bugün

Köylü ninemi köylü olduğu için twiterde aşağıladım.
Kahve renkli çizgili pijama ve tv kumandası ile keyifli bir gün geçirdim .
Ropdöşambırlarimi giyip,flarımı taktım.Buzlu viskimi içtim, telefon bir anda kafayı yedi yaklaşık 10 dakika sonra telefona reset atıp açtıktan sonra dondurmamı yerken entymi girebildim.
Demokrasi nobeti tutmaya gittim. *
Entel düdükledim.
Yeni akit gazetesi okudum.
Osurdum.
Fularıma nutella yedirdim.
Sadece guldum.
yarrak afedersin.
yuvarlak masayı camın kenarına çektim. röpteşambırımı giyip elime viskimi aldım ve masanın yanında durup camdan dışarıdaki hayatı izlerken götüme buzlu badem soktum.
sabah mürebbiyemin yatağıma taze sıkılmış portakal suyu getirmesi ile güne başladım.
röpteşambırım ile kahvaltı sofrasına oturup bol bol jambon yedim.
şimdi de krem şantiyi elinde tutan sevgilimle sözlükte takılıyoruz.
pilavı çatalla yedim.

(bkz: pilavı çatalla yiyen elit)
bir entelin güncesi:

"önce allah'ın resulu eleştirilir, hdp ve kürtlerin haklı davaları öne sürülür, mhp-chp kötülenir, stalin'e neler neler denmez troçki ilahlaştırılır, sonra mendil satan çocuğa alaycı bakılır oradan lüks cafe'ye geçilir en pahalı içecek ısmarlanır sonra küçümseyerek baktığı mendilci çocuklardan, fakirliğin nasıl giderileceğinden bahseder, sonra allah'ın gönderdiği dine küfür seansı başlayıp aslında put ve pagancılık övülür v.s sonra laf dönüp dolaşığ atatürk'e gelir elbette onunda diktatörlüğü falan kalmaz. sonra manitacılık, kitaplar v.s.." işte alın size entelin bir günü lakin entellektüellikle karıştırılmamalıdır bu entellektüel alay etmez gider, tespit eder. oturduğu yerden zoka satmaz.
cihangire gittim. sonrasını hatırlamıyorum.
Kırmızı şarabım elimde camdan caddede küçücük görünen insanlara baktım, kendiniz kadar aklınız da küçük, nereye kaçacağınızı sanıyorsunuz dedikten sonra, dudaklarımda müstehzi bir gülümseme, bertolt brecht'in oyunlarından pasajları ezberimden okuyarak kendimi dünyadan soyutluyor ve akşamki arya için zihnimi boşaltmaya başlıyordum ki...

annem heladan "o kirli ellerinle su bardaklarının birini alıp birini bırakıp durma demedim mi seni davun çocuk" diye haykırınca kendime geldim.
vizyona girecek bir filmin işini bitirdikten sonra, yapımcısı ile uzun uzun entelleştik.
lattemi yaptıktan sonra balkonuma çıkıp macbook'umdan johann sebastian bach klasiklerini sıraladıktan sonra madam bovary okudum.
Camus'un otobiyografik denebilecek nitelikteki sözcükler romanını okuyor süsü verdim metrobüste.
Sonra mesela warpaint dinledim. Kimse bilmiyor ya ondan dolayı. bowie'den coverladığı ashes to ashes şarkısını dinledim üstelik.
Bir de latte içip insanların cahilliğinden dem vurdum kahve molasında.
Olmuş muyum? Bence olmuşum.
Not: ironi demeye gerek var mı bilemedim.
Cup ta sade, sert bir kahve içerken bitter çikolata emdim.
tezer özlü okudum, oğuz atay 'ın tutunamayanlar'ını övdüm, rakı masasında ilhan berk şiirleri okudum, neden sonra otomatik portakal filminden örnekler verip, coen kardeşlerin son çalışması sen şarkılarını söyle'deki üç kafadarlı araba sahnesinde sessizliğinin içinde şairane bir ruh yatan aslında peter orlovsky hayranı şöforü düşündüm bir an. sonra oturdum saatlerce iran sinemasından bahsettim. sokakta bahsetmeyen ve bu sinemayı övmeyen birkaç arkadaşı çağırdım gelin birlikte övelim diye. tabii bu sırada jeff buckley 'den forget her çalıyor. ve bunu tipi itibariyle kendisinden bilmesini ve dinlemesini beklemeyeceğimiz sakallı tır şöforü dinliyor. arada konfüçyüs'un bir sözünü anımsadı suser: ''Bir memleketin nasıl yönetildiğini anlamak mı istiyorsunuz; Onun müziğine kulak veriniz. Nerede güzel eserlerden oluşmuş uyum vardır, orada adalet ve erdem hüküm sürer.''
"empoze etmek" ve "refüze etmek" gibi kelimeleri cümle içinde kullandım.
bugün entellektüel olmak için entel kelimesini düzelttim. entellektüel olmanın ilk kuralı entel dememektir.
bazal metabolizma hızımı hesapladıktan sonra, bunu 4,5 ayda verdiğim 25 kilo ile ilişkilendirerek günlük aldığım enerji miktarıyla yaktığım enerji miktarını mukayese ettim. jakobs 2in1 'imi yudumlarken; kafka, dostoyevski, şekspir, anton pavloviç çehov, albert camus, nietzsche öğretileriyle dünya sinemasının geldiği noktadaki fikir birliğini tekrardan anımsadım. uzak doğu korku sinemasından birkaç örneğe dair bazı değerlemeler okuduktan sonra, plakların iyiden iyiye popülerleşmesi ve teknoloji çağında en iyi ses kalitesini kusursuz olarak vermesinden yola koyulup, bazı grupların ses kayıtlarına verdiği ekstra önemle, müzikte sürekli progresif çağrışımlar ve deneysel tınılar arama eşiğinden, türkiye'deki müzik piyasasının kısırlığına ulaştım.

farklı türler arasında dolaştıktan sonra, andre bazin isminin sinematografik açıdan kurgusal ve kuramsal manadaki değerinden kubrick sinemasının mükemmelliyetçiliğine uzandım. kubrick sineması üzerindeki max ophüls etkisinden, bağımsız sinemanın dahi çocuğu alexander payne sularına yelken açtım. zaha hadid mimarisinden hint müziğine ve onun the beatles'a etkilerine ravi shankar vesilesiyle ulaştıktan sonra hint sinemasına yöneldim. ritesh batra 'nın orjinal senaryosundan, gürcü yönetmen giorgi ovaşvili 'nin ödüllü filmindeki başarılı ilyas salman oyunculuğunun türkiye'de ciddi mana da es geçilmesinin akabinde arkadaşıma kış uykusu ve mavi en sıcak renktir filmlerini önerdim. bunları izlemesi için 6,5 saate ihtiyacı olduğunu anımsattıktan sonra mavi en sıcak renkir'in sevişme sahnelerinden çok, alt metin vurgusu yapması gerektiğinden dem vurup, ilyas salman 'ın bu ülkede haber olabilmesi için aşırı sarhoş olup bir yerlerde dağıtmasının yanında bitmek bilmez magazin sevdamıza giydirip, bonus olarak büyük ödül alan yönetmen dalkavukluğumuza falan uzandım. neden sonra, sinema işini rafa kaldırıp muğla'nın 5 köyündeki organik ürün çalışmalarının teşvik edilmesi ve bu faaliyetin entelektüel tarafından, iz tv belgesellerinin başarısına ve fatih akın'ın yeni belgesel çalışmasına oradan yine ulalı yönetmen yüksel aksu 'nun bir türlü bitiremediği yeni projesine, haluk bilginer'in ete kemiğe büründürdüğü aydın karakterinin sahiciliğine ve bu ülkede nejat işler 'in paranın ta yüz bin kere amk tavrına filmde de rastlamamızın verdiği şevkten, yeni nesil tiyatrocuların özverili çalışmalarına ve altyazı dergisinin başarısına geldik.

sözlükteki uzun entrylerin neden okunmadığı şeysinden çıkıp, dünyadaki tüm güzel lezzetlerin kalorisinin yüksekliğinden muzdarip halde, sade türk kahvemi yudumlarken ülker yüzde 80 kakaolu bitter çikolatamdan bir parça alıp, aylardır bitmek bilmeyen bayat ekmeleddin esprilerinden, futboldaki şaşalı transfer geyiklerinden dem vurup maalesef kısır döngüye uzandık.

tabii bunları yazarken ve betimlerken arka fonda iced earth çalıyor. yavaş yavaş içimizi kemiren barlow sesine kendimizi bırakıyoruz. a question of heaven,travel in stygian, the coming curse, the hunter hatta melancholy falan filan yerde kalmış vicdan izleri arasından...
diyet yaptım. bol bol kalori hesabı yaptım. kilo verme başlığına çok entel bir entry yazdım.
elimden geldiğince kilonun aslında içki sigara kadar büyük bir düşman olduğunu anlatmaya çalıştım birkaç kişiye.bunu entellik için yapmadım. sadece iştahım daha çok kesiliyor, kendimi motive ediyorum.
işin bir üst noktası supersize filminden esinlendiğim üzere nabersin şişman domuz şeklinde çevreme de
1-2 kilo verdirmek.