bugün

dün yeni bir insan ile bilmem kaçıncı kere yeniden izleme fırsatım oldu.

her seferinde mi farklı bir şey yakalar insan?

bir sanat eseridir.

varoluş döngüsünü anlatır. Artık iyice eminim.
aşk ve ölümün harmanlanıp farklı zaman dilimlerinde kendini gösterdiği ve bize her türlü duyguyu yaşatan film.

1600'lü yıllardaki iza o kadar güzel ki gözlerimi alamıyorum. kendimi tomun yerine koyuyorum ne yapardım diye fakat o o kadar güzel ki. hem ölüyor hem diriliyor hem yaşıyor hem yaşamıyor. ne hayat ne ölüm. ne uzak ne yakın. o her yerde. ne olduğunu bilmiyorsun fakat o seni biliyor. anlaşılmayan her şeyin cazibesiyle yaklaşan bir şey o. müziği iliklerine nakış gibi işliyor ve film biterken kendini odanda buluyorsun. seni nereye götürdüğü nereden aldığı hiç belli değil. o anda sen çoktan tomla izabelle üç hikayenin hepsinde de beynin tasarımsal olarak öldü. içindeki felsefeyi anlamak adına biraz da tarih bilmek lazım. bir de antik yunan miti. bilmenize ihtiyacınız yok ama bilince biraz daha anlamlanıyor. reenkarnasyona inanan beni bile öldürdü yani. keşke öldürmeseydi.

not: sulu göz ağlak insanlar izlemesin. ben 1 saat ağladım ciddi şekilde kendi hayatımla filmi özleşleştirip. ona göre. bu film diğerlerine benzemez. aynı şeyi size yaşatmaz. benden söylemesi.
görsel
Hadi bakalım.

Editlenecek.
Sadece müzikleriyle dahi ayrı bir güzellik kendisi.

Edit: ayrıca felsefi bile diyemeyen adamlar çıkıp felsefeden bahsetmesin
Çok büyük beklentiyle izlemiştim yıllar önce, hayal kırıklığı olmuştu. Tekrar izlemek lazım, anlaşılamayan noktalar olmuş olabilir.
Felsefik bir film.
(bkz: Fışkıye)
engizisyonun balyozunu iliklerinize kadar hissettirecek bir sahneye sahip film.
müthiş müzikli film.

https://www.youtube.com/watch?v=vr0NBPRMe2E
“Her gölge, ne kadar koyu olursa olsun, sabah güneşi tarafından tehdit edilir.”
felsefesi ve müzikleriyle derinden etkileyen tekrar tekrar izlenesi film.

''Eski Ahit’e göre, Cennet Bahçesi’nde iki ağaç vardı. Bilgi Ağacı ve Hayat Ağacı.
Adem ve Havva, Bilgi Ağacı’nın meyvelerinden yiyince, Tanrı bahçeyi onlara yasakladı
ve Hayat Ağacı’nı sakladı.''
https://youtu.be/7FDAkpQSJVA
görsel
--spoiler--
senaryo yakıcı. geçmiş, bugün ve gelecek 3 hikaye şeklinde gösteriliyor. soundtrackına herkesin kulak aşinası olduğunu düşünüyorum.
--spoiler--
"Hayatımız boyunca verdiğimiz savaşlar ölümümüzü anlamlı kılmak için".
görsel
sanat nedir sorusuna alternatif yanıtlardan siyah/sarı film.
aslında basit bir hikayesi var ama işte böylesine anlatabildiğinde sanat oluyor.

hugh jackman oyunculuğu dikkat çekiyor ve film müzikleri ise ayrı bir yazı konusu.
son yıllarda izlediğim en etkileyici film. 2 kere izledim ama tam manasıyla anlayamadım. malum darron aronofsky olunca yönetmen birkaç kere izlemek gerekiyor.

ayrıca iyi anlayıp da lan şurayı da fark ettin mi diyecek varsa beklerim. yeşillendirsin.

death is the road to awe diye bir sountrackı var. dinleyin en iyisi.
(bkz: hugh jackman) A çok şey katan gizli saklı kalmış muhteşem film.
soundtracklari boyut atlamis olan filmdir. filmi bir kez daha izlettirir o derece saglam. bu konuya herkes suphesiz katilacaktir.. fakat film kurgusu senaryosu ise izleyiciyi ikiye ayirir;
cok begenen ya da hic begenmeyen.. arasi olamaz arada kalan bir haz vermez bu film.. ya icine oyle bir girersin ki her sahnesinden bir anlam cikartirsin ya da cok anlam vererek izlemedigin icin bu nasi birsey lan deyip kufur ederek izlersin ya da kapatirsin.. ben kendimi ilk gruba dahil ediyorum kendimi..
bakmadan gecme soundtrackler icin (bkz: clint mansell)
ve son olarak (bkz: rachel weisz) sen nasil birseysin kedi canini senin.. tam kalemim ondan bu kadar cok begenmis olabilirim. bilemedim tam..
https://www.youtube.com/watch?v=sdmPrsKV0Kg

benim izlediğim filmde bu sahneler yoktu. acaba başka daha neler yoktu...
yılın ilk karı düştüğünde izlenmesi farz olan aşmış film.
kendisi kadar müzikleri de iyi olan filmdir. tekrar tekrar izlese de sıkılmaz insan. değişik duygulara sürüklemişti beni.

https://www.youtube.com/watch?v=C3skXjCmvVc
Yaklaşık bir milyon film izlediysem, ilk 5'e girer benim için. Herkes farklı bakiyor demek ki.
her açıdan muhteşem bir darren aronofsky filmi. bilimkurgu, dram, fantastik, romantik ve felsefik bir film. defalarca izlense yine de aynı tadı verir.
pi ve requiem for a dream şaheserlerinden sonra iyi film yapmaya tövbe eden darren aronofsky'nin temposu düşük, senaryosu kopuk, izlemesi zulüm olan filmidir. yönetmene bakıp film alınmaması gerektiğini öğretendir.
iyi veya kötü diye yorum yapamadığım film. çünkü anlayamadım tam olarak. zekam el vermedi.
anlayamadığım bir film bir başyapıt da olsa beğenmek zorunda değilim sonuçta.
he bir de ekşi sözlükteki bir elemanın tanımı da çok güzeldi onu da zikretmek istiyorum burada;

"çaresizliği gördüğüm filmdir. gerisinden bir bok anlamadım. sinema kültürüm bu kadar."

evet filmde çaresizlik ve çarenin peşinden koşma anlatılıyor da alemlerden alemlere akması inception havası katar gibi olmuş ama bence film bu şekilde olmamış. yani aslında olmamış demem de doğru olmaz. çünkü filmde birçok şey felsefi bir şekilde anlatılmış-anlatılmaya çalışılmış. simgelenen birçok şey var ve bunu elektronik mühendisliği okuyan bir insanın beyninin algılayamaması normal. hele hele benim kadar az zekaya sahip bir insan için ne kaparsa kardır da diyebilirim.

böyle simgesel şeylerle mesaj vermeye veya birşeyler anlatmaya çalışan filmlere basmıyor benim kafam. matrixi de anlayamadım mesela. kapasite meselesi. ama felsefi düşünebilen insanlar için güzel bir film olduğunu düşünüyorum. evet önemli olan düşünebilmek. ben zekayı daha az yoran, anlamak için çok çaba gerektirmeyen filmleri tercih ediyorum. bu alanda da birsürü müthiş film var nasıl olsa.

--spoiler--
ama şu hatunu kaybetme sahnesi beni derinden yaraladı. ister istemez kendimi koydum onun yerine. (lan daha sevgilim yok bi de he. yalnızlıkta bile böyle duygusal olabiliyormuşum ben). allah her güzel birliktelikte er yada geç iki kişiden birini veya ikisini birden alacak da bunun genç yaşta olması çok kötü be. o durum çok koyar heralde adama. düşünsene dün dolu olan o yatakta bugünden itibaren teksin. zor valla.
--spoiler--
aşk, ölüm, ruhaniyet ve varoluşu konu alan bir film. beğenenin çok beğendiği, beğenmeyenin de hiç beğenmediği bir film. ben şahsen beğenenlerdenim. ilk izlediğimde de çok beğenmiş, karmaşık duygulara kapılmıştım izledikten sonra. zaten benim için bir filmin güzellik kıstası da budur. izledikten sonra derin bir iz bırakıyorsa bende, o film güzeldir. o yüzdendir ki hiç bir zaman hollywoodun vurdulu kırdılı filmlerinden haz etmem. o yüzdendir ki the fountain'ı daha ilk izleyişimde acayip beğendim. geçen gün ikinci defa izledim ve bu sefer daha da çok beğendim. haa, ama bu filmi beğenmediğini söyleyene de sesimi çıkarmam. zevk meselesi sonuçta. benim zevkime uygun bir filmdi, o yüzden sevdim. recep ivedik'i de seven bir insanım. sevdiğim şeyi söylemekten de gocunmam. sırf birisine saçma gelen bir filmi beğendim/beğenmedim diye beni veya bir başkasını tefe koyacak, cahil ilan edecek olanlara da kafam girsin diyorum ve başlıyorum spoiler bombardımanına.

--spoiler--

şimdi giriş olarak söylemem gerekir ki, filmin çok abartılı, çok derin bir felsefi altyapısı, zemini yok. bence beğenmeyenler en çok da bu yüzden beğenmemiş olabilirler. yani çok büyük beklentiler içine girdiğiniz bir film, sığ bir felsefeden ibaret kalırsa elbette hayal kırıklığı yaşarsınız. film bence basitçe new age dinlerinin özünde yer alan "sonsuz bire ulaşma çabası" diye adlandırdıkları öğretiyi işliyor bol bol. zaten dikkat ederseniz her üç hikayede de bir takım inançlara sürekli bir gönderme var. ispanyada geçen kısımda hristiyanlık inancındaki saklanmış yaşam ağacına vurgu yapıyor isabel. günümüz hikayesinde ise inançsız sevgilisine mayaların inanışlarından, mezarına ağaç dikilen adamdan bahsediyor izzy. şibalbaya yolculuk esnasındaysa bol bol budist öğelerle birleşiyor hikaye. zaten bu kısımda turuncu renkler de ağırlıkta.

üç hayatta da neler ortak? hayat ağacı ortak bir kere. hayat ağacı hepsinde de yaşamın, ölümsüzlüğün simgesi. birinci bölümde hayat veren, her tarafı yeşillendiren bir ağaç. ikincisinde maymunu gençleştiren ve ölümü yenmeyi olanaklı kılabilecek bir ilaç. üçüncüsünde de pek farklı bir rolde değil.

şibalba da ortak. şibalba ölümün gerçekleştiği yer demek. ölmekte olan bir yıldıza verilen isim. ölümün huşuya giden yol * olduğunu hatırlatıyor bize. ölümün bir son olmadığını, bilakis ruhun olgunlaşması olduğunu izzy de fısıldıyor aslında sevgilisinin kulağına, ölümü kabullendiğini söylediğinden itibaren.

esas kızımız ve esas oğlanımız da ortak. aralarındaki aşk da ortak. izzy olgun bir ruhu canlandırıyor. ölümün gerçekliğini de, gerekliliğini de kavramış ve kabullenmiş bir ruh. bir anlamda sonsuz yaşamın sırrına vakıf olmuş, sonsuz yaşamın bir bedende hapsolup sonsuza dek yaşamaktansa; bir bedende ölüp sonsuz bir bütünde sonsuzluğa ulaşmak olduğunu kavramış. tomas ise alabildiğine genç ve hırçın bir ruh. ölüme meydan okumak istiyor. ölümün ne gerçekliğini ne de gerekliliğini kabullenmek istemiyor. ispanya kraliçesinin sağ koluyken "burada ölmeyeceğim, şimdi değil" diyerek meydan okuyor ölüme. ikinci kısımda eşinin hastalığına ve ölüme meydan okuyor bulduğu ilaçla. üçüncü kısımda ise izzy'nin "finish it" demesine aldırış etmeyerek meydan okuyor son bir kez daha ölüme. tomasın ruhunun eğitilmesi gerekiyor ve bu görevi de izzy üstleniyor daha olgun bir ruh olarak. hatırlayın, cenazesindeki yaşlı kadın da şuna benzer bir şeyler söylüyordu: "çoğumuz dünyaya geldiğimiz gibi, çırpınarak ve tekmeler savurarak karşılarız ölümü; ama izzy büyük bir olgunlukla karşıladı ölümü."

filmi beğenmeyenlerin takıldığı bir konu da üç paralel hikaye olayı. birbiriyle girintili çıkıntılı, ne olduğu pek anlaşılmayan üç farklı hikayenin iç içe geçmesi... ben o kısmı biraz yanlış anlamış olabilirim ama kendi anladığım şekliyle şahsen çok daha fazla keyif aldım. şöyle ki, ben gerçek olan hikayenin tom'un doktor olduğu ve eşini kurtarmaya çalıştığı kısım olarak algıladım. diğer iki hikaye (ispanyada geçen ve şibalbada geçenler) ise aslında izzynin yazmakta olduğu ve son chapterını yazması için tom'a bıraktığı "the fountain" isimli kitaptı bana göre. hatırlarsanız izzy tom'a şibalbadan bahsederken hikayesine şibalbayı da katmak istediğini söylüyor, tom ise "hikayenin ispanyada geçtiğini sanıyordum?" diye hatırlatmada bulunuyor. ve izzy de "orada başlıyor, şibalbada bitiyor" diye bir cevap veriyor. işte buradan yola çıktım biraz da. izzy kitabı aslında bilerek ve isteyerek bitirmiyor. çünkü dediğim gibi, olgun bir ruh olarak tom'u da eğitmek istiyor aslında. onun da ölümü kabullenmesini sağlamak istiyor, ölümün bir son olmadığını da. sonsuz birlikteliğe ancak bu şekilde ulaşabileceklerini anlamasını istiyor. şibalbada geçen kısım bu yüzden önemli. aslında tom'un meditasyonu ve ruh eğitimi bir anlamda o kısım. aynı zamanda da kitabı tamamladığı kısım. o, halen biricik sevgilisinin ölümünü kabullenememiş. izzy ise ona sürekli telkin veriyor, "finish it" diyerek. tom için kitabı bitirmek ile ruhsal eğitimini tamamlamak arasında hiç bir fark yok. çünkü her ikisi için de ölümün hem gerçekliğini hem de ruhun sonsuz yaşamı için, izzy ile sonsuza kadar bir ve beraber olabilmeleri için, hem de gerekliliğini anlaması gerekiyor. ve sonunda anlıyor da... işte bunu yapmayı başardığı zaman ancak ruhu huzura ve olgunluğa kavuşuyor. izzy'nin mezarına gidip hoşçakal diyecek, kitabı bitirebilecek, meditasyonunu tamamlayacak ve izzy ile aynı bütünün parçası olarak sonsuza dek var olmayı sağlayabilecek olgunluğa ulaşıyor tom. ve şibalba, yani ölü yıldızımız da, ölen yaşam ağacımız da bu sayede yeniden diriliyorlar. çünkü filmin başından beri vurguladığı üzere ölüm bir son değil, ruhsal olgunluğa ya da çevirdikleri şekliyle huzura giden bir yol sadece.

tabi filmin açıklamasında "1000 yıllık bir aşk öyküsü diye bahsettiklerini görünce ben de bir hayal kırıklığına uğradım doğrusu. çünkü dediğim gibi, ben filmde yaşanan zaman haricindeki diğer iki hikayenin izzy'nin kitabındaki kısımlar olduğu fikrine kapıldım daha çok. ama öyle ya da böyle, ben bu şekilde düşündüm bu filmi ve böyle düşününce de çok keyif aldım. halen bile etkisinden kurtulabilmiş değilim çünkü çok basit bir öğreti gibi dursa da ölümü kabullenebilmek kolay bir şey değil. ve bence film oldukça klişe duran bu konudan çok sıra dışı bir hikaye çıkarmayı başarmış. yayında ve yapımda emeği geçenlere selam ediyor, hepinizi kucak dolusu öpüyorum. sağlıcakla kalın, eheheh.
--spoiler--