bugün

Bitince Balzac'ın şu meşhur sözünü aklıma getirmiş film: "Hayat herkes için acı, çünkü benim boş yere dilediklerime sahip olmuş nice insanlar gördüm, onlar da mesut değil."
Genç bir kadının neredeyse sahip olmak isteyeceği herşeye sahip olmuş ama evliliğe, kocasına ve çocuklarına dahi tahammülü olmayan, gerçekleştirdiği her hayalinden sıkılıp yeni hayaller peşinde koşan bir kadın ile onu seven kocasının öyküsü. Film belki bir saat boyunca neyi anlatmak istediğini, ne vermek istediğini başaramıyormuş gibi görünse de meydana gelen aksilikler ve sonlara doğru izleyeceğimiz sahnelerle bir bütünlük kazanıyor. Türü sevenlere uygun kaliteli bir drama.
kate ablamız ve leo abimizin başrolünü paylaştığı izlenmesi gereken film. biraz içselleştirirseniz boşluğa düşebilir veya üzülebilirsiniz de.

--spoiler--
bir şeyleri dile getirmeye çekinen, rollere bürünüp mutsuz yaşantılar içinde bulunan karakterlerimize; deli(!) adamın lafları ağır geldi, çünkü gerçektiler.
--spoiler--
Güzel filmdir. Önerilir. Evet.
" Pek çok insan boşluğa düşer ama umutsuzluğu görmek cesaret isteyen bir şeydir. "

görsel
--spoiler--

--spoiler--

Filmi bitirdikten sonra DiCaprio'nun her filmde ya karısının, ya çocuğunun yada kendisinin öldüğünü hatırlatan bir istatistiğe varıyorsunuz.
tesadüfen denk gelip izlediğim film.

leonardo dicaprio dan hazetmem ama filmdeki performansını beğendim, bu filmde kate de leo da çok güzel görünüyor. özellikle leo ilk defa yakışıklı göründü gözüme. titanic filminin üzerinden 10 sene geçmesine rağmen, leo kate in yanında hala toy görünüyor. ama bu ikisinin yakıştığı gerçeğini değiştirmez görsel
Richard Yates'in 1961 tarihli aynı adlı romanından Justin Haythe tarafından sinemaya uyarlanan 2008 yapımı sam mendes filmi. Kendini gerçekleştirmeyi bir başkasının "potansiyel varlığına" bağlayan insanın yıllar sonra kendiyle hesaplaşması. Çokkk sert April ...

" To pull all your hopes in a promise that was never made."
"Tüm umutlarının gerçekleşmesi için verilmemiş bir söze bel bağlamak."

Babası gibi, sevmediği bir makinanın önemsiz bir dişlisi olarak yaşayan ölü olmamayı daha çocukken aklına koymuş, hayalleri olan, gerçekten yaşamak isteyen Frank'in ; bu farklılığına tutulan, hayalleri olan ve gerçekten yaşamak isteyen April'a aşık olup; ikisinin de birbirleriyle değil sahte Amerikan Rüyası ile evlenmesi sonucu birinin  madden  diğerinin manen  ağır kan kaybından ölüşü. Malesef çabaladığını zanneden April da en az Frank kadar sefil. En harika karakter; elektro şok tedavileri ile sahte insancıkların yalan hayatına uyum sağlaması istenen;  çok ülke gezmiş, matematikçi deli dahi John...
Son pişmanlık ancak ve ancak kimseyi suçlamadan tüm sorumluluğu üstüne alıp, kendi yolunu çizme cesaretini gösterenlerde işe yarar; yoksa sonun April ve Frank gibi arabesk olur diyor richard yates ve sam mendes ... ve tabii ki amerikan rüyasına sağlı sollu sert kroşeler atıyorlar...

"April Wheeler: If being crazy means living life as if it matters, then I don't mind being completely insane."

"John Givings: Hopeless emptiness. Now you've said it. Plenty of people are onto the emptiness, but it takes real guts to see the hopelessness."

"John Givings: You want to play house you got to have a job. You want to play nice house, very sweet house, you got to have a job you don't like."

"April Wheeler: Tell me the truth, Frank, remember that? We used to live by it. And you know what's so good about the truth? Everyone knows what it is however long they've lived without it. No one forgets the truth, Frank, they just get better at lying."
izlediğimden beri ki 1 hafta falan oluyor aklımdan çıkmayan film. filmin içinde resmen kayboldum ihtimalleri düşünmekten kendimi alamıyorum. april'ın karmaşası o kadar güzel yansıtılmıştı ki sürekli kendimi yerine koyup ne yapardım diye düşünüyorum. john karakteri ayrıca etkiliydi bence. april'ın şu cümlesi hala kafamda dönüyor:

''bütün umutlarımı hiç verilmemiş bir söze bağlıyorum.''
2008 yapımı, ve bence film tarihinin en iyi sözlü münakaşa sahnelerinden birine sahip olan film. iki çift arasındaki anlaşmazlık ve problemleri çok iyi yasıtmış. aynı çatı altında yıllarca yaşamış insanların bazen birbirine aslında ne kadarda yabancı olduklarını gösteriyor film. kesinlikle izlenmeli.
2008 yapımı başrollerinde Leonardo DiCaprio ve Kate Winslet in bulunmuş bulunduğu film hedesi. Güzel filmdir, beğendiğim bi filmdir. Çevirisi aşırı saçmadır, bu film isimlerini türkçeye çevirenlerin yabancı dil bilgisini merak ediyorum.
oyunculukları muazzam olan filmdir. zira leonardo ve kate o kadar iyi oynamışlar ki, onların daha önce titanic'te bir araya geldiklerini filmden sonra hatırladım. film genç çiftin ne kadar kapana kısıldığını hissettirmeliydi, ama ben açıkçası frank'in durumunu daha vahim buldum. çünkü april karakteri kendisini seven eşiyle uzlaşmayı hiçbir şekilde kabul etmeyecek kadar nevrotik.
uzun yıllar sürecek mutlu evliliğin sırrını filmin son sahnesiyle tüm izleyicilere vermiş güzel film.

--spoiler--
dicaprio'nun mirkelam'a dönüşüp yardıra yardıra koştuğu sahneye kadar her şey mükemmel gidiyodu. 2 taraf arasından bi haklıyı seçmek gerekiyosa aldatmasını unutursak ki bunun karşılığını adice aldı, dicaprio haklı mk. kadın hiç bi halttan mutlu olmadı, çocuklarını sevmeyen kadından bi bok olmaz zaten.

--spoiler--
izlerken hangi karakter açısından baktıysam hepsinde haklı taraflar bulduğum, evli bir çiftin hayattan farklı beklentilerini anlatan filmdir. belki de evlilik kişilerin hayallerini kısıtlıyor ve direndikçe iki tarafı da yıpratıyor belki de çiftlerin ortak bir anlayışı benzer beklentileri olmalı hayatın monotonluğuna karşı. size bir pencere açarak düşündüren oyunculuklarıyla beraber güzel bir filmdir.
-önce hayaller ölür sonra insanlar- evet aynen böyleydi
-you don't hate me or anything?
-no of course ı don't
bu diyalogdan çıkarttım sonunu o kadar nefrete bu söz çok sevimli kaçıyordu çünkü.
acayip film bir anda evleniyorlar kadın kariyerinden daha doğrusu hayalinden vazgeçiyor. çocukları oluyor yeni eve taşınıyorlar ve aslında yaşamadıklarını görüyorlar, avrupaya taşınmaya karar veriyorlar. Gerçeklik olarak dostoyevskiye biraz yaklaşmış bir film, açıkçası kadına bayağı acıdım. filmi izlerken realitynin ta amk diyebilirsin. dikkatimi çeken tek şey ise çocukların, komşuların, arkadaşların sanki dekormuş gibi kullanılması, sanki aslında yoklar da ihtiyaç anında konmuşlar gibi.

Bir de "devrim yolu, devrimci yol" geyiği nedir abi, sokak, cadde, şehir isimlerini ne zamandır türkçeye çeviriyoruz ki revolution'un köküne hiç girmeyecem. Hepsini geçtim biz forrest gump'i orman kampı zanneden bir nesliz. bence mantıklı bir isim bulmuşlar yine de. Hayır entryleri okuyup filmi izleyen de che'nin hayatını falan anlatan bir film zannedecek.
kate winslet ve leonardo dicaprio yu titanic den sonra yeniden biraraya getiren filmdir. yönetmen kate winslet ın eski eşi sam mendestir. basroldeki oyuncuların her ikisi de bu filmle bir cok ödüle aday gösterilmiştir. oscarı bu filmle olmasa da altın kureyi bu filmle kazanmıştır kate. bir ailenin mutsuzlugunu iyi anlatır bu film ve beklenmedik bir sonla biter.
filmin adının türkçesi "devrim yoludur" ve sacma bir sekilde "hayallerinin peşinde" diye türkceye cevrilmiştir.

(bkz: izleyin)
Ne zaman izlesem boğulduğum bir film. Karanlık bir havası var bir o kadar da gerçek.

Evlilik, çocuklar, aile, hayat ve hayaller. Aşık oluyoruz. Hayaller kuruyoruz. Her şey çok güzel olacak, mutlu olacağız. Ama yok öyle bir şey. Film bunu o kadar açık ve net bir biçimde gösteriyor ki çok korkutucu.

Leonardo Dicaprio ve Kate Winslet öyle iyi oynamış ki kavga ettikleri güldükleri baktıkları durdukları her sahne sanki gerçek.
efenim, anafikir olarak "hayallerinin peşinden git, yoksa fena oluyor" diyebileceğimiz sam mendes filmi. evlilikten soğutma, çocuk yapmaktan korkutma, sevişmekten çekindirme gibi unsurlar filmin içinde barınmamaktadır. birde "umutsuz boşluk" gibi bir olgu filmde geçiyor ki insanı birden silkeleyip, yoksa bende umutsuz bir boşluktamıyım diye kendine sormasını sağlıyor. kate' i izleyin, iyi gelir.
--spoiler--
Kimse gerçekleri unutmaz. Sadece yalan söylemekte ustalaşırlar.
--spoiler--
bunalıma sokup evlilik ve uzun süreli ilişkilerden bir kere daha korkutan gri film. iletişim sorununun, doğru zamanda doğru kelimelerin duyulmadığında bir ilişkinin sonunun nerelere gidebileceğini işliyor. bol kavga, yanlış anlama ve bencillik dolu ev ortamı ve küçük şehir rutini. bu filmi kısa bir sürenin ardından hemen the readerden sonra seyredince kate winslet'ın bu bunalımlı, kendini arayan, içinde sıkışmış karakterleri, sistem ile hayalleri arasında bunalan kadını müthiş oynadığını bir kez daha gördüm. bu kadın bu rollerin uzmanı olma yolunda ya da ukalalık etmeyeyim çoktan olmuş durumda.
bi kadın var paris'e gitmek istiyor.
çarpıcı bir konusu var ama, oyunculuklara zaten söz yok. 8/10
dışarıdan mükemmel gözüken bir evliliğin, aslında o kadar da masum olmadığını, hayallerin yanısıra hatalarla da dolu olduğunu anlatan filmdir.

--spoiler--
ancak çiftin iki çocuğunun olduğu genelde gözden kaçıyor. çocukların sağır olduğundan şüphelendim bir ara.
--spoiler--
film bittiğinde insanın kendini toparlaması biraz uzun sürüyor sanırım. hayallerin böyle sona erdiğini görmek çok üzücü.
--spoiler--
acaba kadın bebeği düşürürken öleceğini biliyor muydu, ya da ölmek istemiş miydi? peki ya paris'e gitselerdi her şey gerçekten de çok mu güzel olacaktı?
--spoiler--
ardında böyle bir sürü soru bırakmış filmdir işte.
oldukça güzel bir film. vakit geçsin diye izlemeye başladım. ancak daha sonra sonuna kadar izleyesim geldi. ikilinin hayallerini anlayan tek kişinin, daha sonra gerçekleri yüzlerine vurması güzeldi.

bir de filmin ismiyle ilgili entryler yazılmış. aslında filmin adını türkçeye çevirmek gereksiz. en fazla revolutionary yolu olabilir. çünkü filmdeki çift revolutionary road'da oturuyor. oturdukları sokağın ismi yani. küçükbakkalköy nasıl little grocery village olarak çevilmemeliyse bu filmin isminin de çevrilmesi gereksizdir. hatta hatalıdır.