bugün

laz isek, 12'den sonra
uykusuz isek, her an
uykudan yeni kalkmış isek, o an
manken isek, kamera karşısında
ümit özat isek, şut çekerken
hakan şükür isek, kaleciyla karşı karşıya kaldığımızda
fenerbahce isek, avrupa maçlarında
galatasaray isek, fenerbahce maclarında
erkek isek, hoş bir bayan karşısında
türk isek, sebepsiz yere her an

karşılabilecek hadisedir..
saçmalamak göreceli bir kavram olduğuna göre kişiye göre değişecek yargı. sözlükte yazar sıfatıyla bulunan ve sözlüğe katkı yapan kimseye söylenmemesi gereken cümle. aşırı önyargı.
aslında yaratıcı beynin, çorba olmuş aklıyla açıklamaya çalıştığı şeyi, katledip saçma ama eğlendirici başlıklara -yorumlara sebebiyet vermesidir.
etrafındaki durağan hallerden fena bıkan kişilerin yapacağı eylemdir...

ben stresimi atmak istiyorum. ana caddenin ortasında çıkıp şener şen çığlıkları atarak koşmak istiyorum. şimdi herkes susmuş bir ben bağırıyorum, ya herkes bağırsaydı? ben saçma mıyım şimdi?

sahil şeridinin bir ucundan bir ucuna çıplak yürümek istiyorum lan! evet! kimse de bana karşı gelemez. gözümü kırpmadan yürümek istiyorum. bu mudur saçmalık? ya herkes çıplak olsaydı? ya şeffaf olsaydık? şimdi ben mi saçma oldum?

sabah uyanıp iskender kebap yemek istiyorum... nesi saçma bunun? ya adet sabahları kebap yiyip, akşamları peynir zeytin yeme esasına dayalı olsaydı... sizin adetleriniz yüzünden saçma oldum ben. bana göre siz saçmasınız.

minibüste muavin "para üstü almayan var mı" diye bağırdığında "para üstü almayanda indir" diye seslenmek istiyorum muavine. malum insanlar düzde,virajda,bakkalda,merdivenbaşında her yerde indirildiğine göre ben de kendimce bir durak yaptım... beni de indirin lan orda! saçmalama lan! inmek istiyorum ben...bakma öyle yüzüme!

sinemalarda en öne oturup tepeye bakıp, alt yazı okumakta zorlananlar için üst yazıyı icat etmelerini istiyorum. en öne oturulduğunda hem alt yazıyı, hem de görüntüyü takip etmek çok zor. ne bakıyorsunuz? alt ve üst yazı olmak üzere iki yazı koymak çok mu zor? saçmalamıyorum ben!

minibüste arkadaki yolcu "şuradan bir öğrenci uzatabilir misiniz" dediğinde elimin altındaki en yakın öğrenciyi alıp şoföre uzatmak istiyorum. sonra şoför de para üstü olarak motorun üstünde oturan iki emekli teyzeyi versin. bakmayın öyle... anlam kaymasını siz yaratıyorsunuz..öğrenci nasıl uzatılır? bana onun için alternatif bir cümle bulun, saçmalayan sizsiniz...

herkesi televizyonlarda yalandan evlendirip reyting yapıyorlar. ben de dişi ayıyla evleneceğim. kimse sallamasa da beni... buldum çözümü, ahu tuğba'yı fino köpeğiyle evlendirmesi için, ibrahim tatlıses'i de dişi bir ayıyla evlendirmesi için program yapımcılarına teklifler sunacağım. yalandan evlilik izleyip bunu gerçek sanıp bir de üstüne tartışan onca insan ne kadar normalse benim tekliflerim onlardan on kat daha normal!

çıkma teklifi etmeyeceğim. birlikte olmak için böyle bir zorunluluk varmış. canınız cehenneme be! bakışarak çözeceğim. bu sözü asla söylemeyeceğim. çıkma teklifini geçtim, o mühim birlikte olma teklifini de götürmeyeceğim. evet-hayır cevabını aldığımda sanki resmi bir belgeye imza mı atıyorum? madem atmıyorsam neden kendimi paralıyorum ben? yapacağım tek bir şey var: her flört öncesi bir belge imzalayıp imzalatmak... zorunluluk budur... siz saçmasınız!

sigara içip içip, üstündeki "sağlığa zararlıdır,kanser yapar" etiketlerini görüp de sigara içmekten vazgeçenini veya bırakanını görmedim. o zaman o etiketler boşuna kağıt israfı değil mi? yönetmelikler saçma be!

aslında saçmalık çoğunluğun yapmadığı, bir tek kişinin yaptığı şeylermiş gibi duruyor değil mi? o zaman saçmalık kalmasın, hepimiz saçmalayalım...
saçmalamakta sonsuz davranmak.

(bkz: saçmalamada sınır tanımamak)
son zamanlarda işim gücüm yok sanırım. bu anlatacaklarım, irdeleyeceklerim sanırım herkese epeyce saçma gelecek. kim kimin için ne kadar saçmadır aceba? kim kimin içindir?

leyla ile mecnun'un hikayesi acaba rapunzel ile birleştirilebilir mi? rapunzel'deki prens çöllerden kalkıp kule dibine geldiğine göre sonra kendini tekrar çölde kör olarak bulduğuna göre... o zaman mecnun leyla'nın saçını her zaman tutup hiç bırakmasa?

üç kapılı belediye otobüslerini bilmeyen yoktur. önde,arkada ve bir de ortalarında kapıları bulunur. en öndeki kapıdan binilir, ortadan ve arkadan ise inilir. hepsinde de dışarıda ön kapıda "binilir", orta ve arkada ise "inilir" yazıyor. otobüse binmek için kuyruğa girdim ve "binilir" yazısındaki inceliği, hinliği yakalamya çalıştım. kuyruk ilerlemeye başladı fakat ben hinliği yakalamya çalışırken kendimi yerde ayaklar altında ezilirken buldum. demek ki bu yazıları okumak için durmamak gerekiyormuş. hatta bu yazılara gerek de yokmuş... arada arkadan binmeye çalışan sivriler olsa da bu yazılar gereksiz değil mi? ah bir de o otomatik kapı yok mu,bir çarpamadı gitti.

buzda dans diye bir yarışma türedi bir ara. hiç televizyon izlemeyen ben, birkaç kere göz misafiri oldum. programda yaşanan polemiklerin yanında jüride bir kadın vardı... aslında balıkçıymış bu kadın,balıkçılar kralı. patenle,dansla falan alakası yokmuş... ama bilgili,kültürlüymüş... paralıymış,sosyetikmiş... balıkçıymış!!! acaba bu kadın buzhane balıklarının buzları ile ilgili bağlantıdan mı buzda dans'a erişmiş?

her atasözünün ortaya çıkmasında hafif bir gerçeklik payı vardır belki. ak göt kara göt belli olacak diye bir atasözü veya deyim var... bunun gerçeklik payı nasıldır acaba?

otobüslerin şoför koltukları sürekli yaylanıyor, ayakları pedallardan kaçmaz mı acaba?

fark ettim de axl rose ile eskilerin küçük emrah'ı şimdilerin büyük emrah'ın sesleri çok benzer... kalından inceye üç farklı ses çıkarıyorlar. slash'le emrah birleşse nasıl olur? iki farklı guns'n roses... tehlikenin farkında mısınız?

köpekler hafif tempoda koşarken kıçlarını kontrol edemiyorlar...

ben saçmalarken kendimi kontrol edemiyorum.
simitçilerin simit satarken nasıl bağırdığına hepimiz şahit olmuşuzdur. "simit" kelimesi yerine her kelimeyi söylerler de bir türlü "simit" demezler. "iscaaak,yeni geldi yeniiii,yekşam simidi,givriieek,taze bunlar..." diye gider bu. kolay değil tabi, gün boyu aynı kelimeyi söyleyerek sokakları turlamak,para kazanmak...kelimeler değişebiliyor.

ama bir de şu var ki... değişimler sonunda "akşam simidi,taze,yeni geldi,gevrek" kelimeleri artık birleşiyor ve "simidiye" ye dönüşüyor. evet, yanlış duymadınız... simidiye! hatta "simidiiiiyeeeee" şeklinde söylediğimizde gözümüzde kulağımızda daha iyi canlanır.

simidiye... bir de mesudiye'li mesutvardı bir zamanlar, selam olsun şener şen'e...

simidiye demişken; hastane departmanı mı denir, bilim dalı mı denir ne denir onlara? neroşiruji, jinekoloji... bir de şunlar var: "hariciye,dahiliye,bevliye,intaniyeee..." aklınıza gelir miydi bir doktorun simit satar gibi ameliyathaneden çıkarken bu şekilde bağıracağı? şahsen ben geçen gece hep bunu düşündüm, uyuyamadım da...

evet konu başlıkla tamamen alakalı, saçmalık üzerine... manzara da şu şekilde. simitçiler nasıl "simidiiiyeee" diye bağırıyorsa doktorlar da bu şekilde bağırsaydı! ameliyathaneden çıkan henüz yeni bir apandisit ameliyatı yapmış bir hariciye doktoru bağırsa... "hariciiiyeeeeeeeee". biri seslense ona, ameliyat ihtiyacını söyleyiverse oracıkta... simit alır gibi ameliyat olsa insan? garip olurdu...

"bevliyeeeee" ... hadi hariciye'yi aldık da bevliye'yi almak hiç hoş olmazdı herhalde genel yapısı itibariyle...

ya da herşeyden vazgeçip hastane koridorlarında simit mi sattırsak? o zaman da belki işler çığırından çıkardı, üstüne seyyar lahmacuncu,işportacı derken, hastanede her salı ve cuma bir pazar kurulurdu. ambulanslar sebze arabasına dönerdi...

anam coştu lan bunlar...
aman bu ne güzel bir başlıktır böyle. ben de bir şarkı söylemek istiyorum. ben burdan söylüyorum siz de eşlik edin.

su sızıyoor sızıyoor
kaşların ara-sından
kaşların ara-sından

eğil bir yol öpeyiim
taşların ara-sından
taşların ara-sından
mehmet okur lu dimes reklamları hakkında yetkililerden açıklama bekliyorum. onca maça,koşturmaya rağmen bu adam kanımca sadece reklamlarda dimes içti. bir de benim dimesim diyor. onun dimes'i değil o... benim mi? onu da bilmiyorum ama itiraz ettiğim nokta o adamın gerçek hayatta dimes meyve suyu içmediği... ali atıf bir, sözüm sana..duruma el koy.

hoşlandığın kıza mesaj atıyorsun;yarın ne yapılacağına dair, içine de sevimlilik adına birkaç espri ekleştiriyorsun ama o mesaja sadece "tmm grsrz kly glsn" gibi bir cevap alıyorsun. ruhunu satmış bu insanlar...

dün gece zan altında kalan üç işçi ezilerek can verdi.

kelimelerin kifayetsiz kaldığı anlarda vücut dili kullanacağım. bu sefer de "hareket yapma" der bu insanlar. ne yapsan yaranamazsın kardeşim bunlara.

doğuş bir aralar bir klip çekmişti, tünelde... kamyonun aynası takılıyordu doğuş'un omzuna... yazık yahu..

lafı geçmişken on yediden tavuskuşu yapın,beni kırmayın.. aslında lafı geçmedi, yine de kırmayın beni.

vadideki dümbük*okudunuz mu?

yarın açacağım dinlenme tesisinin ismi yörsan ve dadaşlar... yersen...

haftaya balkanlar'dan gelen soğuk hava dalgası ile akdeniz'e geçiyorum... biletimi ntv'deki hava durumu spikeri asabi amca kesti.

hakkı devrim'in köşe yazıları sayfanın tam ortasında, köşede değil...

yağmur atacan'a pınar altuğ ile sevgili olduktan sonra sinir olmaya başlamadım, jöle reklamlarına çıkmaya başladığından beri kılım.. çık ulan hayatımdan...pınar'ı da al git buradan...

alfabeden u'ları çıkarttığımızda baya akıcı konuşuyoruz değil mi? yımırtalar?
saçmalamak dediğiniz nedir ki sorarım sizlere.? anlamsız birkaç sözcüklerle oluşturduğumuz cümlelerin anlamlarının bir yere varmamasından dolayı oluşmaz mı?. peki ya nedendir ki saçmalayan insan küçük durumuna düşürülür.. nedendir ki saçmalamak bu kadar abest gelir bizlere.. basmakalıp sözcüklerle boş konuşan bir insanın ağzından çıkan o anlamlı (!) cümleler değil midir dinlediğimiz.. ancak bir kulak verin kafanızdan geçen imla hatalarını umarsızca aşan cümlelerin anlamlarına ya da sizin deyiminizle saçmalıklara.. *
son olarak şunu söylemek isterim ki;
"saçmalanmaz, saç taranır"
eski kız arkadaşım pakize suda'yı çok severdi, o seviyor diye her gün gazetede pakize suda köşesi okumak öyle yoruyordu ki beni... bir anda kelime dağarcığımda "vallahi"ler türedi, r harflerim baskılı oldu, tükürük saçarak bağıra bağıra vurgulu konuşmaya başladım... baktım ki zamanla bunun sonu altın gününe gitmeye kadar varıyor, bu ilişkiyi biitrmeye karar verdim... vallllahi...!! amanın ne oluyor?

adnan şenses'i her gördüğümde aklıma rakı geliyor...

hakan peker bir ara karam diye bir şarkı yapmıştı. şarkının en başında "haleloyloy" gibi bir kısım vardı, aklıma hep o anlarda yamyam dansları gelirdi... sevmezdim de o sıralar hakan peker'i, şarkının ortasında yamyamların hakan peker'i yahni yapmalarını diledim... meğer kendisi yamyammış...

bu gece uyumadım, bir saat boyunca klip izledim, bütün zenci hip hop kliplerinde kendi poposuna bir şaplak atan kız var. arka taraftaki ışıklar da güneş gözlüklerine yansıyor...

fatih ürek, efe mi ne?

derste arka sıralarda hapşıran birine çok yaşa dememenin verdiği huzursuzluğun ne olduğunu bilemezsiniz, bir haftadır bu huzursuzlukla yaşıyorum...

hint fakiri tanımlamasına uyacak kadar zayıfım, kemiklerim sayılır... herkes göbek yapar, hiç göbek yaptığımı bilmem, belki sadece kaburga kemiklerim kaybolmuştur... onu da sanmıyorum...

chp'ye yeni bir üye katılmış, altta da "chp'nin yeni ismi" yazıyordu... chp ismini değiştirdi sandım bir an.

hayalet sevgilim... gerçekten de hayalet gibi bir sesti...

neslihan... hiç sevmedim... malesef hiç sevmedim... sevmeyeceğim de..

dido türküsünü bilirsiniz... na ni na dido... "tut elimden kalk gidelum zigana'ya" kısmı vardır... şu sıralar her önüne gelen bu türküyü söylüyor, bozuyor; mümkünse zigana'ya kadar gitsinler ve dönmesinler, ellerinden ben bizzat tutarak götüreceğim...

hande yener'in suratı uzuyor, her sene bir albüm, her albümde yeni bir yüz, her yeni yüz biraz daha uzamış... muz olma yolunda ilerleyen bir hande...

vatan şaşmaz televole dünyasının en çok şaşıran sunucusu...

kuş gribi geliyormuş, bol bol tavuk stoğu yapalım, tavuk ucuzlar...

kuş gribi gelmiş... vayy.. bizim tavuk da hastalanmış, keselim de yiyelim bari...

gık...
alfabemizde sert sessizler, süreksiz sessizler gibi harfler olduğu gibi küfür etme harfleri adını verdiğim bir harf grubu var. h,ı,m ve n harfleri onlar. hani deriz ya "hımınımmınınımının" diye... tez elden türk dil kurumuna başvuruyorum. ha bir de bülent ersoy ince l si var alfabede...

muzda hans isminde bir yarışma başlatıyorum. almanya'dan bir avuç genci toplayıp bodrum'da muza bindireceğim.

çocuklarımız otomobiller konusunda cama yapışma derecesinde teknik bilgiye sahipler. sekiz yaşındaki bir çocuk son model bir otomobilin camına yapışıp sadece hız ibresine bakıp onun kaç bastığını anlayabilir. riskli oynarlar biraz da... onlara göre ibrenin son gösterdiği sayı, arabanın basma sınırıdır. hatta hız o sayıyı geçtiğinde aracın motoru patlar onlara göre...

bir dönem çok popüler olan sihirli annem dizisindeki tüm karakterler nefes nefese heyecanlı konuşuyorlardı... sihirli annem değil de sinirli annem... sinirli annem fikrini de ilk latif demirci'den duymuştum.

kentucky fried chicken amblemindeki yaşlı adam freud gibi... kentucky freud chicken o zaman...

bilgisayarımız yokken, bilgisayarların çok da yaygın olmadığı zamanlardı... bilgisayarcıya gittik aldık ilk bilgisayarımızı. herkes soruyordu, "ne yapacaksın onunla" diye? "ders yükleyecem ona" diyordum. ders yükleme ne lan? hadi oyun oyna, resim yükle de...

üniversite sınavını kazandığım zamanlar mahallenin herşeye karışan teyzeleri yine beni soru yağmuruna tutmakta gecikmedi. kendilerinin puan sistemiyle hiç bir alakaları olduğunu bilmediğim halde neden puanımı sorduklarını ve cevabımı verdiğimde neden "aferin çok iyi"dediklerini merak ederim... ösym başkanı mı oldunuz? doğru; her yere karışa karışa karışmadığınız bir orası kalmıştı...

otomobil ayakkabı gibiymiş; ikisi de bastıkça açılır...

yuvarlak bir tepeden "gaydırıbubbak cemilem" diyerek gelen bir sümer ezgü'nün önce keli, sonra omuzları, sonra da oynak dirsekleri gözükür... bu görüntüler bu türkünün klibinden... yalan değil...

kaçan tren büyük olur, sizi kaçıranlar size uzaktan öküz gibi bakarlar... ok raydan çıkar.
- sinirlisin ama
+ evet sinirliyim çünkü saçmalıyorsun.
- boşuna sinirlenme ben saçmalamada sinir tanımıyorum.
(bkz: şekil 1 a)
(bkz: tersten seni seviyorum) *
panda'yı kutuplarda yaşayan bir hayvan sanarak büyüdü bu nesil. sorumlusu ben değilim bunun, ne annem ne babam. hatta her şeyin sorumlusu olan televizyonlar da değil bunun sorumlusu. tek sorumlu "panda" markasına sahip dondurma üreticisi... yüzyıllardır bambu yiyen panda'nın çin'de yaşadığını ancak nesli tükenirken öğreniyoruz. yazıklar olsun... dondurmalı bambu falan yese hadi neyse; konuşturmayın beni.

paranın kölesi olacaksın. kölesin ya; büyüklerini sayacaksın; para sayacaksın... milyonlarca parayı sayan adamlar, parayı saya saya kölesi oldular paranın, paraya saygı duyuyorlar. ne diyorum ben? ruhumu da paraya satmışım.

work and travel'i zevk-ü sefa içerisinde sadece travel haline getiren arkadaşlarım var.

çoktan seçmeli üstten usturuplu çok ısırganlı unutkan... nedir bu? biniyorsun hafif raylı taşıma sistemine; zaten ağır raylısını da görmedim ya neyse. önündeki boş olan yirmi koltuktan birini seçiyorsun, tam otururken elin sıkışıyor kenara, koltuk arasına, herşeyi unutuyorsun...

"almanya'dan geldi". çocukluğumda duymaktan en çok nefret ettiğim cümleydi bu. apartmanımızda almancı akrabalara sahip olan çocuklara bu almancı akrabalar almanya'dan oyuncak getirirdi hep. "nereden aldın bunu" sorusuna "teyzem getirdi,almanya'dan" cevabını vereni görmedim. cevap hep aynı, "almanya'dan geldi". nasıl geliyor ulan bu almanya'dan? kendi kendine? ev sahibi hacı bilmemne emminin bile almanya'dan oğlu kendi kendine gelemiyor. o almanya'dan kendi başına gelen oyuncak tırlarınıza binin de almanya'ya gidin sizi gidi veletler sizi; gelmeyin bir daha.

çok idealist bir kimyager olsaydım bulduğum hipotezler için "kimya tersine dönse vazgeçmem" diyerek ortalığı inletirdim. kanun olurdu o hipotezler.

deprem zamanı anında inşaat mühendisi kesilen teyzeleri de gördüm, trafik kazası olduğunda ileri sürüş teknikleri uzmanı olan amcaları da gördüm. ben de hasta ola ola doktor kadar olmuşumdur, ben olmasam da olanlar var. hatta deprem olurken fayların sağ bilmemne atımlı faylar olduğunu anlayabilen babaanneleri de gördüm, eğitime gerek yok bu ülkede.

zaman makinesindeyim. bugün tarih 23 temmuz 2007... cem uzan başbakan oldu. öss'yi kaldırdı; son girilen öss'yi de geçersiz saydı. onca aday boşuna çalışmış oldu. şu an ortalık vasıfsız mühendis,doktor dolu. hatta az önce bahsettiğim ani mühendis,uzman teyze ve amcalar şu an profesör oldular.

bardağın dolu tarafı mı? buzdağının görünmeyen kısmı mı? ikisi de ileride su olacak...
son zamanlarda bazı devlet büyükleri(!) tarafından sıkça yapılan hadisedir.
hayat köşeye sıkıştırmaya başladığında , herşey inatla ters gittiğinde ve kişi artık patlama noktasına geldiğinde yapabileceği en iyi eylem. bir nevi deşarj şekli.
başım ağrıdığında asprini su diil de başka bir sıvıyla içersem başımın ağrısı hiç geçmiycek gibi geliyor...
sabah aç karnına elma yersemde midem ağrımaya başlıyor... bir kitap vardı. orda yazıyordu. cereyanda kalmak diil, cereyanda kaldığınızda hasta olacağınıza inanmak sizi hasta eder falan diye... benimki de o hesap biliyorum ama değişmiyor işte...

herşeyden sıkıldığım zamanlar; regl dönemi öncesi mesela, herzaman dinlediğim ve sevdiğim bir parçayı açtığımda midem bulanıyor. harbiden insanın hep dinlediği bir parçadan sıkılması muhtemeldir ama ben abartıp kusuyorum... abartısız böğüre böğüre hemde...sıkıntı halim geçene kadarda dinlemiyorum asla...

sevgilimin sesi yüksek sadakatin solistinin sesine benziyor. böyle uzun bir tanımlama yaptım çünkü grubun solistinin adını bilmiyorum. çokta umrumda değil açıkçası.. bunu niye yazdım şimdi...yüksek sadakat dinliyorum ya ondan heral...çağrışım.

aslında şuan yazdıklarım içinden söylediklerim gibi bişey...başlığın adı saçmalamakta sınır tanımamak olduğu içinde kasmıyorum. sanki kassam nolur? böyle bir yazıdan nobel ödülü almiycazya hiçbirimiz...orhan pamuk aldı ama... newyorkta akşam yemeğini yiyo şimdi...ben akşam yemeğinde bezelye yemeği yedim. kendim yapmıştım.aslında ben pek yemek yapmaktan anlamam ama bu aralar sardım. hatta öyle ki geçen gün yaptığım patates çorbasının birileri bana tarifini * sorsun diye msn iletime "patates çorbası yapıyor" yazdım... sonra sevgilime gidip "kimse bana yaptığım patates çorbasının tarifini sormuyor" dedim. beni bozmamak için o sordu. tarif ettim. rahatladım. insan heves ediyor tabii...

6 dk sonra korkunç bir film 3ü izlemeye gidicem. bu durumda yalnızca 6 dk daha saçmalayabilirim. aslında bu vesileyle bir insanın 6 dk da ne kadar saçmalayabildiğine de bakıp bilme katkıda bulunucaz.ancak buna yazım hızımı da koymamız lazım. düşünme hızıyla yazı hızı bir diil tabi. hız aslında zamanla aynı şey. burdan bunu anlıyoruz. mesafe zamanla ölçüldüğüne ve yıldızlar bile ışık hızına göre hesaplandığına göre mesafe de zaman demektir ortalama...

dur dur bak aklıma ne geldi? şimdi zaman kavramınıda insanlar var etmedi mi? etti. e o zaman reenkarnasyon varsa ve ben daha önce yaşamış benle bu hayatta karşılaşırsam ne olucak? al işte saçmaladım... ahahahahaha burdan da şunu anlıyoruz ki süresi kısalınca saçmalamakta harbiden sınır tanımıyo insan...maksat saçmalamak olsun...

neyse hadii...
okumayın bunları ha yazık...

eskiden şizofrendi şimdi iyileşti...

bu arada zencileri seviyorum. özellikle konuşurken ki el ve boyun hareketlerini...
"var mı bir isteğin... çot!" bu; ağır abilerle her vedalaşmamda ortaya çıkan sahneydi. ağır abi olan arkadaşlarım vardı. defalarca vedalaştık, bana bir isteğim olup olmadığını sordular hep. isteğimi söyleyecekken de öperken kafa attılar hep. bir anlam yüklü müydü bunda bilmiyorum da, isteklerimi söyleyemedim hiçbir zaman. vakti geldiğinde ya hepsine bir istek listesi vereceğim ya da ağır abi arkadaşlardan hafif meşrep arkadaşlara geçeceğim; alnım acımaya başladı.

gripin'in son albümündeki böyle kahpedir dünya isimli şarkıda, grubun vokalisti birol şarkıyı öyle nefretle söylüyor; öyle bir "kahhhhpppeee" diyor ki insan "bu dünya gerçekten kahpeymiş" diyor.

1995, gazetelerin kupon ve reklam konusunda azıttığı bir seneydi. gazetelerin 16 sayfasının kupon dolu olduğu bir dünyada otuz dakikalık reklam kuşaklarını gördüm ben; "fırsat yağmurları" adı altında... sizin o fırsatlarınız, yağmurlarınız yüzünden yüzlerce fırsatı kaçırdım ben.

seçim otobüsünün tepesinde bir ton adamla gezeceğinize bir kamyon adam getirin meydana, halkı dövmüşten beter ettiniz zaten; bir kamyon adam getirin, haklayın halkı...

malmsteen'in kafasına bir tabak spagetti geçirmişler gibi duruyor; zaten yüz ifadesi de bunu destekliyor.

gemide filmindeki kamil karakteri hep mubabbetlerimde referans oldu; replikleri kullandım sürekli. bugün minibüste telefonla konuşurken "off kamil off napıcaz" dedim ve minibüste bir adet kamil olduğunu fark ettim, al başına belayı...

türkiye dizi endüstrisinde farkında olmadan bir "aliye formatı" oluşturuldu. güçlü,yalnız,çocuklu,sessiz,donuk bakışlı,namuslu,aşık olabilen bir kadın... bütün kanallarda var ondan. diziler şu hale geldi: komedi dizisi,sitcom,polisiye dizisi,aliye tarzı dizi...

emre ismine selamlar olsa da emre ismini sevmedim ben hiç. emre isimli kişilerin bir kısmını sevdim belki ama isimlerini sevmedim. o sevmediğim emre'ler hep paralı,yakışıklı,popüler, yağmur atacan tipliydiler. afacandılar afacan.
şimdi nerede sevmediğim bir tip görsem "birader senin ismin emre mi" derim. sopaya değecek bile olsa. emreler'den özür dilerim, beni affetsinler.
duyarsız olduğumu söylerler. duyarsız olmasam da etkilere geç tepki veren bir insanım. geçen gün "ihtiyaç anında camı kırınız" yazısı gördüğüm bir binada etkiye binadan çıktıktan sonra tepki verdim. gittim binanın camına taş attım. sinir sistemim baya yavaş çalışıyor; halbuki binadakilerinki oldukça hızlı, tepkileri de hızlı... anında bağırıp kovaladılar.

evlendirme daireleri aynı zamanda nemlendirme daireleridir. sevinç gözyaşları içerisinde onca insan birbirini süzer. ağlamalar bitince kucaklaşmalar başlar. o an salonda hava tükenmiştir; terlemeli kucaklaşmalar... kırmızı yanaklar. nem kokusu. allah bir yastıkta kocatsın.

"jackass geldi meydane"... nedir o? rakkas gibi giyinen bir adamın deli gibi oynamasıdır meydanda. hoş görmek lazım hepsini.

tanıdığım bütün semiramis'ler zevk-ü sefadan semirmişler. semiramis ismi ne anlama gelir bilmem de isme iyi gitmiş o hayat. semiramissss....kıymetlimisss...

ninja kaplumbağalar'daki kötü adam shredder ve erol taş o kadar benzer ki... ikisi de kötü emellerini gerçekleştirmeden önce beş saat nutuk atıyor.

sinirli anlarımızda "hepsi" kelimesi yerine "alayı" kelimesini kullanırız hep... hepsi grubunu her gördüğümde sinirleniyorum. "hiç bana bakma olmaz oğlan" ama, hepsine alayı diyorum. bir de şimdi hepsi 1'miş bunların, eşitlikten yana kızlarımız. helal olsun, sonuna "houuv yee" çekememeyeceğim.

birçok rock grubu çölde klip çekip amfilerine gitarlarına enerji üretebilecek kapasiteye sahipler. bazıları ise çölde çalarken gitarları kablolarla amfilere bile bağlamaz. wireless gitar...

"aküsüm bitti"... kardeşim ufakken "arabanın aküsü bitti" cümlesini duyduktan sonra kendince böyle bir yorum getirmişti. aküs... çocuklara her şeyi açıklamak lazım.

içki içerken bünyede bir j faktörü vardır. ş harfleri j 'ye dönüştüğü an bırakmalısınız içmeyi; j'lerin uzaması ise kandaki alkolmetre promilinin dolaylı yönden ifadesidir.

amerikan filmi jönü derecesinde soğukkanlıyım. en telaşlı anlarımda bile espri yapabiliyorum, aynı zamanda sempatikmişim de. neymişim ben? hatta lise yıllarım da gençlik dizisi tadında geçti, en popüler bendim. her yönden başarılıydım.

kirli sakal bırakıp uzun saçlarının arasından kısık kısık bakıp sakız çiğneyeceksin ki en karizma sen olasın. saçların alaburus kestirip pasparlak gezip ekmek arası peynir yiyeceksin ki en itilen sen olasın. itici değilsin aslında, öyle görüyorlar ittikleri için. it hepsini... it herifler sizi be!
bir ay önce anneler günüydü. şimdi de babalar günü. her ikisinde de ortalık kalabalık, gezinsen gezinemezsin, racona uyayım da hediye alayım desen yapamazsın. anneler günü, babalar günü; ortalık ana baba günü.

bmc firması yeniliklere açık bir otobüs firması. kendilerini aşmışlar. "basamakta durmayın otomatik kapı çarpar" yazısı yerine "basamakta durmayınız, kapı çarpabilir" yazmışlar. bu, toplu taşıma sektöründe bir ilktir, devrimdir. bu devrim uğruna basamakta durmak gerekir, feda etmek gerekir kendini.

otobüslerdeki ışıklı "duracak" yazısı yaptırım gücü yüksek bir yazı,uyarı. otobüs şoförünü emrivakiye getiriyor. otobüs firmaları kendini bir çok konuda aştı, bu konuda aşamadı; sadece bazı otobüslerde "dur" veya "stop" yazısını gördüm. bu kafayla üreticilerin "durunuz" yazısına geçmeleri çok zor.

türk medya sektörü kişilere güzel meslek yakıştırmaları yapıyor. çocuklar duymasın isimli dizinin çok popüler olduğu zamanlar haberlerde özgür ozan'la yapılan reportajda özgür ozan için "layt selami" yazıyordu. hani yazar ya; tamer karadağlı-oyuncu, yıldız kenter-tiyatrocu gibi... helal olsun size be!

cavit isminde sebepsiz bir gevreklik var, söylenişi olsun, gördüğüm cavitler olsun... o ne gevreklik? cavit çağlar, çavdar, ekmek...

zonguldak'ta 90 senesinde yapılan madenci grevlerini hatırlarım, çocuktum. bir arkadaşıma bahsettiğimde "vıyy çocuk yaşta siyaset be" demişti. çocuğun siyasete girmesi nasıl olur? elimde "devrim" yazan balonla mı gezeyim; sonra ne olur? elinde "şeriat" yazan balona sahip çocuk balonumu patlatır, şeriatın tokadı mı o? balonlara özgürlük... uçan balonlar engellenemez. acil demokrasi!

oray eğin'in "r" leri yuvarlayarak telafuz etmesi yasaklansın, hatta bu adam tedavülden kaldırılsın. yirmi beş yaşında olup yetmiş yaş hayat tecrübesine sahip insanları tedavülden kaldıralım hatta..

kış mevsiminde gereksiz soğuk diye bir şey vardır. kış dediğinde ya kar yağar; ya hava ılık olur. gereksiz soğuk nedir? neye faydası var?

zaten her mevsimin gereksiz bir yanı var. neyi severim ki ben?
sarhoş olunca olan şey.
hanımefendileri rencide edecek tavırlar sergilemek, her fırsatta tatsız esprilerle onları rahatsız etmektir.
minibüste şöyle bir şarkı duydum:

hayatta başarılar diliyoruuuuuuum
hayatta başarılar diliyorum
laf olsun diye değil samimiyim
kimliğimi istiyoruuummmmmm

ulan diyorum kendi kendime, ne alaka, neden kimliğini istiyor acaba bu hatun? bir kere her şeyden önce kimliği neden bir başkasında? yoksa.. yoksa.. yo yoo o olamaz. pekiii tam evlilik arifesindelerdi de bunlar, kimliğini çocuğa mı verdi acaba nikah başvuruları için? hazırlıklar esnasında da kavga edip ayrıldılar o halde, üstüne de kız hayatta başarılar diliyor klasik olarak. "eee peki ama.." dedim (yine kendi kendime), nikah başvurusunu hatun ve er kişinin beraber yapması gerekmiyor mu? içim içimi yedi durdu bu soruyla. düşündüm düşündüm, sonuç yok. en iyisi mi dedim (iş yerinde arka masamda oturan) beyti'ye sorayım, nasılsa evleneli bir yıl bile olmadı, kesin biliyordur: "beyti" dedim, "aaa" dedim sonra, "senin ne biçim ismin var lan" dedim, o an farketmiş gibi yaparak, "sarmasınlar seni dikkat et" dedim, sadece ben güldüm(oysa ne gerek var bu iğrenç espriye sor sorunu dön önüne değil mi? yok!). tabi o arada benim esas soru yine kaynadı. bu adam nasıl olur da yalnız başına nikah başvurusu yapar? nikah müdürlüğü'nü aradım hemen (nikah müdürlüğü ne la?) ordan da "yok çocuk tek başına gelince olmaz, her şeyden önce kimlik tek başına yeterli değil, kimliğin haricinde ikametgah, vukuatlı nüfus sureti, 6 adet mayolu boydan fotoğraf, kıl ve yün gerek." dediler.
ve korktuğum başıma gelmişti işte!.. bu kimlik hadisesinin altında başka bir şey olmalıydı. ama ne? ama ne? ama ne? diye üç farklı açıdan poz verircesine sordum kendi kendime, sesimi azalta azalta.. tam, yakın dönemin alt ve üst kimlik tartışmalarına bir gönderme mi acaba bu şarkı diye düşünürken, tekrar dinleme fırsatı buldum radyodan. meğer şarkı şöyle diyormuş:

hayatta başarılar diliyoruuuuuuum
hayatta başarılar diliyorum
laf olsun diye değil samimiyim
iyiliğini istiyoruuummmmmm

hay allah!!
neyse şu an kafam çok rahat! hayatın anlamını çözmüş gibiyim.
beyticim masama acil bir vişne votka alabilir miyim lütfen? ayakta başarılar diliyoruuuummmmm...
hazır yiyici, tembel bir millet haline gelmişiz.yaşamsal faaliyetlerimizin dışında pek bir sosyal aktivitemiz, girişimimiz yok. ulu önder atatürk'ün "türk,öğün,çalış,güven" vecizesini uygulamıyoruz. bizim uyguladığımız "türk,ye,iç,sıç!"...

her partinin üniversiteye giriş sınavları hakkında bir seçim vaadi var. genç parti sınavı kaldıracağını söylüyor, başka bir parti okulları eşitliyor, başkası geliyor mesleki yönelme yapıyor... en garibi ise adalet ve kalkınma partisinin vaadi. gazetede okuduğuma göre başa geldiklerinde üniversiteye giriş sınavlarını üç senede bir internet üzerinden yapacakmış. garip bir vaad gerçekten, bunun gerçekleşmesi için bizim öncelikli olarak yüzde yüz internet hizmeti veren parti bulmamız lazım ki ondan sonra akp vaadini yerine getirsin... saçmalığın daniskası yahu!

öyle insanlar tanıyorum ki ellerinde gitar yokken solo atabiliyor, dizinde bateri çalabiliyor. hatta daha yeteneklileri de var, ellerinde gitar yokken tremolo yapabiliyorlar. millet onları gitarla bile yapamıyor, helal olsun.

kavak yelleri isimli dizide garip bir detaya rastladım. otomobilde arka koltukta oturanların görülebilmesi için ön koltuk başlıkları sökülmüş. hasta mıyım neyim?

herkesin çocukluğunu gençliğini zehir eden insanlar vardır. ahmet buhan yüzünden elindeki misketleri sayıp üç katınının bir eksiğini alan çocuklar tanıdım ilkokul hayatım boyunca.
şimdi hepsi okumuş çocuklar...

sokakta oynayan çocukların dudakları ve burnu arasında daimi bir sümük vardır. bu akan sümük yüz kiri ile birleşince emeği temsil eder. misket oynayan,gaflik kazana ellerin emeğini. kazanır,toprağı eller,sümüğü siler o eller.

fark ettim de bilbo baggins ahmet mete ışıkara'ya benziyor. fantastik dünya'nın en seksi hobbiti, kıymetlimis.

kosla sıvı reklamı yıllarca; "yapma,yapın yapın" haykırışlarıyla oynadı televizyonlarda. son yıllarda değiştirdiler biraz konsepti. pembeli kızlarımız var, psikopatlar hafif. "ben şimdi bu beyaz gömleğe çamur sürsem ne olur?", "boya da dökelim biraz" replikleriyle türk reklam sektörünün en sinir bozucu kızları oldular. daha da psikopat olsalar şöyle olurdu belki de: birinci pembeli kızımız gelir,ikincisine göz kırpar, masum teyzemizi zorla tutarlar gömleğini çıkartırlar, gömleğe işkence yapmak yerine teyzeye işkence yaparlar. o esnada pembe badili abilerimiz gelir, onlar da gömleğe işkence yapar; biri gömleğe işer, biri tükürür... yani böyle gerizekalıca reklam yapılırsa böyle gerizekalıca yorum yaparım ben.

ayşe teyze'den söz etmiyorum bile...