişkilerin yüksek olduğu bir müzik yarışmasına , grup kimliğini komunizm gibi bir ideolojiyle devam ettiren ve bütün şarkılarını bu ideoloji ışığında yazan bir grubun böylesine siyasi ilişkilerin , çıkarların olduğu bir yere böylesine mücadeleci bir ülkenin grubu olarak katılması da akla mantığa sığan bir durum değil.

yani bu sene hakkında söyleyebileceğim tek şey yazıklar olsundur.

turkiye de sevisme ihtimali

gayet küçük bir ihtimaldir. tamamen hayalleri yıkan , insanın ebesine koyan bir ihtimaldir. malesef ve malesef türkiye de sevişme ihtimali normal şartlarda diğer ülkelere nazaran bayağı düşüktür.

yabancı ülkelere baktığımızda sevişmenin çok küçük yaşlara kadar düştüğünü ve gayet normal bir durum olarak incelendiğini görmekteyiz. fakat bu türkiye'nin belki dininden belki başka bir şeysinden böyle değildir. sanırım geleneklerinden olsa gerek -ki türkiye kuyuya atlayanların ardından atlamakta hiç rahatsızlık duymayan bir ülkedir- sevişmeyi 18 yaş öncesinde pek inceleyememekte.

ne yazık ki türkiye gibi güzel bir ülkede doğmanın dezavantajlarından biri haline gelmiştir bu ihtimal ve artık canı iyice sıkmaya başlamıştır kesinlikle. burdan torunlarıma seslenmek gerekirse ; üzgünüm evlatlar. malesef ve malesef dedeniz gibi normal şartlarda sevişmeye çalışırsanız , bu ülkede başarısız olmanız kaçınılmaz. yok zaman geçiyor , devran dönüyor diyorsanız size bir siktir çekmekte kaçınılmaz olur sanırım. neyse bu yazıyı 16 yaşlarında okuduğunuz da ancak bana hak vereceksiniz sanırsam.üzgünüm torunlarım.

e tabi. aranızdan bazıları piçlik denebilecek bir şekilde değişik yollara başvurursa - yani kızları oltaya getirme durumları - bu ihtimal biraz daha yükselebilir. ama kimilerimiz için bu durum düşük ihtimallerden bile kötüdür.

ah be türkiye yaktın bizi.

bir de şöyle bir durum söz konusu ; vermeyen zaten vermez , gösteren gösterip vermez , verenlerde parasıyla...

memleketimde birçok isyan ettiğim şey oldu ama bu sanırım doruk noktasıydı. sözü fazla uzatmadan üç çocuk yapmamızı isteyen başkanımıza dönmek istiyorum. evet başkan ?

ishalken osurmak

(bkz: risk nedir)

lenin hakli cikti

halit çelenk'in dün bu sayfada yayımlanan dört dörtlük yazısının adı ''savaş ve ınsanlık suçluları'' idi; birkaç satır aktarıyorum:

''abd'nin irak'taki insanlık dışı saldırıları üzerine meclis ınsan hakları komisyonu başkanı mehmet elkatmış ve kimi milletvekilleri, sözü geçen öldürüm olaylarını katliam olarak nitelemiş ve amerika'yı kınamışlardır. bunun yanı sıra birçok milletvekili başkan george bush'u mektuplarla protesto etmişlerdir.''

çok yerinde bir girişim.

**

lenin haklı çıktı..

ne diyordu:

''- emperyalizm kapitalizmin en yüksek aşamasıdır.''

doğru mu?..

ıstersen 'yanlış' diye yalanla; ama, hayatın akışı neyi gösteriyor?..

'küreselleşme' sürecinin balayı yıllarında 'emperyalizm' sözcüğü tu kaka oldu; lenin'in üstüne çarpı işareti kondu; oysa hazretin yazdıkları bir bir gerçekleşti...

ne yazmıştı?..

kısaca:

''1) kapitalist üretimin tekelleri yaratacak gelişme düzeyine erişmesi..

2) dünyada banka sermayesiyle sanayi sermayesinin kaynaşıp 'mali oligarşi'yi oluşturması..

3) mal ihracatı sürerken sermaye ihracının özel önem kazanması..

4) dünyayı paylaşan uluslararası tekellerin güçlenmesinden doğacak istencin birleşmesi..''

hepsi bir araya gelince, emperyalizm, lider olarak george bush'u yaratacaktı...

hiç kimse kızmasın; vaktiyle lenin tarihsel gidişi görmüş, kitabını yazmış; sovyetler'in yenilgisi bu gerçeği değiştiremiyor. 'meclis ınsan hakları komisyonu'ndaki milletvekilleri vladimir ılyiç'ten hoşlanmazlar; ama, abd'nin neden irak'a ya da afganistan'a el koyduğunu öğrenmek istiyorlarsa, bu azılı 'bolşevik'e kulak vermek zorundalar; bu işin müslümanlıkla, hıristiyanlıkla hesabı yok!..

**

peki, ya angloamerikanların irak'ta işledikleri savaş ve insanlık suçları?..

onlar 'sebep' değil..

sonuç!..

emperyalizmin dünyadaki seçkin lideri george bush ve takımı irak'ta çığrından çıkmış kanlı çatışmalarda insanlığa ve hukuka yüz verecek durumda değiller...

sen petrolden haber ver!..

''mali sermaye oligarşisi''nin keyfi yerindeyse sorun yok!.. bir yandan insanlar öldürülürken; işkenceyle telef edilirken; çoluk çocuğa kıyılırken; kadınlar, yaşlılar helak olurlarken irak petrolü yeryüzü nüfusunun yüzde 5'ini oluşturan ve akaryakıtının yüzde 25'ini harcayan amerika'ya doğru mu akıyor?..

yeterlidir!..

**

bu yazıyı sovyetler yıkılmadan önce yazsaydım, ''lenin'i övdü'' diye savcının iki eli yakamdaydı; iddianame, dosya, yargılama, komünistlik suçlaması ve mahpusluk baskısı cabası...

hey gidi garip dünya!..

doğruyu yazmak, gerçeği dile getirmek, her zaman kolay olmuyor!..

ılhan selçuk