bugün

sevmek sevmek ise
sevmemek sevmemektir.
Değişir yönü rüzgarın
Solar ansızın yapraklar;
Şaşırır yolunu denizde gemi
Boşuna bir liman arar;
Gülüşü bir yabancının
Çalmıştır senden sevdiğini;
içinde biriken zehir
Sadece kendini öldürecektir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk, iki kişiliktir.

Bir anı bile kalmamıştır
Geceler boyu sevişmelerden
Binlerce yıl uzaktadır
Binlerce kez dokunduğun ten;
Yazabileceğin şiirler
Çoktan yazılıp bitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek başına.
Aşk, iki kişiliktir

Avutmaz olur artık
Seni bildiğin şarkılar;
Boşanır keder zincirlerinden
Sular tersin tersin akar;
Bir hançer gibi çeksen de sevgini
Onu ancak öldürmeye yarar:
Uçarı kuşu sevdanın
Alıp başını gitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek başına.
Aşk, iki kişiliktir.

Yitik bir ezgisin sadece
Tüketilmiş ve düşmüş gözden;
Düşlerinde bir çocuk hıçkırır
Gece camlara sürtünürken;
Çünkü hiç bir kelebek
Tek başına yaşamaz sevdasını,
Severken hiç bir böcek
Hiç bir kuş yalnız değildir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk, iki kişiliktir.

(bkz: ataol behramoğlu)
görsel
gözlerin gözlerime değince
felâketim olurdu ağlardım
beni sevmiyordun bilirdim
bir sevdiğin vardı duyardım
çöp gibi bir oğlan ipince
hayırsızın biriydi fikrimce
ne vakit karşımda görsem
öldüreceğimden korkardım
felâketim olurdu ağlardım.

ne vakit maçka'dan geçsem
limanda hep gemiler olurdu
ağaçlar kuş gibi gülerdi
bir rüzgâr aklımı alırdı
sessizce bir cıgara yakardın
parmaklarımın ucunu yakardın
kirpiklerini eğerdin bakardın
üşürdüm içim ürperirdi
felâketim olurdu ağlardım

akşamlar bir roman gibi biterdi
jezabel kan içinde yatardı
limandan bir gemi giderdi
sen kalkıp ona giderdin
benzin mum gibi giderdin
sabaha kadar kalırdın
hayırsızın biriydi fikrimce
güldü mü cenazeye benzerdi
hele seni kollarına aldı mı
felâketim olurdu ağlardım

Atilla iLHAN
"keşti i ümit lenger aldı
ben kaldım o söz leb'imde kaldı"
hatırla, o akşamüstünü geceye bağlayan
gün batımı izlencesini...
sen parmak uçlarında geziyordun denizin,
ben nereye bakacağıma karar verememişken
"şipşak" çekiyordu sahil fotoğrafçısı.

ayaklarımıza takılan kum taneleri bile
bizden daha net, daha iradeli, ve sürekli...
biraz laflıyordum gölgenle
ki senle cesaret edilmemişlikler vardı hali hazırda...

yakamoza saygımızdan mı ne susuyorduk
dalgalar vuruyordu, dalgalar geçiyordu
"dalga" geçiyordu sanki az önce lafladığım tanrılar...
seni sonsuzluğa uğurlerken
ardından bir -deniz- su döküyordum
tez kavuşuruz niyetine...

ışıklar söndü, perde kapandı; o berrak perde
avuç içlerimden kayıp gittin, hayat nerde?

M.Y.
açılmış sarmaşık gülleri kokularıyla baygın
en görkemli saatinde yıldız alacasının
gizli bir yılan gibi yuvarlanmış içimde kader
uzak bir telefonda ağlayan yağmurlu genç kadın
rüzgar uzak karanlıklara surmuş yıldızları
mor kıvılcımlar geçiyor dağınık yalnızlığımdan
onu çok arıyorum onu çok arıyorum
heryerimde vücudumun ağır yanık sızıları
bir yerlere yıldırım düşüyorum
ayrılığımızı hissettiğim an demirler eriyor hırsımdan
ay ışığına batmış karabiber ağaçları gümüş tozu
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar yaseminler unutulmuş
tedirgin gülümser
çünkü ayrılık da sevdaya dahil çünkü ayrılanlar hala sevgili
hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
her an ötekisiyle birlikte herşey onunla ilgili
telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
gittikçe genişliyen yakılmış ot kokusu
yıldızlar inanılmıyacak bir irilikte
yansımalar tutmuş bütün sahili
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
çünkü ayrılıklar da sevdaya dahil
çünkü ayrılanlar hala sevgili
yalnızlık hızla alçalan bulutlar karanlık bir ağırlık
hava ağır toprak ağır yaprak ağır
su tozları yağıyor üstümüze
özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
eflatuna çalar puslu lacivert bir sis kuşattı ormanı
karanlık çöktü denize
yalnızlık çakmak taşı gibi sert elmas gibi keskin
ne yanına dönsen bir yerin kesilir fena kan kaybedersin
kapını bir çalan olmadı mı hele elini bir tutan
bilekleri bembeyaz kuğu boynu parmakları uzun ve ince
sımsıcak bakışları suç ortağı kaçamak gülüşleri gizlice
yalnızların en büyük sorunu tek başına özgürlük ne işe yarayacak
bir türlü çözemedikleri bu ölü bir gezegenin soğuk tenhalığına
benzemesin diye özgürlük mutlaka paylaşılacak suç ortağı bir sevgiliyle
sanmıştık ki ikimiz yeryüzünde ancak birbirimiz için varız
ikimiz sanmıştık ki tek kişilik bir yalnızlığa bile rahatça sığarız
hiç yanılmamışız her an düşüp düşüp kristal bir bardak gibi
tuz parça kırılsak da hala içimizde o yanardağ ağzı
hala kıpkızıl gülümseyen sanki ateşten bir tebessüm zehir zemberek aşkımız.
görsel
ilmi kisbiyyel paye-i rifat
arzuyu muhal imiş ancak
aşk imiş her ne var alemde
ilm bir kıyl-ü kaal imiş ancak...

mealen diyor ki şair, ilimle ulaşılacak yükseklikler yokmuş, alemde her şey aşk ile varmış ve ilim dedikleri ancak dedi kodu'dan ibaretmiş...

hey gidi fuzuli hey...
gözlerin gözlerime değince
felâketim olurdu ağlardım
beni sevmiyordun bilirdim
bir sevdiğin vardı duyardım
çöp gibi bir oğlan ipince
hayırsızın biriydi fikrimce
ne vakit karşımda görsem
öldüreceğimden korkardım
felâketim olurdu ağlardım

ne vakit maçka'dan geçsem
limanda hep gemiler olurdu
ağaçlar kuş gibi gülerdi
bir rüzgâr aklımı alırdı
sessizce bir cıgara yakardın
parmaklarımın ucunu yakardın
kirpiklerini eğerdin bakardın
üşürdüm içim ürperirdi
felâketim olurdu ağlardım

akşamlar bir roman gibi biterdi
jezabel kan içinde yatardı
limandan bir gemi giderdi
sen kalkıp ona giderdin
benzin mum gibi giderdin
sabaha kadar kalırdın
hayırsızın biriydi fikrimce
güldü mü cenazeye benzerdi
hele seni kollarına aldı mı
felâketim olurdu ağlardım

(bkz: atilla ilhan)
Söyle sevda içinde türkümüzü,
Aç bembeyaz bir yelken
Neden herkes güzel olmaz,
Yaşamak bu kadar güzelken?

insan, dallarla, bulutlarla bir,
Ayrı maviliklerden geçmiştir
insan nasıl ölebilir,
Yaşamak bu kadar güzelken?

(bkz: fazıl hüsnü dağlarca)
Sen yoksun
Boşuna yağıyor yağmur
Birlikte ıslanmayacağız ki...
Boşuna bu nehir
Çırpınıp pırpırlanması
Kıyısında oturup göremeyeceğiz ki...
Uzar uzar gider
Boşa yorulur yollar
Birlikte yürüyemeyeceğiz ki...
Özlemler de ayrılıklar da boşuna
Öyle uzaklardayız
Birlikte ağlayamayacağız ki...
Seviyorum seni boşuna
Boşuna yaşıyorum
Yaşamı bölüşemeyeceğiz ki...

(bkz: aziz nesin)
Kirli ve kopuk sesler var aramızda

suç bu.

gecenin ortasından bir garson geçiyor,
bir bardak bölüyor karanlığı...

Bak,bir kağıtta notlar var,sana yazılan
"ben şimdi uzaklarda bir fırtınayım
gece geçen tren seslerine karışan."

Uzak ve kirli sesler var aramızda
suç bu.

baharı ve kışı özlüyorum aynı anda
sonra yaşlanıyorum giderek
sandalyeleri çağrıştırıyor bu müzik bana...

Bak,şiirin ortasından bir garson geçiyor,
lavanta kokuları
ve ilk günler geçiyor ayrılığın ortasından
bardaklar ve çaylar geçiyor hatta.

Kirli ve üzgün sesler var aramızda
salon ışıklı,bazen gölgeli...garson fraklı,
piyanist yelkenli,
sen eskiden...
sen eskiden...
kırılganlığım geçiyor odalardan
suç bunun adı.

Bak,bütün tınılar isyan
bütün kemanlar gece
duysana kopuk ve uzak bir şeyler var aramızda,

ya beni bırak,
ya sarıl bana.

Birhan Keskin okunmadan uyunmaz!
Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.

(bkz: orhan veli kanık)
En güzel gülüşünle karşıla beni
işte geldim yanına yorgun ve yitik
Yılmışım, yıkılmışım, kahrolmuşum
içimde tarifsiz bir gariplik

Anlamaya çalış bir şey sormadan
Yaklaş yanıma, gözlerime bak
Dağıt saçlarını çocuklar gibi
Sonra başını omuzlarıma bırak

Dertliyim, kahırlıyım, efkarlıyım
Ağır, çaresiz hüzünlerle geldim sana
Birlikte ömür boyu yaşayacağımız
Perişan gecelerle, günlerle geldim sana

Paramparça hayallerim, umutlarım
Ne kalmışsa içimde kırık dökük
Al, yeniden yarat beni, ayıkla arıt
Baksana, bütün ışıklarım sönük

Pelte pelte karanlığım koyu, zifir
Göklerin üstüme abandığı gecelerdeyim
Dinle, sana bir şarkı söyleyeceğim özlem dolu
Dinle, bütün çalgıların sustuğu yerdeyim

Oysa ki sen aradığım, bulduğumsun benim
Oysa ki bu en güzeli kavuşmaların
Bakma şimdi böyle kahırlı olduğuma
En mutlu şiirleri söyleyeceğim sana yarın

Yeter ki mahşere dek beni özle beni sev
Zamanların en ölümsüzünde yaşat beni
işte geldim yanına alev, alev dopdolu
Al dilediğin gibi yeniden yarat beni

ümit yaşar oğuzcan
elimden tut yoksa düşeceğim
yoksa bir bir yıldızlar düşecek
eğer şairsem beni tanırsan
yağmurdan korktuğumu bilirsen
gözlerim aklına gelirse
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni

geceleri bir çarpıntı duyarsan
telâş telâş yağmurdan kaçıyorum
sarayburnu'ndan geçiyorum
akşamsa eylül'se ıslanmışsam
beni görsen belki anlayamazsın
içlenir gizli gizli ağlarsın
eğer ben yalnızsam yanılmışsam
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni

(bkz: attila ilhan)
Var olan bir sen, bir ben, bir de bu bahar.
Elden ne gelir ki? Güzelsin, gençliğin var.
Dünyada aşkımız ölüm gibi mukadder.
inan ki bir daha geri gelmez bu günler.
Âlemde bir andır bize dost esen rüzgâr.

(bkz: cahit sıtkı tarancı)
Ben bir Türk'üm dinim, cinsim uludur
Sinem, özüm ateş ile doludur
insan olan vatanının kuludur
Türk evlâdı evde durmaz, giderim.

Bu topraklar ecdâdımın ocağı
Evim köyüm hep bu yurdun bucağı
işte vatan! işte Tanrı kucağı!
Ata yurdun evlât bulmaz, giderim.

Yaradanın kitabını kaldırtmam
Osmancığın bayrağını aldırtmam
Düşmanımı vatanıma saldırtmam
Tanrı evi viran olmaz giderim.

Tanrım şâhid duracağım sözümde
Milletimin sevgileri özümde
Vatanımdan başka şey yok gözümde
Yâr yatağın düşman almaz, giderim.

Ak gömlekle gözyaşımı silerim
Kara taşla bıçağımı bilerim
Vatanımçün yücelikler dilerim
Bu dünyada kimse kalmaz, giderim.
(bkz: mehmet emin yurdakul)

Atatürk'ün milli mücadele yıllarında beni cesaretlendiren, kuvvetlendiren satırlar dediği şiir.
güz geldi mi göçüp gidiyorsun buralardan
mahzun kalıyor kalbim ve gözlerim..
sen sevgileri ve yolları hatırlatıyorsun bana
turnam, bir gün bırakmıyacağım peşini,
ömrüm oldukça ardından geleceğim..

bir yamalı yelkenden sular damlıyacak,
veya gemici şarkıları söyliyeceğim bir şilepte.
merhaba rüzgâr diyeceğim, merhaba maden kömürü
verin elinizi, kahve kokulu sahillere.

turnam, bir gün bırakmıyacağım peşini,
cümle sevgilere, tekrar buluşmak üzre, veda.
ormanlar, deniz çiçekleri, yunuslar
vatanım tuz biber gibi kalbimde ama
bu sevda başka sevda..

hiçbir zaman dertsiz kalmadı gönlüm
bir çift gözden, bir yapraktan, bir kuştan.
daima daha taze, daima yeni baştan
turnam bir gün bırakmıyacağım peşini,
sen nereye, ben oraya, adım adım
insan sevdikçe iyileşiyor artık anladım..

bilmem nerelere gidersin gönlünce
hangi medar şehrine, bir akşam vakti.
gürültülü sokaklar, evler, iri kuşlar
çıplak kadınlar arpa döver taş havanlarda
bir pencereden ansızın bir hazin şarkı başlar...

bir basık meyhanedir köşedeki, kemerli
yol boyunca keşkül uzatır sıska çocuklar.
trahomlu ve sıtmalı bir viski içerim
sahilde zencefil yüklü gemiler uyuklar..

ne denmişse yalan hayat için,
işte o, yaşandığı gibi sokaklarda.
cümle geçmişimi aziz bileceğim
turnam bir gün bırakmıyacağım seni
yaşamak ve sevmek için ardarda,
ömrüm oldukça peşinden geleceğim...

turgut uyar
Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var

yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var
yaşadın mı büyük yaşayacaksın
ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına..
çünkü ömür dediğimiz şey hayata sunulmuş bir armağandır;
ve hayat sunulmuş bir armağandır insana..
Nazım Hikmet’in hapiste olduğu dönemde büyük usta Vedat Günyol, uzun zamandır görmediği arkadaşı, dostu Nazım Hikmet’i ziyarete gider. Nazım Hikmet misafiriyle görüşmek için bir gemiye bindirilir.

Gemi iskeleye yanaşırken Vedat Günyol, uzaktan Nazım’ı görür. Nazım, elinde bir kâğıt parçasıyla güvertede durmaktadır.

Bir süre sonra ünlü şair düşünceli yürür, bir süre gökyüzüne bakar ve ardından elindeki kâğıda bir şeyler yazarak güvertede bir yere oturur.

Askerler, Vedat Günyol’u gemiye alırlar. Nazım, Vedat Günyol’un geldiğini fark etmemiştir. Vedat hoca Nazım’ın yanına yaklaşır, eğilir; Nazım soğukkanlılıkla gülümser; ‘Vedat, bir şiire başladım.’ der.

Bugün pazar...
Bugün, beni ilk defa
Güneşe çıkardılar.
Ve ben, ömrümde ilk defa
Gökyüzünün
Bu kadar benden uzak,
Bu kadar mavi,
Bu kadar geniş olduğuna şaşarak,
Kımıldamadan durdum
Sonra, saygıyla toprağa oturdum,
Dayadım sırtımı duvara.
Bu anda;
Ne düşmek dalgalara,
Bu anda;
Ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak,
Güneş ve
Ben...
Bahtiyarım…

(bkz: nazım hikmet ran)
Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte.

Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.

Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir...

Üstü kalsın...

(bkz: cemal süreya)
Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey,
Dünyanın en güzel sesinden
En güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey...
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
Ben artık şarkı dinlemek değil,
Şarkı söylemek istiyorum.
23 Eylül 1945

O şimdi ne yapıyor
şu anda şimdi, şimdi?
Evde mi, sokakta mı,
çalışıyor mu, uzanmış mı, ayakta mı?
Kolunu kaldırmış olabilir,
— hey gülüm,
beyaz, kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi!...—
O şimdi ne yapıyor,
şu anda, şimdi, şimdi?
Belki dizinde bir kedi yavrusu var,
okşuyor.
Belki de yürüyordur, adımını atmak üzredir,
— her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren
sevgili, canımın içi ayaklar!...—
Ve ne düşünüyor
beni mi?
Yoksa
ne bileyim
fasulyanın neden bir türlü pişmediğini mi?
Yahut, insanların çoğunun
neden böyle bedbaht olduğunu mu?
O şimdi ne düşünüyor,
şu anda, şimdi, şimdi?...

nazım Hikmet ran, Piraye için yazılmış saat 21-22 şiirleri
görsel

Umut hep güneşin tepemde tutunma haline, benim merdiven dayama durumumdur,

Karanlıkta Sirius takım yıldızına bakıp, gece papatyalarını katlettiğim saatler de,

Tuhaf aşkların suyuna düşerim, Kızılırmağa kombinezon giydirirken,

Ara ara da tomris'in düşleriyle yıkanırım, hayattan çaldığımız dakikalarda.

Tina sevişirken saçını elletmez,yüzüne dokunamazsin. ölüm arabası sağdır.

Kimin sevip kimin sevmediğini Jane kadar bilen,dalındaki düşen yaprağa günaydın sesi benden.

"Şiiren" (muzi' p-ce)