bugün

rüyalara hükmeden kişi.

Derin ve sarp uçurumların çevrelediği yeşil vadinin engebeli yamacından yukarı sabırla tırmanıyordu. Sık sık ayakları küçük taşlara takılıp tökezlese de , zamanın daha büyük bir sabırla oluşturduğu küçük patika düzlükleri katman katman önünde uzanıyor, kayıp düşmesine engel oluyordu. Yamacın bir başka dağla birleştiği noktada yeşillik daha gür ve otlar alabildiğine uzamıştı. iri kayaların altından akan suyla beslenen yeşillik bir bakıma korku vericiydi. Bastığı yeri görmesi mümkün olmuyor, adımlarının otlar arasında kaymasına neden oluyor, dengesi bozuluyordu.

Dağın koynu hep yeşildir diye düşündü. Zirveye çıkan en kısa yol dağın koynundan geçer. Ancak tırmanması da zordur. Dağ kendi başınalığın yüceliğinde kimseyi koynuna almak istemez.

Yolunu uzatarak doğuya paralel uzun bir kavis çizdi. Otların ve dağ çiçeklerinin yer yer azaldığı emin bölgeden tırmanışa devam etti.Her ne kadar tempolu bir şekilde ilerlese de yorulmuştu, oturup biraz mola verdi. Soluk soluğa önünde uzanan sıradağlara baktı. Birbirlerinden kuvvet alıyormuşcasına sükut veren bir dikbaşlılıkla dünyaya meydan okuyor gibiydiler.

Matarasından küçük yudumlarla su içti, hızlı içerse aynı tempoda yürüyemeyeceğini biliyordu. Dağların o bildik sert ve amansız rüzgarı esmeye başlamış ve giderek hızını arttırıyordu. Sırtındaki ter soğumadan ayağa kalktı ve dağdan yukarı doğru yol almaya başladı. Önüne çıkan kat kat düzlüklerin her birine varmadan önce son noktaya geldiğini sanıyor, ancak düzlükten yukarı göz alabildiğine uzanan dağa bakınca daha çok tırmanması gerektiğini görüyordu.

Yükseklere doğru ilerledikçe bitki örtüsü değişmiş , yer yer kayalıklarda biten beyaz çan çiçeklerinden başka bir şey görünmez olmuştu. Daha sonra çan çiçekleri de kayboldu. Şimdi yürüdüğü yerler yosunlu kayalara yerini bırakmıştı. Eriştiği düzlüğün sol tarafında büyük bir dağ çıkıntısı fark etti. Nihayet gelmek istediği noktaya varmıştı.

Yavaş yavaş yürüyerek geniş bir taraçaya benzeyen çıkıntının ortasına doğru ilerledi. Hayret edilecek şekilde büyük kayalardan oluşan bu yükseklikte çıkıntının yemyeşil otlarla bezeli olduğunu gördü. Yeşil çıkıntının alt tarafı öylesine keskin bir hatla dağdan ayrılıyordu ki, aşağıda uzanan büyük uçurum bir an başını döndürdü. Sırtını uçuruma verip düzlüğün önündeki yekpare biçimli dev kayaya yüzünü döndü. Kaya en az beş insan boyunda, elle düzeltilmiş gibi pürüzsüz ve parlak bir yüzeye sahipti.

Uzun zamandır kimsenin uğrak yeri olmayan bu tekinsiz yerde, rüyacı bir an ürperdi. Dev kayayı seyrederken ellerini beline dayamış ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Bütün gizlenmiş sırlar sezgiyle gelir. Rüyacı da gözlerini kapatıp sezgisini dinledi. ileri doğru yürüyüp ellerini sütkahve ne tonundaki kayaya dayadı. Kayanın soğuk olmasını bekliyordu, ama kaya umulmadık derecede sıcaktı ve nabzı varmış gibi ellerinde titreşiyordu. Yekpare satıh rüyacının isteğine uyarak ortadan iki yana doğru açılmaya başladı. Rüyacı ellerini kayadan çekerken bu kapının ilk kez kendisi için açılıyor olduğunu sezdi ve içerideki karanlığın yerini ışığa bırakmasını, dev mağarayı aydınlatmasını bekledi.
Güneşin parlak ışık huzmelerinde oynaşan toz zerreleri havada uçuşuyor, içeriden dışarı hücum eden soğuk hava rüyacıyı şaşırtıyor ve tedirğinliğe sürüklüyordu. Çünkü mağaranın içindeki hava bozulmuş değildi, tam tersine ferahlık verecek kadar taptazeydi. Rüyacı aydınlanan büyük kapıdan içeri girdi.

Sanki evine girer gibi pervasız ve korkusuzdu. izin verilen yerlere girmenin çıkış garantisi olduğunu biliyordu. Evrenin yasaları kesindir, içinde keskinlik taşıyanların bildiği yasaları aklı başında hiç kimse çiğnemeye cüret edemez. Keskinlik ölümün kesinliğine benzer diye düşündü.

Mağaranın yüksek tavanlarına şöyle bir göz attı. Devasa büyüklükte bir holde duruyormuş hissine kapıldı. Zeminin tam orta yerinde iki metreden biraz uzun taştan bir lahit uzanıyordu. Lahite doğru yaklaşıp üstünde biriken beyaz tozları eliyle süpürdü. Lahitin üstündeki unutulmuş medeniyetin kadim yazılarına baktı. Ölülerin dilini bilen rüyacı unutulmuş dilin yazısını okudu. Lahitin kapağı yerinden oynadı ve sürgülüymüş gibi açılmaya başladı. Rüyacı kapak açılırken endişel iydi, aradığı bilgenin konuşmak istemeyeceği düşüncesi yle ikirciklendi. Lahitin içindeki ölü, uzun cübbesiyle baştan aşağı örtünmüş ihtiyar bir adamın solmuş ve kurumuş bir imgesi gibiydi.

Rüyacı şimdiye kadar kendi ölmüşlerinden başka pek çok ölüyle konuşmuştu. Lakin asıl konuşması gereken bu ölü bilgeydi. Rüyasında ölülerle konuşanlar ancak atalarından hediye alanlardır. Rüyacı hediyesini hiçbir zaman kötüye kullanmamıştı. Kendi dünyasındaki insanların iki grup olduğunu düşündü. Mezar açarken neyi açığa çıkardığını bilerek bu bilgiyi kullanan kötücüller ve neyi açığa çıkardığını bilmeyen cahiller. Bir mezar açıldığında geçmişin tüm iyi ve kötü bilgileri ortaya çıkar. Rüyacı, saf niyetle yapılmayan her eylemin dehşet verici sonuçları olduğunu biliyordu.

Rüyacı lahitin içine doğru uzanıp ölüyü omuzlarından tuttu, dokunuşuyla ihtiyar adam yerinden doğrulup mezarında oturdu, mezardan kalkan tozlar yatıştığında ; ki binlerce yılın tortusu dibe çöker gibiydi- ihtiyarın gözleri sanki az önce uykuya yatmış gibi canlandı. Ölüler sesle konuşmazlar, rüyacı bilgeyle sessizliğin diliyle konuştu. Ağır ağır bildiklerini rüyacıya aktaran bilge, bunları öylesine doğal bir şekilde yapıyordu ki, her gün başkalarıyla konuşuyor sanırdınız. Eski kayıp zamanların kitabının bilgisine ulaşan rüyacı bilgeye tekrar dokundu, ölü tekrar lahitine uzandı. Lahit kapağı kapanırken rüyacı mağaradan dışarı çıktı. Dev kaya büyük bir uğultuyla kapanıyordu.
Rüyacı mavi gökyüzünün derinliğine doğru baktı, aradığı cevabı bulmuştu.

Uzun zamanlar boyunca bulmak istediği kitabın artık dünya yüzünde olmadığı söylenmiş, üstelik bir diğer alemde kitabın sadece bir sayfasının bulunduğunu ve onu nasıl tanıyabileceğini öğrenmişti.
Zamanın ahenginin bozan algı bütünlüğümüz değişip çözüldüğünde başka zamanlara kapı açabiliriz. Tabiat tabiata galip gelebildiği gibi zaman da başka zamana yenilebilir. Ancak birinin galibiyeti diğerinin yok oluşu değildir. Her şey birbirinin içindedir.

Rüyacı dağların bulutlar gibi çözülüp şekil değiştirmesini, ayaklarının altındaki yeşilliklerin gözden kayboluşunu izleyerek kendi dünyasına döndü. *
(bkz: okumadım kardeş durumumuz yoktu) denilecek durum.
rüya gördüğünü sananlardan değildir.

- adını söyle yaşat beni
ars imitatur naturam
sakın geçmiş günleri okuma-

Sarı ve pembenin içinden akarak anın tedirginliğiyle damarlarında donduğu zamandan kalan mermer sütunları ve geniş basamaklı antresiyle misafirlerini görkemle karşılayan müze binası kentin en tepesinde kurulmuştu. Geçmişe saygının timsali olarak müze, şehre yüksek bir uzaklıktan bakıyor, her iki yakasında göz alabildiğine uzanan turkuaz denizlere mağrurca kucak açıyordu.

Rüyacı tepede durmuş denizi seyrediyor, siyah yelkenli ve ince uzun gövdeli kadırgaların kent limanına girişini izliyordu. Ölü bilgenin kendisine bahsettiği rub-ed şehrine kuşbakışı bakmakla yetinmek oldukça zordu. Şehir, ismini kırmızıdan alan tek kat kırmızı taş evlerden oluşmuş geniş bir düzlükte ışıl ışıl parlıyordu.

Rüyacı şehre doğru kanatlanıp uçmak isteğine hayıflanarak müze binasına doğru yürüdü. Geniş basamakları tek adımda aşmak mümkün olmadığı için her adımda eteklerine basarak duraksamak zorunda kalması canını sıksa da keyfi yerindeydi. Bu yabancı alemin adetlerine uyması gerektiğini düşünerek şehir kadınlarının giydiği uzun ve neredeyse yerleri süpüren sarı bir libas giymişti. Lakin rüyacı, müze binasını ziyarete gelenler içinde hiç kadına rastlamadığını fark ettiğinde, taş işçiliğinin en nadir çiçek nakışı örnekleriyle işlenmiş giriş kapısına ulaşmıştı.
Giriş eşiğinin hemen üstünde mermere oyulmuş "ars imitatur naturam" yazısını okurken müze kapısındaki yaşlı ve asık suratlı koruyucu ona eliyle dur işareti yaptı.
-Bu kutsal mekana kadınların gelmesi görülmüş şey değil,çünkü burada sadece eski yazıtlar var.Siz neden geldiniz? Diye sordu.
Rüyacı, yaşlı koruyucunun yumuşak sesle mutlak hakimiyeti ni aşılayan sorusuna "ben bu diyardan değilim, uzak denizaşırı bir ülkeden, yazıtlarınızın zenginliğinin destan gibi anlatıldığı yerden geldim. Onları görmek istiyorum, tıpkı sizin nezaketinizi gördüğüm gibi" Diyerek cevap verdi.
Rüyacının samimi üslubu , koruyucunun hafifçe tebessüm ederek başını eğmesiyle geçiş iznini aldı. Ancak rüyacı hiç de dürüst davranmadığını biliyordu. içeri girebilmek için her türlü mazereti uydurabileceğini düşünerek kendi kendine gülümsedi.

Kapıdan içeri girdiğinde ilk önce afalladı, boş bir salonla karşılaşacağını düşünmemişti. Önünde yürüyen ziyaretçileri takip ederek salonun sonunda, sonradan fark ettiği merdivenlere doğru ilerledi. Uzun bir süre aşağı doğru insanlarla beraber indi. Merdivenleri indikçe Aydınlığın loş ışıkla örtülmesiyle oluşan gizemli ve sessiz atmosferi heyecanla izliyordu. Merdivenler, mavi ışıklı büyük bir salonun geniş başlangıcıyla sona erdi.
Rüyacı dikkatle baktığında ışığın ince mermer kaidelerin üzerine yerleştirilmiş tabletlerden çıktığını, salonda başka ışık kaynağı olmadığını şaşkınlıkla fark etti. Salon ziyaretçilerle dolu olmasına rağmen, kaidelerin etrafında dolaşıp tabletleri inceleyen insanlardan çıt çıkmıyordu.Alabildiğine sessizliğin hakim olduğu salon, geçmişin izleri silinmesin diye konuşmayan insanların ibadet yeri gibiydi.

Rüyacı kaidelerden birine rastgele yaklaşıp taş tabletlerden birini inceledi. Defter yaprağı kadar ince ve şeffaf tabletin üstündeki sanatsal zerafetle oyulmuş yazıların mavi ışıkla parıl parıl yandığını gördü. "Havada uçuşan kelimeler gibi" diye düşündü. Rüyacı başını kaldırıp tavana bakarak mavı ışık huzmelerinin yarattığı beyaz zerrecikleri hayranlıkla seyretti.

Tabletlerdeki yazıları okumasına izin yoktu, sadece biri dışında. Ölü bilgenin tembihine uyarak beyaz tableti aramaya başladı. Kaideler o kadar çoktu ki aradığını nasıl bulacağını düşünerek huzursuzlandı.Tam o sırada koluna çarpan bir adamın dikkatli nazarıyla irkildi. Kırmızı bir cübbenin başlığı altında kendisine gülen bir çift meraklı bakışla, hemen kendi içine kapanan bir ciddiyete büründü. Genelde yabancılara karşı en iyi savunma taktiği buydu ama karşısındaki esmer çirkin adam güneş altında kalıp yananların pervasızlığına sahipti.

Adam rüyacıya doğru reverans yaparak "adını söyle, yaşat beni" dedi. Sonra rüyacının hayretle açılan gözlerine bakarak, "bağışlayın, bizim şehrimizde yabancı olmalısınız, biz tanışmak için böyle deriz, öğrendiğimiz adlarla ömrümüzün uzayacağına inanırız." Diyerek açıklama yaptı.

Rüyacı adamın konuşurken salondaki sessizliği bozmadığını ve diğer insanların onları duymadığını sezdi. Meraklı adama dönerek,"Bizim ülkemizde de adını söyleyenler adlarını yitirirler, o yüzden adımı sorma gafletinizi anlayışla karşılıyorum" diyerek nezaKETLE UZAKLIĞINI ARTTIRDI. Adam kurnaz bir baş eğişle rüyacıyı selamladı, alayla kıvrılan dudakları arasından "Sakın geçmiş günleri okuma" sözleri döküldü. Ve arkasını dönerek uzaklaştı.

Rüyacı meraklı adamdan kurtulduğu için gizli bir "oh" çekerek beyaz taş tableti aramaya devam etti. Yaşlı bilge ona tabletin üstünde yer alan simgeden bahsetmişti, bu bir terazi simgesiydi. Kaideler arasında planlı bir şekilde dolaşırken gözüne mavı ışıkla parlayan zarif bir terazi resmi çarptı. Rüyacı hızlanan kalbini duymamazlıktan gelerek soğukkanlılıkla ve yavaşça terazinin olduğu tablete doğru yaklaştı. Kaidenin tam karşısında durup tableti dikkatle inceledi.
Tabletin üstündeki mavi terazi hafifçe titreşerek canlı izlenimi veriyor, altında yer alan kadim dildeki harfler ışıl ışıl mavilik yayıyordu. Rüyacı nefesi kesilerek tablete bakarken bir yandan da kendisini izleyen var mı diye gizlice etrafa kaçamak bakışlar atmayı ihmal etmedi. Kimsenin onunla ilgilendiği yoktu, sakinleşmeye çalışarak sezgilerine yoğunlaştı.

Kadim harfleri tek tek okuyarak ezberlemeye çalıştı. Ibn Umeyl'in 10. Yüzyılda yazdığı "gümüşi su ve yıldızsı toprak" kitabında sözünü ettiği ve varlığından kuşku duyulan "ruhların terazisi" yani "el-mizan", şimdiye kadar kimse tarafından okunmamış olan kadim sırrı hece hece dimağına nakşetmeye başladı.

Terazi maddi yapıya sahip bir alet edildi. Alemdeki ruhların eğilimini ölçen manevi bir kudret anahtarıydı.Terazi'nin bilgisine sahip olan alemdeki ruhlar üstünde koşulsuz egemenlik kurabilir, kainatın bazı derin sırlarına vakıf olabilirdi. Rüyacı el-mizanı okurken ruhunu zapteden semevi bir gücün varlığını hissetti. Terazinin mavi ışığının gözbebeklerine yansıdığı loşlukta dururken, harflerin ruhunun her zerresine etki ettiğini anladı. Kadim harfler tabletin üstünden silinip kendi varlığında vücut bulmuşcasına yer değiştirmiş gibiydiler. Sanki her harf bağlı olduğu yerden azat olmuş, sihirli bir dokunuşla içinde nilüferlerin yüzdüğü derin ve sakin bir göle düşmüştü. Okunmuş harfler özgürleşmişcesine haykırıyor gibiydiler.

Harflerin gölünde bilginin narin kuşu kanat çırparak suyun üstünde uçuyor,her alçalışında küçük gagasıyla gölden yudum yudum su içiyor. Su içtikçe harflerin rengine bulanıyor, mavileşiyor.

Sonunda kuş terazinin mavi kefesine kondu. Bir gram ağırlığı yokmuşcasına terazi dengede durdu. Rüyacı bir harf daha okursa dengenin bozulacağını sezdi. Kadim metni sonuna kadar okumaktan vazgeçti. Şimdiye kadar okudukları bile bir insan için oldukça ağırdı. Gözlerini tabletten ayırdığında salondaki ziyaretçilerin durmuş kendisine doğru baktıklarını gördü. Tablette okuduğu harfler yerinde yoktu, tamamen silinmiş gitmişlerdi. Rüyacı kendisine düşmanca bakan kalabalığın içinden geçenleri sezdi , onların hazinesini çalmış bir hırsızdı. midesini bıçak gibi kesen bir korku duydu. Düşmanlığın aksinde parlayan tehdit, temkinli olmasını öğütlüyordu ama rüyacı o anda ne yapacağına karar veremedi. Okuduğu harflerin semevi etkisiyle olduğu yerde sessizce dururken bir yandan da " buradan hemen çıkmalıyım" diye çare düşünüyordu.

Rüyacı kendini toparlayarak el-mizan;dan okuduğu harflerden birini yüksek sesle söyledi, ses geniş salonda su dalgaları gibi yayıldı. harf ağzından çıkar çıkmaz ayaklarının altındaki mermerlerin sarı ve pembe damarları canlandı, mermerlerin arasından nehirler gibi akmaya başladı. Salondakilerin düşmanlığı gördükleri manzara karşısında bozguna uğradı. Kaideler yükselerek akan nehirler arasında birer birer kaybolurken, Rüyacı mizanın ölçüsüyle sarı ve pembe akan nehre daldı.

Nehire girdiğinde ıslanmadığını fark etti, tüm uzuvları yoğun ve derin dalgaları içinde kaynaşmışcasına kah uzuyor, kah kısalıyor, yayılıyor sonra tekrar birleşiyordu. Rüyacı istenciyle nehirden kendi üst dünyasına çıktı.
castaneda'nın eşi ve izdeşi florinda donner ' ın söz yayın'dan çıkmış kitabı.
kitabın büyücülerin dünyasına giriş töreni şeklinde bir de alt başlığı var.
carlos castaneda'nın kitaplarında geçen bir kavram. bir savaşçı için rüyalar erk ile doludur ve insan rüyaları aracılığıyla farkındalığını geliştirebilir, başka alemlere geçiş yapabilir. bu konu özellikle castaneda serisindeki rüya görme sanatı kitabında ayrıntılandırılmıştır.
Enteresan hikayeler barindiran baslik. Bu yazarla tanismak isterdim.
Rüyalara yön veren kişi. Evet.
güncel Önemli Başlıklar