bugün

roman polanski'nin yönetmeni olduğu; emmanuelle seigner, peter coyote, kristin scott thomas ve hugh grant rol aldığı etkileyici film.Cinsel ihtirasların üzerinden insan egosunu çok iyi irdeliyor.polanski bu filmde içsel pişmanlıklarını gösteriyor gibi.Uzatmadan cinsel tabularınız yoksa kaçırmayın...
fazlalıkla sevişgen bir polanski filmi. alsına bakarsanız fazlalıkla felsefi atıflarla dolu, varolunageldiğinden beri belki de bir ilişki, ki eğer derinden derine irdeliyorsanız, ve bunun sınırları hakkında belki de seyredilecek en sağlam filmlerden birisi denebilir.

diğer filmlerine göre(pianist hariç) çok çok başarılı buduğum polanski filmi.

ama biraz veridiği fikir açısında herşey ilişki ''tadında bırakılması gerek'' tadında bir film. son cümle aslına bakarsanız güzel bir itiraf.. ama daha gizli bir cümle var;

''

loves should quit when their passion is at its peak, not wait until its inevitable decline''

''

onların yoksun oldukları bişey vardır. ''yoksunluk'' çünkü ''yoksunluktan yoksunluk'' bir ilişkiyi belki de bitirebilecek en ölümcül şey. çünkü elde ettiğin varlık artık elindedir. mücadele zorunluluğunu o kadını 96 numaralı otobüste anlamıştı ''oscar''. ondan sonra gördü onu. ilk anlar güzeldi, herşey yerindeydi. olması gereken olması gereken gibiydi.

fakat artık dokunma bile sıradanlaştı, çünkü yukarıda belirttiği gibiydi ''at peak'' ondan sonra yine belirttiği gibi ''pound away'' dibe vurmaya başladı. çünkü bazen sorun olmaması bile sorundur: ilişkinin bitiş nedenini belirtmişti oscar, mimi ona sorunun ne olduğunu sorduğunda:

''you dont do anything, you exist, that's all.''

bununla birlikte daha sonra nigel, mimi'ye şunu dediğinde mimi'nin cevabı bu olmasının nedeni de ilişkilerin kolay elde edilebilirliğiydi;

+i'm truly, sincerely in love with you

-that's why you will never have me

bunların dışında, benim bu filmde en çok beğendiğim karakter; nigel(hugh grant) idi. çünkü konuşması, yapısı, düzen, hareketleri, karakteri tam anlamıyla cinselliğin konuşulmadığı, ortalama bir insan tipi, fazlalıkla heyecansız. hatta karısının tipinde bile bu var, soğuk, heyecansız, ve hatta nigel ile fiona arasındaki cinsel ilişkinin durumunu filmin sonundaki oscar'ın nigel' olan şu cümlelerinden anlayabilirsiniz:

''i doubt if you've really made the most of her''

aslına bakarsanız bir diğer noktada da filmin tüm özeti tüm anlatmaya çalıştıkları schopenhauer'e hizmet etmekten başka bişey yapmamış *.

ama siz aslına bakmayın!
yazar gauloises sigarası içer.

başlangıçta belirleyicisi, sonra edilgeni olduğu, tutku denilen şeyin çivisinin çıkartıldığı o ilişkide, gemi seyehati esnasında tanışılan çiftten sonra, iplerini koparmış eski kuklasının oyunlarını * keyifle izlemeye başlar aslında.

diğer çiftin erkeği, yazarın güzel karısı ile cilveleştiğini sandığı ve bundan çok fazla keyif aldığı bir anda, çok baştan çıkarıcı bir hedef değiştirme ile zaten çok hazır olan karısına yönelir adamın, kadın.

yazar keyiflidir çünkü, finalini yazıyordur, asla kağıda geçmeyecek başyapıtının.

yazar gauloises sigarası içer.
(bkz: acı ay)
baştan sona gerçekçi tutkulu bir aşk hikayesidir her kadın bu denli terkedilişten sonra düştüğü yerden kalkıp ''sana bir iyi bir de kötü haberm var'' demek ister sadece cesaret edemediği için yapmaz.ben aşk filmi sevmiyorum * diyenlerin bile heycanla izleyeceği tahminlerin dışında gelişen film.
"Lovers never know .... when to quit" (Sevgililer bırakacakları zamanı asla bilemezler)

Fragmanında böyle söylüyor.

"Sana bir iyi, bir de kötü haberim. Bir daha asla yürüyemeyeceksin"
"Peki iyi haber ne ?"
"Bu iyi haberdi. Kötü haber, bundan böyle sana ben bakacağım"

işte tam bu repliğin geçtiği sahnede oyuncuların yüzüne bakın, özellikle Peter Coyote'nin. Bu film tam bir başyapıt.

Defalarca seyrettim, her seferinde başka birşey yakaladım. özellikle Peter Coyote'nin sakat Oscar tiplemesi tavana vuruyor. Ağzı bir karış açık ortalarda salak salak dolaşan salak Hugh Grant'e yılbaşı sahnesinde uzaktan kadehini kaldırıp şerefe çekmesi, o yüzündeki sırıtış. Tam bir üstün işçilik abidesi.

Hele finaldeki mükemmel dans sahnesi, oyuncuların koreografisi falan. Normalde jigs bulduğum 80ler müziği, bir sahneye ancak bu kadar uyardı.

aşkın acı yüzünü bu kadar gerçekçi ve acımasız göstermesi, insanı titretiyor.

Polanski'nin bence en iyi filmi.
aldatmamak, başımıza gelmesinden korktuklarımız yüzündendir. gücü olanın aşkta yapamayacağı şey yoktur. kuralları karşılıklı koyarsınız. çıkabildiğinizce yükseğe çıkmak ve inebildiğinizde dibe batmak sizin elinizde.
sıkıcı, tek düze bir evlilik mi; yoksa tutkuyla dolu bir ilişkinin gözünüzün önünde sönmesi mi tercih edilirdir diye sorgulatıyor film. sürükleyici, izlemesi zor, şahane.
Pek çok repliğini hala ezbere bildiğim, çevreme de tavsiye ettiğim Müthiş bir filmdir kendisi. Mesaj almayı vermeyi kenara bırakarak izleyin filmleri, o zaman tadına varacaksınız.