bugün
- azerileri çok seviyorum ne yapmalıyım8
- arkadaşlar cumaya neden gelmediniz12
- 26 nisan 2024 adana demirspor galatasaray maçı28
- kanınıza rengini verir misiniz13
- aristoteles'in orta yolu9
- anın görüntüsü15
- bir sözlük kızı ile yakınlaşmak16
- manyak olmaya karar verdim silik olsun kampanyası14
- ak partiliyi çok fena döven chp belediye başkanı19
- akrep burcu9
- sözlük erkeklerinin bugünkü kombinleri16
- türkiyede çok abartılan arabalar10
- bik bik moderatör olsun15
- 22 şubat 2024 sparta prag galatasaray maçı14
- birini donuzlayarak ceza vermek9
- patiswiss16
- kalbin sadece bir kişiyi seveceği saçmalığı10
- arkadaşlar biri var18
- karınıza range rover alır mısınız25
- kent lokantası niye bedava değil demek22
- boşuna yaşıyorum hissi18
- avrupanın yarrağı yemesi yakındır19
- evlilik17
- akp seçmeni9
- ali erbaş17
- escort fiyatlarının güncellenmesi12
- diyanet işleri başkanına audi 6 tahsis edilmesi11
- modern kadinin ucuz ve kolay ulasilabilir olmasi17
- icardi1905 silik olsun kampanyası27
- nervio'ya aşık olmak10
- balayını italyada yapmak isteyen nişanlı14
- futbolcu ismiyle nick almak14
- chp'li o tekin'in öcalan'ın fotosu ile pozu37
- demet akalın'ın zeka seviyesi12
- gina carano9
- icardi19059
- türkiye işçi partisi9
- çin halk cumhuriyeti8
- ellerim bos gonlum hos9
- bir kadında ilk baktığınız yer neresi12
- 31 mart 2024 cumhuriyet halk partisinin zaferi8
- sözlük kızlarının don renkleri14
- aynı dizileri tekrar tekrar izlemek8
- karımın çok mutlu olacağı gerçeği13
- kadınların boşanmış erkeğe bakışı9
- merfulu8
- sözlük kızlarının ayakkabıları18
- yakışıklı erkeği çirkin gösterecek şeyler15
- eloande'ye koca buluyoruz kampanyası8
- murat kurum kurudu gitti8
peygamberimiz'in kanının kanına karıştığı, uhud şehidi büyük sahabi.
Hayat yükü, geçim sıkıntısı, çoluk çocuk derdi bütün ağırlığıyla omuzundaydı. Zaruri ihtiyaçlarını bile zor şartlar altında karşılıyordu. Dünyalık namına elinde ne varsa hepsini de kaybedince bütünüyle fakr u ihtiyaç içinde kaldı. Ailesine bir avuç hurma, çocuklarının açlığını bastıracak bir parça ekmek temininde güçlük çekmek, bir baba için ne kadar dayanılmaz bir hâldi... Bir seferinde üç gün üst üste yiyecek bir şey bulamamıştı.
Bu derece muztar bir durumda bulunduğu hâlde, derdini kimseye açamıyor, sıkıntısını bir başkasıyla paylaşamıyordu. O zamana kadar kimseden bir şey istememiş, kimseye el avuç açmamıştı. istiğnasından, iffetinden taviz veremiyordu. Görenler de gerçek durumunu tahmin edemiyor, kendisini zengin sanıyorlardı
Fakat bir bilen vardı:
--spoiler--
"Sadaka, kendilerini Allah yoluna vakfeden fakirler içindir. Bunlar rızık aramak için yeryüzünde dolaşamazlar. Durumlarını bilmeyen kimse, hayâ ve iffetlerinden dolayı onları zengin sanar. Sen, onları yüzlerinden tanırsın. Onlar insanlardan yüzsüzlük edip bir şey istemezler...."
--spoiler--
Yüce Mevla, Kelam-ı Kadim'inde methettiği böylesi muztar müminleri Habibine bildiriyordu. Fakat o sıralar hemen hemen bütün Müslümanlar benzer bir durumdaydı. Mekkeli yüzlerce Muhacir, Medine'ye gelmiş, Ensar kardeşleri bütün varlıklarını yeni misafirleriyle paylaşmışlardı. Bunun için kısa zamanda bir çözüm getirmek de mümkün değildi.
O gün Mescid-i Nebevî'ye geldi. Dava arkadaşlarını görerek teselli bulacaktı. Bir köşeye sessiz sakin oturuvermişti. O sırada Allah Resûlü'nün gözüne çarptı. Bu mütevekkil sahabisini gören Peygamberimiz, Ashâbına onu şöyle takdim ediyordu:
"içinizden iffet sahibi birisini görmek isteyen varsa, Mâlik bin Sinan'a baksın."
Hz. Mâlik, hidayet Peygamberinin fedakâr ve müttaki bir sahabisiydi. Medine'ye teşrif buyurduğunda kendisine kucak açan, aile efradıyla birlikte iman safına katılan, barışta ve savaşta hep yanı başında yer alan bahtiyar bir insandı. Hanımı Enise, her yönden kendisine tam bir destekti. Onunla birlikte iman etmiş, hizmet ve cihat meydanlarından geri kalmaması için kendisine düşen imkânları hazırlamış, teşvik etmişti.
Uhud Savaşı için yapılan istişare toplantısında karar verilmek üzereydi... Mâlik bin Sinan, cihat aşkını Bedir'de tatmıştı. Âdeta yerinde duramaz hâldeydi, Allah'ın nurunu söndürmek isteyenlerin tekrar karşısına çıkmak arzusundaydı. Fikrini şöyle açıkladı:
"Biz iki hayırlı işin arasındayız. Ya Allah bizi mutlaka muzaffer kılar, onlardan ise ancak kaçmaya muvaffak olanlar kurtulur veya Allah bize şehitliği nasip eder. Yâ Resûlallah, Allah'a yemin ederim ki, benim için iki ihtimal de aynıdır. Hangisi tahakkuk ederse etsin mutlaka hayır ondadır."
Henüz 11 yaşındaki küçük oğulları Ebu Said el-Hudri'nin minik kalbindeki iman o kadar coşmuştu ki, Peygamberimizle birlikte bulunmak, onun nurlu sohbetini dinleyerek cennetten anlar yaşamak için gayret ediyordu. Ayrıca kendi gücüne kuvvetine bakmadan, Peygamberimizin işaret ettiği her hizmete koşmak için can atıyordu. Mescid-i Nebevî inşa edilirken mukaddes mabedin taşlarını o da omuzluyordu. Bedir Savaşı'na katılmayı o kadar arzu etmesine rağmen, yaşının küçüklüğünden dolayı kabul edilmemişti.
13 yaşındaki Ebû Sâid'in içine ateş düşmüştü. Epeyce savaş eğitimi yapmıştı. Kendi boyu kadar da olsa kılıç taşıyıp, müşriklerin karşısına dikilebileceğinden emindi. Kendisine güveniyordu. Bedir'de kabul edilmemişti. Ama bu sefer ısrarlıydı. Resûlullah'ın huzuruna geldi, yalvardı yakardı. Cihat ordusunun en küçük ferdi olmayı rica etti. Kahraman ruhuna Medine'de kalmayı yediremiyordu. Bu samimi ısrarı ve arzusunu Peygamberimiz kırmadı. Orduya kabul etti. Baba-oğul yan yana islam ordusunda yer alacaktı.
Ordu Medine'den ayrıldı. Uhud Dağı eteğine kondu. Bir anda nurlu Peygamber, fedaileri ile şaşkın müşrik güruhu yüz yüze geldi. Fazla bir zaman geçmeden müşrikler büyük bir hezimete uğradı. Fakat Müslüman okçular kendilerine verilen talimata uymadıklarından düşman ordusu yeniden toparlandı. Bir anda iş ciddileşti. Hedef Allah'ın Resûl'üydü. Bütün müşrik silahşörleri, Peygamberimizin bulunduğu çadıra doğru ilerliyordu. Bu arada Müslümanların bir kısmı da paniğe kapılmış, mevzilerini terk etmişlerdi. Fakat bir grup gözü pek fedai, Peygamberimizin etrafında halkalanmış, vücutlarını o mübarek vücudun önünde kale yapmışlardı.
Bu arada bir müşrik darbesiyle Peygamberimizin mübarek yüzü kanamıştı. Mâlik bin Sinan da orada hazırdı. Peygamberimizin yüzünü yaralı vaziyette görünce, muazzez kanının yere düşmemesi için hemen yanına yaklaştı. Yüzündeki kanı yalayarak sildi. Zaten kendisi de yaralıydı, ancak son gücüne kadar dayanmalıydı. Çünkü bir anlık ihmal Resûlullah'ın hayatına mal olabilirdi. Fakat vücudu kan revan içindeydi. "Gurab bin Süfyân" adlı müşrikin kılıç darbesi, Hz. Mâlik'in cennete uçmasına kâfi gelmişti.
Şehitler defnediliyordu. Sıra Hz. Mâlik'e gelmişti. Peygamberimiz de orada hazırdı. Kabre konmadan önce sahabilerine yöneldi, şöyle hitap etti:
"Kanım kanına karışan kişiye cehennem ateşi erişemez."
Evet, Hz. Mâlik hem şehitlik mertebesine ulaşmış, hem de bu vesileyle cehennem ateşinden korunmuştu.
Allah ondan razı olsun!
Hayat yükü, geçim sıkıntısı, çoluk çocuk derdi bütün ağırlığıyla omuzundaydı. Zaruri ihtiyaçlarını bile zor şartlar altında karşılıyordu. Dünyalık namına elinde ne varsa hepsini de kaybedince bütünüyle fakr u ihtiyaç içinde kaldı. Ailesine bir avuç hurma, çocuklarının açlığını bastıracak bir parça ekmek temininde güçlük çekmek, bir baba için ne kadar dayanılmaz bir hâldi... Bir seferinde üç gün üst üste yiyecek bir şey bulamamıştı.
Bu derece muztar bir durumda bulunduğu hâlde, derdini kimseye açamıyor, sıkıntısını bir başkasıyla paylaşamıyordu. O zamana kadar kimseden bir şey istememiş, kimseye el avuç açmamıştı. istiğnasından, iffetinden taviz veremiyordu. Görenler de gerçek durumunu tahmin edemiyor, kendisini zengin sanıyorlardı
Fakat bir bilen vardı:
--spoiler--
"Sadaka, kendilerini Allah yoluna vakfeden fakirler içindir. Bunlar rızık aramak için yeryüzünde dolaşamazlar. Durumlarını bilmeyen kimse, hayâ ve iffetlerinden dolayı onları zengin sanar. Sen, onları yüzlerinden tanırsın. Onlar insanlardan yüzsüzlük edip bir şey istemezler...."
--spoiler--
Yüce Mevla, Kelam-ı Kadim'inde methettiği böylesi muztar müminleri Habibine bildiriyordu. Fakat o sıralar hemen hemen bütün Müslümanlar benzer bir durumdaydı. Mekkeli yüzlerce Muhacir, Medine'ye gelmiş, Ensar kardeşleri bütün varlıklarını yeni misafirleriyle paylaşmışlardı. Bunun için kısa zamanda bir çözüm getirmek de mümkün değildi.
O gün Mescid-i Nebevî'ye geldi. Dava arkadaşlarını görerek teselli bulacaktı. Bir köşeye sessiz sakin oturuvermişti. O sırada Allah Resûlü'nün gözüne çarptı. Bu mütevekkil sahabisini gören Peygamberimiz, Ashâbına onu şöyle takdim ediyordu:
"içinizden iffet sahibi birisini görmek isteyen varsa, Mâlik bin Sinan'a baksın."
Hz. Mâlik, hidayet Peygamberinin fedakâr ve müttaki bir sahabisiydi. Medine'ye teşrif buyurduğunda kendisine kucak açan, aile efradıyla birlikte iman safına katılan, barışta ve savaşta hep yanı başında yer alan bahtiyar bir insandı. Hanımı Enise, her yönden kendisine tam bir destekti. Onunla birlikte iman etmiş, hizmet ve cihat meydanlarından geri kalmaması için kendisine düşen imkânları hazırlamış, teşvik etmişti.
Uhud Savaşı için yapılan istişare toplantısında karar verilmek üzereydi... Mâlik bin Sinan, cihat aşkını Bedir'de tatmıştı. Âdeta yerinde duramaz hâldeydi, Allah'ın nurunu söndürmek isteyenlerin tekrar karşısına çıkmak arzusundaydı. Fikrini şöyle açıkladı:
"Biz iki hayırlı işin arasındayız. Ya Allah bizi mutlaka muzaffer kılar, onlardan ise ancak kaçmaya muvaffak olanlar kurtulur veya Allah bize şehitliği nasip eder. Yâ Resûlallah, Allah'a yemin ederim ki, benim için iki ihtimal de aynıdır. Hangisi tahakkuk ederse etsin mutlaka hayır ondadır."
Henüz 11 yaşındaki küçük oğulları Ebu Said el-Hudri'nin minik kalbindeki iman o kadar coşmuştu ki, Peygamberimizle birlikte bulunmak, onun nurlu sohbetini dinleyerek cennetten anlar yaşamak için gayret ediyordu. Ayrıca kendi gücüne kuvvetine bakmadan, Peygamberimizin işaret ettiği her hizmete koşmak için can atıyordu. Mescid-i Nebevî inşa edilirken mukaddes mabedin taşlarını o da omuzluyordu. Bedir Savaşı'na katılmayı o kadar arzu etmesine rağmen, yaşının küçüklüğünden dolayı kabul edilmemişti.
13 yaşındaki Ebû Sâid'in içine ateş düşmüştü. Epeyce savaş eğitimi yapmıştı. Kendi boyu kadar da olsa kılıç taşıyıp, müşriklerin karşısına dikilebileceğinden emindi. Kendisine güveniyordu. Bedir'de kabul edilmemişti. Ama bu sefer ısrarlıydı. Resûlullah'ın huzuruna geldi, yalvardı yakardı. Cihat ordusunun en küçük ferdi olmayı rica etti. Kahraman ruhuna Medine'de kalmayı yediremiyordu. Bu samimi ısrarı ve arzusunu Peygamberimiz kırmadı. Orduya kabul etti. Baba-oğul yan yana islam ordusunda yer alacaktı.
Ordu Medine'den ayrıldı. Uhud Dağı eteğine kondu. Bir anda nurlu Peygamber, fedaileri ile şaşkın müşrik güruhu yüz yüze geldi. Fazla bir zaman geçmeden müşrikler büyük bir hezimete uğradı. Fakat Müslüman okçular kendilerine verilen talimata uymadıklarından düşman ordusu yeniden toparlandı. Bir anda iş ciddileşti. Hedef Allah'ın Resûl'üydü. Bütün müşrik silahşörleri, Peygamberimizin bulunduğu çadıra doğru ilerliyordu. Bu arada Müslümanların bir kısmı da paniğe kapılmış, mevzilerini terk etmişlerdi. Fakat bir grup gözü pek fedai, Peygamberimizin etrafında halkalanmış, vücutlarını o mübarek vücudun önünde kale yapmışlardı.
Bu arada bir müşrik darbesiyle Peygamberimizin mübarek yüzü kanamıştı. Mâlik bin Sinan da orada hazırdı. Peygamberimizin yüzünü yaralı vaziyette görünce, muazzez kanının yere düşmemesi için hemen yanına yaklaştı. Yüzündeki kanı yalayarak sildi. Zaten kendisi de yaralıydı, ancak son gücüne kadar dayanmalıydı. Çünkü bir anlık ihmal Resûlullah'ın hayatına mal olabilirdi. Fakat vücudu kan revan içindeydi. "Gurab bin Süfyân" adlı müşrikin kılıç darbesi, Hz. Mâlik'in cennete uçmasına kâfi gelmişti.
Şehitler defnediliyordu. Sıra Hz. Mâlik'e gelmişti. Peygamberimiz de orada hazırdı. Kabre konmadan önce sahabilerine yöneldi, şöyle hitap etti:
"Kanım kanına karışan kişiye cehennem ateşi erişemez."
Evet, Hz. Mâlik hem şehitlik mertebesine ulaşmış, hem de bu vesileyle cehennem ateşinden korunmuştu.
Allah ondan razı olsun!
güncel Önemli Başlıklar