bi tartışma programında, MHP' li eski bakanlardan biri şöyle der Nazım Hikmet için: "Nazım, annesi babasını bir sagcıyla aldattığı için solcu olmuştur".
Bunun üzerine Can Yücel sazı eline alır: "Peki senin ananı hangi solcu sikti de sen sağcı oldun?"
Buket diye bahçeli bir meyhane vardı,
Yenişehir'de
Yıkıldı çoktan GiMA var şimdi yerinde
Kenarı küpelerle çevrili o küçücük havuzun
Yamacında bir masa
Cahit Ağabey'le otururduk yaz gecelerinde
Fıskiyenin serpintisiyle sırılsıklamdı muşamba
Zaten Cahit'in gözleri daim yaşlı
Şunu siliver; derse garsona
Ne Cahit kaldı, ne Buket, ne fıskiye
Yine bu bahar öğlesinde
Fıskiyenin üstündeki o kırmızı top gibi ;ister kalpten olsun, isterse-
Hop hop ediyor ya yüreğim bidüziye.

şiirini yazan ve beni derinden sarsan hakikatçi şair.
kesinlikle iyi bir şair ama belli bir kesim tarafından ilahlaştırılması insanı sinir ediyor..
sunay akın'dan...
can yücel doktora gider ve doktor der ki gırtlak kanserisin.
o da koskoca can yücel nezleden ölecek değil ya...
Bugün senin küçücük elinle yalnız yattık
Senin küçücük elinle yalnızlık, Kandilli ilkokulu kadar kalabalık. Diye yazan saygı duyduğum şair.
--spoiler--
bir başka yolculuk dalından düşmek yere
yaşadığından uzun
bir tatlı yolculuk dalından inmek yere
ağacın yüksekliğince
dalın yüksekliğince rüzgârda
ve bir yeni ömür
vardığın çimen yeşilliğince
nerde gördüklerim
nerde o beklediğim
rengi başka
tadı başka.
--spoiler--

ben beni anlatmaya çalışsam
ben aşklarımı anlatmaya çlışsam
ben yalnızlığımı, özlemimi, isyanımı anlatmaya çalışsam
senin gibi anlatamazdım beni.

yaşadığın yıllar için teşekkürler can baba.
fıkra şairi. kendisi de fıkra olmuştur.
1 günlüğüne dirilip sözlükte yazar olsa idi buraya şöyle bir entry girmesi muhtemel idi;

(bkz: sktim öldü)
yaşamayı bilmiş, korkusuz şair. ve söylemeyi bilmiş, gerçek şair:

işleyen Demir

Bir kadın gördüm azbuçuk çirkin
Ama ışıl ışıldı gözleri
Bir kadın gördüm şahane güzel
Masada karşımda oturuyordu
On dakka sonra unuttum
Bir ev gördüm Datça'da ışıklar içinde
Evler gördüm Duisburg'de pencereleri kör
Tuğlayla kapatılmış
Bir ağustos böceğidir karanlıklar
Kıvılcımlarla öten
Her taş bir güneş
Her maden bir Merih, ışın saçıyor
Radyumdan granite kadar
Kimi az kimi çok ışıyor
Yalnız tükentileri değişik
Sönmüş yanardağlar kimi,
Havada havadan bir gökkuşağı belirdi,
Bütün insanlar güneş çocuklarıdır
Kimi ölü kimi diri,
Yaşlar iniyor gözlerimden göktaşları
(bkz: şair).
seke seke geldi, s.ke s.ke gitti. şiirimizin fıkra şairi.
disconnectus erectus bir abimizdi.
küfrü yerinde ve güzel kullanırdı, geçen can şenlikleri yapıldı ve mezarı şarapla sulandı gene.
jim morrison gibi mezarından toprak almıyorlar. *
can babanın şiirleri güzeldi falan da öyle çok da büyük şair değildi.
not: malum x sensin y de sana girsin mevzusu can yücel ile duygu asena değil ece ayhan arasında geçmiştir.
21 Ağustos 1926'da istanbul'da doğdu. Milli Eğitim eski bakanlarından Hasan Ali Yücel'in oğlu. Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Klasik Filoloji Bölümü ve ingiltere'de Cambridge Üniversitesi'nde öğrenim gördü. Uzun süre Fransa'da Paris ve ingiltere'de yaşadı. Londra'da BBC'nin Türkçe bölümünde spikerlik yaptı. Yurda döndükten sonra bağımsız çevirmen ve şair olarak yaşamını sürdürdü. 12 Mart döneminde iki kitabın çevirisi nedeniyle 15 yıl hapse mahkum edildi. 1974 affıyla özgürlüğüne kavuştu. 12 Ağustos 1999'da yaşamını yitirdi. Edebiyata şiirle başladı. Çeşitli dergilerde yayınlanan şiirlerini 1950'de basılan ilk şiir kitabı "Yazma"da topladı. Bu kitabın ardından uzun süre biçim arayışlarıyla uğraştı. ilk şiirlerinde uyaklı söyleyiş, coşkulu anlatım, geleceğe umut ve güvenle bakış belirgin özelliklerdi. 1973'te basılan ikinci şiir kitabı "Sevgi Duvarı"nda imge-sözcük-anlam üçlüsünün birbiriyle dengelendiği insan-doğa ilişkilerini konu alan şiirleri dikkat çekti. Kara mizah öğeleri taşıyan siyasal içerikli bazı şiirlerinde tarihsel ve günlük olayları iç içe işledi. 1974'te çıkan üçüncü kitabı "Bir Siyasinin Şiirleri", önceki dönemlerin bileşkesiydi. Bu şiirlerde cezaevinden dışarıya dönük gözlemlerini, izlenimlerini, duygu ve düşüncelerini politik kiliğini de sorgulayarak yansıttı. Hiciv gücü ve sözcük oyunlarıyla eriştiği dil ustalığı, geniş kültürüyle beslenen şiirini yeni boyutlara ulaştırdı. Halk ağzı, türküleri ve deyişlerinden de yararlandı.
önde gelen şiirleri;

MUHABBET
KÜÇÜK KIZIM SU'YA
HAYATTA BEN EN ÇOK BABAMI SEVDiM
SARDUNYAYA AĞIT
BiR SEN EKSiKTiN AYIŞIĞI
NUHUN KIZI
MASKULiNiZM
AKDENiZ YARAŞIYOR SANA
BU DA ÖYLE BiR AŞK
HAYAL OYUNU
UYUMAYAN UMUT
BiR DOĞAÇ DAHA
DENLi
HÜRRiYETE iLAN
SENG-i DERYA
EL TUTUŞA TUTUŞA
BU KADARCIK
OKUYANA RAHMET
AŞK DERSi
FiTiLLi
HAL ÇARESi
iKi PARÇA
KiTABESiZ SENG-i MEZAR
iNTiHAR
NEŞE'YE SONe
NiMET
NUR iNDi
ÖLEMSiZ
SUSSS-MA
GÜZEL'E
küfür etmenin en cok yakıstıgı güzel insan. büyük şair.nazım hikmet ran dan sonra severek okudugum ikinci sairdir.
duygu tercümanıdır şöyle ki :
bugünlerde herkes gitmek istiyor.
küçük bir sahil kasabasına,
bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...

hayatından memnun olan yok.
kiminle konuşsam aynı şey...
herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.

öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.
bir kendisi.
bu yeter zaten.
herşeyi, herkesi götürdün demektir.
keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
ama olmuyor.

hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.

böyle gidiyoruz işte.
bir yanımız "kalk gidelim",
öbür yanımız "otur" diyor.

"otur" diyen kazanıyor.
o yan kalabalık zira...
iş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
güvende olma duygusu...
en kötüsü alışkanlık.
alışkanlığın verdiği rahatlık,
monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
kalıyoruz...
kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.

evlenmeler...
bir çocuk daha doğurmalar...
borçlara girmeler...
işi büyütmeler...
bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.

misal ben...
kapıdaki rex'i bırakıp gidemiyorum.
değil bu şehirden gitmek,
iki sokak öteye taşınamıyorum.
alıp götürsem gelmez ki...
bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
herkes onu, o herkesi seviyor.
hangi birimizle gitsin?

"sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır;
evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
kendi imalatımız küfeler.

ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
ölüm var zira.
ölüme inat tutunmak lazım,
inadına kök salmak lazım.

bari ufak kaçışlar yapabilsek.
var tabii yapanlar, ama az.
sadece kaymak tabakası.
hepimiz kaçabilsek...
bütçe, zaman, keyif... denk olsa.
gün içinde mesela...
küçücük gitmeler yapabilsek.

ne mümkün.
sabah 9, akşam 18
sonra başka mecburiyetler
sıkışıp kaldık.
sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
bu kadar ağır olmamalı.

hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
ne saçma...
bahar mıdır bizi bu hale getiren?
galiba.

ben her bahar aşık olmam ama
her bahar gitmek isterim.
gittiğim olmadı hiç,
ama olsun... istemek de güzel
edit:duygu tercümanı demek bir tanımdır ve şiirini de ekleyince örneklemiş oluyorum.başlık entry uyumsuzluğunu ispiyonlayan şahıs ve entrymi silen kişi bir daha öğrensin.
Kendisinin bi postal tartışması vardır. Duygu Asenanın Nazım hikmet hakkında kartpostal şairi demesi üzerine bir söz söylemiştir. Ancak lafı söyleyen Ece temel kuran ortaya olduğu çıkmıştır. nazım'a kartpostal şairi denmesinin üstüne kart sensin postal da sana girsin demiştir.
Ellerimde Bir Göztaşı



Ellerimde bir göztaşı, gözlerim boş gidiyordum
Ne bileyim, bir damlanın böyle deniz olduğunu
Şaştım, mavi bir fal gibi açılınca önümde
Giritli bir ölümüm varmış, bir balıkçı fitili gibi
Patlayacakmış avucunda otuz çubuklu gençliğim
Üç günde mi desem, üç gökte,üç kulaçta mı
Ben ki, o camgöbeği çiçekler açan ağaç
Kırılmaz bardaklar gibi tuzla buz olacakmış
Ne zaman boğulsam böyle yosun kokuyordu ışık
Sabahçı kahvelerde bir çiroz oturuyordu
Ve dalgalarımı geçen o deniz şöförleri
Böyle uyur düşlere bindirmiş gemiler
Uyuklar gibi üstünde mermer masaların
Bir tahta parçasıydım, Osmanlı bir kazadan kalmış
Yüzüyordum, islam kaptanın ahşap ayağında
Öbür tahtalara öbür insanlara doğru
Cumhurdu mürekkep balığı, simsiyah yüzüyordum
Ne bileyim, bir korkunun böyle destan olduğunu
Ağardım, nisanlayınca gece, ve yavrulayan yalnızlık
Ya da ilk insanın doğduğu, olduğu dağdı Moby Dick
Nefes aldıkça filbahriler köpürüyordu sulardan
Çanlar çalıyor kulaklarımda, yunuslar yarışıyordu
Alyuvarlar, dolkuşları ve rüzgar midyeleri
Dedim, dünya gibi bulut yok dünya üstünde
Ellerimde bir göztaşı, gözlerim boş gidiyordum
Ne bileyim, bir türkünün böyle Veysel olduğunu
Açıldım, çıkmaz bir sokak gibi, kapanınca denizde.
Yazdigi siirleri ailesinin, anasinin, bacisinin yaninda okuyamayacak olan -tabi biraz ar duygusu varsa- kisilerin buyuk sair, buyuk sanatkar olarak niteledikleri zevat. Bu zevata sair dersek eger Fuzuli'ye, Baki'ye hakaret etmis oluruz. Tanri biliyor Onlar Fuzuli'yi, baki'yi duymamistir bile. Onlarin misralarindaki dehayi, siir inceligini anlamayacak kadar da ahmaktirlar. Kurtulus savasi doneminde yazdiklari siirler ile millete manevi guc ve milli suur asilayan mehmet emin yurdakul gibi sairler fasisttir onlara gore. ama bu bilmemne ne sudur, bilmem ne de sana girsin diyen ahlak duskunu zevat buyuk sairdir onlara gore.
MENAPOZ adlı şiirinde şöyle der can yücel:

yardımı kesildi ya amerikan dostluğunun,
gençler kendinize mukayet olun.
n'apacağı belli olmaz,
adetten kesilmiş kibar orospunun.
"s*çarım karanlığınızın içine, b*kumun fosforuyla aydınlanırsınız"

diyen, ağzından bal damlayan adam.
o ürkütücü görüntünün altında yatan yüreğiyle yazdığı denemeler , kompozisyonlar ve şiirler cok etkileyicidir. acıkcası böyle bi adamdan '' gitmek '' şiir/deneme sini yazmis olmasi beni cok $a$ırtmı$tı zamanında.

'' ben bi osuruk agaciyim ,
yellendikce şiir açan .''
solculara asil gerekli olanin tüzük değil büzük olduğunu anlayan ve bunu ifade eden baba adam. masa basi komünistlerine selam olsun.
"çiçekleri geride bırakmaktan korkuyorum, kururlar diye."
"...çok sevmeyeceksin mesela.
O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle O daha az sever seni,
Senin O'nu sevdiğinden.." diyerek çok şahane bir tespit yapan küfürbaz adam.