yazı yazma işinde, makale öncesi basit bir dille kaleme alınmış yazı.
Avrupa'nın sorgulayıcı bakış açısına olan geçişini simgeleyen montaigne'nin eseridir.
Yeni başladım. Güzel bir esermiş.
uzaklaşıyorum, uzaklaşıyorum göz pınarlarıma kadar onunla doluyum. kin, öfke, haset besliyor arta kalan uzuvlarımı. canı pahasına canlanmak zorunda olan bir adam. kurguda hiç olmayan, koca bir yalan. şikayetler şairane bir üslupla dillere sancak. konuşamayan küçük şehsade. altın kaplı kalemi kağıdın üzerinde gezdirmeyi öğreniyor yıllardır. canlanması gereken ruhuna padişahından bir hediye( baba). yaşam döngüsünün küçük zinciri, şimdi padişahın kellesi altın kalemli yazılarda. bir vezir öldürmeli canlanması gereken adamı, bir adam savaşmalı çünkü can pahası. koca bir yalan. kanbur geçmişten kalan sert adam. hoyrat, mahur. padişaha and kadehi viran, ölüm şimdiden yadında yadigâr!
Bazı şeyler atılmaya yüztutmuş sayfalarıyla rafları toza bulanmış beyinlerde ömürlerini tüketirler. kararlılıkla savaştığı anılarını siler bazıları.
anılar acı, anılar yaşlı kim sever ki bu iki kavramı?- kimse. "yaşlı olmak istenmez ama genç de ölünmez" denir herkesçe.
yine de sahip çıkılır yatak odalarında cevizden yapılmış kitlenir sandıklara, iç içedir yaprakları yılların. yalanıyla, aşkıyla umuduyla, dostuyla her şey kucaklaşır o kutuda, herkes birbirini çok ama çok iyi tanır.

sürekli anılarla yüzleşmek onların orda olduğunu bilmek sabırsız ve telaşlı beyinleri oynatır. Onlara iğrenç kahkahalar attırır.
Bir adım daha uzaklaşmak ne demek bilmezken üzerlerine basa basa savunduğun geçmişine dönemezsin ne yazık.
Anılarımız bizi biz yapar
anılarımız bizden hep çalar.

Kavramlar bizi yorar!
Montaigne - denemeler okudum. Açık konuşayım resmen kağıt israfı ve zaman kaybı. Bana göre yoğun olmayan kitap zaman kaybetme tuzağından başka bir şey değildir. Ha diyeceksiniz içeriği konusunda söyledikleri ne kadar haklı, söylediklerinin çoğunda haklı katılmadığım kısımlar var tabi fakat çok da ibretlik tespit yapmışlığı yok. Kitapta altını çizmeye değer olan 2-3 cümle okudum o kadar. Kitap zaten ağır değil fakat o nedir abi 40-50 sayfada rahatça anlatılacak bir şeyi upuzun örnekler vererek 310 sayfaya yaymış ve lafı dolandırmadan anlatamamış. Okumayın, zaman kaybıdır.
Yaşamanın yada yaşamayı denemenin bir çok yolu vardır. Ben size üç türe indirgeyerek anlatacağım. Bir nevi genelleyeceğim durumu. Kimi insan kendi için yaşar. Kendinden emindir, her durumda kendi çıkarına ve amacına ulaşmayı hedefler. Bazıları ise dengeyi kurabilmiş olanlardır. Kendi hedefleri ne giderken başkalarını da düşünebilen hassasiyeti iyi kuran sosyal zekası yüksek, duyarlı insanlardır. Dengeyi iyi kurarlar, böylelikle kendilerine zarar vermedikleri gibi başkalarına da zarar vermezler. Kimisi ise kendini sevemeyen yaşamak için kendinden başka her yerde bir neden araç arayan, sevdiği insanlar için her türlü tehlikeyi göze alacak insanlardır. Bu insanlar kendilerine bir değer veremedikleri için değer verdikleri diğer kişilere yönelirler. Kısacası kendini hep ateşe atar bu tip insanlar. Değerli gördükleri insanlar için.

3. yolu seçen bu insanlar aralarında en mutsuz olan insanlardır. Çünkü başkasında aradığı mutluluk ve kendine veremediği o değeri o kişiye yansıtma durumu çoğunlukla geri teper. Bir insan ilk iki durumda yola kendini bir şekilde tanıyarak devam eder. Ne olduğundan az, çok haberdardır. 3 durum ise çok farklı tanımadığın bir insanı tanıdığını var sayarak adım atmak. Nasıl da büyük bir kumar öyle değil mi? Ama tabi bunu yaşarken tam olarak böyle olmuyor. Bir kere inandığın zaman her şey çok farklılaşıyor. değersizlik, kendine veremediğin o değer bir kere ona geçti mi öyle bir yüceliyor ki karşındaki insan.. Kendine değer veremeyip de yapamadığın ne kadar şey varsa ( ve de fazlası) yapabilir hale gelmek. Bu bile insanı bağlamaya itiyor bu durumda. Acıklı bir saplantıdan ibaret tabi bu durum. Karşı tarafa verdiğin bu değer, karşı tarafa kendi isteğin ile taktığın bir maskeyi de beraberinde getiriyor çünkü.

Yüceltmek! Onda olmayan özellikleri bir bir ona eklemek. Hayır aslında bu tip insanlar varacağımı sandığınızın aksine başkaları tarafından kandırılmıyor. Bir zati kendileri tarafından kandırılıyorlar. Kendilerini kandırıyorlar bile isteye. Sonra da yanılmışı oynuyorlar. Defalarca. Nereden mi biliyorum? Çünkü defalarca oynadım. Her oynayışımda daha da inandırdım kendimi kurban olduğuma. Doğru kurbanım, çok doğru. Fakat bir o kadar da eksik. Kurban olduğum kadar da suçluyum. Kendimi kurban etmekle suçlu. Zararı en azından kendime veriyorum düşüncesi de bir o kadar rahatlatıcı oluyor bu arada. Kendine değer vermeyen bir insan, kendine zarar vermekten ne kadar çekinebilir ki?

O yüzden bilmiyorum kaç kere oynadım bu oyunu kendime. Bilemem daha da ne kadar oynayacağımı. Fakat şunu da anladım bu oyunu ne kadar oynarsam oynayayım sonunda mutlu olmayacağım. Anlık geçici bir umut, biraz sahte sevinç ve hayat enerjisi. Devamı bir türlü gelmeyen o sahte mutluluklar. Bu kısır döngüden bir gün çıkmanın yolunu bulacağım. Yani en azından inancım o yönde. O zamana kadar kendimi daha da bilinçli bir şekilde kandırmaya devam!

http://sepyadergi.com/ahmak-islatan/
Her şeyin bir adı bir de kendisi vardır. ad, nesneyi gösteren, anlatan bir sestir, ad nesnenin, özün, bir parçası değildir ; nesneye eklenen yabancı,nesne dışı bir takıntıdır.
-montaigne
iş bankasının çevirisi sanırım daha çok alınıp okunmakta lakin denemeler toplam 3 cilt ve 1700 küsür sayfadır .

iş bankası denemeler seçmeleri ise 200 sayfa ve yarım yamalak...
Özetin özetini okutmak montaigne' ye yapılacak en büyük haksızlıktır.

Misal dostluk üzerine yazısı normalde 10 sayfaysa ordan seçmece yapıp yarım sayfalık bir şey çıkartılmışlar.

Cem ve say yayıncılıkta 4 cilt halinde bulunuyor. Saçma sapan şeyleri okumaktansa önerimdir.

Montaigne bir filozof değildir ama kitabında filozoflar ve felsefe hakkında bolca bilgi mevcuttur.
Felsefeye ilgisi duyanlar bir yerden başlamak isteyenler dilerlerse burdan başlayabilirler. montaigne antik dönem yunan roma ve orta çağ filozofları hakkında dolayısıyla hayat hakkında çok canlı ve güzel örnekler paylaşıyor. Ben bir rehber edindim sayesinde. Okuma alışkanlığı kazandım. canınız sıkıldıkça sık sık dönüp okunacak bir yazar.
aslında insanlar seni hayal kırıklığına uğratmıyor sen yanlış insanlar üzerinde hayal kuruyorsun.

montaigne/denemeler.
Bundan nerdeyse 500-600 sene önce yazılmasına karşın anlattığı şeyler şu gün için bile geçerliliği olan, bazen size anlattığı durumu ve düşünceyi okuyunca "ulan aynısını ben de düşündüm(veya hissediyorum )" tepkisini verdiren önemli bir kitap. On tane kitaptan sevdiğim cümleleri yazayım.

- ruhumuzun, kafamızın, bilgimizin doğurduğu çocuklar bedenimizden daha yüksek bir yanımızın meyveleridir ve daha çok bizdendirler. Biz bu çocukların hem anaları hem babalarıyız

-başkalarının bilgisiyle bilgin olabilsek bile ancak kendi aklımızla akıllı olabiliriz.

-diyeceksiniz ki onlara yalnız kötü taraftarımızı anlatırız. Ama bu herşeyi söylüyoruz demektir; çünkü iyi tarafımız da bütün günahlardan arınmış değildir.

-Aslında günahkarlığımızdan kaynaklanan yanlışlarımız ile zayıflığımızdan kaynaklanan hatalarımızı ayırmamız gerekiyor.

-Benim ülkemde ve zamanımda öğrenim genellikle cüzdanı yeterince doğrultur ama aklı çok ender olarak onarır.

-iyilikler insana karşılığını verebileceği sandığı sürece hoş gelir. Bu ölçüyü aştılar mı onları minnetle değil kinle karşılarız.

- bir hedefi ıskalamanın binlerce yolu vardır ama bulmanın yalnızca bir yolu.

- bana göre en dayanılmaz, en korkunç durum uyanık olupta azap çeken bir ruhun hissettiklerini anlatamamasıdır.

- başkalarının kurtulamadığı birçok ölümlerden kurtulduğumuza göre talih bizi başkalarından daha fazla korumuş demektir.

- yeryüzünde yorumdan geçilmiyor; yazarların ise kıtlığı var.
Binlerce defa en baştan okusam yine de sıkılmayacağım; her okumada ayrı bir aydınlık, tecrübe kazandıran nadir başucu kitaplarından.
lisede sınıfta montaigne'in denemelerinden 3 yanlıs yaptım diyince sınıftan atılmamı sağlayan hoş bir şey.
Bu sokağı dördüncü geçişiydi. Kafası o kadar çok dalgındı ki bunun farkında bile değildi. Biraz ileride yuvarlak oluşturmuş, konuşan grubun tam ortasindan geçti. Gruptakilerin garip bakışları arasında sokak lambasının aydınlattığı kısmı geçerek kaybolmuştu. Bu yol sahile iniyordu. Cebindeki son parayla ilk gördüğü tekelden iki bira alıp doğrudan banklara ilerlerdi. Cebini yokladı hic sigarası kalmamıştı. Küfür ederek biranın kapağını açtı ve sonra yan tarafta hararetle konuşarak şarap içen ikiliye yöneldi. Uzun saçlı olandan sigara istedi. Şanslıydı ki adam iki dal uzattı ve konuştuğu adama dönerek hararetli konuşmasına geri döndü. Genc adam oturduğu banka tekrar dönüp birasını icmeye devam etti. Dun geceyi düşünüyordu...
21.03.2017 tarihli nobetimden. 23.30-01.45 arasindaki darlanmanin mahsulü.

hayat komik değil, çoğuna bir şaka ve bir espri gibi gelse de aslında o kadar da bir numarası yok. yıllar geçtikçe düze çıkacağımızı düşünerek yaşadık, her seferinde tek tesellimiz bu oldu. ilkokuldayken "ortaokula geçine..." ortaokuldayken "liseye geçelim neler olacak..." lisedeyken "oh be üniversite..." üniversitedeyken "bitse de kurtulsak amına kodumunun okulu..." okul bitince ise çalışma hayatının getirdiği sıkıntılar veya mevcut diğer olaylar. herkesin en büyük derdi para, ne kadar inkar edilse de şu an hangi birinize 5000 tl verilse reddeder? karizmatik olmakla dürüst olmak farklı şeyler. lafla karizmatik olunmuyor, yaşamlarımız hep tek düze. aynı şeyleri yapıyor ve aynı şeyleri yaşıyoruz. her geçirdiğimiz gün, bir önceki günden daha kötü olarak yaşıyor ve geleceğe karamsar bakıyoruz. halbuki her günü aynı olan rutin insanlar bile belkide bizden mutludurlar. bilemeyiz, belki de öyledirler.

salak adam iyidir, dünyanın nazını ve kahrını o çekmez. önemli olan sabah uyanıp işe gitmesi, akşam işten geldiğinde sofrada bir tas yemeğin olması. karısının bir güler yüz göstermesi, belki de sevişmesi. çocuğuyla vakit geçirip sonra da uyuması. kendine ait bu basit hayatında mutludur salak adam. devlet entrikaları, politik saçmalıklar, tarihi sırlar, onlar-bunlar onu hiç mi hiç alakadar etmez. belki yılda 1-2 defa içki içer ve arkadaşlarıyla buluşur, birkaç defa futbol maçlarını seyreder. ama mutludur, hayat onundur çünkü. hepimizin aslında çok basit ve hor gördüğü o basit şeyleri salak adam yapabilmektedir. bu devirde güvenip anlaşabileceğin bir eşi buldun, onu sevdin, o da karşılık gözetmeksizin seni sevdi ve evlendin. mutlu bir yuvan oldu. kavgasız gürültüsüz götürdün. üstüne bir de çocuk yaptın. hayatın muhteşem gidiyor, zeki insanlar bunu yapamıyorlar artık. bu bir paranoya, belki de trajedi. ağır bir dram içindeyiz. yıllar geçtikçe daha mutlu olacağımızı zannederken yıllar sonra daha yalnız kaldığımızı fark etmek zor olmasa gerek. gençlikte yaşananlar, atılan kazıklar, aşklar, entrikalar, sahte dostluklar ve bunların getirisi ; kavgalar, ayrılıklar, üzüntüler ve yol ayrımlar. nihai sonucu, yalnızlık. insan en kötü bu tür durumlarda kalıyor. belki güvenebileceği 1-2 arkadaşı ve onlarla da aydan aya görüşebilme durumları. aşk ve sevgi gibi olgular sadece kitapları sattırır, filmlere gişe yaptırır. gerçekçi değil. artık öyle ki, kimse aşk acısı çekmediğinden çıkan şarkılar da bir sikime benzemiyor açıkçası. halbuki eskiden öyle miydi?

her şeyin basit ve sıradanlaştığı, yapay bir dünyada yaşam mücadelesi veriyoruz. çoğumuz sistemin ana adamı oldu bile. hatta tanıdığım büyük komünist arkadaşlarım 4. levent'te bruker olarak çalışıyorlar. parası kadar komünist herkes, kapitalizm her şeyi mahfetti. fight club izleyip sistem karşıtı olup 2 dakika sonra her şeyi unutuyorlar. tıpkı şehit haberlerinde milliyetçilik duygusu kabaranların birkaç dakika sonra normal hayatlarına devam etmeleri gibi. bizi bu hale getiren teknoloji miydi? bizi böylesine yozlaştıran kendimiz miydik? buna asla cevap bulamadım. çoğunun tek derdi kendi hayatları, ben merkeziyetli düşünce yapısı yüzünden egoistlik had safhaya ulaştı. insanlar o kadar yarraktan yaşıyorlar ki yaşadıklarından bile bir tat alamaz oldular. birçoğu yaşlanınca bahçeli sikko bir yazlık edinip, bahçeye domates, biber ekerek öyle tatmin oluyor. emekliliğinin ikramiyesi organik sebze yetiştiriliciği. işin en komik yanı 365 günlük dönemin hasatı sadece 1 haftalık yetecek kadar malzeme. sonra yine manavdan almak zorunda kalacak. hatta manav mı kaldı, kapitalizm onları da yok etti. süpermarketten alacak domates ve biberini. muhtemelen aynı kişi çocuklarını ve torunlarını da senede 1-2 defa görecek. yalnız iyice çökecek bedenine.

gerçek özgürlüğü birçok insan yaşayamadan ölüyor. bahçelere dalmamış adamlara adam gözüyle bakamam ben, adrenalinden de değil hayatı yaşamayı bilme açısından. bisiklete binip, masum olduğumuz zamanlarda hiçbir çıkar ve menfaat göz etmediğimiz arkadaşlarımızla mahallelerimizden uzaklaşıp, henüz kirlenmemiş bir deniz kenarına oturup, henüz otopark yapılmamış plaj üzerinde hem denize bakıp, arada dalıp hem de piknik yapabildiğimiz zamanlarda özgürdük. akşam ezanına kadar da olsa özgürdük. besin zincirinin en tepesinde oluyor olmamız bize bu dünyanın amına koyma hakkını vermiyor. bizim çocukken yapabildiklerimizi bizim çocuklarımızın yapamayacak olması bile üzüyor. zaten öyle bir kısır döngü ki benim babam da bana "bizim zamanımızda şöyle yapardık..." diye başlayan cümleler kurardı. her yeni jenerasyon tamamen bir eskisinin eziği olarak doğuyor. insanlar kıymet nedir bilmiyor, yaşıyor ancak neden yaşadığını da bilmiyor. araştırmıyor, görmüyor. dertleri basit ve normal. aşk acısı, şehir hayatının zorlukları, geçim sıkıntısı, ot ve bok. o kadar. basit problemler, aynı klişeler ve hep aynı hayatlar. ofiste fazla mesaiye kalmış adam iş hayatının zorluklarından bahsediyor. ancak meyve sebze halindeki hamalların halini görmek istemiyor. sorsan "bana ne kardeşim herkesin kendi hayatı, okusaymış..." diyebiliyor. kendince kendini haklı bile bulabiliyor. halkı görmezden geliyor haklı, parası olan hep haklı ve işin garibi hep de halkçı.

oynadığı bir dizinin, bir bölümünden 20-30 bin lira gibi ütopik ücret alan ünlüler gibi aynı onlar da. 1 mayıs yürüyüşüne en ön kortejde katılırlar. halkın yanında olduklarını belirtirler. sosyal medya'daki mecralarından bunun imasını da yaparlar, halkçı görünüşlerinin altında doyumsuz bir kapitalist yatar. daha fazla para, daha fazla fors, daha fazla ev, daha fazla araba. derdi 1 mayıs ve halkları desteklemek değil. "sinema emektarı" gibi bir kavram zaten yok ama onlara göre var. "zaten halkımız sanatçı hep sürünsün istiyor." diye de taşak geçip işin içinden çıkıyorlar. sanatçı sürünmesin de sanatçı, halkın ancak need for speed serilerinde görüp, oyunda bile zor alabildiği araçlardan kendine oyuncak galerisi gibi galeri açmasın. ben çocukken benim 2-3 tane oyuncak arabam vardı. hani şu geriye doğru çektiğinde arka lastikleri kurulan ve bıraktığında giden. ancak gel gör, onların 30-40 tane araçları var ve hepsi gerçek. bu adam halk eşitliğinden ve gariban savunuculuğunu bir zahmet artık bıraksın. mazlum edebiyatı, mağrur tripleri bir yana hepsinin samimiyetini sikeyim. olmayan bir şeyi sikemezsin tabi. ancak şu bir gerçek ki, çağımızın vebası sadece para. bir de zeka. hepsi bu. ülkenin en temel sorunu ise bunlara bağlı. zeka olmadığı için para yok, para olmadığı için çıkar çatışmaları ve kavgalar çok.

zeybek ve çiftetelli oynadığında kıro, vals ve tango yaptığında entel olduğun bir dünyada cengiz kurtoğlu dinleyince öküz ancak leonard cohen dinleyince üstat, fiskobirlik yediğinde banal ama nutella yediğinde ise ağzının tadını bilir olarak nitelendiriliyorsun. en çok satan hep serdar ortaç, akp ise 11 yıldır iktidar partisi. hiç kimse serdar ortaç'ın albümünü almıyor, hiç kimse akp'ye de oy vermiyor. sahi, herkes cennet gitmek istiyor ama kimse ölmek istemiyor ve en önemlisi herkes yalan söylüyor ve kimse yalancıları sevmiyor. kısır döngü mü? hayatınız yalan mı? düşünebilenlere bu dünyada yer yok, asmalı mescit'te mojito keyfi yaparken bir zümre bari eve geldiklerinde edebiyatçı kesilmese...
Donuk bir şeylerdi hatırladıklarım.
Oysa ki donuk değildim ve seni bir ömür boyu ısıtacak sıcak hikayelerim vardı.
Ben anlatmayı seviyordum sen dinlemeyi pek sevmiyordun.
Gaza geldiğim anlarda ütopik şeylerden bahsediyordum.
Kanatlanıp uçuyordum,suyun üzerinde yürüyordum.
Göz yaşlarım yeryüzünün en kıymetli taşlarından daha parlak ve değerliydi.
Para etmeyen konuşmalarımın ve hissettirdiklerinin bir işe yaramadığını fark ettiğimde sadece seni kaybetmiyordum.
Hep beraber kaybediyorduk ve hiç kimse kaybettiklerinin farkına bile varmıyordu.
Seni son kez yağmurların ıslattığı yalnız şehrin soğuk kaldırımlarında gördüğümde elimden bir şey gelmiyordu.
Sen gitmeyi seçmiştin ve giderken beni yanında götürmemiştin.
Biliyor musun ben hala aynıyım.
Yağmurlar gri şehre yağmaya devam ediyor ve ben ıslak gözlüyüm.
Pantolon paçaları hava şartlarından muzdarip,elleri cebinde.
francis bacon'a ait olan denemeler'den bir kesit:

hatta kilisenin ileri gelenlerinden biri, şiir hakkında şu keskin yargıda bulunmuştur: "hayal gücünü sarhoş ettiğinden ki bu ancak yalanın gölgesi ile kıyaslanabilir, şiir 'vinum daemonum' yani kötü ruhların şarabıdır." sözü edilen hasarlara yol açan, ruhun içinden öylece geçip giden yalan değildir, tersine, yalan ruhun içine dalan ve orada kök salandır. ancak yalan insanların çürümüş duyguları ve davranışları içerisinde hükümdarlığını sürdürürse de gerçek bize kendi yargıçlığında şunu öğretmektedir: gerçeği aramak ki bu gerçeğe talip olmak ve kur yapmaktır, gerçeği görmek ki bu bir şekilde gerçekle gözgöze gelmektir ve gerçeğe inanmak ki bu gerçekle nikahlanmaya benzer; bunlar insan ruhunun en asil erdemlerindendir.

çeviri: elif günçe.
En az 4-5 kere baştan sonuna kadar okuduğum bir başucu eseri. Aklıma geldikçe her yaz veya her kış mutlaka okurum. Aslında aklıma gelmesinden ziyade okuma listemde dikkatimi çeken başka bir kitap bulamadığım zaman ve okumayalı en az 5-6 ay geçmişse açar tekrar tekrar okurum.

Bu kitabı her okuyuşunuzda sanki Montaigne gelip gelip yeni bir şeyler eklemiş gibi hissedersiniz. Her okuduğunuzda bir öncekine göre daha fazla şey yaşamış olacağınız için çıkaracağınız anlamlar daha da güzel bir hal alır.
deneme yazacak bir yazarın günümüz türkiyesinde değinmesi gereken başlıklardır.

-ırkçılık ve doğu, batı arasında kalmışlık bunlardan bazılarıdır, bir kaç tane daha ekleyecektir tavsiyelere göre.
görsel
summum nec metuas diem, ec optes.
____________________________________

ne ölümden kork ne de ölümü iste. *
Kesinlikle tavsiye ettigim egodan eser olmayan samimiyetin dibine vuran bu eser okunmalidir.
francis bacon'a ait olanı da var.
yazarların belli kavramlar hakkında genel olarak şahsi görüşlerini ifade ettiği kitapları bu isimde oluyor.
mesela "temizlik" diye bir başlık atıp temizlik hakkındaki tespit-görüşlerini aktarıyor. genellikle birkaç sayfayı geçmiyor bu ve diğer başlığa sıra geliyor. mesela "aile".

aslında herkesin hayatı boyunca zaman zaman yapması gereken bir şey bu. en genel kavramlar hakkında, yayınlamasanız da kendi kendinize "denemeler" yazmalısınız. yazmalıyız. hatta yazmasak bile düşünmeliyiz. sevgiyi bugün farklı yorumlarsınız yarın farklı, o farkı net bir biçimde görmek faydalı olsa gerek.

edit: iyi bir örnek; montaigne denemeler.
Montaigne ın yazdığı denemeler meşhur bir temel eserdir.
(bkz: montaigne yanılmalar)