bugün

ethan hawke ve julie delohi nin başrollerini paylaştığı aslında kadrosunda da başka kimsenin olmadığı küçük bütceli bize viyanayı tanıtan takdire şayan muhabbetlere ev sahipliği yapan bir interrail hikayesi de denebilir.sevgiliyle izlenmemesi tavsiye edilir bi de soundtrack vardır ki çok etkileyicidir
kath bloom-come here
kath bloom
1995 tarihinde çekilen before sunrise'ın öyle bir sonu vardır ki dersiniz ki bu film böyle bitemez...
üstünden 9 yıl geçince aynı yönetmen aynı oyuncularla bu sefer before sunset adlı filmi çekmiştir.oyuncuların bu 9 yıl içinde ne kadar da yaşlandıklarını farketmemek çok çok zordur.
before sun set le hep karıstırdıgım filmdir hangisi onceydı "hangısı ıkıncı fılmdi yaaaaaaa" dedirten filmlerden biri.*
türkçeye "gün doğmadan" olarak çevrilen, diyaloglarıyla insanı kendinden geçiren film. cnbc-e de izledikten sonra cd sini alıp üst üste 2 kere daha izlemiştim. (bkz: aferin)
tek gecelik ask. ama iliski degil, seks degil, tek gecelik ask. saf bir ask. cok etkileyici bir film.
film bitince bavulumu toplayip interrail yapmaya gidiyordum az kalsin ama annem yemek yapmisti ben de sonra giderim dedim. sonra da unuttum.
bügüne kadar çekilen en iyi aşk filmlerinden biri olduğuna inandığım film. ethan hawk ve julie delpie arasında geçen diyaloglar ve ve bu diyaloglardan doğan aşkı anlatır, tek kelimeyle muhteşemdir. 1995'te devam filmi olarak çekilen "before sunset" birlikte geçirdikleri bir geceden 9 yıl sonra bir kitapçıda karşılaşmalarını konu alır. iki film de mutlaka izlenmelidir.
interrail aşıklarını canlandırırlar filmde.. er kişi abdden gelmiş kız ise paristen gelmiştir. viyanada dillere destan bir aşk yaşarlar.. ve gün doğmadan önce birbirlerinden ayrılmak zorundadırlar
ethan hawke için izlenecek film

bir diğeri training day
sırf romantik , duygusal film üzerine kurulu filmlerden nefret edenleri bile zorla izlettiren film. konusu durağan, çok sıradan ama oyuncuların çok başarılı olmasından dolayı o ilk duygusal belki de ilkin ne kadar önemli olduğunu anlatan film. şu da vardır ki 9 yıl sonraki before sunset filmini izledikten sonra hakikaten çok saf bir aşk öyküsüymüş. 9 yıl sonra saf aşık olayından eser yok.
Her ölümlünün,mutlaka izlemesi gereken; mutlaka yaşanması gereken bir (bkz: interrail)aşkının anlatıldığı çok hoş ama içi boş olmayan,etkileyici diyaloglara sahip nadide film. Tası, tarağı toplayıp,alıp basını yollara vurup, aşık olası geliyor adamın.
sadece diyaloglardan ibaret olmasına rağmen, sıkılmadan izlenilen, ki bunda yönetmeni richard linklater'ın felsefik yönünün etkisi olmuştur, viyana' ya ait görüntülerin çok iyi seçildiği bir filmdir. ikinci film, before sunset' e göre aşk daha yoğun işlenmiştir.
basite indirgenmiş bir felsefe dersi gibi bir film. hoş detaylara yer verilmiş bir film.
Bağımsız sinema örneklerinden olan Richard Linklater filmleri Before Sunrise ve Before Sunset.

Birbirinin devamı olan ve oyuncuları sadece bir kadın(July Delpy) ve bir erkekten (Ethan Hawke) oluşan iki film. Film iki karakterin hayata, siyasete, sevgiye, aşka kısacası herşeye dair konuşmaları şeklinde geçiyor. Kadın karakterin dünya sorunları (çevre sorunları, açlık, yoksulluk,savaşlar v.b.), felsefe, kültür, sanat ve siyasete bakışının ve tüm yaşama dair biriktirdiklerinin erkeğe göre çok daha baskın ve tutkulu olduğunu ve erkek karaktere göre bu açıdan çok çok daha fazla eyleme dönük yaşadığının da altını kalın bir çizgiyle çizmek isterim.

Bu film(ler) romantik-dram sayılabilir çünkü, aşkın tılsımını içinde taşıyacak kadar romantizm yüklü fakat hayatın gerçekleri iç(ler)inde bolca yer alıyor olması açısından da bir o kadar dramatik. işte tam da bu açıdan zamanımızın “gerçek aşkı”nı anlatıyor(lar). Zamana ve mekana meydan okuyacak kadar güçlü bir aşk.

Kısacası filmin türü baktığınız açıya göre değişir. Filmde Jesse'nin de dediği gibi; 'Bu, hayattaki duruşunuza bağlı, eğer iyimserseniz romantik-komedi ve 'happy end'; yok eğer karamsarsanız dram ve 'worry end'!'; Bu açıdan daha da değerli(ler).

Eee ne de olsa Linklater filmleri onlar!
interrail le bir yere gitmiş ya da gidecek olan dördüncü nesil yazar.
kötü adam, kadın, kurum, kuruluş barındırmayan ikilemenin** ilki.
richard linklater ın tamamen diyaloglar üzerine çektiği , aşkın aslında hayattaki bir tesadüf oldugunu anlattığı- yani bir kaza da denebilir insanın olaya nasıl baktıgıyla ya da aşk bittikten sonra kapıldıgı hisle alakalı- filmin arkasındaki viyana görüntüsünün insanda interrail yapıp son durak viyana olarak sonlandırma hissi uyandırdıgı,ve kath bloom'un come here şarkısını bizlere hediye eden sıcacık bir film...
ayrıca (bkz: before sunset)
bir richard linklater filmi. trende tanışan iki genç insanın aşkını anlatır, hoştur.
(bkz: ethan hawke)

bonus olarak;
(bkz: viyana)
vasatın da altında, sıkıcı bir filmdir. iki gavurun tren geyiği ne kadar sürükleyici olabilir ki zaten?
olağanüstü bir film, bir amerikalı ile bir fransızın çabucak başlayıp aynı çabuklukta biten muhabbeti sıradışı bir teknikle sunulmuştur. filmde sadece 2 oyuncu var(figüranları saymazsak) ve kamera bu ikili etrafında geziniyor, başka hiç bir şey görmüyorsunuz. ünlü bir sinema eliştirmenimizin ''1995 yapimi, romantik bir sohbet filmi'' tanımlaması ve bu yorumla filmin muhteşemliğine gölge düşürmüş olması bana sinema eleştirmenlerimizin aslında pek bi halttan anlamadığını göstermiştir.
tüm zamanların en şeker kıvamında filmlerinden biridir. 10 kere izledim, bi 10 kere daha izlerim.
hayır güzel evladım filmi anlamadığımdan değil, sevdiğimden izlerim. komik seni.
ethan hawke ın julie delpy yi trenden indirmek için ikna etmeye çalıştığı sahnede geçen diyaloglarıyla, defalarca izlediğim en güzel aşk filmlerindendir....
iki tane çılgın insanın, tren yolculuğunda tanışıp, viyana'da bir gün boyunca romantizm dolu bir aşk yaşamasını anlatan güzel film.

filmdeki güzellikler;

--spoiler--
-ethan hawke, bu filmde resmen aşık olma sebebi.. bunu bilir bunu söylerim. *
-bazen uzun diyaloglar sıkıcı hale geldi ama yine de güzeldi. hayatımda bu kadar geveze bir çift görmedim. *
-eski plak satan bir dükkana girdiklerinde, plağı dinlemek için odaya girdiler ya, heh işte o sahne filmin en güzel sahnesiydi bence. birbirlerini öpmek istiyorlar ikisi de dudaklarına bakıyorlar ama kafalarını hemen çeviriyorlar filan.. süperdi bence.
-viyana'nın gezilip görülmesi gereken bir yer olduğunu anladık.
-filmin devamı olan before sunset'ten daha güzel bir film olduğunu söylesem yalan olmaz.
-sokaktaki adamın ikisi için yazdığı şiir şahaneydi.
-vedalaştıkları sahnede ağladım. çok duygusaldı kesinlikle.
-güzel filmdi işte. yalnızlığımı biraz daha hissettirdi.
--spoiler--
before sunseti de izlemek zorunda hissettiğim için, iki kat sinirlenmeme neden olan, bomboş film.
diyologların içine girmenizi sağlayan, diyalektik aşk hikayesi.. her bir sahnesi doğal yada gerçeğe yakın çekilmiş viyana güzelliği.. insanı hayallere ittiği için iyimi kötümü bilemediğim film..
aslında filmde bazı bölümlerde ethan hawke'ın oyunculuğunun filmin sadeliğini bozan abartıda olduğunu düşünsem de (jestler ve mimikler) 2. izleyiş sonucunda gelmiş geçmiş en iyi 5 aşk filminden biri olduğuna karar verdim. birkaç hususu aslında bazıları spoiler olmasa da öyleymiş gibi verelim.

--spoiler--
1- öncelikli olarak senaristler richard linklater(aynı zamanda yönetmen) ve kim krizan'ın ellerinden öpmek gerek. bu kadar yoğun diyalogu bu kadar güzel düzenlemek filmin başlıca özelliği.
2- sanat yönetmeni şahane. bize yormadan viyana'yı izletiyor.
3- filmin en iyi ve diğerlerinden ayrılan sahnesi plak dinleme odası sahnesi. bu, filmin en diyalogsuz ve en samimi sahnesi şahsi fikrimce.
4- benim filmle ilgili en hoşuma giden ayrıntılardan birisi amerika-fransa karşılaştırması. bu alttan alta falcı, şairli ve dansözlü sahnelerde veriliyor. bu sahnelerde jesse ve celine'in bakış açıları aslında iki farklı kültüre sosyolojik bir bakış gibi.
5- filmin en zayıf ve bence gereksiz kısmı ise jesse'nin şarabı celine'in de bardakları çaldığı sahne. jesse'nin ikna etme çabası yetersiz ve pek inandırıcı değil sanki.
6- filmin en güzel taraflarından bir diğeri ise elbette julie delpy'e aşık olmanız.
7- son olarak uyarı bu filmi izleyip de büyük umutlarla falan interrail'e çıkmayın. yanınıza kendine özgü kokuları olan çinliler veya yaralı, esmer ve kirli tenleriyle meksikalılar oturur, adamı domaltırlar valla.

--spoiler--