bugün

Türkiye ekonomisi 2005 yılında %7.6 oranında büyüyerek 16 çeyrek dönem arka arkaya kesintisiz büyüme rekorunu kırdı.Kişi başına gelir ilk kez 5008 dolar oldu.(Cumhuriyet Tarihinin Rekor seviyesi)Geçen yılın son çeyreğinde GSMH artışı %10,2, GSYiH artışı da %9,5 oldu.

Türkiye istatistik Kurumu (TÜiK),üretim yöntemiyle hesaplanan GSMH ve harcama yöntemiyle GSYH sonuçlarını açıkladı.Buna göre,geçen yılın son çeyreğinde ise GSMH artışı %10,2, GSYiH artışı da %9,5 oldu. Büyüme,piyasa beklentilerinin üzerine çıkarak, 2005 yılında gayri safi milli hasılada (GSMH) % 7,6, gayri safi yurtiçi hasılada (GSYH) ise %7,4 oldu.Büyüme rakamları 2004 yılının tamamında GSMH'de %9,9, GSYH'de ise %8,9 seviyesinde bulunuyordu.

Geçen yıl Türkiye'nin GSMH'si cari fiyatlarla 360 milyar 876 milyon doları,GSYH'si de 361 milyar 470 milyon doları bularak rekor kırdı.2004 yılında GSMH 299 milyar 475 milyon dolar,GSYH de 300 milyar 578 milyon dolar seviyesindeydi.
1.oypa
2.koç
3.sabancı
özellikle son yıllarda, istihdam yaratmayan ve ancak rakamsal olarak yüksek bir büyüme oranı tutturan ülkemiz ekonomisidir. öyle ki, ülkemizin rekor seviyede büyüyen ekonomisinde yaratılan gelir, maalesef, yeni iş alanlarının yaratılmasına değil, spekülatif sermayeye aktarılmıştır. bunun sonucudur ki, ülkemiz, sıcak para akışının en yoğun olduğu ülkelerden biri konumuna gelmiştir. ancak, bu para akışı, ekonomik değerler açısından negatif bir durumdur. nitekim, sıcak para ya da spekülatif sermaye, giriş yaptığı ve yerel parasını aşırı değerlendirdiği ülkelerden (ki bunların son örneği de ülkemizde yaşanan devalüasyondur) aynı hızla * çıkabilmekte ve doğan sermaye boşluğu, yerel paranın bir anda muazzam değer kaybetmesine ve döviz değerlerinin katlanmasına yol açmaktadır. ki bu oluşum, kısaca bir ekonomik krizdir. ülkemizde de 1999 ve 2001 krizleri bu şekilde oluşmuştur.

öte yandan, çin'i bile geride bırakacak seviyede büyüme rakamları yakalayan ülkemiz, işsizlik oranlarında ancak bu yıl * içerisinde bir düzelme yaşamıştır. ancak, rakamsal anlamda, uzun bir aradan sonra, çift haneli rakamların altına düşen işsizlik gerçeği yansıtmaktan yine uzaktır. çünkü, oran düşmesine karşın yaratılan iş sayısında bir değişim yoktur. bir başka deyişle, aynı oranda iş varken, daha fazla insan iş bulmuştur. takdir edersiniz ki, bu ancak, mevcut işlere yeni bireyleri almakla gerçekleşecektir. ancak, yeni iş de yaratılmadığına göre, bu azalmanın nedeni şüphe taşımaktadır.*

tüm bunların yanında, ülkemiz ekonomisi, enflasyon oranlarında büyük bir azalma ve ihracat oranında muazzam bir sıçrama yaşamıştır. enflasyon oranındaki bu düşmede, enflasyon ölçüm tekniğinin ve enflasyon sepetine alınan ürünlerin değiştirilmesinin etkisi olmasına karşın, asıl etken küçülme politikasıdır. nitekim, devletin piyasadan iyice elini çekmesi ile, enflasyon gerilemiştir ki bu da beklenen tepkidir. ihracatta sağlanan artış da dikkat çekicidir. ancak, genel ihracat oranının dışında, 7 eylül 2006'da türkiye istatistik kurumu'nun yayınladığı bültende de belirtildiği üzere, ihracat miktar endeksinde %9,2'lik bir gerileme yaşanmıştır. bunun dışında, ihracatta sağlanan artışı sadece rakamsal olarak değerlendirmek de son derece yanlıştır. nitekim, ihracata konu olan malların da irdelenmesi gerekmektedir. ülkemiz ihracatında ağırlık ,gümrük birliğine girildiği tarihten itibaren hammadde ve ara mallardadır. bir başka deyişle, ülkemiz, ürünlerin hammaddelerini ya da asıl ürüne yardımcı yan ve ara malları üreten bir taşeron konumundadır *. bir diğer önemli rakam da ithalat rakamlarıdır. ülkemiz, ihracatta sağladığı artıştan daha yüksek düzeyde ithalatını da artırmaktadır. bu sadece son yıllara özgü bir gelişim olmayıp, gümrük birliği sonucunda gerçekleşmiştir. ithalatımızda ağırlıklı mallar ise, tüketim malları ve imalat sanayinde olmaktadır. ne yazık ki, bu süreç tamamen dış ticaret dengesini bozan ve dış ticaret açığını arttırıcı bir etki yapmaktadır.

kısaca, ülkemiz, diğer ülkelere * hammadde ve ara malları yani işlenmemiş ya da yarı-işlenmiş mamulleri satmakta ve ancak karşılığında, aynı ülkelerden işlenmiş malları almaktadır. ve tabi ki, üretim süreci içerisinde, bir malın değer zincirinin uzunluğu ile fiyatının doğru orantılı olduğu gerçeği de göz önünde bulundurulursa bu ürünlerin fiyatı da yüksek olmaktadır. yani biz; bizim yetiştirdiğimiz hammadde ile yapılan ürünleri, diğer ülkelerden satın almaktayız. hem de ab'ye girmeden gümrük birliği'ne dahil olduğumuz için bu ithalatı, bir bakıma mecburen ab ülkelerinden yapmaktayız.
şimdi efendim biz ekonomiden bi bok anlamıyoruz, her şey bizim dışımızda gelişiyor diyorsanız fazla teknik olmayan bir dille yazacağım şu yazıyı okuyunuz ve gerçek hayatta neler olduğunu anlayınız.

bir ülkede ekonomi yönetimini etkileyen temel faktörlerden birisi ülkenin borçluluk seviyesidir. Diğer bir deyişle borçluluk oranı fazla olan bir ülke bağımsız ekonomi politikaları yürütmekte zorlanır. Türkiye örneğine bakacak olursak kamu kesiminin toplam borçları gayri safi milli hasılamızın(gsmh) yüzde 50'si civarındadır yani yaklaşık bir 200 milyar dolar civarında borcumuz bulunmaktadır. bu borcun ortalama vadesinin 1 yıl olduğunu varsayarsak ve ülkenin borcun tamamını pat diye ödeme imkanı olmadığını dikkate alırsak bu borcun her sene çevrilmek zorunda olduğu da ortaya çıkacaktır. yani hazine her sene 200 milyar dolarlık borcu ödemek için 200 milyar dolar kadar borçlanmak zorundadır. peki bu kadar para her sene nereden bulunmaktadır? türk mali piyasaları her sene hazineye 200 milyar dolar borç verebilecek derinlikte ve kapasitede değildir. doğal olarak hazine borçlarını ödemek için yabancı kaynaklara yönelmektedir. peki türkiye gibi kırılgan bir ekonomiye sahip bir ülkeye yüksek tutarlarda borç vermeyi kim göze alır? normal şartlarda kimse göze almaz fakat eğer faiz oranınız dünya faiz oranlarının 10 puan üzerinde olursa istemediğiniz kadar borç bulabilirsiniz. işte türkiye'de olan da budur efendim. bizim faizlerimizin neden hala yüzde 20'ler seviyelerinde gezinmesinin sebebi hazinenin paraya muhtaç bir finansal yapıda olmasıdır.

şimdi bir bilgi daha verip yolumuza devam edelim. 2001 yılında başlayan imf destekli programımızın hedefi nedir? temel hedef fiyat istikrarını korumak ve güçlü bir ekonomik yapı kurmaktır. fiyat istikrarından kastımız enflasyonun düşürülmesi ve tek haneli rakamlarda tutulmasıdır. bir ülkede fiyatlar nasıl düşürülür peki? fiyatları düşürmenin daha doğrusu fiyatların artış hızını düşürmenin çeşitli yöntemleri vardır. biz ekonomide bunlara sıkı maliye ve sıkı para politikaları deriz. peki nedir bu politikalar? kabaca sıkı maliye politikaları devlet harcamalarını azaltmak iken sıkı para politikası da para arzını kontrol etmektir, yani piyasadaki fazla paranın devletin kasasında durmasını sağlamaktır. türkiye cumhuriyeti zaten sürekli borçlanmak durumunda olduğu için mecburen sürekli tahvil satar ve piyasanın elindeki parayı çeker. bu durum hem enflasyonu durdurur hem hazineye fon sağlar. devlet harcamalarından kısmak da hazinenin elinde borç ödemek için ekstra bir kaynak oluşturur. faiz dışı fazla hedefinin konulması hem borç ödeme imkanı verir hem de kamu harcamalarını düzenler.

gördünüz, ekonomi politikamız böyle işte. peki bu ekonomi politikaları ekonominin kendisini nasıl etkiler? sıkı maliye politikası ve sıkı para politikası iç talebi daraltır. insanlar ellerindeki parayı faize yatırırlar, devlet harcamaları azaldığı için kişilerin eline geçen gelir de azalır. faiz oranları yüksek kaldığı için yatırımlar da azalma sürecine girer. bu şartlar altında ekonominin büyümesini sağlayacak tek faktör ihracattır. çünkü ihracat yabancı ülkelerden gelen taleptir ve yurtiçi ekonominin daralmasından en az etkilenecek yer orasıdır. bizim programımıza da zaten o yüzden ihracata dayalı ekonomik program denilmektedir. fakat şimdi garip bir durum vardır, ihracat gelirleri dolar kuruyla doğru orantılıdır. yani dolar kuru ne kadar yüksek olursa o kadar çok ihracat yapılır denebilir. ama yukarıda da belirttiğim üzere hazine yüksek borçlanma gereğini gidermek için faiz oranlarını yüksek tutmak zorundadır. yüksek faiz oranları yabancı yatırımcıyı ülkeye çekmekte ve ellerindeki dolarları bozdurmalarına sebep olmaktadır. yüksek faizler yüzünden sürekli yabancı yatırımcı gelmekte ve sürekli dolar bozdurulmaktadır. peki dolar arzının bu kadar yüksek olduğu bir ortamda dolar kurunun yüksek kalma ihtimali var mıdır? tabi ki yoktur. şu anki kurlara bakarsanız ne demek istediğimi de anlarsınız. her şeyi bırakın seçim sonrası iyileşen beklentiler sonucu dolar kurunun daha da aşağı gitmek istemesi, kur aşağı gittikçe ithalatın artıp ihracatın azalması merkez bankasını kara kara düşürmektedir.

şu şartlar altında merkez bankası gecelik faizleri indirse ve piyasaya likidite enjekte etse ne olur? faiz oranları zaten inmek istediği için faizler anında aşağı doğru hareketlenir. faizler aşağı hareketlenip piyasa likiditeye boğulduğu için anında dolar kuru yükselmeye ve akabinde enflasyon artmaya başlar. zaten tl'ye güvenmeyen bir millet olduğumuz için bu aralıkta yaşanacak bir panik bizi hiperenflasyon ve çok haneli faiz rakamlarına götürür ve yeni bir kriz yaşarız. bu sebepten dolayı faizlerin kısa dönemde yüksek kalması zaruridir.

peki faizler indirilemiyorsa ve yüksek faiz ekonomik büyümeyi engelliyorsa ne yapabiliriz. çaresiz gibi gözükmekteyiz fakat çözüm bellidir. ülkemizde faizin yüksek olmasının sebebi risk primidir, gerekli şartlar sağlanırsa varolan faiz oranları risk primi kadar düşürülebilir. bunun anlamı şudur, eğer türkiye kredibilitesini artırıp saygın bir ülke konumuna gelirse risk taşımayan bir ülke olacağı için faizlerin taşıdığı risk primini de üzerinden atar ve gelişmiş ülkeler kategorisine terfi eder. kısa vadede, ekonomik ve siyasi konjonktür dikkate alındığında, bunun olması biraz zor gözükmektedir. bu sebepten yüksek faiz düşük kur politikasına mecburen devam edilmektedir. ama umut fakirin ekmeğidir, uzun dönemde gelişmiş ve saygıdeğer bir türkiye göreceğimizden kuşkum yoktur..
iktisadi tabirle giant economy dir.
özür dileyerek bir alıntı yapmak istiyorum,yeterince açıklayıcı olucaktır.

11.07.07 tarihli hürriyet gazetesinde prof. dr. şükrü kızılot un bir yazısı vardı.Seçimlere 11 gün kala gerçekten rakamlarla mükemmel yazmıştı.Odamın panosunda asılı durur hala,buyrun lütfen:

--spoiler--
iç ve dış açığa emanet para desteği

ASLINDA, emanet para dediğimizin bilinen adı "sıcak para". Ancak bu deyimi kullanınca, bazıları sıcak ekmek gibi güzel bir şey zannediyor. O nedenle "emanet para" deyimini özellikle kullanıyoruz.

Cumartesi günü, diğer ülkelerle de kıyaslayarak açıkladığımız gibi Türkiye, dünya piyasalarına göre, en yüksek reel faizi veren ülke. Yabancılar, döviz cinsinden yüzde 20 civarında faiz geliri elde ediyorlar.

Bu nedenle, sıcak para için Türkiye en cazip ülke. Türkiye'de hem iç açığını hem de dış açığını, sattığı tesis ve gayrimenkuller, satılan bankalar ve özellikle emanet para dediğimiz sıcak paranın sayesinde kapatıyor.

iÇ VE DIŞ AÇIK

Basit bir anlatımla iç açık; bütçenin açık vermesi oluyor. Bütçenin gelirlerinin (vergi gelirleri ve vergi dışı gelirlerin), giderlerini (borçlanma faizi, personel, cari giderler vs.) karşılayamadığı durumlarda, "bütçe açığı" yani "iç açık" ortaya çıkıyor. Bilindiği gibi bütçemiz, yıllardır sürekli olarak açık veriyor.

Dış açık ise, ülkenin döviz gelirleri ile döviz giderleri arasındaki fark oluyor. Örneğin;

- Türkiye'nin döviz gelirleri (ihracat, turizm, taşımacılık, işçi dövizleri, yurt dışı müteahhitlik vs.) 2005'te 108, 2006'da ise 122 milyar dolar oldu.

- Döviz giderleri de (ithalat, turizm, faiz, taşımacılık vs.) 2005'te 131, 2006'da ise 153 milyar dolar oldu.

Buna göre, döviz açığı (cari açık);

- 2005 yılında 23, 2006 yılında da 31 milyar dolar oldu.

Bilmeyenler için açıklayalım, 2001 yılında, Türkiye'nin cari açığı yoktu. 3.4 milyar dolar fazlası vardı. 2002 sonunda ise cari açık sadece 1,5 milyar dolar idi. Sırasıyla 2003'te -8, 2004'te -16, 2005'te -23, 2006'da ise -31 milyar dolar oldu.

Başka bir anlatımla, 2002'ye göre sadece 2006 yılında, Türkiye'nin döviz açığı (cari açığı) 20 kat arttı. ilk 6 aylık göstergelere göre, 2007 yılında da döviz açığımızın, 2006'dan geri kalmayacağı ve yaklaşık 34 milyar dolara ulaşacağı tahmin ediliyor.

EMANET PARA DESTEĞi

Neriman Teyze'nin anlayabileceği şekliyle açıklamak gerekirse, örneğin 2006 yılında harcadığımız döviz kazandığımız dövizden 31 milyar dolar daha fazla!..

- Peki... Bu 31 milyar dolar açığı nasıl kapattık?

- Yabancılar 2006 yılında, sıcak para yani emanet para olarak 41 milyar dolar getirdiler. 31'i ile açığı kapattık, 10 milyar dolarını da döviz rezervlerimize ekledik. Ayrıca Türkiye'nin yüz milyonlarca dolar kazanç sağlayan kurumları ve bazı bankalarını satın alan yabancıların, bu alımlarla ilgili ödemelerinden dolayı 26 milyar dolar civarında, döviz girişi oldu.

- Bir dakika... Yabancılar o kadar ülke varken, bu kadar parayı niye Türkiye'ye getirdiler?

- Tabii ki kara kaşımıza ve kara gözümüze hayran oldukları için değil. Aldıkları kurumlar, Türkiye'nin gözbebeği ve kárlı olan kurumlardı. Sıcak paraya gelince, yabancılar sözgelimi 10 milyar dolar bozdurup, yüzde 20 faiz veren Hazine bonosu Devlet tahvili alıyorlar. Vade bitince, parayı tahsil ettiklerinde, bu parayla dolar kuru sabit olduğu yani artmadığı için 12 milyar dolar alıyorlar. Dolar kuru düşmüşse (ki bir süredir 1.300'ün de altına düştü) 12,5 milyar dolar alıyorlar. Sonuçta, yüzde 20-25 civarı dolar cinsinden kazanç sağlıyorlar. Bu faizin benzeri, dünyada yok.

Yüksek reel faizle borçlanılıp, hem iç açık (bütçe açığı) finanse ediliyor hem de dış açık (döviz açığı) kapatılıyor.

- Peki, bu ne zamana kadar gidecek?

- Kur düşük, faiz yüksek olduğu sürece, emanet para (sıcak para) gelmeye devam edecek. Kriz olmadığı sürece YTL değerli kalacak. Yüksek faiz verilip, döviz düşük tutuldukça ithalat patlayacak. Ege Cansen'in sürekli yazdığı gibi, düşük kur, ithalatı ucuzlatıp, ihracatı kársızlaştırdığı için dış açık, yüksek faiz de bütçedeki faiz ödemelerini büyüttüğü için iç açık yaratmaya devam edecek.

Bir gün döviz tırmanıp, reel faiz düştüğünde, yabancılar Türkiye'ye emanet para getirmeyecekleri gibi, mevcut paralarını da (bono ve tahvilleri satıp ya da banka mevduatını, fonları bozdurup) dövize çevirerek, Türkiye'den gitmeye başlayacaklar.

işte o anda, Türkiye'de dengeler alt-üst olacak.

Nitekim Hürriyet'te de okuduğunuz gibi, önceki gün Maliye Bakanı, dün de Kemal Derviş, sıcak paradan duydukları rahatsızlığı dile getiriyorlardı.

işin doğrusu, herkes bu tehlikeyi biliyor ancak alınan ciddi bir önlem de yok!..
--spoiler--
her zamanki gibi yine kritik bir dönemdeyiz. aşırı borçlu bir ekonomiye sahibiz. borcun sürekli çevrilmesi gerekiyor. siyasi belirsizlikler ekonomiyi yıpratıyor. dünya ekonomisinin de belirsizliklere gebe olması tedirginliğimizi artırmış durumda.

türkiye'de olması gerektiğinden daha fazla sıcak para var. fakat doğrudan yatırımların aynı miktarda fazla olduğu söylenemez. yüksek cari açık ve sıcak parayla finanse edilen ödemeler dengesi alarm veriyor.

son yıllarda dünya ekonomisindeki iyimserlik ve ırak savaşı sebepli petrodolarlarla likiditeye boğulmuş piyasalar artık doyum noktasına geldi. bankaların kredi hacimleri inanılmaz artmış gözüküyor. bu artışın en büyük sebebi iyimser beklentiler. yani insanlar ödeyemeyecekleri riskler almış durumdalar. zaten son günlerde mortgage kredilerinin geri dönüş oranındaki sorunlar yüzünden tedirginliğimiz ayyuka çıkmış hale geldi.

bankalar çok fazla para yarattılar. insanlar çok fazla kredi aldılar. bana kalırsa bir balon ekonomisi her yeri sarmış durumda. reel piyasa para piyasalarına eşlik edemediği anda krizi yaşamamız kaçınılmaz olacaktır. ve bu krizden en çok türkiye gibi sıcak parayla aşırı fonlanmış ülkeler zarar görecektir.

acilen harcamaları azaltması gereken bir türkiye var karşımızda. faiz oranlarının da "bir şekilde" düşürülmesi şart. fakat en önemlisi siyasi istikrar olsa gerek. sırat köprüsünden geçtiğimiz günler bunlar.. allah yardımcımız olsun..bir daha kimse kriz yaşamasın..
mortgage piyasaları yazısını buraya taşıyorum.

abd'de 3 çeşit mortgage piyasası vardır. bunlardan mortgage kredilerinin en düşük geri dönüşlü olanına subprime mortgage market denir. mali durumu kredi almaya uygun olmayan veya daha önceden herhangi bir finans kurumuyla sorun yaşamış kişiler bu subprime(ikincil)mortgage piyasasında yer almaktadırlar. başlıkta bahsedilen kriz işte bu riskli mortgage kredilerinden kaynaklanmaktadır.

ekonomideki aşırı iyimserliğin gayrimenkul fiyatlarını aşırı şişirmesi(bubble olayı) sebebiyle değişken faizli borçlanma yapan düşük gelirli grup artık bu kredilerini geri ödeyemez duruma gelmiştir. zaten ateşten bir ip üstünde hareket eden dünya finans piyasaları da kredi geri dönüşlerindeki bu soruna anında tepkisini göstermiştir.

gelişen piyasalardaki fonlar daha sağlam piyasalara kaymaya başlamışlardır. neyseki dünya merkez bankalarının piyasaya yüksek miktarda likidite vermesi sonucu global bir kriz olasılığı azaltılmıştır. fakat zaten aşırı doygun piyasalara eklenen bu karşılıksız likidite talep artırıcı etki yapıp uzun dönemde faizleri de artırırsa krizin önünde hiçbir kurumun durması mümkün değildir..
fed'le ilgili bir yazı buraya taşıyorum..

şimdi efendim fed'in faiz indirmesi ne demektir onu bi inceleyelim. fed denen zımbırtı amerikan merkez bankasıdır. aynı tcmb gibi gecelik borç verme ve borç alma faiz oranları vardır. amerikan ekonomisinin dünya ekonomisine yön verdiği düşünülürse amerikan merkez bankasının da dünya finans piyasalarına yön verdiği anlaşılacaktır. kısaca dünyada paranın patronu fed'dir.

dünya ekonomisinde gündem geri ödenemeyen kredilerdir. daha çok mortgage kredileri ve ilişkili menkul kıymetler kaynaklı sorunlarımız var. peki insanlar neden fed'in faiz indirimi yapmasını istiyor. çünkü fed faizleri indirirse kredi borçlusu olup ödemelerine devam eden kişiler daha az para ödemeye başlayacaktır. çünkü sorunlu kredilerin faizleri genelde değişken faizlidir yani güncel faiz oranına göre belirleniyor ve sürekli değişiyor. yani fed faizleri yüzde 5'ten yüzde 4'e çekse borçlunun ödeyeceği faiz de aynı oranda düşecek. ve tabi ki, daha da önemlisi, iyimser bir ortam yaratılmış olacak.

faiz indirimi bir ülkedeki yatırımları canladırıp ekonominin büyümesine sebep olur. ve gündem itibariyle küresel bir krize karşı faiz indiriminin yapılması gerektiği söyleniyor. peki fed neden yıllardır faizleri indirmek yerine yükseltiyor. çünkü amerikan ekonomisi aşırı borçlu bir ekonomi(10 trilyon doların üzerinde borçlu) ve büyük miktarda cari acik veriyor. borcunu borçla finanse etmek zorunda olan amerikan ekonomisi mecburen faizleri yüksek tutuyor. carry trade denen olayın sebebi de tamamen budur yani yüksek amerikan faizleridir. tabii amerika'da yükselme eğilimine giren enflasyon da faizlerin yüksek tutulmasının sebeplerindendir.

şimdi sonuca gelelim. amerikan ekonomisinin hâlâ dış finansal kaynağa ihtiyacı olduğu düşünülürse kısa dönemde büyük faiz indirimleri yapmak amerikan ekonomisinin ve devamında dünya ekonomisinin çökmesine sebep olur. amerika para bulmaya, kendini fonlamaya mecbur bir ülkedir. kendi parasını para basarak karşılayamayacağı da açıktır. küçük faiz indirimleri likidite ve güven kaynaklı mini krizimizi belki erteleyebilir fakat faiz indirimi akabinde bankaların kredi hacimleri artarsa yani insanlar iyimser ortama kanıp yeni borçlanmalar yaparsa orta vadede bu kredilerin geri ödenme problemi ortaya çıkar ve problemin geri dönüşü olmaz. dünya ekonomileri büyük bir düzeltme hareketi yaşar.

piyasalar çok karışık aman dikkatli olunuz..
türkiye ekonomisi iyi midir? yoksa kötü müdür? ülkelerin ekonomilerinin yegane belirleyicisi faizdir. gelişmiş ülkelerin hepsi faiz problemini halletmişlerdir. peki kötü bir ekonomiden iyi bir ekonomiye geçerken hangi öncelikleri gözetmeliyiz veya biz gözettik ilk hedef enflasyondu başarı sağlandı gibi işsizlik eskiye göre aynı peki reel faizler hala %18 yabancı sermayenin türkiye tercih sebeplerinden biri acaba bu olabilir mi? ekonominin bu anlamda büyümesi gerçek bir büyüme mi? ülke ekonomilerinin gerçek belirleyicileri reel faizlerdir. eğerki reel faizler düştükten sonra da yabancı sermayeyi bu kadar ülkemizde tutabilirsek o zaman türkiye ekonomisi gelişmiştir sağlamdır diyebiliriz.
mala , davara bir zarari var mi yok mu diye sordugum ekonomidir.
mallarima zarar gelmesinde...
uzuncana yazmaya gerek görmedim

(bkz: ımf)
bir dönem köylünün ekonomiye yaptığı katkı muazzam boyutlardayken şimdilerde çeşitli politikalarla payın yabancı sermayeye kaydırıldığı ekonomi şeklidir. yapılan özelleştirilmelerle borç ve faizlerine giden paralardan kaynaklı açıkları özelleştirmelerle kapatmaya çalışan, günü kurtarma çabasından öteye gidememiş vahamettedir aynı zamanda. şu sıralar ortaya çıkan olumlu tablo yakında oluşacak bir krizin habercisi gibi duruyor.

(bkz: fırtına öncesi sessizlik)
Bir kez daha varsayımlarımız yoksayıma dönüştü. Dünyada kriz oldu ve bizde de cumhurbaşkanlığı seçimi iyi yönetilemedi. Dünya ekonomisinde yükselen konjonktürün sonuna doğru gelindiğini çeşitli yazılarımda konu etmiştim. Bu hafta içinde yaşananlar aslında daha büyük krizlerin habercisi niteliğinde. Önümüzde daha ciddi krizler var. Niçin böyle oluyor? Yani niçin her yükselen konjonktür mutlaka inişe dönüyor? Bu sorunun tek bir yanıtı var: Fırsattan yararlanarak daha çok para kazanmak isteyenler açısından risk alma iştahı yükseliyor ve herkes yükselen konjonktürden payını almaya çalışınca marjinal alanlara, marjinal kişilere ve kurumlara dönük yatırımlar artıyor. Birçok kişisel yatırımcı yaşamı boyunca hiç görmediği ya da izlemediği ülkelerin tahvillerine, kurumların hisse senetlerine yatırım yapmaya başlıyor. Bankalar konjonktürün normal olduğu ortamlarda asla kredi vermeyecekleri alanlara, kişilere, kurumlara yüksek konjonktürün arkasına takılıp kredi vermeye başlıyor. Mali yaratıcılık en üst düzeye çıkıyor ve kuralların arkasına dolanma hızlanıyor. Sonuçta konjonktürdeki çıkış durunca herkes yatırımını en az zararla kurtarmaya çalışıyor. Herkesin satış eğilimine geçtiği bir ortamda ise herkes zarar ediyor. Bu gibi durumlarda eğer çöküş tam bir çöküş değilse merkez bankalarının piyasaya likidite vermesi çöküşün bir süre ertelenmesine yol açabilir. Nitekim gelişmiş ülkelerdeki bütün merkez bankaları bir haftadır piyasalara milyarlarca dolar likidite veriyor. 2001 yılındaki krizde çokça eleştirdiğimiz IMF'nin hatası buydu işte. Bizim Merkez Bankası'nın piyasaya likidite vermesine engel olmuş ve krizi tam bir çöküntüye dönüştürmüştü. Oysa şimdi gelişmiş ülke merkez bankaları piyasayı likiditeye boğarken IMF hiç sesini çıkarmıyor, hatta destekliyor.

mafhi hoca'nın yazısından..
cari açığını dışardan gelen sıcak parayla finanse edebildiğinden, reel ve nominal faizin yüksek olduğu aynı zamanda gözü hep dünya borsalarında, merkez bankalarında, onların para politikalarında olan ekonomidir. kırılganlıgını üzerinden atamamıştır bu sebepten, ama sanayileşmeye, ihrac etmeye başladığındandır bunlar, büyümenin sancılarıdır.

bir de son dönemde yakaladığı büyümeyi halka yansıtamamış ekonomidir.
Uludağ üniversitesinin 8.yarıyılda Prof. Dr. Erol iYiBOZKURT ve Prof. Dr. Hüseyin ŞAHiN'in verdiği seçmeli derstir.
bugun yazdığım bir makale..

3-4 yıldır aşırı şişmiş bir ekonomi var. Bu sadece Türkiye'ye özgü bir durum değil. Tüm dünya ekonomileri lale devrini yaşamakta. Gelişmekte olan ülkelerin son 5 yıl içerisindeki ortalama büyüme oranları yüzde 5'ten fazla. Doğal olarak bu iyimserlik tüketicilere de yansımış vaziyette. insanlar ekonomideki bu iyimserlikle beraber harcamalarını ve borçlarını artırmış durumdalar.

iktisat literatüründe balon ekonomisi diye bir kavram vardır. "Fiyatlar aşırı şişerse eninde sonunda bu fiyatlar patlamak zorundadır" gibi bir ana fikre dayanır. Benim fikrimce şu an dünya ekonomilerinde olan da budur. Emlak fiyatları ülkelerin enflasyon oranlarından ve büyüme oranlarından çok daha fazla artmıştır. Fakat gelecekteki gelirlerine ve ekonomideki iyimserliğe güvenen insanlar bu aşırı yükselmiş emlak piyasasına taleplerini artırmışlardır. Fakat balon şişmeye devam etmektedir. Geçenlerde yaşanan ikincil tutsat(subprime mortgage) piyasaındaki minik kriz işte bu gelecekteki gelirlerine güvenip de beklentileri olumsuz sonuçlanıp borçlarını ödeyemeyen insanlar sebebiyle yaşanmıştır.

Günümüz ekonomileri globaldir. Ülke ekonomileri birbirleriyle eklemlenmiştir. Güçlü bir ekonomideki bir kriz anında diğer ülkeleri de etkisi altına almaktadır. Paranın dolaşımının önünde hiçbir engel yoktur. Milyarlarca dolar saniyeler içinde dünyanın öbür ucuna gidebilmektedir. Bu durum da saniyeler içinde bir ülkeyi krize sokup krizden çıkarmaya imkan vermektedir.

Son 50 yıldır dolar tek dünya parasıdır ve henüz doların yerine geçebilecek bir para ortaya çıkmamıştır. Fakat son yıllarda euro doların tahtını sallamaktadır. Doların dünya parası olması amerikan ekonomisini ulaşılmaz ve dokunulmaz kılmaktadır. istediği zaman dolar basıp dünya ekonomilerini etkileme kabiliyeti vardır.

Geçen hafta Fed gecelik faiz oranlarını 50 baz puan indirdi. faizdeki bu indirim doların değer kaybetmesine ve doların son 20 yılın en düşük seviyesine inmesine sebep oldu. Fakat Fed kendini buna mecbur hissetti. Mortgage piyasında yaşanan belirsizlikler yüzünden faizler indirildi. Değişken faizli mortgage borçluları artık daha az faiz ödeyecek ve faizlerin geri ödenmemesi gibi bir durumun ortaya çıkış ihtimali ve doğal olarak bir krizin ortaya çıkması engellenmiş olacak.

Doğal olarak dünya borsaları ve finans çevreleri bu faiz indirimine sevinç çığlıklarıyla cevap verdi. Dünya borsaları tavan yaptı. Fakat herkes biliyor ki çok kritik bir sürece girmiş bulunmaktayız. Eğer bu faiz indirimi ekonomideki beklentileri ve iyimserliği artırır ve enflasyona sebep olursa geri dönülemez bir kriz yaşayabiliriz. Öyle bir durumda dolar değer kaybetmeye devam eder, dolardan soğuyan yabancı yatırımcılar euro ya hucum ederler. amerika'nın bütün ödemeler dengesi bozulur ve bir kriz ortaya çıkar. ve bu kriz tüm dünya ekonomileri sarsar.

Çok tehlikeli bir durum söz konusu. Eğer paranızı korumak isterseniz kıymeti kendinden menkul değerlere yönelmekte fayda var. Altın fiyatları tarihi zirvelerinde geziniyor fakat en ufak bir kriz ihtimalinde dahi altın fiyatları yüzde 30 artar. eğer kriz çıkacağına inanıyorsanız paranızı euro veya altın olarak tutun derim..
abd ekonomisi çalkalanıyor. dünya ekonomileri çalkalanıyor. türkiye'de dolar düşüyor, borsa çıkıyor. faizler düşme eğiliminde.

ne kadar garip değil mi? dünya ekonomileri karman çorman bir halde iken türkiye ekonomisi güneş gibi parlıyor.

geçen gün amerika merkez bankası fed gecelik borçlanma faiz oranlarını 5.25'ten 4.75'e çekti. yani yarım puanlık bir indirim yaptı. beklentiler çeyrek puanlık bir indirim üzerine yoğunlaşmıştı ve piyasalar çeyrek puanlık indirimi satın almışlardı yani tüm işlemlerini çeyrek puanlık indirime göre ayarlamışlardı.

peki beklenenden çeyrek puan daha fazla indirim yapılması neden ortalığı bu kadar karıştırdı?

spot ekonomiyi(varolan ekonomiyi) beklentiler şekillendirir. fed beklentiler dışında bir indirim yaptı. ve ekonomi anında olması gerektiği yere geldi. amerikan faiz oranları 5.25'ten 4.75'e inince dolar bazında yatırım yapan yatırımcılar nispi getirisi daha fazla olan diğer ülkelerin paraları cinsinden yatırım enstrümanlarına yöneldiler. bu durumda doğal olarak dolar dışındaki paralara olan talep arttı. dolara olan talep azalınca doğal olarak doların değeri de düştü. tl'nin değer kazanmasının sebebi de budur(tl'ye olan talep artmıştır). doğal olarak türkiye'deki yüksek faizli hazine bonosuna olan talep de arttığı için hazinenin borçlanma faiz oranları da düşmüştür. hazine bonosu dışında imkb'de yatırım yapmak isteyen yeni yatırımcılar olduğu için de imkb yükselmiştir.

Türkiye'de ve dünyada olanlar kısaca böyledir..

ps: kriz senaryolarım devam ediyor..
Dolar hâlâ aşırı zayıf. Dolar-Euro paritesi 1.40'ın üzerinde seyrediyor. Vadeli işlem fiyatlarına baktığımızda doların yükselmesinin beklenmediği görülmektedir. Amerikan ekonomisi en basit gelişmelere bile olması gerektiğinden fazla tepki veriyor. Ekonomilerin kırılganlığı son noktada. Doların zayıflığı sonucu altın ve petrol fiyatları artmış durumda. Altın ve petrol güvenli liman özelliklerini koruyorlar. Altın son 30 yılın en yüksek fiyat seviyelerinden işlem görüyor. Altın ve petrol ticari mal olma özelliğinden öte bir yatırım enstrümanı gibi spekülasyona maruz kalıyor.

Bu hafta Merkez Bankası Para Politikası Kurulu'nun toplantısı var. Fed'in faiz indirimin ardından yerli kağıtların göreceli getiri miktarlarının artması ve zaten mutlak olarak da yerli bonolara gereğinden fazla faiz ödendiği düşüncesinin yaygın olması sebebiyle Merkez Bankası'ndan yeni bir faiz indirimi beklenmektedir. Fakat Türk ekonomisinin aşırı borçlu ve finansal olarak dış kaynaklara aşırı bağımlı bir yapısı olduğu dikkate alınırsa Merkez Bankası'nın büyük miktarlı bir faiz indirimine gitmesi olasılık dışı gözükmektedir. Dünya ekonomilerinde veya Türk ekonomisinde meydana gelecek bir karışıklık yıllardır sürdürülen faiz-enflasyon regulasyon politikalarını yok edebilir. Bu sebeple Merkez Bankası muhafazakar tavrını sürdürecektir.

Başbakan R. Tayyip Erdoğan faiz dışı fazla hedefinin önümüzdeki sene için %6.5 seviyesinde kalmasının olanaksız olacağını belirtti. Bilindiği üzere IMF destekli programımız dahilinde senelerdir ana hedeflerden birisi senelik %6.5 faiz dışı fazla hedefiydi. Faiz dışı fazla hedefini aşağı çekerek daha çok yatırım ve akabinde büyümeye yönelik iktisadi bir politika uygulanması gündeme alınmış olabilir. Bütçenin sıkılaştırılması ve vergi gelirlerinin artırılmaya çalışılması da bu öngörümüzü destekler niteliktedir. Fakat 2008 yılı için 2007 yılında gerçekleşen kadar özelleştirme geliri elde edilemeyeceği ve bu durumun faiz dışı fazla hedefine olumsuz yansıyacağı da ortadadır.
Dün Merkez Bankası gecelik borç verme faiz oranını 50 baz puan indirdi. Faiz indirimini takiben dolar 1.18 seviyesinden 1.23 ler seviyesine çıktı. Bugün itibariyle dolar 1.21 seviyelerinden işlem görmekte. Reel kesim ve hükümet Merkez Bankasından daha büyük çaplı faiz indirimleri yapmasını talep ediyor. Hükümet önümüzdeki seneler için yatırım miktarlarında yüzde 6.5luk bir artışa gidileceği haberini verdi. Bu bilgiye istinaden hükümetin harcamaları artırıp büyümeye yönelik bir politika izleyeceği sonucunu çıkarıyoruz. Büyümeyi amaçlayan hükümetin faizlerin aşağı çekilmesini talep etmesi de son derece normal. Tabi ki düşen faizler sayesinde hükümetin borç faizine ödediği büyük tutar da nispeten azalacaktır. Yani özetle anlatmak gerekirse piyasaların ve hükümetin temennisi şudur: hazır dolar düşmüşken Merkez Bankası faizleri büyük oranda indirmelidir. Faizlerin indirilmesi sonucu dolara gelen talep ve dolardaki artış uluslar arası piyasalarda doların zayıf kalması sonucu enflasyonda önemli artışlara sebep olmayacaktır. Faiz indirimleri sonucu özel sektör yatırımları da artacak ve büyüme hızlanacaktır. Düşük faiz sebebiyle daha fazla kullanılabilir fona sahip olan hükümet de yatırıma hız verecek ve büyümenin devamı garanti altına alınacaktır. Ekonomi büyüyeceği için vergi gelirleri de artacak ve borçların ödenmesi kolaylaşacaktır. Yani bir taşla iki kuş vurulacaktır.

Fakat şöyle bir sorunumuz var. Türkiyenin şu an için 250 milyar dolar civarında toplam borç stoğu bulunmakta. Büyük çaplı faiz indirimi sonucunda hükümet borçlanma yükümlülüğünü yerine getirmekte zorlanırsa ve uluslar arası piyasalarda dolar güçlenmeye başlarsa bir kriz yaşarız. Merkez Bankasının muhafazakar davranmasının sebebi de budur. Bilindiği üzere faizde yapılacak bir indirim Türk bonolarına olan talebi anında azaltacaktır ve hükümetin borçlanması eskisi kadar kolay olamayacaktır. Fakat reel ekonominin gelişmesi orta-uzun vadede olacağı için büyük çaplı faiz indirimlerinin ardından hükümet kaynak sıkıntısı yaşayacaktır. Eğer hükümet kısa dönemde kaynak bulamazsa yurt içinde faizler artmaya başlayacak, tedirginlik artacak insanlar döviz almaya başlayacak ve bir kriz durumu ortaya çıkacaktır. Böyle bir senaryonun yaşanmaması için kısa dönemde büyük faiz indirimlerinin yapılmaması eğer yapılıyorsa da hükümetin borçlarını kısa dönemde fonlayabilecek bir mali yapı içine girmesi şarttır.
Bugun ABDde işsizlik istatistikleri açıklandı. işsizlik başvurularının beklenenden 20.000 kişi fazla olması sonucunda piyasalar anında tepki verdi. Tabiri caizse Amerikan ekonomisi pireyi deve yapmaya başladı. Euro-Dolar paritesi tarihindeki en yüksek seviye olan 1.42nin üzerine çıktı. Altın fiyatları an itibariyle Londrada 763 Usdden alınıp satılıyor.

Finans çevreleri yeni bir faiz indiriminden bahsetmeye başladı. Şu an için FED nezdinde gecelik borç verme faiz oranları 4.75, Avrupa Merkez Bankası(ECB) ise gecelik faizleri 4te tutuyor. Yeni bir faiz indirimi gelirse doların daha da zayıflaması muhtemel. Fakat Amerikan ekonomisinin de aşırı borçlu bir ekonomi olduğu, bütçe ve dış ticaret açıkları verdiği dikkate alınırsa FEDin faizleri istediği gibi indiremeyeceği de ortadadır. Ayrıca FED faiz indiriminin yol açacağı enflasyon tehdidini de dikkate almaktadır.

FEDin yeni bir faiz indirimine gitmesi gelişen piyasalar için kısa dönemde daha iyi tablolar görmemize imkan verecektir. Faiz indirimi akabinde doların değer kaybetmesi ve gelişen ülkelerle Amerika faiz oranları arasındaki marjın açılması global likiditeyi gelişen piyasalara yönlendirecektir. Bunun sonucunda gelişen piyasalarda faiz oranları düşer, hükümetler borç itfasını gerçekleştirme konusunda rahat ederler. Doğal olarak gelişen piyasalar merkez bankaları da yerel faiz oranlarını indirme teşebbüsünde bulunabilirler.

Bu anlatılanların kısa dönemde gerçekleşmesi muhtemeldir. Uzun dönemde FEDin faiz indirmesi akabinde Amerikada ortaya çıkacak enflasyon ve geri ödenmesi zorlaşan borçlar yüzünden FED büyük çaplı faiz artırımlarına gidebilir. Hatta tedirginlik artarsa Amerikan ekonomisi ve doğal olarak dünya ekonomileri bir krizle karşılaşabilir.
Ekonomilerin ve hatta insanların eklemleştiği şu günlerde dünya ve Türkiye ekonomileri birbirinden ayrılamaz bir bütün haline gelmiştir. Kıymetli madenlerin, menkul kıymetlerin ve gayri menkullerin saniyeler içinde kıtalar arası yolculuk yaptığı bir finans dünyasında periferiyi(çevre) merkezden ayırmak imkansız bir hal almıştır.

An itibariyle altın Londra'da 800usd/ons'un hemen üzerinden yani son 28 yılın en yüksek seviyesinden alınıp satılmaktadır. Geçen hafta Amerikan Federal Bankası'nın(Fed) faiz indirimi ve ırak'taki belirsiz durumun devam etmesi altına olan spekülatif talebin devam etmesini sağladı. Altın fiyatları yüksek kaldıkça petrol fiyatları da yüksek kalıyor(petrol 90usd civarında), petrol fiyatları yüksek kaldıkça altın fiyatları da inmek bilmiyor. Bu şartlar altında altın fiyatlarında son dönemde yaşanan aşırı değerlenme(over valuation) kısa dönemde kar satışlarını da beraberinde getirebilir. Fakat altın fiyatlarına teknik olarak bakıldığında (global konjonktürün olumsuz havası devam ederse) uzun dönemde fiyatların çıkış süreci devam edecek gibi gözükmektedir. Global ekonomide yaşanacak herhangi bir kriz olasılığı veya bizzat krizin kendisi altın fiyatlarının çok daha yukarılara çıkmasına sebep olacaktır. Altın fiyatlarının düşmesi için öncelikle doların değer kazanması gerekmektedir. Zayıf dolar, avrupa birliği ekonomilerinin cari dengelerini negatif etkilemeye devam edecektir, eğer Avrupa Birliği Merkez Bankası(European Central Bank = ECB) faiz oranlarını düşürürse dolar göreceli olarak daha değerli olacağı için bu durum ab dış ticareti için olumlu olacaktır fakat ECB'nin enflasyon riskini de göze alması gerekiyor.

Gözler bugün başbakanımız Erdoğan ile ABD Başkanı Bush arasında yapılacak görüşmeye çevrilmiş durumda.
Türkiye'de piyasaların bayram sebebiyle kapalı olduğu geçtiğimiz günlerde Avrupa, ABD ve Uzakdoğu finansal piyasalarında işlemler devam etti. Geçen hafta itibariyle dünya ekonomisini yine ABD kaynaklı veriler yönlendirdi. Geçtiğimiz aylarda yaşanan mortgage krizinden sonra büyük sarsıntı yaşayan ABD ekonomisi toparlanmaya başladı. ABD ekonomisinin düzelmeye başladığını gösteren veriler var. ilgili verilere göre ABD ekonomisinde işsizlik azalırken reel ücret hadleri artmakta. Bununla birlikte toplam kredi hacmi de artıyor. Tabi ki bu verilere bakıp da hemen yorum yapmak yanlış olacaktır. FED kaynaklı faiz kesintileri kısa dönemde beklendiği gibi ekonomiyi canlandırma eğilimine girmiş gözükmektedir. Fakat Alan Greenspanin de belirttiği üzere ABD ekonomisi uzun dönemde enflasyon canavarı ile yüzleşmek zorunda kalabilecektir. Eski FED başkanına göre uzun dönemde ABD ekonomisi kısa dönemde yaşanan canlanma ve talep artışı kaynaklı enflasyonu düşürmek için borç verme faiz oranlarını 2 haneli sayılara çıkarmak zorunda kalacaktır. Fakat verilerin de gösterdiği gibi kısa dönemde ABD ekonomisi olumlu bir görünüm içerisinde. Önümüzdeki günlerde Doların hafiften değer kazanması beklenebilir.

Altın fiyatları petrol ve doların değerine bağlı olarak belirlenmekte. Petrol arzında yaşanan sıkıntılar, OPECin olumsuz açıklamaları ve savaş ortamının yarattığı belirsizlik petrol fiyatlarının yüksek kalmasına sebep oluyor. Petrol fiyatları yüksek kaldıkça altın ve diğer emtia fiyatları da yüksek kalıyor. Emtia fiyatlarının yüksek kalması bazı devletlerin işine geliyor. Örnek vermek gerekirse Rusyanın son yıllarda artan doğalgaz ve petrol fiyatlarından fazladan 1 trilyon dolar nema elde ettiği konuşuluyor. Aynı durum iran için de geçerli. Doların değeri ile altının değeri ters orantılı olarak hareket ediyor. Doların değeri FEDin faiz politikasına göre belirleniyor. Aslına bakılırsa normal şartlarda arz ve talep tarafından fiyatlandırılan kıymetli madenler ve emtia Dolar tarafından fiyatlandırılıyor. Bu durum da emtia ve kıymetli madenlere finansal enstrüman özelliği verirken, spekülasyona da maruz bırakıyor.

iç piyasa yine çalkantılı. Türkiyenin jeopolitik konumu ve global konjonktür Türkiyenin gündem maddelerini belirliyor. Son günlerde Kuzey Iraka yapılan operasyon gündemi meşgul etmekte. Amerika tarafından yapılan "işbirliğimiz devam etmektedir" gibisinden açıklamalar iç piyasanın sakin kalmasına yardım ediyor. Dolar kuru fazla yukarı çıkamıyor, dolar kurundaki hareket parite kaynaklı, yani yurtdışı kaynaklı hareketlerden kaynaklanıyor. Bu durum da iç piyasaların iç gelişmelere tepki vermediğinin ispatı olsa gerek. Türkiyenin mali yapısı artık daha güçlü. En son yaşanan mortgage krizinden hiç etkilenmememiz bunun kanıtıdır.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası(TCMB) gecelik faiz oranlarını 50 baz puan indirdi. 50 puanlık indirim piyasa tarafından indirimden önce tamamen satın alınmıştı. Dolar kuru faiz indiriminin akabinde neredeyse hiç değişmedi. Piyasa oyuncularına normal gelse de 50 puanlık indirimin kura hiçbir etki yapmaması aslında önemli bir olay. Türkiyede reel faiz oranları hâlâ çok yüksek ve bu durum yabancı sermayeyi Türkiyeye çekiyor. Dolar kurunun yukarılara gidememesinin sebebi de bu durumdan başka bir şey değil. Birileri sürekli döviz satıyor ki enflasyonist bir ortamda döviz kuru yerinde sayabiliyor ve hatta aşağı inebiliyor. TCMBnin 80 milyar dolar civarında döviz varlığı var, toplam döviz yükümlülükleri ise 45 milyar dolar civarında. Yükümlülüklerin çoğunluğu bankaların disponibilite ve munzam karşılık olarak TCMB nezdinde bulundurdukları paralar. Son yıllarda TCMBnin döviz varlıkları hep artış trendinde. TCMB her iş günü döviz alım ihalesi düzenliyor ve piyasadan belirli bir tutarda döviz çekiyor. TCMBnin esas amacı fiyat istikrarını sağlamak olduğu için piyasadan çekilen dövizin likiditeyi artırmaması ve enflasyonist bir ortam yaratmaması için TCMB döviz karşılığı piyasaya verdiği TLyi aynı gün tekrar piyasadan çekmekte. Yani likiditeyi sterilize etmekte.

Önümüzdeki günlerde enerji fiyatlarına(elektrik ve doğalgaz için yüzde 10luk bir zam öngörülüyor) ciddi miktarlarda zam yapılması planlanıyor. Uzun süredir zam yapılmayan enerji fiyatlarına birdenbire zam yapılması –ki bu zam yıllık enflasyon oranının bile üzerinde- büyük ihtimalle zam oranına yakın fiyat artışlarına sebep olacaktır. Elde olmayan sebeplerle zorunlu tüketim maddelerine ve tekel niteliğindeki maddelere zam yapılması gerekiyorsa bu zamların frekansının yıllık bazda değil de aylık bazda olmasının fiyat artışlarını dizginlemek anlamında daha mantıklı olacağını belirtiyorlar. Yeni zamlarla birlikte TCMBnin fiyat istikrarı hedefini gerçekleştirmesi daha da zorlaşacak gibi gözüküyor.
2007 yılı için Ekonomik Değerlendirme:

2007 yılı için kayıp yıl tanımlaması yapanlar var. Ekonomik göstergelere bakmakta fayda var..

Büyüme hedefimiz yüzde 5.5du. Gerçekleşen büyüme oranı büyük ihtimalle yüzde 4 civarında olacak. Yüzde 1.5 fark küçük gibi gözükse de oranlama yapıldığında hedeften yüzde 27lik bir sapma söz konusu. Bu hem istatistiksel hem de ekonomik olarak önemli bir rakam. Enflasyon hedefimiz yüzde 4tü. Gerçekleşecek rakam yüzde 8 civarında olacak. Beklenen rakamın 2 katı, oransal olarak yüzde 100 bir sapma söz konusu. işsizlik rakamları geçen yıllara oranla pek de değişmemiş gözüküyor. Dış ticaret verilerine baktığımızda cari açığın ve dış ticaret açığının hızla arttığı görülüyor. Cari açığı finans hesabındaki olumlu farkla kapatmaya devam ediyoruz.

Dünya ekonomisine bir göz atalım. 2007 yılı tüm dünya ekonomilerinin büyüdüğü olumlu bir yıl oldu. Artan petrol ve emtia fiyatları global likidite bolluğuna yol açtı. Bu likidite gelişmiş piyasalara ve gelişmekte olan piyasalara yöneldi. Risk almayı seven çeşitli uluslar arası para fonları topladıkları bu paralarla daha yüksek faiz oranları vaat eden gelişmekte olan piyasalara yöneldiler. Gelişmekte olan piyasalara tarihlerinde hiç bu kadar para gelmemişti desek yerinde olur. Doğal olarak tüm gelişmiş ülkelerin paralarının değeri arttı. Türkiyeye milyarlarca dolar para geldi. Türkiyeye gelen para yüksek reel faizden yararlandı ve ülkesine geri döndü. Ülkesine geri dönmeyen paralar yüksek reel faizle tekrar değerlendirildi. Türkiyeye gelen paranın çok küçük bir kısmı doğrudan yatırımlar şeklinde gerçekleşti. Kısaca para ülkeye girdi, nemalandı ve geri döndü. Bu döngünün ülkeye yararı hazinenin borçlarını çevirmesine yardımcı olmasından ibaret. Görüldüğü üzere büyüme beklentilerin altında, işsizlik hâlâ çok yüksek seviyelerde.(ki Türkiyede kayıt altına alınamayan bir işsizlik olgusunun varlığı da bilinmekte). Türkiyeye gelen sıcak para tl talebini artırdı ve tl aşırı değerlendi. Aşırı değerli tl ithalatı teşvik ederken, ihracat için de büyük tehlike teşkil etmekte. Olumlu global konjonktüre, gelen sıcak paraya ve değerli tlye rağmen enflasyon hedeflerinin tutturulamaması ve hedeflenen büyümenin sağlanamaması ekonominin iç dinamikleri ile açıklanmalıdır.

2007 yılında olumsuz görünen tek yer Amerika idi. Aslına bakılırsa Amerikadaki olumsuz görünüm gelişmekte olan piyasalara yaradı, para Amerika dışına çıktı. ikincil mortgage piyasası krizi onlarca finans şirketinin milyarlarca dolar zarar etmesine sebep oldu. Amerikan ekonomisi resesyon tehlikesi içine girince FED faiz indirmeye başladı. FEDin faiz indirmesi kısa dönemde olumlu etkiler gösterse de uzun dönem için umutsuz olanların sayısı çok fazla. Amerikada resesyon beklentisi devam ediyor. Dolar tarihindeki en değersiz seviyelerinde seyrediyor. Mortgage piyasasında yatırım yapmış olan bankalar ve çeşitli fonların finansal yapısı ve kredibilitesi oldukça düşmüş vaziyette. Gelişmiş piyasalardan borçlanıp gelişmekte olan piyasalara yatırım yapan çeşitli fonların borçlanma maliyetleri arttı. Bu durum bu fonların kar marjlarını azaltmaktadır. Daha yüksek faizle borçlanmak zorunda kalan ilgili fonlar gelişmekte olan ülkelere eskisi kadar para getiremeyecektir. Ödemeler dengesinde problem yaşayan ülkemiz için bu durum bir sıkıntı yaratabilir. Zira TCMB faiz indirimlerine devam ederse uluslar arası sermayenin kar marjı daha da düşecek ve Türkiyeye gelen sıcak para miktarı daha da azalacaktır. Borçlanma gereğini yerine getirmekte zorlanan Hazine mecburen ödediği faiz miktarını artırmak zorunda kalacaktır. Aşırı borçlu ülkelerde artan faiz oranları bir sonraki dönemde artacak faiz oranlarının habercisidir. Eğer Türkiye uygun fiyatla yeterli miktarda borçlanamazsa uyguladığı program tehlikeye girebilir, döviz ve faiz simültane olarak yükselmek zorunda kalır..

Faiz dışı bütçe fazlası dengesi hedeflemesinde 1 puanlık indirim yapıldı. Bu durum hükümetin daha fazla harcadığının göstergesi olsa gerek. 2007 yılında harcamalar artmış gibi gözükmekte. Türkiyenin jeopolitik konumu ve dünya gündemi dikkate alınırsa önümüzdeki dönemlerde askeri harcamaların yüksek seyretmesi ve hatta daha da artması beklenmelidir. Askeri harcamalar bütçe içinde önemli yer teşkil etmektedirler.

Sosyal güvenlik sistemimiz çok büyük açık vermektedir. Vakti zamanında uygulamaya konulmuş erken emeklilik yasaları sayesinde insanlar 30lu yaşlarının sonunda emekli edilmiş ve ömür boyu maaş ödemesi ve sağlık garantisi taahhüt edilmiştir. Türkiye nüfusu yaşlanmaktadır ve nispeten genç bir emekli nüfusa sahiptir. Sosyal güvenlik sistemi mecburen açık vermektedir. Sosyal güvenlik sistemini iyileştirmek üzere çalışmalar yapılmaktadır. Emeklilik yaşının 65e çıkarılması gündemdedir. Sosyal güvenlik sisteminin toplumsal adaleti bozmadan düzeltilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde başka sorunlarla karşılaşılması olağandır. Bu konu oldukça hassastır. Sosyal güvenlik sisteminde yapılacak bir iyileştirme genel ekonomi açısından çok olumlu olacaktır.

2008 başında elektrik ve doğalgaza yüzde 10-15 civarında zam yapılması öngörülüyor. Yıllık enflasyon hedefinin yüzde 4 olduğu düşünülürse, zorunlu tüketim maddelerinde uygulanacak bu seviyede bir zammın ne kadar önemli olduğu görülecektir. Uzmanlar sadece 2 kalemde yapılacak bu zamların bile yıllık enflasyonu yüzde 1 civarında artıracağını belirtiyorlar. Global konjonktürde ortaya çıkacak bir olumsuzluk ve tlnin değer kaybetmesi ve buna eşlik eden zamlarla TCMBnin fiyat istikrar programını ne seviyede uygulayabileceği belirsizleşmektedir. Aşırı değerli kur enflasyon hedeflemesinde TCMBye yardımcı oluyor fakat kurun değeri yurtdışında belirleniyor. TCMBnin kura müdahele etme gücü sınırlı. Yani kur ekonomik sistemimiz içinde dışsal bir değişken niteliğinde. TCMBnin elinde sadece faiz kozu var. Ama global bir krizde TCMB de çaresiz kalır. Ekonominin güçlendirilmesi gerekmektedir. ilk hedef toplam borçluluk seviyesinin azaltılması olmalıdır. Borçlu bir ekonomi kriz anında çökmektedir. Ekonomi dışa bağımlılıktan kurtarılmalıdır. Ekonomide oluşturulacak güven havası ile dışarıdan gelecek para doğrudan yatırımlar şeklinde gelecektir. Doğrudan yatırımların kriz yaratma potansiyeli yoktur ve istihdam-büyüme üzerine olumlu etkileri vardır.

2008 yılı dış konjonktüre bağlı bir yıl olarak geçecektir..Ama açıkcası ben biraz karamsarım..
recep tayyip erdoğan'ın dünyanın hiçbir yeri ve nereden nereye kalıplarını kullanarak, makarna, çay, simit hesabı ile açıkladığı ekonomidir. -kendisinin pek sevdiği kalıpla kendisine sesleneyim, dünyanın hiçbir yerinde ekonomi çay, simit, makarna ile açıklanmaz-

sanal bir büyüme vardır, maliyetlerin yükselmesi, aşırı değerli türk lirası politikasına bağlı olarak ihracatın, ithalat karşısında atak yapamaması, buna bağlı olarak üretimin düşmesi, çalışanları işten çıkarılması gözle görülür şeylerdir.

tayyip erdoğan, her seferinde 2001 krizinden dem vurmakta ve ısrarla enkaz teslim aldığını söylemektedir. işin ironik tarafı, bu enkaza karşı uyguladığı politikayı, yine 57. hükümet'in uyguladığı ekonomik politikanın noktasına, virgülüne dokunmadan uygulamasıdır.

diğer taraftan, 2001 krizi; 1,5 yıl öncesinde resmi olarak 30.000 kişinin hayatını kaybettiği, milyarlarca dolarlık zararın ortaya çıktığı bir sürecin etkisinde ortaya çıkmış bir sonuçtur. 57. hükümet'in elbette bazı hataları vardır ancak, unutulmasın ki, 17 ağustos'ta bu ülke tarihinin en büyük kaybını yaşadı belki de...

bugün bir 17 ağustos olsa, 2001'den kat be kat beter duruma geliriz, bu da ekonomimizin durumu konusunda bir karşılaştırma yapmamızı kolaylaştırır.

ayrıca, %25'lik ötv, 2004 yılında depremden kaynaklanan zararı gidermiştir. recep tayyip erdoğan adamsa -bakın adam değil demiyorum- çok övündüğü bu ekonomide, 2004 yılında görevini tamamlamış olan ötv'yi kaldırsın... kaldırsın da görelim icraatını?