bugün

roman polanski nin kendisine hayranlığı sorulduğunda,

bazen ilginç hayranlarınız olabiliyor diyen zat,

hande ataizi ile birlikte olmuştu mesela..

eskişehirde şehir efsanesidir, konseri yarıda kesip çalan cep telefonu sahibini azarlaması,

o gün bugün bir konserine gidip, cep telefonumun çalmasını istemişimdir hep,

kısmet değilmiş..
yetenekliler üzerine bir test yapılırsa belki de dünyada ilk 5'e girecek insan. fakat ne yazık kı yetenegini doğru düzgün kullanmadığı için topluma faydası azdır.
"Klasik müziği varoşlara götürseydik seçim sonuçları böyle olmayabilirdi" demiş ultra siyaset bilimci, hiper sosyolog piyanist.

http://www.zaman.com.tr/w...r/haber.do?haberno=573548
fenerbahcenin 100. yılı için fenerbahce senfonisi ni yazmıs üstün yetenek.
estetik biçimsizliğini** yeteneğiyle örtebilmiş ve bu vesileyle hande ataizi'yi götürebilmiş şahıs.
(bkz: tavsan dudak)
harika çocuk iki: düşük ölçekli ve kesinlikle çok daha sevimli bir bedri baykam.
zuhal olcay ve genco erkal'ın ayrı bir renk kattığı nazım adlı senfonisi izlenmeye değer olan yetenekli insan.
nasıl erkek masörün parmakları kadının vücudunda şevkle geziyorsa fazıl sayda piyanoya aynısını yapar garip fantezileri vardır.
hand ataizi'nden cok zaman önce ayrılan müzisyen.

saka maka malı götürdü. ama bitti.
Üç yaşındayken obuacı Ali Kemal Kaya ile ritmik jimnastik ve işitme alıştırmalarına başlayan Fazıl Say, bir yıl sonra Mithat Fenmen'den aldığı piyano dersleriyle sevgiyi de içeren bir öğrenim sürecine girmiştir. Fenmen'le sekiz yıl süren bu dönem, piyano, solfej ve teorinin yanı sıra, besteciliğe özendirme çalışmalarını ve konser podyumlarına ısındırma amaçlı küçük dinletileri kapsar.Bir süre evde dinlendi.

Mithat Fenmen'in 1982 yılında vefat etmesi üzerine Ankara Devlet Konservatuarı'na giren Fazıl Say, 'Özel Statü' olarak nitelenen hızlandırılmış yoğun eğitim çerçevesinde Kamuran Gündemir ile piyano, ilhan Baran ile kompozisyon çalışmıştır. Gündemir, yorum kavrayışı gerektiren yapıtlar üzerinde üst düzey bir değerlendirme ortamı yaratarak öğrencisini yetiştirmiş, ilhan Baran ise ona kompozisyon eğitiminin temeli olan teknik donanımları kazandırmıştır. Donanımların başlıcaları armoni, kontrpuan, form bilgisi, analiz, enstrümantasyon, orkestrasyon, antik modlar, Türm Müziği makamsal ve ritmik sistemleri, caz armonisi ve stil araştırmalarıdır. ilhan Baran, ayrıca çağdaş müzik stilleri çalışması için Ertuğrul Oğuz Fırat'dan yararlanılmasını istemiş ve Fazıl Say, üç yıl Fırat'dan ders almıştır.

1987 yılında konservatuarı bitiren genç piyanist, Almanya'nın DAAD bursuyla bu ülkeye gitmiş, Düsseldorf Müzik Yüksek Okulu'nda ABD'li piyanist David Levine'in öğrencisi olmuştur. Dünyanın önde gelen Schubert yorumcularından olan Levine, "Yaratıcı Yorumculuk" açısından örnek bir piyanisttir. Fazıl Say, piyanist kimliğiyle onu örnek almıştır.

1991 yılında 'Konser Piyanisti' diplomasını alan besteci, Berlin'e yerleşerek profesyonel müzik yaşamına atılmıştır. Uluslararası ilk başarısı, Avrupa Birliği'nin düzenlediği Avrupa Piyano Yarışması'nda kazandığı ödüldür (1991). Aynı yıl Berlin Senfoni Orkestrası'nın kendisine sipariş ettiği konçerto, bu orkestranın eşliğinde kemancı Götz Bernau ve bestecinin solistliğinde dünya prömiyeri olarak seslendirilmiştir. Fazıl Say'ın 1991 - 1995 yılları arasında Almanya'da verdiği konser ve resitaller üzerine basında yayınlanan yazılar, bir kitap oluşturacak sayıdadır.

1994 yılı, piyanist ve bestecimizin kariyerinde dönüm noktasıdır: Genç konser artistleri Avrupa Yarışması'nda birinci olduktan sonra, New York'da yapılan kıtalararası yarışmada dünya birinciliğini almış; Radio France Beracasa Vakfı, Paul A. Fish Vakfı, Boston Metamorphos Orkestrası, M. Clairmont Vakfı gibi kuruluşların ödülleriyle onurlandırılması, kariyerini New York'da sürdürmesini sağlamıştır.

1995 yılından günümüze uzanan süreç içinde tırmanışını sürdüren Fazıl Say, Fransa ağırlıkta olmak üzere Avrupa ülkelerinde ve beş kıtada etkinliklerini sürdürmekte, günümüzün önde gelen şef ve orkestralarının eşliğinde konserler vermekte, ünlü salonlarda resitaller sunmaktadır.

Besteciliği üzerine öncelikle söylenmesi gereken, yazdığı piyano yapıtlarını daha sonra orkestra yapıtlarına dönüştürmesidir. Bu nedenle konçertolarının sayısı giderek artmaktadır.
bana nedense erich maria remarque'i animsatan kişi. hadi bilmeyenler için söyliyeyim erich maria remarque almanya'da nazi rejimi basa geldiği için almanya'yi terk etmişti. eh bizim türkiye'de gitgide - refik saydam ve saz ekibi sag olsun- o devleti andirmiyor değil hani. aman adam sende serbest cagrisimin bokunu cikarma yahu...
bizim fazıl yine yaptı yapacağını. ah seni seniiiii.
ufacıktın misafirliğe bize gelirdiniz, saçma saçma şeyler sorardın, tavşan dudağınla peltek peltek bişeyler anlatmaya çalışırdın. saçmalardın. 62 den tavşan çizip yollardım seni salona. mutlu olurdun onla.
o zaman da saçmalardın hala saçmalıyorsun.
siyasete dini karıştırırken, bilime dini karıştırırken şimdi de müziğe dini karıştırdık. dahi çocuk fazıl sayesinde..
fazıl seni ben hiç anlayamadım. ne yaptın ne ettin a yavrum. ne güzel vuruyordun klavyeye. ne güzel okşuyordun klaayeyi. keşke böyle entel olmasaydın da düğünlerde çalsaydın. işe yarasaydın.
ama ben seni biliyorum fazıııl. seni hande bu hale getirdi.sen klavyeyi okşarken, o ise piyanonun üzerine uzandı.. dudağın gibi gözünde kaydı. ne sanatın kaldı ne sanatçılığın. vurdun kendini saçmalığa.. ah fazıl ah. sorun sende değil hande de.
kadın abi, bildiğin şeytan.
gidişiyle bütün ülkenin "tehlikenin farkına vardığı" müzisyen. öyle çok umursadık ki anlatamam. kendisinin, şahsen benim nacizane gözlerimde "askerlik yapmam ben sanatçıyım" diye türk vatandaşlığından çıkmaya dünden razı fatih akın denen zattan bir farkı yoktur. ülkeye ne vermişler merak etmekteyim aynen. ülkesini sevmeyen bir insan, ülkesinin insanını aşağı gören bir insan ne verebilirse onu : hiçbir şey. kendi çalar kendi söyler efendim, bize bir katkısı olmadı henüz. zatın ilk bestesinin ismi bile türkçemizden nasibini alamamış ne yazık ki, durduğu kabahat. yollarına yatıp bizi affet böhühü diye sürünmediğimiz için "tehlikeciler" bizi affetsin. ne macera ama, indiyana cons filminde gibi hissettim kendimi. çok korktum abi !
ne bilim adamları ne mühandisler bu ülkeden kaçarken bir sanatcının gitmesine pek de üzüntü duyulmaz sanırım. sanat da önemli diyeceksiniz ama biz bilimi bir halledelim hele sanat zaten kendiliğinden gelecektir.
dünyanın en iyi piyanisti yolunda ilerleyen kişiliktir.
(#2698106)
gercek bir erkektir. harbi tas fırın erkeği. 1000 kalori.
tayyip erdoğan'ın olası cevabı için (bkz: piyanonu da al git)
kendisiyle sağlıkla ilgili bi makamda bizzat tanışma imkanı bulmuştum."piyanistliğine diyecek sözüm yok ama şu da unutulmamalı zaten maddi imkanlardan dolayı sadece belirli bi kesimin tekelinde kalmaktan mütevellit piyano ustaları ya da yetenekleri daima az miktarda bulunmuştur.bu yetenekleri de gene piyanoyla ilgilenen az kesim tanır..böyle koşullar altında halkı bu durumun sorumlusu ilan etmek, orhan gencebay'ı küçümsemek , kendi halkından olan insanları hatta doktorları "efendim avrupa'da böyle mi?" tarzında eleştirmek hafif deyimle çıktığı kabuğu beğenmemektir..beğenmeme hakkı var mıdır elbette ki vardır , zaten kendisi bi modelim ben diye bi söylemde bulunmamıştır" derdim taa ki bu güne kadar, bugün aklınca sanatçı duyarlılığıyla ülkenin gidişatını protesto etmiştir..öyle mi? değil..bi kere o en başta bu ülkeyi türkiye yapan etmenleri küçümseyerek zaten bugünlerdeki kararından çok önce "vatansız" olmuştur..
ben de avrupada yaşayan bi türk olarak bazen çok hisleniyorum ..yaşamayan bilmez ,türkiye'yi yabancı makalelerden takip etmek , mediamarkt reklamlarında bariz türk karakterli adamı her metrodan inip gördüğünde yutkunmak, türkiye'yi müdafaa etmeye çalışmak , semaver rusyadan geliyor diyen adama hayır biz türkiyede kullanıyoruz demek , "aslındA öyle de değil" cümlesini her kendini tanıtma faslında kullanmak ve en acısı bi zamanlar eğitimini beğenmeyip terkettiğin ülkeyi delice özleyip değerini anlamak..bunları yaşayan biri olarak fazıl say'ın "vatansız " olma kararına sadece hafifçe gülümsüyorum..şimdi onu eleştirenler yaptığı sert açıklamadan dolayı bunu bahis konusu yapıyor ama o "orhan gencebay mı ıyk" , "varoşlar piyano sesi duysa böyle olmazdı" türevi cümleler kurduğu anda zaten vatanını terk etmişti hem de ihanet ederek..bu kadar uzun ve dolu yazmamın sebebi de o klinikteki bakışlarıydı..nerden düştüm buraya dercesine..kendini soyutlarcasına..ki tek de değil bunu yapan ama sözüm ona sanatçı duyarlılığından bahseden, her yerde gurur kaynağımız olarak söylenen bi isim bu kadar yüzeysel bi biçimde ülkeyi karalayınca insanın asabı bozuluyo..yetenek allah'ın lutfudur inanmayan için gen havuzu dağılımının ilginçliğidir..ukalalık ise içinde yaşadığı balonun fazla şişmesinin sonucudur..kendisini avrupanın dağlı yerlerine davet ediyoruz , nasılsa o balon basınçla orantılı iner..
taa hande ataizi adlı kadıncıkla çıktığı gün gözümden düşen şahıs.
(bkz: bir erkeğin kalitesi yanındaki kadından belli olur)
ülkeyi terk etmeye hazırlanan piyanist şantör.ayrıca soyadı benzerliğimizden dolayı akrabamısınız diye soranlara:evet amcamın oğlu okumadı çalgıcı oldu dediğim kişi...
son derece doğru söylemlerde bulunmuş kişi. fazıl say'ı karalayan hangi yazar onun açıklamalarıa dikkat etti ki?

"Metin Altıok Ağıtı adlı oratoryom dolayısıyla, iktidarın ilk kültür bakanı çeşitli yöntemler kullanarak eserin sansür edilmesini sağladı. Bu olayı hiç unutamıyorum” diye konuştu."

demiş fazıl say. bir müzisyenin eserinin sansürlenmesi. hem de 21. yüzyılda. insan hakları insan hakları diye çığıran bir iktidarın sansürlemesi. 'insan hakları önceliğimiz" söylemleri geliyor akla. Sizce de bir müzisyenin için en kötü şeylerden biri değil midir yapıtnın sansürlenmesi?

Şimdi bu oyuna küçükbir incelemede bulunalım. Bulunalım ki hükümetin gerçek amaçları anlaşılsın. işte oyun hakkındaki küçücük ama olayı özetleyen bilgi:

"Sivas katliamının 10'uncu yıl etkinlikleri çerçevesinde 37 aydının anısına bestelenen 'Metin Altıok' oratoryosu geniş yankı uyandırdı. Eser, 2 Temmuz 1993'te Madımak Oteli'nde can veren 37 insanımızı temsil eden 37 metronom vuruşuyla sona eriyordu. Madımak Oteli görüntüleri sansüre uğradı."

sansüre uğratılan kısım bile sansürcü iktidarın amacını açıklamakta. 2 Temmmuz 1993 günü, toplanan yobazlar Madımak Otelini ateşe veriyorlar içeride bulunan bir çok aydının diri diri yanmasına sebep oluyorlar sonrasında da Atatürk büstünü tahrip ediyorlardı. Menemen gibi, Şeyh Sait gibi bu da yobazlarca, cumhuriyete karşı yapılmış bir eylemdi. Ve işte hükümetin sansürlediği kısım: "yobazların cumhuriyet karşıtı insanlık dışı katliamı"
ülkeden ayrılacağını açıklayan şahıs. aslında bu çok normal bir şey ama yaptığı açıklama biraz garip olduğundan hakkında yorum yapmamak elde değil.

bu ülkede yaşayıp yaşamamak tamamiyle tercih meselesidir. fakat benim anlayamadığım şey, gitmek için bir bahane uydurulmak zorunda mı?

neymiş efendim; kadınlar türbanlıymış, ülke şeriatçılara kalmışmış. e iyi o zaman biz türban ve şeriat karşıtları olarak kalkalım gidelim, ülke nüfusu yarıya insin. amerika'da da bush karşıtı olan insanlar avrupa'ya taşınsın o zaman. yahu öyle şey mi olur? bu ülkeye şeriat falan geleceği yok. biz kendine has içkisi olan (bkz: rakı) bir ülkeyiz. dini kurallara ne kadar uyuluyor ki şeriat gelsin. bu ülkenin büyük kısmı islam'ı yaşamıyor zaten. ayrıca kaçıp gitmek sadece kendini düşünmektir. bunu "ülkemi çok seviyorum ama bu şartlar altında burada bir dakika bile duramam" propagandası altında yapmak saçmalık. eğer ki gerçekten şeriat gelmiş olsa bile, açıklama yaparak gitmenin manası ne? öyle bir şey olsa kimse kalmaz zaten. ama öyle bir şey söz konusu bile değil, türkiye burası.

her neyse, kararı vermiş olan kişi fazıl say'dır. bize de saygı duymak düşer. yolu açık olsun.

edit: bu entryye eksi oy veren, yobazın, kendini bilmezin, akılsızın önde gidenidir. budur!
iyi piyanist olmasinin yaninda entellektuelmis gibi de yapmayi ihmal etmeyen kisi. icinden ciktigini soyledigi anadolu kulturunun ne oldugunu hic anlayamamis ya da unutmustur kendileri. siz benim gibi yuce bir sanatcinin kiymetini bilemediniz anlamina gelen aciklamalarinin ardindan turk halki ne buyuk bir gaflette oldugunu anlamis ve hemen uyanmistir!!!
azinliga dusmekten muzdaripmis. senelerce cogunlukta olup azinlikta gibi yasayan, ustelik gidecek baska yeri de olmayan insanlari anlamasi icin iyi bir firsat gecmis eline. degerlendirsin de demokrasinin ne oldugunu, hatta bazen can yaktigini anlasin derim. aslinda yeterince anlamasi da mumkun degil, biliyorum. zira senelerce azinliktaymis gibi yasayan cogunluk, o bahsettigi 70% hep birlikte bagirsa 30% kadar sesi cikmaz bu ulkede.
ayrica aciklamasi hakkinda en iyi degerlendirmelerden birini fotograf alaninda ustat sanatci ara guler yapmistir fikrimce.

Ara Güler'den : "Say kendini bir b.. zannediyor. Bu Fazıl kim ki? Cumhurbaşkanı'nın kabul ettiği adamlar, ilk kültür bakanımız Talat Sait Halman ve büyük tarihçimiz Halil inalcık'tır, bu Fazıl Say kendini onlara eş mi görüyor!"
Lafını sakınmayan piyanist.. Bu yüzden de şimşekleri üstüne çekmektedir. Türkiye'de olmaması Fazıl Say için bir kayıp değildir, çünkü uluslararası kariyeri türkiyeden daha yoğundur. Türkiye'nin de bir kaybı olmaz, çünkü Türkiye zaten yozlaşan toplumuyla Fazıl Say'ı ve diğer sanatçıları kaybetmektedir.
güncel Önemli Başlıklar