bugün

yok edilecekler listesinde olan suçu saymakla bitmeyecek bir köy. yeşillikler içinde, karacaların özgürce dolaşabildikleri, tarımın yüzde yüz doğal yollarla yapıldığı bir köyün varlığına üstelik ülkemiz sınırları içinde inanabiliyor musunuz? sizce de bu köyün cezası tez zamanda kesilmeli değil mi? ama içiniz rahat olsun, HES ile bu köy de yok edilecek ve böylesi bir köyden daha kurtulmanın haklı gururunu yaşayacağız.
listeye bir tik daha lütfen!
görsel

Ocena Karadeniz’de bir köy, Trabzon’un soğanlı dağı vadilerinin birinde bir mekân, köknarlar, karaçamlar, gürgenler, meşeler, kestaneler, cevizler gibi ağaçlar ve bin bir türlü bitki ve çiçekler arasında bir cennet, sayısız berrak su kaynaklarının, şarıl şarıl akan ırmakların, derelerin bulunduğu bir vatandır Ocena.
Ocena’nın adı bazen Ogene’dir, hem Köknar hem Karaçam’dır. Etimolojik açıdan Elence Okena, Okinon’dur Ocena.

ilk yerlileri Ocena’nın, muhtemelen firariydiler. Osmanlı baskısından kaçıp, sığ ormanların kucağına sığınmış, ağaçların arasına karışarak saklanmış, kimsenin onları bulamayacağına inanmış kişilerdiler. ilk evleri, ısındıkları ateşin kül ve kömür kalıntılarının ele verdiği mağaralardandı. Hazine var diye yıktığımız yatak yerleri, uygarlık izlerini yansıtan duvarcıklardandı.

Ne kadar uğraştı didindiler bilinmez ama, ilk normal evlerini inşa eder etmez, yakalanmıştılar Osmanlıya. Kaydolmuşlardı reaya listesine; dağların özgür vatandaşlığı alınmıştı ellerinden; onu yaşamadan doyasıya. Tarih 1583’tü, keşfedildiklerinde. Sadece beş aileden oluşuyordular; dağın zirvesinde kurudukları biricik köylerinde, Oçena’da.

Daha sonraki yıllarda, farklı yerlerden gelenler olmuş aralarına. 1613’e kadar, kırk dokuz aile daha katılmış saflarına. Yalnızlıkları bitmiş, muhtemelen şenlikler başlamıştı. Kim bilir ne sohbetler yapılmış, ne horonlar oynanmıştı her akşam, her evde. Elli dört ailenin dördü Müslüman olduğunu söylemişti Osmanlı saymanına. Gerçek mi değil mi bilinmez ama, Yunanlı yazar Kandilaptis, 1685’de Of despotunun kararıyla toptan Müslüman olduklarını yazar “Ta Fitiana” kitabında.

Oçena’lılar, ayrı ayrı yerlerden gelip yerleşmişlerdi Oçena’ya. Muhtemelen Trabzon merkezi başta olmak üzere, Sürmene, Bayburt vb. gibi yerlerden gelmişlerdi. Aralarında, Konya civarından geldiğini söyleyen de var, Zaza Kürtlerinden olduğuna inanan da. Fırtınalı zaman ve Karadeniz dalgalarının vahşileştiği bir dönemde gelmişti çoğu. Ana dili Rumca olan bir toplumun, Çaykara civarında yirmiyi aşkın yeni köyler kurup yerleşmek zorunda kaldığı bir dönemdi bu dönem. Bizimkiler de, batan gemilerin yolcu ve mürettebatından, farklı koşullarda yüzerek Oçena limanına sığınmışlardı. Yaklaşık 150 yıllık Osmanlı’da, antik bir dili unutmadan konuşan kaptanlardandılar. Ancak herkes, kendi gemisinin şivesini taşımıştı Oçena’ya doğal olarak. Tek bir köyde ve bir arada yaşamalarına rağmen, bu farklılıklarını yüzyıllar boyu yaşatabilmişlerdi. Herkes Rumca konuşuyordu fakat, kimi “Staliya” kimi “Parxare” diyordu yaylalara. Bazısı “xortare”, bazısı “xolxone diyordu” yeşil otlara. Birisi “etrepo” derken, diğeri “niko” diyordu yenmeğe. Dünün karşılığı olan “opse” bazılarında “extes” olarak karşılık buluyordu, Yunanistan’ın Attica ile ipiros şivesini yansıtarak. Hatırı sayılır sayıda kişinin, genelde isimlerin sonuna, daha eski bir Elence şive formatında “pedi-n, raşi-n, skafidi-n, kalathi-n” örneklerinde olduğu gibi, “N”yi ekliyordu. Önemli bir kısım ise bu örnekleri, “pedi, raşi, skafidi, kalathi” gibi kullanıyordu. Yukarda “an” diye bilinen çağrı özelliği taşıyan önek, karşılığını “ara” olarak buluyordu Aşağı Oçena’da. Yakın komşumuz Alithinoslular şiirsel konuşurlarken, daha çabuktu Oçenalılar. Bu dile, islâmla gelen bir çok arapça kelimenin yanı sıra, Anadolu Türkçe’si de katılmıştı. Bunlar uzun yıllar tamamlayıcısı olmuştu bu dilin. Rusların Trabzon’u işgalleri sırasında, Of-Bayburt arasındaki yolu açmalarına kadar, sahil ve şehir merkezleriyle pek haşir neşir olamayan, kırsalda ve içine kapanık bir köyün, kosmopolit yapısının örnekleriydi bu farklılıklar. Bu nedenle diyebiliriz ki; Oçena küçük bir Karadeniz’di; Anadolu’nun küçük bir örneğiydi Oçena.