bugün

güzel bir rumeli türküsü.

Çalın davulları çaydan aşaya (Aman)
Mezarımı kazın bre dostlar belden aşaya
Koyun sularımı kazan dolunca (Aman)

Aman ölüm zalim ölüm üç gün ara ver
Al başımdan bu sevdayı götür yare ver

Selanik içinde selam okunur (Aman)
Selamın sedası bre dostlar cana dokunur
Gelin olanlara kına yakılır (Aman)

Aman ölüm zalim ölüm üç gün ara ver
Al başımdan bu sevdayı götür yare ver

Selanik Selanik viran olasın (Aman)
Taşını topracını seller alsın
Sen de benim gibi yarsiz kalasın (Aman)

Aman ölüm zalim ölüm üç gün ara ver
Al başımdan bu sevdayı götür yare ver
erkan oğur'un oldukça güzel yorumladığı, gözleri dolduran türkü.
(bkz: selanik türküsü)
can dündar ın mustafa kemal in hayatını ve düşünce yapısını şekillendiren olayları konu alan yapıtı yükselen bir deniz ile birlikte verilen belgesel cd sinden dinleyebileceğiniz bir versiyonu vardır ki daha iyisini bulmanız zordur! selanik in düşman elinde kaldığı haberinin mustafa kemal e bir arkadaşı tarafından bildirilişinin anlatıldığı sırada fonda hiç bir enstrüman olmaksızın seslendirilen bu türkü tüylerinizi diken diken eder, mustafa kemal ile o anı yaşamışçasına gözünüzden bir iki damla yaş akması muhtemeldir...
hakan yeşilyurt bu türküyü zannımca en güzel yorumlamıştır.
kişiyi ağlatmak için en uygun türkü..
(bkz: yıldız tilbe) tarafından da gayet başarılı icra edilmiştir.*
Geleneksel, Selanik

Kaynak Kişi: Hüseyin Yaltırık
Derleyen ve notaya alan: Nihat Kaya
TRT repertuar no: 2661

*Bu türkü Yaşar Özürküt tarafından hazırlanan Öyküleriyle Türküler adlı kitap için Ekim 2005 da kaydedilmiştir.

Türkünün Faruk Yılmaz ın seslendirdiği şekli esas alınmıştır.

Davullarım çalar çaydan aşağyı
Mezarımı kazın dostlar belden aşağyı
Suyumu da dökün boydan aşağyı

Aman ölüm zalim ölüm üç gün are ver
Al başımdan bu sevdayı götür yare ver

Selanik içinde selam okunur
Selanın sedası dostlar cana dokunur
Gümüş kazma ile mezar kazılır

Aman ölüm zalim ölüm üç gün are ver
Al başımdan bu sevdayı götür yare ver

Selanik Selanik ıssız kalasın
Taşına toprağına bre dostlar, diken dolasın
Sen de benim gibi yarsız kalasın

Aman ölüm zalim ölüm üç gün are ver
Al başımdan bu sevdayı götür yare ver

Türküye Yakıştırılan Bir Öykü

Bir yanda davullar çalar, öte yanda mezar kazılır mı hiç? Hangi kentin, hangi yörenin töresinde var bu? Böyle bir yöreye, böyle bir kente halkımız, o güzel türküleri yaratan halkımız ilenmez mi? Viran olasın, ıssız kalasın demez mi? Der elbette.

Tarihini düşemediğimiz, ama 1893-94 yıllarında Rumeli deki kolera salgını nedeniyle 1800 lü yılların sonu diye varsaydığımız dönemde geçer olay. Halkımızın ilendiği kent de Rumeli nin incisi Selanik kentidir. O dönemin Selanik i dillere destan. Şundan ki; Osmanlının hoşgörülü yönetimi altındaki Selanik te yetmiş iki millet bir arada yaşıyor. ilkin Bizans ve kısa bir dönem de Venedik yönetiminde kalan Selanik daha sonra ikinci Murat döneminde Osmanlı topraklarına katılmış. 1912 yılına kadar 500 yıla yakın Osmanlı yönetiminde kalmış. Kolkide ve Olimpos Dağları arasındaki Vardar Vadisi nin ağzında kurulmuş olan Selanik; deniziyle, dağıyla, çiçek bahçeleriyle tablo gibi bir kentti o zamanlar. Bu kenti güzelleştiren bir tek doğası değildi elbette. Çarşısında, pazarında, dükkânında, mağazasında kentin toplumsal yapısına uygun bin bir dil konuşulur, halk birbirini anlardı. Sevgi, saygı Selanik simgesi olmuştu. Rum u, Ermeni si, Pomak ı, Arnavutu, Türk ü kardeş gibi geçinip giderlerdi. Museviler, Müslümanlar, Hristiyanlar kentin çeşitli yörelerinde özgürce kendi ibadetlerini yapacakları cami, kilise, havralarını kullanır; kimse kimseyi rahatsız etmezdi. 15 ci yüzyılda Kraliçe isabella ile Kral Ferdinand döneminde Musevilere Ya Hristiyan olacaksınız, ya da on ay içinde ispanyayı terk edeceksiniz deniyor. Sultan ikinci Beyazıt ispanyol Musevilerine sahip çıkıyor. Kaptan-ı Derya Hasan Paşayı donanması ile birlikte ispanya ya gönderiyor. Bir grup Musevi nin kurtulmasını sağlıyor. Ve onları istanbul a getiriyor. Bu gelen gruptan 2000 kadarını da daha sonra Selanik e gönderiyor. Böylelikle Selanik in yaşamına yeni bir grup giriyor. Ve ticaret birden bire canlanıyor. Yeni mağazalar, bankalar, oteller açılıyor. Yollar, caddeler, limanlar yapılıyor. Musevilerin kent yaşamına kattığı ticari canlılıktan; diğer etnik gruplar da nasibini alıyor. Hamdi Bey, Kapancılar gibi Müslüman iş adamları da çeşitli iş kollarında yatırımlar yapıyorlar. Sözün özü Selanik, Osmanlının Avrupa daki merkezi haline geliyor. Bu gelişmeler, insanlar arasındaki geleneksel dostluğu hiç bozmuyor. Herkes birbirine saygısını sürdürüyor. Sabahın erinde, siga siga kürek çekip balığa çıkan Rum kayıkçılara hep birlikte Kalipsarya diyerek bol balık dileniyor; akşam dönüşlerinde meraklı gözlerle kayıkların yüklerini boşaltmaları gözleniyor. Akşamüstü çingene kadınların sattığı renk renk çiçekler, kokinolar caddelere apayrı bir güzellik veriyor.

Gelişen ticari yaşama ayak uydurup, tekstil iş kolunda mağaza açan Müslümanlardan biri de Renda lı Rüstem Agaydı. Kentin eski merkezinde, Şadırvan Mahallesi nde , Hortacı Süleyman Efendi Camii civarında büyük bir kumaş mağazası vardı Rüstem Aga nın. Mağazasında dallı güllü basmalar, ağır kadifeler, Şam işi ipekliler, Selanik dokumaları top top dururdu raflarda. Selanik in o günkü sosyetesi, Rüstem Aga nın mağazasından giyinirdi. Rumeli kızlarının sırtındaki zarif elbiselerin, renk renk feracelerin, üç eteklerin kumaşları Rüstem Aga nın mağazasından çıkardı. Belindeki Trablus kuşağından sarkan, gümüş saat kordonuyla; bir yana eğik fesiyle, kara pala bıyıklarıyla, yörük esmeri babacan bir adamdı Rüstem Aga. Boş zamanlarını Hortacı Camii nin önündeki Asmalı Sokak Kahvesi nde nargilesini fokurdatarak, köpüklü kahvesini yudumlayarak geçirirdi. Rüstem Aga gözü gönlü tok, çayı içilir, yemeği yenir bir kişiydi. Anlı şanlı konağında, kumaş mağazasında onlarca insan çalışır ekmek yerdi. Ne ki, Rüstem Aga nın da kendince derdi vardı. Şundan ki, dört kız babası olan Rüstem Aga ya Allah bir oğlan evlat vermemiş, kendinden sonra mala mülke sahip çıkacak, soyunu sürdürecek bir oğlu olmamıştı. Kahvedeki konuşmalar döner dolaşır bu konuya gelir; Rüstem Aga nın içi burkulur, malı mülkü , varlığı konağı bir anda sıfıra inerdi gözünde. Olsa ne olmasa ne, ölüp gittikten sonra el eline kalacaktı tümü.

Kızları bir bir evermiş yuvadan uçurmuştu. Bir tek Fitnat kalmıştı evde. Daha on altısındaydı Fitnat. Gözü gibi seviyordu Fitnat ı Rüstem Aga. Akşam olup eve geldiğinde babasını kapıda karşılıyan Fitnat, yüzünde gülücüklerle sarılıyordu boynuna. Elindekileri alıp, sırtındakileri çıkarmasına yardım ediyor, elini ayağını yıkaması için ibrikle su döküyor, havlusunu uzatıyordu babasına. Güzelliği de dilden dile dolaşıp, dünürleri çoğalıyordu Fitnat ın. Ama babası verimkar değildi kimseye Daha çocuk sayılır Fitnat ım. Feracesini atalı kaç yıl oldu ki deyip savıyordu gelenleri.

Günlerden bir gün, Selanik yakınlarındaki Mazganlı Köyü nden Mehmet adlı bir genç alış veriş için Rüstem Aga nın mağazasına geldi. Eline aldığı kumaşları yumaklayıp, denetliyor, fiyatlarını soruyordu kumaşların. Sonunda, elbiselik, gömleklik kumaşlardan seçip, kuşağından çıkardığı kesesinden ödedi parasını. Rüstem Aga ilk kez mağazasında gördüğü bu gencin nereli olduğunu, ne iş yaptığını sordu. Mazganlı danım. Celeplik yapıyorum. Selanik pazarına bir kaç mal getirdik arkadaşlarla . Sattık. Üç beş parça ihtiyacı alıp köye döneceğim. Niyetim burada kalıp, bir iş tutmaktı ama, zor dedi. Gencin bu içten, saf anlatımı hoşuna gitti Rüstem Aga nın. Kendisinin de hesap kitaptan anlayan, alış veriş bilen birine ihtiyacı vardı. Delikanlı adın ne? Kimin kimsen var mı köyde. Ne tür iş ararsın? deyince delikanlı: Adım Memet. Dört erkek kardeşiz. Anam babam da köyde yaşıyor.Hesaba, kitaba aklım erer. Alış-verişten anlarım deyince içinde kımıl kımıl bir şeyler kaynadı Rüstem Aga nın Benim de böyle bir oğlum olsaydı diye geçirdi içinden. Sonra da Gel çalış bu dükkanda. Ekmeğin aşın, yatacak yerin benden. Giysini, içeceğin kadar tütünü verir, emeğinin de hakkını öderim . Delikanlı hiç beklemediği bu öneri karşısında alnında biriken terleri mendiliyle silip;Daha ne isteyim ağam; sen münasip gördüysen, biz de layık olmaya çalışırız diyerek ellerine sarıldı Rüstem Aga nın.

Gün o gün; saat o saat işe başladı Memet. Her geçen gün daha da ısındı işine. Rüstem Aga nın da günden güne gözüne daha çok girdi. Lep demeden leblebiyi anlıyor; işe kendi işi gibi sarılıyordu Memet. ilkin kumaş toplarını indirip, kaldırmakla başladı işe;sonra mağazanın tüm işlerine el attı. Rüstem Aga ona baktıkça Ah şu Memet gibi benim de bir oğlum olsa, soyumu sopumu sürdürse ; diye iç geçiriyordu. Akşam olunca tütün denklerinin arasına serdiği şiltelerin üstünde uyuyan Memet bir tek mağaza işleriyle değil, gerektiğinde konağın işlerine de koşturuyordu. Mağazaya gelen müşterilere ve çevre esnafa da kendini sevdiren Memeti Rüstem Aga zamanlı zamansız eve de yolluyor, ya aldığı yemeklikleri gönderiyor; ya da unuttuğu bir şeyi alıp getirmesini istiyordu. işte bu gidiş gelişlerin birinde olan oldu Memetle Fitnat göz göze geldi. Elleri ellerine deydi. Çok geçmeden de kimsenin görmediği bir köşede buluşup fısıldaşır oldular. Memet bir türlü durumu Rüstem Aga ya açamıyor, içine kapandıkça kapanıyordu. Sonra, Fitnat ın davranışlarındaki değişikliği sezen anası sorguladı kızını. Durumu öğrenince de babasına açtı meseleyi. Rüstem Aga nın da zaman zaman aklından geçen Fitnat ı Memet le everme işi kendiliğinden gelişince hoşuna gitti. Gülümsemeye başladı. Öteki kızları nasıl yuvadan uçurduysak Fitnat da bir gün gidecekti. Memet ten iyisi mi olacak. Efendi çocuk. Eli işe yatkın. Namuslu çocuk. Mal mülk dediğin ne ki. Hepsi geçici. Biz dünyadan el çekecek olsak, gözümüz arkada kalmaz deyince anası haberi Fitnat a uçurdu. dvm
dvm Çok geçmeden de, Memet işinden izin alarak köyüne gidip ana-babasına açtı durumu. Onların da rızasını alarak, üç beş armağan yetirip kentin yolunu tuttular. Rüstem Aga nın Hortacı;daki evinin kapısını çaldıklarında, Fitnat ın yüreği duracak gibiydi. Al yanakları biraz daha kızarmış olarak, elleri titreyerek açtı konağın kapısını. Konukları anası babası da kapıda karşıladı. Konağın büyük salonuna aldılar. Şuradan buradan konuşup, kahvelerini içerken Allahın emriyle diye başladı Memetin babası. Sonra da Kısmetse olur. Hele bir de kızımıza danışalmı. Lakin Fitnat bizim evimizin şenliği. Onsuz bu konağın tadı kalmaz. Biz isteriz ki, oğlunuz bizimle olsun. Evimizde kalsın. Bize evlat olsun. Kızımız da bizden kopmamış olur deyince Memet in babası; niyetimiz sizinle akraba olmak. Memet zaten kent yaşamına alıştı. Kızınızı köye getirip de ne iş tutacak. Bizim zaten üç tane gelinimiz var köyde. Sizin dediğiniz gibi olsun. Yeter ki mutlu olsunlar deyip söz kestiler. Fitnat kız, kapı aralığından konuşulanları dinlerken sevinçten uçuyordu.

Usulen kızlarıyla konuşup, sonucu bildireceklerini söylediler. Konukları yolcu ettiler. ilkin Fitnat la konuştu babası. Ne desin Fitnatcık. Siz bilirsiniz baba. Siz uygun görürseniz ben de evet derim diye görüşünü bildirdi. iç güveyi alacakları için fazla beklemeyip, düğünü bir an önce yapmaya karar verdiler. Nasıriç teki çiftlik evlerinde davulları çaldırıp, anlı şanlı bir düğün yapacaklardı. Gençler heyecanla o günü beklerken,i kabus gibi bir hastalık kasıp kavurmaya başladı. Kolera dedikleri illet, bir çok canı alıp götürmeye başlamıştı. Kenti karabulutlar gibi sarmıştı kolera. Yalnızca Selanik i değil tüm Rumeli yi sarmıştı. Kimine göre Selanik limanlarındaki yabancı gemilerden bulaşmıştı; kimine göre de Balkanlar aki savaştan kaçıp Selanike sığınan göçmenler taşımıştı kolerayı. Şu Bu Tevatür çeşit çeşit. Ama yaşam sürüyor bir yandan.

Çok geçmeden iki aile yeniden bir araya gelip düğün gününü kararlaştırdılar. Üç hafta içinde hazırlıklar tamamlanıp, düğün yapılacak, gençler baş göz olacaktı. Konu komşudan bazıları, varsıl, saygın Rüstem Aga nın kızını, yoksul bir gence iç güveysi olarak vermesini hoş karşılamıyordu. Ama Memet in dürüst ve çalışkan olduğunu, bir evlat gibi aileye gireceğini söyleyenler çoğunluktaydı. Artık günleri sayıyorlardı. . Ama koleranın sarstığı Selanikte, camilerde durmadan sela okunuyor, cenazeler ard arda kaldırılıyordu. Kolera olmadık yerlerde, olmadık kişilerde uç gösteriyor. ilkin ateş, kusma, ishal; çok geçmeden de bir yatak, bir yorgan çaput gibi halsiz bırakıp, suyunu emdikten sonra da alıp götürüyordu hastayı. Ama Fitnat ın hali hal değil. Hastanede doktor fısıldadı kulağına babasının. kolera. Dokuz, sekiz, yedi, üç. Düğüne üç gün kala sizlere ömür! ilkin ateş, kusma, sonra da kesiksiz ishal ve halsizlik. Aman, yaman doktor, ilaç Boş! Bir kuş yavrusu gibi, babasının kollarında can verdi Fitnat. Hortacı Camiinde selası okunurken, üç gün sonraki düğüne izin vermeyen ölüme ilenen Memet, caminin bir kenarına çekilmiş, bir yandan hüngür hüngür ağlıyor; öte yandan kınası yakılmamış geline bu illeti bulaştıran Selanik e ileniyordu.

Kaynak:

1- Hulusi Üstün, Türkü Öyküleri, Pozitif, ist.2003 S. 59

2-Gilles Veinstein (Çeviren:Cüneyt Akalın) Selanik 1850-1918, iletişim Y. 1999, ist.

http://www.muammerketencoglu.com/index02.html

öykü zamanın yaşam tarzına ışık tutması açısından da önemli olduğundan faydalıdır.

(bkz: muammer ketençoğlu)
"Aman ölüm zalim ölüm üç gün are ver
Al başımdan bu sevdayı götür yare ver"

içte bir şeyi akıtır, yerine başka bir şey koyar, doldurur, boşaltır.. selanik türküsü diye de geçer, erkan oğur Da ağlatır, tolga çandar kimin için çalıyor..?
son olarak bu gece elveda rumeli adlı muhteşem dizinin finalinde çalınmış olan muhteşem türküdür.

çalın davulları çaydan aşağı
mezarımı kazın belden aşağı
suyunu da dökün boydan aşağı...

diyerek başlar türkü, sonra öldüğünüzü sanıp için için ağlarsınız.. bittiğinde yeniden ölebilmek için başa alırsınız türküyü, hiç ara vermeden.
banu kırbağ yorumu dinlenesidir.
serap tamay tarafından şahane seslendirilmiş türküdür.
bir kubat'ın, bir de "kurşun yarası" isimli televizyon dizisinin bir bölümündeki ali kırca'nın yorumlarının gerçekten dinlemeye değer olduğu ege türküsü.
en güzel yorumu hakan yeşilyurt ve muammer ketencoğlu'na ait olan rumeli türküsü.
askı davul ve zurna ile çalındığında türkünün anlattıklarını ve tarihi anlamak için selanikli olmayı gerektirmez şüphesiz.
Erdal Erzincan yorumu da güzeldir bu türkünün. Bir de bazı yorumcular 'suyunu da dökün kazan dolunca' diye söylerler ki kafiyeye uymadığı aşikardır. 'Suyunu da dökün boydan aşağı' en doğrusudur.
şu ölümlü dünyanın anlamsızlığını anlatan hüzünlü bir türküdür.
pilotmont arkadaşımızın aktardığı üzere gayet hüzünlü de bir hikayesi vardır.
(bkz: sekizinci ve dokuzuncu entry)
her defasında nasıl ağlatmayı başarır bir türkü. ve hakan yeşilyurt nasıl içten söyler bu ezgiyi..
çok güzel ötesi bir türküdür. başka bir sesi başka bir havası vardır. yaraya özel tuz gibidir.
hakan yeşilyurt tarafından fevkalade güzel yorumlanmış, şahane türkü. *
tarif edilemez. aglatir, aglatiyodur..
Gülay ablam öyle bir söyler ki bu türküyü; ulan taş olsan çatlarsın bre.
"al başımdan bu sevdayı, götür yare ver" kısmının hali özetlediği selanik türküsü. nedense izmir'i hatırlatan, izmir'de olunmadığında dinlenmemesi gereken bir türküdür.
insanın cenazesini kendi gözünde canlandıran türkü. arkanızdan ağlayanlar, yakılan ağıtlar, sizi kıranlar, sizin kırdıklarınız vs. insanların ölümden korkmasına anlam veremeyen biri olarak, bir tabutta bile olsam; sonsuzluğa uğurlanırken sevdiklerimi son hatırlayacağım durumun, gözleri yaşlı, feryat figan şeklinde olmasını kaldıramam. amansız bir sürgün olur bu... sonsuza dek yürek acısı. ölümden korkuyorum artık gerçekten, 3 gün ara ver diyebilecek kadar..