bugün

alfred adler'in kitabıdır.

ben severek okudum. yazım dili son derece anlaşılır ve akıcı bir kitap.

şöyle başlar:

"insanın ruhu onun yazgısıdır." Herodot

insanı tanıma sanatının temelleri, fazla böbürlenmeye ve gururlanmaya izin verecek gibi değildir. Tersine, insanı gerçekten tanıyış, belli ölçüde bir alçakgönüllülüğün doğmasını sağlar çünkü bunun ne devcileyin bir iş olduğunu öğretir bize; öyle bir iş ki, uygarca yaşamlarının ta başından beri insanlar üstesinden gelebilmek için uğraşıp durmaktadır. Gelgelelim, şimdiye kadar bu işin planlı ve sistematik bir şekilde ele alındığı söylenemez; dolayısıyla, sıradan kişilerde görüldüğünden daha çok insanı tanıma bilgisiyle donatılmış büyük insanlara her zaman seyrek rastlamaktayız. Bunu söylemekle nazik bir noktaya parmak basmış oluyoruz. Nedeni de şu: Kendimizi önyargılara kaptırmaksızın insanları böyle bir bilgiye sahip olup olmadıkları açısından yokladık mı, çokluk sınavı başaramadıklarını görürüz. Hiçbirimizin insanı tanıma konusunda fazla bir bilgisi yoktur. Bunun da nedenini toplumdan soyutlanmış bir yaşam sürmemizde aramak gerekiyor. insanların bugünkü kadar soyutlanmış bir yaşam sürdüğü olmamıştır asla. Hepimiz de daha çocukluktan başlayarak yeterince bir ilişkiler örgüsünü içermeyen bir yaşamı üstleniriz. Ailemiz toplumdan soyutlar bizi. Ayrıca tüm yaşam üslubumuz, hemcinslerimizle aramızda insanı tanıma sanatını öğrenebilmek için mutlaka zorunlu olan içli dışlı bir ilişkinin kurulmasına fırsat vermez. işte birbirine bağlı iki etken size; çünkü insanı doğru dürüst tanıma sanatını kavrayamadığımızdan kendi dışımızdakilere yabancı bir gözle bakarız; bu da onlarla ilişki kurmamızı önler.

insanı tanıma sanatının gereği gibi üstesinden gelemeyişimizin en büyük sakıncalarından biri de, hemcinslerimizle bir arada yaşamayı pek beceremememizdir. insanların birbirlerini görmeden birbirleri önünden geçip gitmeleri, ne söylediklerini anlamadan birbirleriyle konuşmaları, birbirlerinin karşısında yabancı gibi dikildiklerinden aralarında bir türlü ilişki kuramayışları, yalnız geniş bir toplum içinde değil, pek dar bir aile çevresinde bile bunu başaramayışları sık sık üzerinde durulan önemli bir noktadır. Çocuklarını anlamayan anne ve babaların, beri yandan anne ve babaları tarafından kendilerini anlaşılmamış gören çocukların yakınmalarından daha sık karşılaştığımız bir başka yakınma gösterilemez.
tamamını buraya yazmayı dilediğim kitap.

devamı:

Oysa toplumsal yaşamın temel koşulları, insanları birbirlerini anlamaya alabildiğine zorlayıcı nitelik taşır çünkü yanıbaşımızdaki hemcinsimize karşı takınacağımız tutum ve davranış buna bağlıdır. insanı tanıma konusunda daha çok bilgi edinebilsek, bir arada yaşamanın bazı köstekleyici biçimleri silinip giderdi ortadan; çünkü bunlar günümüzde varlığını sürdürüyorsa, tek nedeni birbirmizi tanıyamamız, dolayısıyla dış görünüşe aldanıp birbirimizin iki yüzlü ve sinsi oyunlarına gelmemizdir. Böylesine devcileyin bir alanda insanı tanıma sanatı diye bir disiplini kurmaya yönelik çabaların neden özellikle tıp biliminden kaynaklandığını, böyle bir sanatın ne gibi ön koşullara dayanıp, ne gibi ödevleri üstlenmesi gerektiğini ve kendisinden neler beklenebileceğini bu kitapta anlatmaya çalışacağız. En başta nöroloji, insanı tanıma sanatına ivedilikle gereksinme gösteren bir disiplindir. Bir sinir hekimi, kendisine başvuran hastaların ruh yaşamıyla ilgili olarak bir an önce fikir edinmek zorundadır. Tıbbın bu dalında hastaların durumu bakımından işe yarar bir yargıya varabilmek, gerekli tedavi önlemlerini alıp, zorunlu kürleri uygulamak ya da salık vermek için hastanın iç dünyasında neler olup bittiğini anlamak şarttır. Üstünkörü davranışların yeri yoktur burada, atılacak yanlış bir adım çok geçmeden cezasını bulur, beri yandan doğru bir yaklaşım hemen başarıyla ödüllendirilir. Yani nöroloji dalında sonucu o saat alınan hayli sıkı bir sınav söz konusudur. Toplumsal yaşamda ise, bir insana ilişkin olarak verilecek yargılarda hataya daha çok yer vardır. Gerçi burada da yapılan hatalara karşılık her defasında ceza hazırdır; ama söz konusu ceza bazen kendini o kadar geç açığa vurur ki, aradaki ilişkiyi bundan böyle kavrayamaz, içine düşülen bir yanılgının nasıl olup, belki on yıllar sonrası tehlikeli sonuçlara yol açabildiğine şaşmakla kalırız. Böylesi durumlar, insanı tanıma sanatını öğrenmenin ve bu konuda derinleşmenin herkes için bir zorunluluk, bir ödev bilinmesi gerektiğini dönüp dolaşıp gözlerimizin önüne sermektedir.
318 sayfadır. *

devamı:

insanı tanımaya yönelik araştırmalarımızın çok geçmeden ortaya koyduğuna göre, günümüzde sıklıkla karşılaşılan ruhsal anormallikler, komplikasyonlar ve yetersizlikler, gerçekte normal diye nitelediğimiz insanların ruh yaşamlarına yabancı hiçbir öğeyi içermemektedir. Ruhsal anormalliklerde de normal ruhsal yaşamdaki aynı öğe ve durumlarla karşılaşmaktayız; ne var ki, bunlar daha kaba hatlarla ve daha belirgin olarak açığa vurur kendilerini ve daha kolay teşhis edilirler. Bu da bir avantaj sağlar bize; ruhsal anormalliklere dayanarak gerekli bilgiler edinir ve anormal ruhsal yaşamla normal ruhsal yaşam arasında karşılaştırmalara giderek birtakım deneyimler kazanır, nihayet ilgili deneyimlerden yararlanıp, normal durumları daha iyi kavrayabilecek yeteneğe kavuşuruz. Bu da her mesleğin insandan istediği egzersizden fazla bir şeyi gerektirmez; ancak, bu alanda kendimizi vererek çalışmamız ve hiçbir vakit sabrı elden bırakmamamız şarttır.

Ruhsal anormalliklerin bize öğrettiği ilk şey, insanın ruhsal yaşamının olumuşunda en güçlü dürtü ve uyarıların ilk çocukluk çağından kaynaklandığıdır. Hani gerçekte pek gözde büyütülecek bir keşif değildir bu; çünkü benzeri görüş ve düşünceler çeşitli dönemlerde çeşitli bilgin ve araştırıcılar tarafından savunulagelmiştir. Ancak, bizim insanı tanıma sanatında yeni olan şey, çocukluktaki yaşantı, izlenim ve davranışları bireyin daha ilerideki durum ve davranışlarıyla karşılaştırarak, çocukluktaki ruhsal yaşamla daha sonraki ruhsal yaşam arasında bağlayıcı bir ilişkinin varlığını saptamamızdır. Bu çalışmalar sırasında ele geçirdiğimiz çok önemli bir bulgu da şudur: Ruhsal yaşamdaki olaylara asla bir bütünlüğü içeren kendi içinde kapalı birimler gibi bakılamaz; bunları kavramak istiyorsak, ruhsal yaşamdaki olayları ayrılmaz bir bütünün parçaları gibi ele alıp insanın devinim çizgisini, yaşam modelini ve yaşam üslubunu saptamamız, çocuklukta izlenen yolun gizli amacının daha ileriki yıllarda izlenen yolun gizli amacıyla özdeşliğini kabullenmemiz mutlaka zorunludur. Kısaca, araştırmalarımız şu noktayı şaşılacak bir açık seçiklikle ortaya koymuştur: Bireydeki ruhsal devinim hep aynı kalmakta, ruhsal olayların dış görünümü, somutluk derecesi, dışavurum biçimi değişmesine karşın, temeller, amaç ve dinamizm, kısaca ruhsal yaşamın amaç doğrultusunda devinimini sağlayan tüm öğeler değişmeden varlığını sürdürmektedir. Diyelim bir hasta var da, karakterinde bir korkaklık özelliği saklı yatıyor, güvensizlikle dolup taşıyor içi, başkalarından kendini soyutlamaya sürekli çaba gösteriyor; bu durumda, hastanın adı geçen karakter özelliklerini henüz üç, dört yaşındayken edindiğini, ne var ki bunların o yaşta bir sadelik ve yalınlık taşıyıp daha kolay saptanabildiğini kanıtlayabiliyoruz.
insanı üç şekilde tanımlayabiliriz;
-borç vererek
-yolculuğa çıkarak
-emanet teslim ederek
alfred adlerın şüphesiz en iyi kitabıdır * . neyse sevdiğim kısımlara gelirsek;

"insan doğası bilimi , bugün kimyanın simya olduğu dönemlere benzer bir yerdedir."
( => bu metafor çok hoşuma gitti. yani salça açıkta kalırsa küflenir ama neden? herkes kendince yorumluyor gibi.)

"bir insanın yanlış yorumlanmasının seneler sonra ne büyük talihsizliklere yol açtığını görmek bizde şaşkınlık yaratır."
( => bunu düşündükten sonra öyle her dakika insanları yorumlamamaya başlıyorsun tabi)

"eğer kendilerine özdeşleşme ya da empati yeteneği bahşedilmişse , insan ruhunu en iyi bilen kişi tutkularını tecrübe etmiş kişidir."
( => rus yazarların betimlemelerinin mükemmel olmasını buna bağlarım. )

"bir kişinin amacı, hedefine vardığında ona yaşamı yaşanır kılacak bir üstünlük duygusu ya da kişiliğinin ihya olmasını sağlayacak bir amaç olarak belirlenir. heyecanlarımıza değer katan ,hislerimizi birbirine bağlayıp eşgüdümleyen, imgelemimizi şekillendiren ve yaratıcı güçlerimizi yöneten , neyi hatırlayıp neyi unutacağımızı belirleyen bir amaçtır."
( => her insanın aslında böyle bir hedefi vardır. etrafınızdaki insanların konuşmalarına dikkat ederseniz anlamanız çok uzun sürmese gerek. kimisi her cümlenin sonunu bir şekilde paraya bağlar , kimisi kız/erkek arkadaşa , kimisi ailesine , kimisi yaşadığı/büyüdüğü ortama vs bağlar . misal "ulan altında bir araba olcak", "abi şöyle uzun olcan , geniş omuz falan" , "misal benim de babam olsa..." sonrasında anlatılan şey olur genelde. ama asıl ilginç kısmı son cümle bence : "neyi hatırlayıp neyi unutacağımızı" . insanlar bir şeyleri unuttuklarında aslında unutmak istedikleri daha doğrusu yapmak istemedikleri için unuttuklarını biliyor muydunuz? * * )

"madem hayatın ön cephesine yakın durmuyorum ve bundan böyle birinci gelmem zor görünüyor, öyleyse tüm çapamı kendimi yaşamdan tamamen uzaklaştırmaya yöneltmeliyim."
( => en yaygın depresyon sebebinin (rekabetten kaçma) gördüğüm en basit açıklaması)

"her konuda birinci gelen ve en iyi olan insanlardan sıkıldık artık! Tarih de deneyimler gibi mutluluğun da birinci gelmek ya da en iyi olmaktan geçmediğini sergilemektedir"

"üstünlük hedefi gizli bir amaçtır. toplum duygusunun varlığı kendini belli ederek gelişmesini önler. gizlice büyümeli ve sevecen bir maskenin arkasına gizlenmelidir! Buna karşın eğer biz insanlar birbirimizi daha iyi anlasak bu amacın bu kadar rahat bir gelişme ortamı bulamayacağını da kabul etmemiz gerekir"
( => sigmund freud çok hayran olduğum bir zat- ı muhterem tabi ama bu adamı işte bu bakış açısından dolayı daha bir seviyorum. yani adamı biraz itin götüne sokarak da olsa "bütün insanlar şerefsiz pislik yaratıklar. bu içgüdülerimizi/davranışlarımızı saklamak için toplumda iyi davranışlar olarak sayılan savunma mekanizmalarını geliştiririz" mantığına karşı "insanlar birbirlerini anlasa çok daha iyi anlaşırlardı" mantığı. )

"toplum, münzevilere kucak açmaz. oyunu kuralına göre oynamanın yolu belli bir dereceye kadar uyum sağlayabilmekten ve boyun eğebilmekten geçer"
( => çok geç anladığım bir gerçek. )

"davranışlarını denetlemeyen , sebep ve sonuç ilişkilerini kuramayan kişi sebep olduklarıyla davranışları arasındaki bağı uzunca bir süre kuramayabilir. Her şeyi hak etmediği talihsizliğine bağlar! kötü kaderinin bir tek sebebi olabilir. o da bu insanın düşüncesizliğine artık tahammül edemeyecek hale gelen diğer insanların ona karşı iyi niyetli çabalar göstermeyi bırakıp, ondan uzaklaşmalarıdır. "

"bireysel psikoloji bu son derece yaygın olguya bağlı karmaşık sorunları 'uzaklık sorunu' başlığı altında toplar. bu kavram, bir insanı değerlendirmemizi ve hayatın üç sorunun çözümünden ne kadar uzaklıkta olduklarını ölçecek bir bakış açısını sağlar. bu üç sorudan ilki , bireyin toplumsal sorumluluklarına dair sorunlarının çözülmesi sorunudur. bu, 'ben' ve 'sen' arasındaki ilişkiye , kişinin kendisi ve diğer insanlar arasındaki ilişkiyi düzgün bir şekilde kurup kurmadığına ya da bu ilişkiyi engelliyor olup olmadığına dair sorudur. diğer sorunlar iş-meslek sorunuyla aşk-evlilik sorunudur. bireyin bu sorunların çözümünde ne derece başarısız olduğu ve bu sorunların çözümünden ne kadar uzakta durduğu, onun kişiliğine dair ayrıntılı sonuçlara varmamızı sağlar. bu alanda topladığımız verileri insan doğasını daha iyi kavramakta da kullanabiliriz"
( => demek ki neymiş? ota boka bakarak bir anlamlar çıkarmamalıyız. sherlock holmesu ya da gregory houseu çoğumuz severiz ama birisinin nasıl sakız çiğnediğine bakarak da onun düşünce yapısını çözemeyiz. freud reisin dediği gibi "sometimes a cigar is only a cigar" *

"kişinin, kendisini eleştiriden , rekabetten , ilgi odağı haline gelmekten koruyacak bir konuma taşımasının, ayrıca aşk ve evlilikten kaçmasını kolaylaştırmasının en iyi yöntemi hep böyle kirli görünmektir. elbette rekabette öne çıkması söz konusu olamaz , ancak suçu kabalığına yüklemek gibi geçerli bir mazereti vardır. 'eğer bu kötü huyum olmasa neler yapmazdım ki !' der , ancak bir taraftan da sessizce şu sözleri fısıldar , 'ama ne yapabilirim ki böyle bir huyum var bir kere!' " * * *
--spoiler--
Bir başkasını etkilemenin en iyi yolu, o kişiyi hak ve çıkarlarını garanti altına alınmış hissedeceği bir ruh durumuna sokmaktır.
--spoiler--
alfred adler tarafından yazılan; insan gibi düşünmek, görmek, duymak, anlamak isteyen herkesin okuması gereken kitap.
Yenilen kazıkların bileşkesi ile orantılıdır. Ne kadar okunursa okunsun duyulursa duyulsun pratik teoriden üstündür. Ne kadar çok insanlarla olunur ki şu zamanda bu kazık Yemekle eş değerde tutulabilir o kadar iyi tanınır insanlar.
Benim rahmetli dedem dermiş "bir insanı tanımak için ya onun ekmeğinden yiyeceksin, ya da ona tokat atacaksın."
Bence doğru tespit.