bugün

--spoiler--
i will not die, not here, not now
--spoiler--
tribal film. yönetmenine kafan çok güzelmiş güle güle kullan demek istiyorum.

ayık kafayla çözülemiyor lan kurgu. yüksekken izleyin, denedim çalışıyor. tam diyorsun allah kahretsin peçete rulom nerde ağlayacağım ben, hooop balonlar uğultular, mevzuyu kovalamaya başlıyorsun. hikaye çok ilginç, hikaye çok dramatik, hikaye bi mükemmel. la o kitabı... neyse spoylır vermeyelim. ayrıca isabel o nasıl bi güzellik lan. "gözlerinin içi gülmek" deyimi bu kadında hayat buluyor amına koyim.
daha öce bahsettiğim üzre #19570472 eğer ekrana salak bir gülümsemeyle bakıyorsam o film olmuş demektir.
ama arkadaş ben bu film bittiğinde ekrana bi gülüyordum bi salak salak bakıyordum.
anladığım ama anlamadığım filmdir, ya da ne anladığımı anlamadığım. ne anlamadığımı anlasam çözeceğim filmdir.
ne bileyim be sözlük, değişik, bi ara hi mode dayken deneyecem, astrala mı çıkarım lucid mi yaparım acaba merak içersindeyim.
spoiler vermeyecem, veremiyorum zaten, spoiler versem kesin yanlış veririm, o derece.
kötü film, net. izlemeyin, izlettirmeyin. tavsiye arıyorsanız bir özel mesaj kadar yakınım.
--spoiler--
her gölge, ne kadar koyu olursa olsun, sabah güneşi tarafından tehdit edilir.
--spoiler--
Benim okuduklarımdan anladığım kadarıyla bazıları efektleri filan görünce holivud filmi beklentisine girmişler halbuki efektlere rağmen şiirseliği yüksek bir film,bu kitleyici kendi açımdan dikkate almıyorum.
Dikkate aldığım diğer kesim ise karışıklığından dert yanmış.Ayrıca sonlara doğru içlerindeki realist taraf "ama bu kadar da olur mu" diye sitem etmiş.Bu noktaya katılıyorum.Zaten tam puan vermememin nedeni de bu.Ayrıca ekşide film hakkında çok fazla yorum atılmasına rağmen çok az kişi Maya inanışlarındaki ilgi çekiciliği görebilmiş.Salt "aşk" konusu dikkate alındığında da seyirciyi tatmin edebilir bu film,ancak filmdeki dini altyapıyı da okumak filmden alınan haz oranını çok yükseltecektir.
Liseden beri Mayalar,inkalar bana ilgi çekici gelmiştir.Ancak böyle bir ilgisi olmayan seyirci sırf bu film sayesinde bu toplulukları araştırmalıdır.Ama biz araştırmayı sevmeyen bir toplumuz,tembellik yapmayı seviyoruz.Yönetmenin filmi oluşturma süresi 6 yıl diyorlar.Seyirci bir kaç gününü verip araştırma zahmetine girmeli.
Hani bazı filmler vardır bittiğinde "enee noldu ya la şimdi" tepkisi bırakır izleyenin üzerinde işte öyle bir film The Fountain. Müzikleri ve görselliğiyle beni benden aldı resmen. Tam olarak anlamak için bir kez daha izlemem gerektiğine inandım.
sadece clint mansell üstadın yarattığı şaheser soundtrackler için bile izlenebilecek filmdir. death is the road to awe müziği lux aeterna kadar etkileyicidir.
film zaten çok güzel. soundtrackler için fazla söze gerek yok.. (Bkz:first snow)
etkileyici bir film. ayrıca harika müzikleri var. benden önce defalarca paylaşıldığı için tekrar paylaşmayacağım o soundtracki.

filmin basit bir felsefesi var aslında. ancak söz konusu ölüm olunca işler o kadar basit kalmıyor işte.

görsellere diyecek fazla bir şey yok. zaten yönetmen gerekli parayı denkleştirebilmek için bayağı bir süre savaş vermiş, çekimler o sırada sekteye uğramış falan. ama değmiş gibi sanki. yani film görselleriyle insanı büyülü bir dünyaya çekiveriyor zaten. müzikler de işin içine girince masal dinler gibi izliyorsunuz filmi.

filmde çok ciddi new age göndermeleri var. zaten filmin felsefesini süsleyen de o aslında. ama bunun haricinde filmin anlattığı aman aman bir hikayesi, vay be dedirtecek akıl oyunları falan yok. olması da gerekmiyor zaten. sağlam bir tema ve sürükleyici görseller, bu filmi güzel yapmaya yetiyor. ama tabi hakkını da verelim, hikayesi her ne kadar karmaşık olmasa da orijinal ve herkesin kendi kendine yorumlamalarda bulunacağı türden bir şey.

bence izlenmesi gereken filmlerden, ama oldukça çetrefilli bir bilim kurgu filmi muamelesi çekmemek lazım bu filme. o zaman daha fazla etkilenebilirsiniz.
Üzerinde öyle çok fazla eleştiri yapılamayacak film. izlenir. Hugh jackman oyunculuk, clint mansell müzik dersi veriyor. Çekiminde Kullanılan renk tonu çok çok iyi. Üç konunun birbirine bağlanması aşırı sağlam. Rachel weisz' in yalınayak kara basma ve hugh jackman' ın dolma kalemle, ağlayarak eline alyans dövmesi yapma sahnesi için bile izlenir. Belki de hayatta dinlenebilecek en iyi ostlerden birine sahip film.
Güzel film, diğerlerinden farklıydı. Değişik geldi en azından. ilk olarak yorumları falan okudum, spoiler olmadan, dedim bir de kötü film izlemeyeyim gerçi yönetmeni falan da belli daha önceden de filmlerini biliyoruz ama işte. biraz karışık gibi ilk başta ama inanılmaz basit, yani basit de değil de memento kadar da karışık değil mesela.

kısaolarak anlamayanlar için,


--spoiler--
film aşkı anlatıyor, oradaki mitolojik olan şeyler de kitapta yazılanlar, adam kadın bitir bitir dediği için sürekli kafasında canlandırıyor. bu kadar basit.
--spoiler--
abartıldığı kadar olmayan film. iki tema üzerinden yürüyor film. birisi ölümün aşıkları ayırması. diğeri ölümsüzlüğün boktan bir şey olması. izlenmeyecek film değil. ama ahım şahım da değil.

yaptığı felsefe lise 2 seviyede. ilber ortaylı bunu izlese kahrından ölür.
aşk, ölüm, ruhaniyet ve varoluşu konu alan bir film. beğenenin çok beğendiği, beğenmeyenin de hiç beğenmediği bir film. ben şahsen beğenenlerdenim. ilk izlediğimde de çok beğenmiş, karmaşık duygulara kapılmıştım izledikten sonra. zaten benim için bir filmin güzellik kıstası da budur. izledikten sonra derin bir iz bırakıyorsa bende, o film güzeldir. o yüzdendir ki hiç bir zaman hollywoodun vurdulu kırdılı filmlerinden haz etmem. o yüzdendir ki the fountain'ı daha ilk izleyişimde acayip beğendim. geçen gün ikinci defa izledim ve bu sefer daha da çok beğendim. haa, ama bu filmi beğenmediğini söyleyene de sesimi çıkarmam. zevk meselesi sonuçta. benim zevkime uygun bir filmdi, o yüzden sevdim. recep ivedik'i de seven bir insanım. sevdiğim şeyi söylemekten de gocunmam. sırf birisine saçma gelen bir filmi beğendim/beğenmedim diye beni veya bir başkasını tefe koyacak, cahil ilan edecek olanlara da kafam girsin diyorum ve başlıyorum spoiler bombardımanına.

--spoiler--

şimdi giriş olarak söylemem gerekir ki, filmin çok abartılı, çok derin bir felsefi altyapısı, zemini yok. bence beğenmeyenler en çok da bu yüzden beğenmemiş olabilirler. yani çok büyük beklentiler içine girdiğiniz bir film, sığ bir felsefeden ibaret kalırsa elbette hayal kırıklığı yaşarsınız. film bence basitçe new age dinlerinin özünde yer alan "sonsuz bire ulaşma çabası" diye adlandırdıkları öğretiyi işliyor bol bol. zaten dikkat ederseniz her üç hikayede de bir takım inançlara sürekli bir gönderme var. ispanyada geçen kısımda hristiyanlık inancındaki saklanmış yaşam ağacına vurgu yapıyor isabel. günümüz hikayesinde ise inançsız sevgilisine mayaların inanışlarından, mezarına ağaç dikilen adamdan bahsediyor izzy. şibalbaya yolculuk esnasındaysa bol bol budist öğelerle birleşiyor hikaye. zaten bu kısımda turuncu renkler de ağırlıkta.

üç hayatta da neler ortak? hayat ağacı ortak bir kere. hayat ağacı hepsinde de yaşamın, ölümsüzlüğün simgesi. birinci bölümde hayat veren, her tarafı yeşillendiren bir ağaç. ikincisinde maymunu gençleştiren ve ölümü yenmeyi olanaklı kılabilecek bir ilaç. üçüncüsünde de pek farklı bir rolde değil.

şibalba da ortak. şibalba ölümün gerçekleştiği yer demek. ölmekte olan bir yıldıza verilen isim. ölümün huşuya giden yol * olduğunu hatırlatıyor bize. ölümün bir son olmadığını, bilakis ruhun olgunlaşması olduğunu izzy de fısıldıyor aslında sevgilisinin kulağına, ölümü kabullendiğini söylediğinden itibaren.

esas kızımız ve esas oğlanımız da ortak. aralarındaki aşk da ortak. izzy olgun bir ruhu canlandırıyor. ölümün gerçekliğini de, gerekliliğini de kavramış ve kabullenmiş bir ruh. bir anlamda sonsuz yaşamın sırrına vakıf olmuş, sonsuz yaşamın bir bedende hapsolup sonsuza dek yaşamaktansa; bir bedende ölüp sonsuz bir bütünde sonsuzluğa ulaşmak olduğunu kavramış. tomas ise alabildiğine genç ve hırçın bir ruh. ölüme meydan okumak istiyor. ölümün ne gerçekliğini ne de gerekliliğini kabullenmek istemiyor. ispanya kraliçesinin sağ koluyken "burada ölmeyeceğim, şimdi değil" diyerek meydan okuyor ölüme. ikinci kısımda eşinin hastalığına ve ölüme meydan okuyor bulduğu ilaçla. üçüncü kısımda ise izzy'nin "finish it" demesine aldırış etmeyerek meydan okuyor son bir kez daha ölüme. tomasın ruhunun eğitilmesi gerekiyor ve bu görevi de izzy üstleniyor daha olgun bir ruh olarak. hatırlayın, cenazesindeki yaşlı kadın da şuna benzer bir şeyler söylüyordu: "çoğumuz dünyaya geldiğimiz gibi, çırpınarak ve tekmeler savurarak karşılarız ölümü; ama izzy büyük bir olgunlukla karşıladı ölümü."

filmi beğenmeyenlerin takıldığı bir konu da üç paralel hikaye olayı. birbiriyle girintili çıkıntılı, ne olduğu pek anlaşılmayan üç farklı hikayenin iç içe geçmesi... ben o kısmı biraz yanlış anlamış olabilirim ama kendi anladığım şekliyle şahsen çok daha fazla keyif aldım. şöyle ki, ben gerçek olan hikayenin tom'un doktor olduğu ve eşini kurtarmaya çalıştığı kısım olarak algıladım. diğer iki hikaye (ispanyada geçen ve şibalbada geçenler) ise aslında izzynin yazmakta olduğu ve son chapterını yazması için tom'a bıraktığı "the fountain" isimli kitaptı bana göre. hatırlarsanız izzy tom'a şibalbadan bahsederken hikayesine şibalbayı da katmak istediğini söylüyor, tom ise "hikayenin ispanyada geçtiğini sanıyordum?" diye hatırlatmada bulunuyor. ve izzy de "orada başlıyor, şibalbada bitiyor" diye bir cevap veriyor. işte buradan yola çıktım biraz da. izzy kitabı aslında bilerek ve isteyerek bitirmiyor. çünkü dediğim gibi, olgun bir ruh olarak tom'u da eğitmek istiyor aslında. onun da ölümü kabullenmesini sağlamak istiyor, ölümün bir son olmadığını da. sonsuz birlikteliğe ancak bu şekilde ulaşabileceklerini anlamasını istiyor. şibalbada geçen kısım bu yüzden önemli. aslında tom'un meditasyonu ve ruh eğitimi bir anlamda o kısım. aynı zamanda da kitabı tamamladığı kısım. o, halen biricik sevgilisinin ölümünü kabullenememiş. izzy ise ona sürekli telkin veriyor, "finish it" diyerek. tom için kitabı bitirmek ile ruhsal eğitimini tamamlamak arasında hiç bir fark yok. çünkü her ikisi için de ölümün hem gerçekliğini hem de ruhun sonsuz yaşamı için, izzy ile sonsuza kadar bir ve beraber olabilmeleri için, hem de gerekliliğini anlaması gerekiyor. ve sonunda anlıyor da... işte bunu yapmayı başardığı zaman ancak ruhu huzura ve olgunluğa kavuşuyor. izzy'nin mezarına gidip hoşçakal diyecek, kitabı bitirebilecek, meditasyonunu tamamlayacak ve izzy ile aynı bütünün parçası olarak sonsuza dek var olmayı sağlayabilecek olgunluğa ulaşıyor tom. ve şibalba, yani ölü yıldızımız da, ölen yaşam ağacımız da bu sayede yeniden diriliyorlar. çünkü filmin başından beri vurguladığı üzere ölüm bir son değil, ruhsal olgunluğa ya da çevirdikleri şekliyle huzura giden bir yol sadece.

tabi filmin açıklamasında "1000 yıllık bir aşk öyküsü diye bahsettiklerini görünce ben de bir hayal kırıklığına uğradım doğrusu. çünkü dediğim gibi, ben filmde yaşanan zaman haricindeki diğer iki hikayenin izzy'nin kitabındaki kısımlar olduğu fikrine kapıldım daha çok. ama öyle ya da böyle, ben bu şekilde düşündüm bu filmi ve böyle düşününce de çok keyif aldım. halen bile etkisinden kurtulabilmiş değilim çünkü çok basit bir öğreti gibi dursa da ölümü kabullenebilmek kolay bir şey değil. ve bence film oldukça klişe duran bu konudan çok sıra dışı bir hikaye çıkarmayı başarmış. yayında ve yapımda emeği geçenlere selam ediyor, hepinizi kucak dolusu öpüyorum. sağlıcakla kalın, eheheh.
--spoiler--
iyi veya kötü diye yorum yapamadığım film. çünkü anlayamadım tam olarak. zekam el vermedi.
anlayamadığım bir film bir başyapıt da olsa beğenmek zorunda değilim sonuçta.
he bir de ekşi sözlükteki bir elemanın tanımı da çok güzeldi onu da zikretmek istiyorum burada;

"çaresizliği gördüğüm filmdir. gerisinden bir bok anlamadım. sinema kültürüm bu kadar."

evet filmde çaresizlik ve çarenin peşinden koşma anlatılıyor da alemlerden alemlere akması inception havası katar gibi olmuş ama bence film bu şekilde olmamış. yani aslında olmamış demem de doğru olmaz. çünkü filmde birçok şey felsefi bir şekilde anlatılmış-anlatılmaya çalışılmış. simgelenen birçok şey var ve bunu elektronik mühendisliği okuyan bir insanın beyninin algılayamaması normal. hele hele benim kadar az zekaya sahip bir insan için ne kaparsa kardır da diyebilirim.

böyle simgesel şeylerle mesaj vermeye veya birşeyler anlatmaya çalışan filmlere basmıyor benim kafam. matrixi de anlayamadım mesela. kapasite meselesi. ama felsefi düşünebilen insanlar için güzel bir film olduğunu düşünüyorum. evet önemli olan düşünebilmek. ben zekayı daha az yoran, anlamak için çok çaba gerektirmeyen filmleri tercih ediyorum. bu alanda da birsürü müthiş film var nasıl olsa.

--spoiler--
ama şu hatunu kaybetme sahnesi beni derinden yaraladı. ister istemez kendimi koydum onun yerine. (lan daha sevgilim yok bi de he. yalnızlıkta bile böyle duygusal olabiliyormuşum ben). allah her güzel birliktelikte er yada geç iki kişiden birini veya ikisini birden alacak da bunun genç yaşta olması çok kötü be. o durum çok koyar heralde adama. düşünsene dün dolu olan o yatakta bugünden itibaren teksin. zor valla.
--spoiler--
pi ve requiem for a dream şaheserlerinden sonra iyi film yapmaya tövbe eden darren aronofsky'nin temposu düşük, senaryosu kopuk, izlemesi zulüm olan filmidir. yönetmene bakıp film alınmaması gerektiğini öğretendir.
her açıdan muhteşem bir darren aronofsky filmi. bilimkurgu, dram, fantastik, romantik ve felsefik bir film. defalarca izlense yine de aynı tadı verir.
Yaklaşık bir milyon film izlediysem, ilk 5'e girer benim için. Herkes farklı bakiyor demek ki.
kendisi kadar müzikleri de iyi olan filmdir. tekrar tekrar izlese de sıkılmaz insan. değişik duygulara sürüklemişti beni.

https://www.youtube.com/watch?v=C3skXjCmvVc
yılın ilk karı düştüğünde izlenmesi farz olan aşmış film.
https://www.youtube.com/watch?v=sdmPrsKV0Kg

benim izlediğim filmde bu sahneler yoktu. acaba başka daha neler yoktu...
soundtracklari boyut atlamis olan filmdir. filmi bir kez daha izlettirir o derece saglam. bu konuya herkes suphesiz katilacaktir.. fakat film kurgusu senaryosu ise izleyiciyi ikiye ayirir;
cok begenen ya da hic begenmeyen.. arasi olamaz arada kalan bir haz vermez bu film.. ya icine oyle bir girersin ki her sahnesinden bir anlam cikartirsin ya da cok anlam vererek izlemedigin icin bu nasi birsey lan deyip kufur ederek izlersin ya da kapatirsin.. ben kendimi ilk gruba dahil ediyorum kendimi..
bakmadan gecme soundtrackler icin (bkz: clint mansell)
ve son olarak (bkz: rachel weisz) sen nasil birseysin kedi canini senin.. tam kalemim ondan bu kadar cok begenmis olabilirim. bilemedim tam..
(bkz: hugh jackman) A çok şey katan gizli saklı kalmış muhteşem film.
son yıllarda izlediğim en etkileyici film. 2 kere izledim ama tam manasıyla anlayamadım. malum darron aronofsky olunca yönetmen birkaç kere izlemek gerekiyor.

ayrıca iyi anlayıp da lan şurayı da fark ettin mi diyecek varsa beklerim. yeşillendirsin.

death is the road to awe diye bir sountrackı var. dinleyin en iyisi.
sanat nedir sorusuna alternatif yanıtlardan siyah/sarı film.
aslında basit bir hikayesi var ama işte böylesine anlatabildiğinde sanat oluyor.

hugh jackman oyunculuğu dikkat çekiyor ve film müzikleri ise ayrı bir yazı konusu.